|
|
................... |
|
................... |
TÜRK USULÜ
ÜTOPYA |
Murat Belge
Tempo,
sayı: 2008/49 |
|
|
................... |
|
................... |
Bu sömestre lisansüstü programında
‘Türk Edebiyatında Ütopya’ diye bir konuyu inceliyoruz. Bunu
yapmak için ‘iyi edebiyat/kötü edebiyat’ diye bir ölçü
uygulamıyoruz. Bu niyette yazılmış ne varsa tarayıp, estetik
ötesi ortak noktaları bulmaya çalışıyoruz. Edebiyat açısından bakınca, ortaya
çok doyurucu bir eser çıkmıyor. Ama ‘ütopya’ açısından bakınca
da durum pek farklı değil. ‘Ütopya’=’kalkınma’ gibi bir formül
çıkıyor karşımıza sık sık. ‘Takma Ayak’ bir çavuşun veya ‘Tek
Çarık’ (nedense savaş gazisi ve sakat oluyorlar) bir
yüzbaşının bir köyü kalkındırıp kurtarması üstüne oturan
tamamen propagandist kitaplar okuyoruz; ama Yakup Kadri’nin
‘Ankara’sı da bunların çok ötesine geçemiyor. O da kötü bir
kitap ve ‘ütopya’sı ütopya değil.
Sanırım ütopya insanlarda nesnelerin ilişkilerinden çok,
insanların insanlarla ilişkilerinde ‘devrimci’ değinebilir
değişimler tasavvur etmeye bağlı bir şeydir. Bizim ütopyalarda
bu pek yok.“Sınıf farkları korunarak kalkınma” diye
özetlenebilecek bir süreç düşünüyorlar; bu da ‘ütopya’
olmuyor.
Ahmet Ağaoğlu erken Cumhuriyet tarihinin ilginç bir aydınıdır.
Rusya’dan (Azerbaycan’dan) gelen Türk aydınlarının büyük
çoğunluğu gibi milliyetçidir; ama aynı zamanda liberalizme
inanır. İyi okumuş bir adamdır. Tartıştığı konuları incelemiş,
üzerinde kafa yormuştur.1930’da ‘Serbest İnsanlar Ülkesinde’
adında bir kitap (ütopya) yayımlar. Bunu daha önce
Cumhuriyet’te tefrika etmiş, talep üstüne kitap haline
getirmiştir.
HAKİKATE TAHAMMÜL
Ağaoğlu’nun ‘edebiyatçı olmak’ gibi bir kaygısı yok. Bu
kitabında da o tür bir özene rastlamıyoruz. Birtakım fikirleri
anlatmak için oldukça kaba saba bir anlatı ekseni kurulmuş,
her şey bu ‘fikir söylemek’ çabasının egemenliği altında.
“Ben” diye konuşan anlatıcı bir yol ayrımına gelip, “Sol
tarafa giden yol hürriyet yoludur/Sağ tarafa giden yol kölelik
yoludur” diye levha görüyor. Sol tarafa yürüyor ve Serbest
İnsanlar Ülkesi’ne geliyor. Ona, buranın yolunu yordamını
öğrenmek ve sonra kalma veya gitme kararını vermek üzere süre
tanıyorlar.‘Pirler’ denilen yaşlı insanlar da bu süre içinde
ona eğitim veriyorlar. Anlatıcı, bu sıkıcı anlatının sonunda,
ülkenin değerlerini anlıyor ve benimsiyor.
Benimsemesi gereken değerlerden birinin ‘hakikate tahammül’
olması ilginç. Şöyle anlatılıyor: “Doğruyu seven hakikate de
tahammül eder. Fakat doğruyu sevmek ve hakikate tahammül etmek
göründüğü kadar kolay değildir. İnsanlar umumiyetle doğruyu
sevdiklerini ve hakikate hürmet ettiklerini söylerler. Fakat
hakikatte birçoğu bundan hoşlanmaz.”
Ahmet Ağaoğlu ‘Şark’a özgü ‘yaltaklanma’ya şiddetle
karşı.“Şark kasidehanları, bilmeyerek ve farkına varmayarak
milletlerine en çok fenalık yapmış insanlardır” diyor. “Ne
gariptir ki bu kasideler hür olmak isteyen aynı cemaatlerin
mekteplerinde hâlâ da edebi numune olmak üzere
okutturulmaktadır! İngiliz kanunu da daha 15’inci asırdan beri
kralın methedilmesini, zemmolunması kadar menetmiştir. İşte
hür olmak isteyen bir milletin hareketi!” diye devam ediyor.
Bundan sonra ‘jurnalcilik’ de nefretle anılıyor. Demek ki
‘sayın muhbir vatandaş’ olmak da iyi bir şey değilmiş.
ASLAN BAKIŞLI DAHİ
Ağaoğlu, kitabının ‘Mukaddeme’sinde, “Türk milleti Dahi
rehberinin sevki ile Cumhuriyet gibi mütekâmil bir idare
şeklini tahakkuk ettirmiştir” diyor. Ama bu rejimin ancak
nitelikli insanlarla başarıya ulaşacağını söylüyor. Sonra gene
Dâhi’ye dönüyor: Anlattığı ülkenin ‘Pirleri’, “Türk
Cumhuriyeti’ni kuran Dâhi’nin emel ve arzularının tahakkuku
için çalışmaktadırlar”. Burası biraz karışık: Madem burada
âlâsı var, niye başka ülkeye gidiyor?
Ağaoğlu milliyetçiliği şurada gösteriyor: “Yurdum evvelce Orta
Asya’nın yüksek yaylası idi. Sonra taşkın bir kanın hamleleri
ile cetlerim Şarka, Garba, Şimale ve Cenuba doğru yayılmışlar,
memleketler başlamışlar, devletler kurmuşlar, medeniyetler
çıkarmışlardır… Fakat sonraları kanımız karıştı… Efendi
milletim köle oldu.” Ama işler gene düzeliyor: “Aramızdan sarı
saçlı, mert yüzlü, aslan bakışlı birisi çıktı. Meğerki elini
sakınan, yurdunu esirgeyen Tanrının resulü imiş! Sözler
söyledi ki donmuş kalplere sıcaklık, ölmüş damarlara can
verdi. İşler yaptı ki bütün dünya hayret etti. Yâd elleri
yurttan kovdu, hakanı aşağı etti ve bugün milletini hürriyet
etrafında toplamakla meşguldür.”
Anlatıcı bu sırada zincirini kırmış, ama nedense, “Tanrı
resulünün sesini” işittiği halde buraya gelmiş. Pirler kimden
söz edildiğini hemen anlıyorlar:
“Evet! Evet! Biz de o kahramanı tanırız ve onun aşkıyız.
Burada onun ideali namına hareket ederiz.”
O zaman gene karışıyor, gerçeklik ve ütopya...
‘Büyük adamlar’ konusu belli ki Ağaoğlu’nun zihnini hep
kurcalıyor: “Büyüklere nasıl hürmet edilir?” başlığını taşıyan
bölümde gene ‘tabasbus’a, kişilik kültü yaratılmasına
değiniyor. Önder yüceltmenin başka insanlar alçaltmak anlamına
geleceğini anlatıyor: “Evladım bu kadar küçülmesine razı olan
bir memleket felâh bulur mu?”
“Şimdi böyle bir üslubun hâkim olduğu bir muhitte doğruluktan,
samimiyetten, hakiki muhabbetten, mecburiyetten, hulâsa
içtimai yaşayışın temellerini kuran alakalardan eser kalır
mı?”
Bunlar doğru ama ‘Resul’ derken Ağaoğlu kendisi de aynı şeyi
yapmıyor mu? ‘Kasidehan’ diyerek eleştirdiği kimseler arasında
Behçet Kemal de olamaz mı? Anlatılanlar ile Ahmet Ağaoğlu’nun
hayatının ilginç bir karışımı olmalı.‘Serbest İnsanlar
Ülkesinde’ ile Serbest Fıkra’nın zamanları çakışıyor. Önce
tefrika edildiğine ve 1930’da basıldığına göre, 1929’da
ütopyayı yazıyordu herhalde.1930’un sonuna doğru Serbest
Fıkra, Fethi Bey’in vermek zorunda olduğu kararla kendi
kendini feshetti. Bütün ömrü dört ay kadar bir şeydir.
Ağustosta kuruldu, kasımda kapandı. Ekimdeki yerel seçimde
başkanlık kazanan Samsun Belediye Başkanı istifa etmek zorunda
kaldı. Bundan üç yıl önce, 1933’te, Darülfünun kapatılıp
üniversite kurulurken, Ahmet Ağaoğlu da kadro dışı kaldı.
Ütopya kaldı başka bahara. |
|
|
|
|
|
|
|