Selçuklular Anadolu'ya gelen Kayı
Türkleri'ni Bizans sınırına yerleştirmişlerdi. İşte böyle
ortaya çıkan Osmanlı Beyliği bu avantajı iyi kullanarak kısa
sürede büyük bir devlet haline geldi. Bizans topraklarındaki
siyasi dini ve ekonomik baskılarından bunalan azınlıklar bir
kurtuluş yolu arıyorlardı. Bu yıllarda Bilecik Yarhisar
İnegöl ve Köprühisar bölgeleri Osmanlı yönetimindeydi.
Buralardaki azınlıkların temel hak ve özgürlüklerine herhangi
bir müdahalede bulunulmuyor; azınlıklar dinlerini ve
geleneklerini özgürce yaşayabiliyorlardı. Osmanlı Devleti'nin
toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği şefkatli tavır kısa
zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum birçok şehrin hiçbir
direnç göstermeden Osmanlı idaresine geçmelerine yol açtı.
Örneğin Bursa'nın fethi bu şekilde oldu. Civar yerleşim
merkezlerindeki adil ve merhametli idareden etkilenen Rumlar
Bursa'nın fethi sırasında Osmanlı akıncılarına karşı
koymadılar. Orhan Gazi'nin "neden teslim oldunuz?" sorusuna
Bursa Rumları'nın verdiği cevap bu gerçeğin dile
getirilişiydi:
"Senin baban nice zamandır Bursa'nın köylerini zaptedip
kendine bağladı onlar rahat ve emniyet içinde yaşarlarmış. Biz
de onların rahatlığına heves ettik."
Türk tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Dimitri Kantemir'in
Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi adlı
eserinde İznik'in Osmanlı yönetimine geçişiyle ilgili şu
ifadelere yer verilir:
"İznik şehri ahalisi kendisine (Orhan Gazi'ye) elçiler
gönderir ve hayatlarının bağışlanması ve İstanbul'a gitmeleri
için izin verilmesi isteğinde bulunurlar. Orhan Bey de
beklenilmeyen bir yüce gönüllülükte bulunarak salt sağ-salim
gitmelerine izin vermekle kalmaz beraberlerinde
götürebilecekleri kadar mal ve eşyalarını da almalarına
müsaade eder. Orhan Bey'in bu merhametli davranışı karşısında
duygulanan İznik halkı malikane ve evlerinde özgür kalmayışı
ve gönüllü olarak Osmanlı Devleti'ne haraç vermeyi yeğlerler…
Orhan Bey'in uyruğuna karşı olan bu yüce gönüllülüğü ve
insanlığının ünü bütün komşu ülkelere yıldırım hızıyla
yayılıverir. O kadar ki içlerinden birçoğu kuşatma korkusundan
kaçan salt İznikliler değil Türk kuvvetlerinin henüz
erişemediği öteki kent ahalisi de yığın halinde İznik'e
gelmeye başlarlar. Bunun sonucu İznik'in nüfusu bir yıldan az
bir zaman içinde İstanbul'la yarışacak kadar çoğalır."
TÜRK -İSLAM ADALETİ RUMELİ TOPRAKLARINDA
Osmanlı Devleti'nin toprakları üzerinde yaşayanlara gösterdiği
şefkatli tavır kısa zamanda etrafta duyuldu. İşte bu durum
birçok şehrin hiçbir direnç göstermeden Osmanlı idaresine
geçmelerine yol açtı.
Türklerin Anadolu'da hakimiyeti ele almalarının öncesinde
Anadolu'da yaşanan toplumsal bunalımın benzeri Rumeli'de de
yaşanıyordu. Halk yönetime karşı toplumsal bir patlamanın
eşiğine gelmişti. Ortodoks ve Katolikler arasında mezhep
çatışmaları sürerken Bogomil mezhebine bağlı olan Boşnaklar
iki mezhebin baskısı altında eziliyorlardı.
Osmanlıların Balkanlar'da ilerleyişinin kolay gerçekleşmesi
ise şüphesiz tebaasına gösterdiği merhamet ve adalet ile
yakından ilgilidir:
"13. yüzyılın sonlarında ve 14. yüzyılın başlarında Bizans
şehirleri ekonomik ve siyasal bakımdan parçalanmıştı. Rakip
hükümdarlar ve savaşçı asilzadelerin idaresinde sosyal ve dini
kavgalarla yıpranmış olan Balkan Yarımadası istilaya elverişli
idi. Türkler ülkeyi ele geçirince toprağı yoksul köylülere
dağıttıkları için halk onları kurtarıcı gibi karşıladı. Büyük
toprak sahiplerini ortadan kaldıran Türkler Balkanlar'da
derebeyliğe son verip küçük çiftçilere geniş imkanlar
tanıdılar. Toprağa kavuşan köylü Türk idaresini memnuniyetle
kabul edip sadakatle bağlandı. Hem Katolik hem de Yunan
Ortodoksların zulmüne uğramış olan Bogomil mezhebinden birçok
kişi Türklere bir kurtarıcı gözü ile baktılar."
BALKAN MİLLETİNİN GERÇEK KORUYUCULARI: TÜRKLER
Balkan milletleri bugün varlıklarını sürdürüyorlarsa; bunun
tek nedeni Osmanlı Devleti'nin onları zorla Türkleştirme ve
Müslümanlaştırma siyaseti izlememesidir. Romanya eski Adliye
Nazırlarından Constantin Dissescu Romenlerin Türklere
duydukları hisleri şöyle dile getirmiştir:
"Kim ne derse desin biz Romenler bugünkü mevcudiyetimizi
Türklerin ulvi cenabına borçluyuz. İdareleri altına aldıkları
milletlere karşı hakiki bir şefkat mürüvvet ve müsamahakarlık
ile muamele onların dillerine milli ve dini müesseselerine
müsaade etmemiş olsaydılar onların yerine biz herhangi bir
komşu milletin tahakkümü altına girmiş bulunsaydık bu anda
yeryüzünde bir tek Romen kalmazdı."
Balkanlar'da Bizans ve derebeylerine tepki olarak Osmanlı
yönetimi altına kendi i4stekleriyle giren Bulgar halkı
Türklerin Balkanlar'a girişini sevinçle karşılayan milletler
arasındaydı:
"Bulgaristan Türklerin idaresine geçtikten sonra Bulgarların
sesleri bir daha çıkmadı. Çünkü halk Bulgar kralları
idaresinde görmedikleri rahatı huzuru ve sükunu Türk
idaresinde bulmuşlardı."
Yunan milletinin başka toplumlar içinde kaybolup gitmemesinde
Türklerin rolü tarihçi Nikos Bees tarafından şöyle ifade
edilir:
"Türk hakimiyeti devrinde Mora'da Yunanlılığın bekasına hizmet
eden amiller (etkenler) arasında Osmanlıların bahşetmiş olduğu
siyasi haklar büyük rol oynamıştır."
Yüzyıllar boyunca Arnavutlar Elenler ve Slavlarla sürekli bir
mücadele içinde olmuşlardır. Arnavutların yok olmaktan
kurtulmasının iki temel nedeni vardır: Osmanlı Devleti'nin
Balkanlar'da adil bir düzen kurması ve Arnavutların
Müslümanlığı kabul etmeleri.
Profesör Tayyip Gökbilgin'in şu yorumu aslında konuyu çok
güzel özetlemektedir:
"Batı dünyasının hiçbir yerinde ayrı bir dine hatta bir
mezhebe tahammül edemeyen ve yaşatmayan sistem Osmanlı
Devleti'nde de mevcut olsaydı bugün ne Sırp ne Bulgar ne de
Yunan vs. ismine rastlanmazdı. Tarihin muhtelif devirlerinde
isimlerini bırakarak kendileri kaybolan veya başka milletler
içinde eriyen kavimler gibi olurlardı."
BOŞNAKLAR VE TÜRKLER
Balkanlar'da yaşayan Boşnaklar Bogomil mezhebine bağlıydılar.
Bu mezhep Hıristiyanlığın dejenere olmuş unsurlarının çoğunu
reddediyordu. Bu durum Katolik ve Ortodoksların büyük
tepkisine neden oluyordu. Türklerin Balkanlar'a gelmeleri
büyük zulüm gören Boşnaklar için bir umut ışığı oldu. Bogomil
mezhebine mensup olan Boşnaklar Türklerin Balkanlar'a hakim
olmasıyla birlikte Katolik ve Ortodokslarla eşit haklara sahip
duruma geldiler.
Bosna-Hersek'in fethi ile birlikte Türklere yakınlık duyan
Boşnaklar kitleler halinde İslam dinini kabul etmeye
başladılar. 15. yüzyılın sonlarında Boşnakların tamamı
Müslümanlığı kabul etmişti.
Boşnaklar Müslüman olduktan sonra Osmanlı yönetiminde önemli
görevler aldılar. Osmanlı tarihindeki dokuz sadrazam çok
sayıda komutan vali ve devlet adamı Boşnak asıllıydı.
Burada üzerinde durulması gereken tarihi bir gerçek daha
vardır. O dönemde Katolikler tarafından ezilen Ortodoks
Sırplar da Türklerin Balkan topraklarına adım atmasından
rahatsızlık duymuyorlardı. Türklerin kendi inançlarını
istedikleri gibi yaşamalarına izin vereceklerinden eminlerdi.
Öyle de oldu. Türk adalet ve hoşgörüsü üç asır boyunca Sırp
topraklarında hüküm sürdü. Sırplar Türk yönetiminden
duydukları memnuniyeti onlarla birlikte savaşlara katılarak ve
vergilerini ödeyerek gösterdiler.
TÜRKLERİN DİĞER MÜSLÜMAN MİLLETLERE YAPTIKLARI YARDIMLAR
İspanya'nın güneydoğusunda kurulan Endülüs Devleti uzun bir
süre Müslümanların diğer halklarla birlikte huzur ve refah
içinde yaşamalarına imkan sağlamış; İslam medeniyetinin
Avrupa'da tanınmasına ve yayılmasına büyük katkıda bulunmuştu.
Endülüs Müslümanları Hıristiyan saldırıları karşısında yok
olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Sultan II. Beyazıt'a
elçi göndererek acil yardım talep ettiler. II. Beyazıt bu
duruma kayıtsız kalmadı ve derhal Kemal Reis'i görevlendirdi.
Kemal Reis komutasındaki askerler İspanya sahillerine çıkarma
yaparak İspanya Kralına göz dağı verdiler. Ayrıca binlerce
Müslüman Kuzey Afrika'daki güvenli topraklara taşındı ve
İspanyolların zulmünden kurtarıldı.
16. yüzyılın başında Portekizlilerin Hint Denizi'nde boy
göstermeleri nedeniyle buradaki bazı Müslüman devletler zor
durumda kalmışlardı. Bunlardan birisi Gucurat Devleti'ydi.
1530 yılında Portekiz saldırıları üzerine Gucurat hükümdarı
Kanuni Sultan Süleyman'dan yardım istedi. Bunun üzerine Hint
Seferi'ne çıkılarak Portekizlilere karşı Gucurat
Müslümanlarına askeri yardımda bulunuldu. Yine aynı bölgede
yaşayan Ace Müslümanları da Portekiz tehdidine karşı
İstanbul'dan yardım istediler Osmanlı Padişahını tanıdıklarını
bildirdiler. Kanuni Ace Müslümanlarının bu isteğine de olumlu
cevap vererek Lütfi Bey ve bir topçu birliğini bölgeye yardıma
gönderdi. Bu tarihten itibaren Osmanlı sınırları resmi olarak
olmasa da fiili olarak Güneydoğu Asya'ya kadar uzanmış oldu.
Doğu Afrika sahillerinde yaşayan zenci Müslümanlar 1584
yılında yine kurtarıcı olarak gördükleri Türklerden yardım
istemişlerdi. Bu çağrıya gösterilen icabet Türklerin
hamiyetperverliklerinin sayısız örneğinden birisi oldu. Ali
Bey emrindeki Osmanlı birlikleri ile Aden'e hareket etti. Tüm
Kenya sahillerini Müslüman azınlıklara karşı tehlike oluşturan
unsurlardan temizledi:
"Osmanlı Türkleri bu ülkelerin imdadına tam zamanında koşmamış
olsalardı buralar şüphesiz sömürgeci kahyalar tarafından
istila edilmekle kalmayacak bu istila İslam dini için de en
büyük bir darbe olacaktı. Bundan böyle İslamiyet'in Orta ve
Batı Afrika'da yayılması şöyle dursun Kuzey Afrika'da bile
(Endülüs Müslümanları misali) İslam varlığı büyük bir
tehlikeye düşecekti. Belki de silinip gidecekti... Bugün
sayıları milyonlarla ifade edilen Müslüman Afrikalıların
nerede olursa olsun Osmanlı Türkleri'ne karşı büyük bir minnet
borcu vardır."
Dünyanın dört bir yanında mazlum halkların yardımına koşan
Osmanlı İmparatorluğu Rus tehdidine karşı Kırım Tatarları'nın
tek sığınağı olmuştu. Sıcak denizlere inmeye çalışan Rusların
saldırıları nedeniyle yok olma tehlikesine maruz kalan Kırım
Tatarları Osmanlı himayesine sığındılar. Bunun ardından
Karadeniz adeta bir "Türk Gölü" haline geldi; üç yüzyıl
boyunca da bu niteliğini korudu.
Kafkasya eski tarihlerde de birçok ırk ve dinden insanın
yaşadığı bir bölgeydi. Kafkasya'daki Çerkeslerin yardımına
koşan yine Osmanlı oldu. 19. yüzyılın ortalarında Rus zulmüne
ve saldırılarına dayanamayarak bölgeyi terk etmek zorunda
kalan Çerkes Müslümanlarına kapılarını sadece Osmanlı
İmparatorluğu açtı. Bu yıllarda 1.5 milyon Çerkes Osmanlı
topraklarının çeşitli yerlerinde yerleştirildi.
OSMANLI TOPRAKLARINDAKİ YAHUDİLERİN DURUMLARI
Yahudiler ile Türkler arasındaki ilk ilişkiler Büyük Selçuklu
Devleti döneminde kuruldu. O çağlarda Yahudiler Bizans'ın
ekonomik ve dinsel baskılarından kaçarak kitleler halinde Türk
topraklarına göç ettiler. Bundan sonra Türk topraklarındaki
Yahudiler hemen her dönem dünyanın diğer yerlerindeki
Yahudilere kıyasla daha iyi koşullarda yaşadılar.
Osmanlı Devleti kurulduğunda Bursa'da kalabalık bir Yahudi
toplumu vardı. Bursa'nın fethinden sonra Yahudiler kendi dini
liderleri tarafından yönetilme hakkına kavuştular.
Türklerin Balkanlar'a yerleşmeleri Yahudi azınlık tarafından
memnuniyetle karşılandı. Türk adalet ve hoşgörüsünün namını
duyan Balkan Yahudileri fetihlerin ardından Osmanlı
topraklarına göç etmeye başladılar. Aynı dönemde Başhaham
İshak Safetti Avrupa'daki Yahudilere Osmanlı topraklarına göç
etmeleri yönünde çağrıda bile bulundu. Söz konusu davette
Başhaham şu ifadelere yer veriyordu:
"Beni dinleyiniz: Museviler dünyanın hiçbir yerinde Türkiye'de
olduğu kadar rahat edemez… Bu memleket içinde kendi
yaşamlarımızı daha rahat düşünür istediklerimizi yapabiliriz.
Hayalinizden ne geçiyorsa bütün bunları Türklerin yanında
yapabilirsiniz. Size kimse dokunmaz… Şimdi tembellik etmeyiniz
rahat yere geliniz... Bundan başka bu memleketin faydaları ve
halkının iyiliği Almanya'da bulunmaz."
Osmanlı İmparatorluğu'nun adil yönetimi sayesinde üç dine ve
muhtelif mezheplere mensup dilleri kültürleri ırkları
birbirlerinden tamamen farklı milyonlarca insan asırlar
boyunca hiçbir zulme maruz kalmadan huzur içinde
yaşamışlardır.
Avrupa'dan Türk beldelerine en büyük Yahudi göçü 1492 yılında
gerçekleşti. Endülüs Devleti yıkılınca korumasız kalan yüz
binlerce Yahudi Osmanlı Padişahı Sultan II. Beyazıt'ın verdiği
izinle Osmanlı yönetimindeki şehirlere yerleştiler. 1492 yılı
Yahudi tarihi açısından bir dönüm noktası oldu.
Yahudilerin Türklere karşı duyduğu minnettarlık Yahudi yazar
Avram Galanti tarafından özlü bir biçimde şöyle ifade edilir:
"Dünyanın hiçbir memleketinin Yahudileri Türkiye Yahudileri
kadar himayıse görmemiştir. Yahudiler bunu biliyor ve Yahudi
tarihi de bunu altın harflerle yazıyor."
Yahudilerin kültürlerini ve dinlerini muhafaza etmesine izin
verildiği Osmanlı topraklarında böylece Yahudi nüfusu hızla
çoğaldı. 16. yüzyılın sonunda sadece İstanbul'da yaklaşık 150
bin Yahudi özgür bir şekilde yaşamaktaydı.