|
|
................... |
|
................... |
BARIŞ ve HUZUR - II
“Bilincin Evrimi” |
Nilgün Nart
“Daha Geç Olmadan” 2008 - Küresel Isınma Kitabından |
|
|
................... |
|
................... |
Söylediklerinize dikkat edin,
düşünceleriniz olur…
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınız olur…
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınız olur…
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınız olur…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerleriniz olur… Değerlerinize dikkat edin,
karakteriniz olur…
Karakterinize dikkat edin, kaderiniz olur…
Mahatma Gandhi
“Bir sır daha var, çözdüklerinden başka
Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka
Hiçbir yaptığınla yetinme, geç öteye
Bir şey daha var, bütün yapıtlardan başka.”
Hayyam
Zihnimizin bölünmüşlüğünü, iyi-kötü, doğru-yanlış arasında
gelgitlerini, hiç durmayan sesini, her şeyi, bizde dahil
yargılarına ve şikayetlerine, beklentilerine, sonu gelmez
maddesel açlığına ve onun düşünceleri nasıl da oburca yiyip,
bizi tüketene kadar bütün taraflarda dolaştırmasına tanıklık
ettikten sonra sakinleşecektir. Zihne (egomuza), içimize
bakışımız, “içsel sessizleşme”yi de beraberinde getirir. Bu
sessizlik, “farkındalığın sessizliği”dir.
Dünyada ilk insanın ortaya çıkışından beri, atalarımızdan
getirdiğimiz genetik yapımız ve bu yapı içinde, “genetiğimizle
birlikte evrimleştirmeye çalıştığımız bilincimiz”,
“hayvan-insan bilinci”dir. Ne tam hayvanızdır, ne de
insanızdır. Hayvansal özelikler sergilemekle birlikte, zaman
zaman insansı erdemler de göstermekteyizdir. Bu ikili
doğamızda, insanileştirmeye çalıştığımız hayvani
davranışlarımızla, hayatta kalma mücadelesini sergilediğimiz
alışkanlıklara sahibizdir. Davranışlar, hayvanlarda gözlendiği
gibi otomatiktir. Ya avsınızdır ya da avcısınızdır. Kazanan
veya kaybedensinizdir. “Bedensel ihtiyaçlara ve neslin
devamına odaklı”sınızdır. Mücadele vardır, üreme vardır, güç
vardır, zayıflar, ihtiyaçlar vardır. Aklınıza gelebilecek
bütün karşıtlar ve ikilemler vardır. Siz, aynı bir sarkaç
gibi, iki kutup arasında gidip gelirsiniz. Bazen iyi, bazen
kötüsünüzdür. Her şeye rağmen, “yaşamın devamına kodlanmış DNA
yapımız”, onun etkisiyle gelen dürtülerimizi ve verdiğimiz
otomatik tepkilerimizi sorgulamayız bile. İnsan doğamızın
farkındalıkla dolu etkilerini alabilecek, alsak bile
ayıklayacak ve gerçeği görecek ve ona göre tepki verecek bir
zihin berraklığında değilizdir. Çünkü korkuyla hareket
etmekteyizdir. Korkularımız, endişelerimiz ve beklentilerimiz
zihnimizi bulandırır.
Ve tepkilerimiz her seferinde, binlerce yıldan beri
oluşturduğumuz otomatik savunma mekanizmalarıdır. Kendi
yaşamımızda, ihtiyaçlarımıza göre özel olarak geliştirdiğimiz
ve etrafımıza sardığımız duvarlarımızı da bu tabloya eklersek,
sınırlarımızın, kalıpların ve şartlanmışlıkların karmakarışık
bir örgüsüyle karşılaşırız. Burası (hayvan-insan bilincimiz)
“bizim hapishanemiz”dir.
Bu bilinçte “kader” vardır. “Özgürlük”ten eser bile yoktur.
Otomatikleşen yaşamımızla, korkularımız ve zihnimizin
gölgesinde kaderimizi yaratırız. Hem toplumsal kaderimizi, hem
bireysel kaderimizi. Kişi; şartlarının, sınırlarının,
ihtiyaçlarının ve toplumun otomatikleşmiş hayvan-insan
bilincinin tutsağıdır. Hayat, sürekli bir mücadeledir.
Kaybeden olmaktansa, her ne pahasına olursa olsun, kazanan
tarafta olmayı isteriz. Hırsımız ve korkularımızın gölgesinde,
gözümüzü kırpmadan yüksek insani değerleri harcayıveririz.
Çünkü bildiğimiz yöntem, en iyi yöntemdir.
Benim gerçeğim, benim doğrum tek gerçektir. Öyleyse benim gibi
düşünmeyenler yanlış düşünüyordur. Ve onlar “öte taraf”tır.
İlk darbeyi sen vur. Size vurana, vurursunuz.
Sizden nefret edenden, nefret edersiniz.
Sizinle kavga edenle, kavga edersiniz.
Rekabet edenle, rekabet edersiniz.
Ben doğru düşündüğüm için, Tanrı benim yanımdadır ve diğerleri
benim gibi yaşamak zorundadır.
Sizi yargılayanı, siz iki kat yargılarsınız.
Sürekli mücadele edersiniz. Sürekli bölünürsünüz. Sürekli
iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış arasında, yani iki
kutupta gidip gelirsiniz. Listeyi sonsuza kadar uzatabiliriz…
Mevlana yüzyıllar öncesinden “Sevgi ve merhamet insanlığın;
hiddet ve şehvet ise hayvanlığın vasıflarındandır.” diyerek,
insanın bir sonraki bilinç evrimini görmüş ve insan-insan
bilincini, kendi insan bedeninde, kendi gerçeğine yürüyerek
gerçekleştirmiştir.
Ve 21 yy. eşiğinde evrimin bizi zorladığı öncelikli konu;
hayvan-insan bilincinden, insan-insan bilincine geçiştir.
Bütün değişimler ve evrimler gibi, bu değişimde zor ve
sancılıdır. Çünkü, değişim bir gerilimin arkasından gelir. Ve
gerilim, insan ruhunda acıyı yaratır. Ve acı, her güzel şeyin
öncesinde yaşanan “güzelin ve gelmesi gerekenin” doğum
sancısıdır.
Bu, tıpkı yağmur yağmadan önce, bulutların kararması ve
yağmuru yağdırmak için, hazırlık yapması gibidir. Ve
arkasından “Rahmet” yağar. Her şeyi yıkar, paklar, temizler.
Ve her yere yaşam enerjisini taşır. Değişim de; bizde olanları
yıkar, paklar, temizler ve yeni yaşamla doldurur. “Yeni
anlamlar”la donatır. Değişim; hareket, canlılık demektir.
İnsanlık yeteri kadar gerilmiştir. Kara bulutlar her tarafı
kaplamıştır.
“Hayvan-insan bilincimiz”de gidilecek, iyileştirilecek hiçbir
şey kalmamıştır.
Bütün ürettiğimiz değerler ve bu değerlerin neticesinde
tükettiğimiz dünyasal değerlerin sonuna gelmiş bulunmaktayız.
Çok değil, bundan yarım yüzyıl önce kullanılan atom bombası,
“hayvan-insan bilincimizin ürettiği bir buluş ve
teknoloji”dir. Biz insanlık olarak, atomun parçalanmasından
ortaya çıkan enerjiyi, insanlığın yararına ve refahına
kullanabilecekken, bunu diğer insan “kardeşlerimizi yok etmek
için silah” olarak kullandık. Çünkü; hayvan-insan savunma
mekanizmalarımız otomatiktir. Etki-tepki yasasına göre
çalışır. Bir sonraki savaşta keşfedildiğini bilmediğimiz ve
insanlığın yararına kullanılabilecekken, bu keşfedilen
teknolojiyi, insan-hayvan bilincimizin bir silah olarak
kullanmayacağını nereden bileceğiz.
Eğer insan-insan bilincine evrimleşemezsek, içimizdeki hayvani
içgüdülerimizden ve otomatikleşmiş savunma mekanizmalarımızla,
yeni teknolojilerin de silah olarak kullanılacağını tahmin
etmek, hiç zor olmasa gerek. Atom bombası, vicdanlı bir
insanın aklının alamayacağı bir neden olan savaşta, karşı
tarafa karşı kullanılırken ve masum insanların üzerine
atılırken, atomla, atomun parçalanmasından ortaya çıkacak
enerjinin boyutları ve sonuçları ile ilgili ve bunun silah
olarak kullanılmasının yaratacağı gezegensel
etkileri-zararları-felaketleri hakkında hiç kimsenin yeterli
bilgisi yoktu.
İnsan; değil sahip olduğu bir şeyi, hiçbir şeyi yok etme
yetkisinde değildir. Hele ki gezegeni tüketme ve yok etme
yetkisinde hiç değildir. Çünkü insan geçici doğasıyla sadece
geçici bir süre gezegene yaşama ve deneyimleme nedeniyle
gelmiştir. Ve bir süre sonra, dünyadan ayrımsız ve istisnasız,
herkesin bir gün gelip tadacağı ölüm denen olguyla
ayrılacaktır. Değil dünya gezegenini, bütün evreni yok
edebilirdik. Yarın bilimde yapılan yeni keşifler sonucunda,
ortaya çıkacak buluşların ve teknolojilerin silah olarak
kullanılmayacağını ve bütün bir Evren’i yok etme kapasitesine
sahip olmayacağını kim bilebilir?
Bilim; daha kuantum, anti madde, sicimler, evrendeki kara
delikler, hatta atomun çekirdeğinin yapısı hakkında bile
yeterli bir bilgiye sahip değildir. Çünkü insan sürekli yok
etme eğilimli ve yok etme eğilimli davranışının akabinde
oluşan “hayali düşman”dan dolayı, “güvenlik amaçlı
araştırmalar” yapmaktadır. Bu durumda canlı bir organizma olan
gezegen, gezegen üstündeki her canlı, ekolojik sistem, atom ve
kuantum alanları, “kendilerini insana ifşa etme”yecektir.
İnsanın kalbinden başka, gezegendeki her şey canlıdır. Sadece
“var olmak için tüketmek”tedir. “Tüketmek için var
olmamak”tadır. İki davranış arasında çok büyük fark vardır. Bu
fark ise, hayvan doğasına sahip insanın, bilinç taşımasından
kaynaklanmaktadır. Gerçek insan olmaktayız. Ve bizler insan
olarak, henüz “gerçek insanlığın çocukluk safhası”ndayız.
Fakat dünyamızın geldiği acil-belirsiz gezegensel durumdan
dolayı, artık büyümeli ve gezegenimize, yaşamımıza sahip
çıkmalıyız.
Sanırım “Evren”, bu kadar “tehlikeli bir çocuğun evrende
özgürce oyun oynaması”na izin vermeyecektir. Ve bizi bütün
sistemlerle, hayvan-insan bilincinden, insan-insan bilincine
evrimleşmek için baskılamaktadır. Dünyamızdaki “yozlaşmışlık
ve kirlilik” değişimin habercisidir. Yozlaşmışlığımız ve
kirliliğimiz bizim “yağmur öncesi toplanan bulutlarımız”dır.
Ve nihayet yağmur yağacak ve değişim başlayacaktır.
Yağmurun her bir damlası bu karanlıktan, “kendi gerçeğine ve
yüreğine yol almaya başlayan bireyler”dir. Yüreğinde vicdanın
sesine kulak veren, insani erdemleri kendinde
bütünleştirmiştir.
Kendi gerçeğine yol almak, “kendini bilmek” demektir.
Dünyadaki ve evrendeki kendi manasını çözerek, gerçek insan
olmaktır.
Aynaya bakmak ve “sırrı aynada görmek”tir. Diğerleri,
etrafımızda olan “her şey bir ayna”dır. Herkeste ve her şeyde
sevgiyi görebildiğinizde ve her şeyin sevgi olduğunu
bildiğinizde ve dünyayı kendinizde bildiğinizde; gerçek insan
olursunuz ve insan-insan bilincine evrilirsiniz.
Evren bizi değişime götürmektedir. Değişime ayak
uydurabilenler, yani uyum sağlayabilenler ve değişimi
kabullenenler, ayakta kalacaktır.
Ve Charles Darwin’in dediği gibi; “Var olan, türlerin en
güçlüsü değildir. Hayatta kalan değişime en çok ayak
uydurabilendir.”
Shopenhauer der ki: “Değişim, değişmeyen tek şeydir.” Değişim,
evrimin devinimidir, nabzıdır. Değişime, kimse karşı koyamaz.
Darwin’in dediği gibi, “değişemeyenler güçsüz olanlardır.”
Çünkü, değişimin arkasındaki güç, Sonsuz’un gücüdür. Ve
Sonsuz, kendi evreninde, kendi devinimi yapmaktadır. Ve
değişim, her zaman çılgın, tahayyül edilemeyen vuruşlarla
gelir.
Evrimi veya değişimi istemek yada istememek gibi bir
seçeneğimiz yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken konu; “eğer
değişim yolculuğumuza gönüllü olur, olmakta olanın olmasına,
yaşamlarımızda ki değişimlere izin verebilirsek, sevgi ve
lütufla yaşama ve deneyimleme şansımızın olduğu”dur. Eğer
değişimlere direnirsek, yaşamın bizim önümüze getirdiği ve
bizi içine attığı değişimlerin ortasında, eskilere ve
bırakmamız gerekenlere, “hayatımızdan çıkıp gitmesi gereken
bağımlılıklarımızı sürdürme”ye devam edersek, deneyimlerimizin
keder ve acı dolu sarsıcı olacağıdır.
Mevlana’nın dediği gibi;
“Acı yalnızca direnişte vardır.
Sevinç yalnızca kabullenişte.
Yürekten kabullendiğinde, acı veren durumlar sevinçli olur.
Kabullenmediğin sevinçli durumlarsa acı verir.
Kötü deneyim diye bir şey yoktur.
Kötü deneyimler, yalnızca olana direnmenin yarattığı
şeylerdir.”
Çünkü yeniye ve bizim için gelmekte olana yaşamlarımızda yer
açabilmek için, eskileri ve gitmesi gerekenleri salıvermek
durumundayızdır. Eskilere tutunduğumuz ve değişime izin
vermediğimiz zaman, direnç oluşur.
Sokrates; “Bir şeyler değiştirmek isteyen, insan önce
kendinden başlamalıdır.” der. Sadece kendimizi
değiştirebiliriz. Dışarısı dediğimiz diğerleri, bizim ardımız
sıra değişecek ve dengelenecektir.
Çünkü, içimiz nasılsa, dışımızda öyledir. Ruhumuz sürekli
dışarıdan bize, her şeyle yansır. Tasavvufa göre; ancak
kendimizde olanı dışımızda görebiliriz. Ve ne ekersek onu
biçeriz. Sevgi ekersek, sevgi alırız. Nefret ekersek, nefret
alırız.
İnsan-insan bilincine evrimleşme sürecinde, kendi içimize
yürüyüşümüzde, diğerlerinin de kendileri olduğunu,
diğerlerinin de özlemlerinin ve beklentilerinin aynı olduğunu
unutmadan, koşulsuzca her şeyi ve herkesi kapsayacak evrensel
sevgiyi ve hoşgörüyü, “yeni zihinsel alışkanlığımız” olarak
demirleyebilirsek ve “değişimlere direnmezsek”, insan olmanın
tadını yüreğimizle yaşayabilirsek, herkese ve her şeye rağmen,
yolumuzdan ve “kendimiz olmaktan vazgeçmezsek”, “yolun
ödülleri” ve kendimiz, yani BARIŞ ruh halimiz, bizde tecelli
edecektir. Siz “yolu temizleyin”, gelmesi gerekeni, Evren
getirip içinize bırakacaktır. Kapı açılacaktır. Yol
belirecektir.
Ve o zaman dünyada yaşanan savaşlara, masum insanların ve
çocukların öldürülmesine, açlığa, sefilliğe, acıya ve sefalete
dur diyebiliriz. Ve BARIŞI gerçek kılabiliriz.
Bu dünyada kendimiz gerçek olmadan, insan-insan bilinci
taşımadan, neyi gerçek kılabiliriz ki? Bütün dünyayı
yüreğimize almadan, herkesi ayrımsız koşulsuzca sevmeden,
hangi savaşı durdurabiliriz ki? |
|
|
|
|
|
|
|