|
|
................... |
|
................... |
HOMOJENİZASYON VE TAHAMMÜLLÜ OLMAK |
Nurhayat Kızılkan
Sosyolog |
|
|
................... |
|
................... |
Türkiye'de 'Türkler' dediğimiz
nüfus, aslında Türk olmayan ama Türk kültürel havzasının
etkisi altındaki unsurları da barındırır, bunlar aslında
nüfusun önemli bir kısmını oluşturur. Bu gerçeğin kabulü,
homojenizasyonu bozduğuna inandığımız unsurlara tahammülümüzün
artmasını mümkün kılar. 1927 nüfusu sayımına göre Türkiye
nüfusu 13 milyon 648 bin kişidir. Yani bugünkü ülkemiz
yetişkin nüfusunun büyükanne ve büyükbabalarının sayısı bu
kadardı. Peki, bu insanların, Atatürk dâhil, ne kadarı Türkiye
sınırları içinde doğmuştu? Araştırmalar, 19.yüzyılın
ortasından Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar göç süreci içinde,
Anadolu topraklarına, ölenler hariç, 5 milyon civarında 'Türk
Müslüman' nüfus geldiğini öne sürmektedir.
'Göçmenlik' günleri
Bu 5 milyon kişinin geldiği tarih ve yerler şöyle
detaylandırılmaktadır: (Bu arada sizin de ailenizde 'göçmen'
varsa aşağıdaki tarihlere bakıp sizinkilerin ne zaman
geldiklerini tahmin edebilirsiniz.) : 1860-1922 arasında
milyonu aşan Kırım Tatarı Türkiye'ye gelmiştir. 1859-1879
yılları arasında yine Kırım ve Kafkasya'dan 2 milyon Çerkez
gelmiş, ancak bunların tahminen yarım milyonu göç sırasında
ölmüştür. 1881-1914 arasında yine Kafkaslardan yarım milyon
kişi daha gelmiştir.1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrası 1,5
milyon Rumeli muhaciri gelmiştir (Bunların 300 bininin göç
sürecinde öldüğü tahmin edilmektedir.)
Bulgaristan ile yapılan anlaşma ile 72 bin 500 Müslüman ve
Yahudi 1893-1902 yılları arasında ülkeye gelmiştir. 1913'te
yine Bulgaristan ile yapılan antlaşmada Osmanlı'dan kabaca 47
bin göçmen Bulgaristan'a, oradan da 49 bin göçmen Anadolu'ya
göç ettirilmiştir.
1912 ve 1913'te Balkan Savaşı sırasında gelen 640 bin
muhacirin yerleştirilmesi yapılamadan girilen 1.Dünya
Savaşı'nda Osmanlı devleti en çok kaybeden ülke olduğundan
kaybedilen topraklardan ülkeye göçler sürmüştür. Kurtuluş
Savaşı sonrası Yunanistan ile yapılan mübadele antlaşması
sonunda Yunanistan'dan 400 bine yakın Türk daha gelmiştir.
Bütün bu göç eden nüfus ve onların çocukları 1927'de
sayıldığında 13 milyon 648.270 kişi olarak bulunmuştur. Burada
dikkat çeken iki husus vardır: Birincisi, bu nüfusun mevcut
nüfus içindeki yüzdesidir.
Nüfus patlaması
Bu nüfus patlamasını bugünkü rakamlarla karşılaştırırsak,
bugün 70 milyonuz ve aniden değilse bile yıllar içinde bir
yerlerden 20 milyon kişinin geldiğini düşünün. Bu insanların
bugünkü şartlarda bile düşebilecekleri şartları düşünebiliyor
musunuz? Yiyecek fiyatları ve kiralar olağanüstü artar.
Gelenler mevcut vatandaşların yapmaya talip olmadığı işleri
yapmak zorunda kalır, daha açık bir söyleyişle köleleşir.
Göçmenlik psikolojisi yerleşiklerden daha uyanık olmayı
beraberinde getirir ve bir göçmen hayata bir yerleşikten daha
fazla sarılır ama yerleşik değerlerinden kurtulduğu için suç
işlemeye meyilli de bir hale getirebilir vs.vs...
İkinci husus, bu göçmenlerin hepsinin Müslüman olmakla beraber
hepsinin Türk olmamasıdır. Yani bu göçmenlerden Çerkez, Çeçen,
Arnavut, Makedon, Bosna-Hersekli, Gürcü vb. gibi göç eden
unsurlar Müslüman olmakla beraber Türk değildiler. Ama onları
Türk yapan şey bıraktıkları ülkelerdeki şartlar oldu ve
arkalarına bile bakmadan daha birinci nesilde gönüllü bir
şekilde Türkleştiler. Doğal bir şekilde Müslümanlık bunda en
büyük etken oldu. Çünkü nihayetinde kendi memleketlerinden
dışlanmaları da belli oranda Müslüman oldukları için
gerçekleşmişti. Din temelli bir ayrışma sebebiyle
memleketlerinden olan bu insanlar, kendilerine yer veren bu
ülkeyi çabucak bağırlarına bastılar. Bu anlamda Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam eden göçler ve
antlaşmalara baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin
de aynı son dönem Osmanlı yöneticileri gibi din temelli
homojenizasyon politikaları uyguladığını görürüz. Yani her
dine eşit mesafede durması beklenen laik devlet anlayışı
yoktur. Din temelli bir politika ile, Müslümanlar kabul
edilir, gayrimüslimler dışlanır. Yani Müslümanlardan
müteşekkil homojen bir devlet kurulmaya çalışılır.
Anadolu'ya gelenler bu durumda iken Anadolu'dan gidenlerin,
yani gayri Müslimlerin nüfus büyüklüğü hakkında ise farklı
kaynaklardan elde edilen bilgiler oldukça tutarsızdır. Burada
da önemli husus, gidenlerin hepsi gayrimüslim olmakla beraber
hepsi gayri-Türk değildi. Yani gidenlerin küçük de olsa bir
kısmı Türk'tü ama Hıristiyan'dılar.
Zorunlu göçler
Düşman kuvvetleri ile işbirliği yaptıkları gerekçesi ile
1915'te Ermeniler, Kurtuluş Savaşı sırasında da Rumlar
Anadolu'dan kitleler halinde zorunlu göç yapmışlardır. Göç ve
iç çatışmalar sırasında her iki grup da önemli kayıplar
vermiştir. En düşük tahminlere göre 2,5 milyon Rum ve
Ermeni'nin göç ettiği, bir milyona yakınının da öldüğü
belirtilmektedir. Shaw (1998), Osmanlı İmparatorluğu'nun
1918'de gayrimüslimlerin Anadolu topraklarından çıkartılması
politikasının yanlışlığını kavrayıp, geri dönmek isteyenlere
Osmanlı tabiiyetini kabul etmeleri koşuluyla yardımcı olduğunu
ve bu dönem içinde binlerce Ermeni ve Rum'un döndüğünü,
aralarında yine binlerce kadın ve çocuğun Müslümanlığa geçerek
Türkleştiklerini söylemektedir. Bütün bu gelişmeler ve zorunlu
göçler Anadolu'da dini açıdan görece homojen bir nüfus yapısı
oluşmasında önemli ölçüde rol oynamıştır.
Öte yandan 'Türkleşenler' grubunda önemli oranda çocuk yaş
grubunda olan bir başka grup daha vardır. Rum ve Ermeni kız
çocukları, çatışmalarda sahipsiz kaldıkları için (ya da bu
durum gerekçe gösterilerek) Türk ailelerin yanına evlatlık
olarak verilmişlerdir. Erkek çocukların akıbeti ise tam olarak
bilinmemektedir.
Mübadele sözleşmesinden sonra Türk ailelerin yanındaki
Hıristiyan çocukların ev ev dolaşılarak Yunanistan'a
gönderilmek üzere toplandıkları anlatılmaktadır. İstanbul'da,
Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu kentlerinde yetişmiş olanlar,
hemen her ailede Ermeni dadı, evlatlık, hizmetçilerin
bulunduğuna ilişkin gözlemlerini ve deneyimlerini
aktarmaktadır. Resmi bir heyetle Hıristiyan çocuklarının
toplatılmasında hedef grubun daha çok erkek çocukları olması
muhtemeldir. Ferhunde Özbay'a göre, korunmaya muhtaç bu
çocuklar, kızlar evlatlık alınma, erkekler ise askeri okullara
gönderilmek suretiyle dönemin koşullarında iyi niyetli
uygulamalar olarak değerlendirilebilirse de Osmanlı'nın
devşirme geleneğinin bir devamı niteliğindedir.
Muhacir politikası
Sonuç olarak, Özbay ve Yücel'e göre, Cumhuriyet hükümetlerinin
Osmanlı muhacir politikasını önemli bir değişikliğe gitmeden
sürdürdüklerini söylenebilir. Yani Cumhuriyet'in ilk
yıllarındaki milli kimlik arayışı çerçevesinde ve devletin
yönlendirmesi ile oluşan bu politikada nüfus dini açıdan
homojenleştirilmeye çalışılmıştır. Özetle, Türkiye'de
hükümetlerin zorunlu göç politikası açıktır: Balkanlar'dan
'Türk soyundan gelme Müslüman' göçünü teşvik etmek, Müslüman
olmayanları (Hıristiyan Türkler de dahil olmak üzere),
bütünüyle dışlamak, Sünni ve Hanefi Müslüman Rumeli
muhacirlerini tercih ederken, Orta Asya, Ortadoğu ve
Afrika'dan gelen Türk ve/veya Müslümanları "vatandaş" olarak
benimsememek Bu göç politikası, hem II Abdülhamit'in İslamcı,
hem de Atatürk'ün laik Türk kimliğinin oluşturulmasında önemli
bir rol oynamıştır.
Diğer taraftan Cumhuriyet'in kurulması ile beraber,
İstanbul'dan Ankara'ya orta sınıf, eğitimlilerin göç etmesi
Ankara nüfusu içinde önemli yapı değişikliklerine yol
açmıştır. 'Başkentli' olma kavramı geliştiren bu yeni
'sahipler' sadece Ankara'nın değil, yeni kurulan Türkiye'nin
de sahibidirler. Burada önemli olan husus, bu defa ülke içinde
ikinci kez göç eden 'beyaz Müslüman' olarak tanımlanabilecek
bu göçmenler en fazla ikinci kuşak muhacirlerdir. Öte yandan
Türk Müslüman muhacirlerin özellikle İstanbul, İzmir, Ankara
gibi şehirlerde nüfusa katılması ile 'kentli' nüfusun yeniden
tanımlanmış olması bir başka önemli konudur. Çünkü bu yeni
tanımlama iki grubu dışlayan bir tanımlamadır. Birincisi büyük
kentlerin yerli nüfusudur. Çünkü 'yerli' nüfus geçmişe, yani
Osmanlılığa, toprağa ve dine bağlı olduğu ölçüde ve
yeniliklere ayak uyduramadıkları gerekçesi ile dışlanmaktadır.
İkinci grup ise gayrimüslimlerdir. Onlar da Türk Müslüman
olmadıkları için dışlanırlar.
Özbay ve Yücel'e göre, sonuç olarak 1850'lerden günümüze kadar
çoğunluğu zorunlu göç türünde olan bu nüfus hareketleri
devletin bir Müslüman ülke olarak 'Batılılaşma' projesinde
önemli bir yer tutar. Gayrimüslimlerin azaltılması,
Türkleştirilmesi ve Avrupa kültüründen gelen Müslümanların
göçler yoluyla artırılması projesi, bir yüzyılı aşkın bir süre
içinde gerçekleştirilmiştir. Ve halen de bu politikalar
kapsamında Türkiye Cumhuriyeti genel bir politika olarak
doğudan Müslüman muhacir kabul etmemekte ve bu politikaları
bir anlamda sürdürmeye devam etmektedir.
Bu makaleden çıkarılması beklenen en önemli sonuç ise şudur:
Bugünkü Türkiye'de yaşayan 'Türkler' dediğimiz nüfus, aslında
Türk olmayan ama Türk kültürel havzasının etkisi altındaki
unsurları da barındırmaktadır ve bu unsurlar aslında nüfusun
önemli sayılabilecek bir kısmını oluşturmaktadır. Bu durumu
ancak, 'Osmanlı bakiyesi' bir toplum veya 'imparatorluk
bakiyesi' bir toplum olduğumuz gerçeğini kabul ederek
aşabiliriz. Ancak bu gerçeğin kabulü ile homojenizasyonu
bozduğuna inandığımız unsurlara (misyonerlik yapan rahipler,
gayrimüslimler, özellikle Ermeniler; ve Müslüman olmasına
rağmen Kürtler) olan tahammülümüzün artması mümkün olacaktır.
REFERANSLAR:
Türkiye'de Nüfus Hareketleri, Devlet Politikaları ve
Demografik Yapı, Özbay F. ve Yücel, B. , Nüfus ve Kalkınma
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. Ankara. 1-69.
(2002)
'Osmanlı İmparatorluğu'ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer
Değiştirmesi ve İskân Sorunu' Toplum ve Bilim.50:49-71
Tekeli, İlhan.(1990).
Osmanlı İmparatorluğu'nun ve Türkiye'nin Nüfusu:1500-1927.
Tarihi İstatistikler Dizisi.2.Ankara İE, Behar, Cem.(1996).
|
|
|
|
|
|
|
|