|
|
................... |
|
................... |
SON ÇARE OLARAK
İMHA POLİTİKASI |
Ahmet İnsel
Radikal, 03 Ağustos 2010 |
|
|
................... |
|
................... |
Geçen hafta ‘Umumi Müfettişler
Toplantı Tutanakları-1936’ başlığıyla Dipnot Kitabevi
tarafından yayımlanan belgeden bahsetmiştim. Sadece Kürt
değil, bütün azınlıkları tehdit unsuru olarak gören ve
bulundukları bölgelerde yakın gözetim altında tutulduklarını
gösteren bu tutanaklar son derece ilginç bilgiler sunuyor. Örneğin 1. Umumi Müfettiş Kazım Dirik,
bölgesinde Çerkezler, Pomaklar ve Yahudiler olduğunu belirtip,
“Mütareke ve milli savaşımızda Çerkes ve bazı Pomak köylerinin
birleşerek bize acı neticeler verdiğinin malum” olduğunu
hatırlatıyor. Şimdi herkesin “Namus ile çalıştığını ve onlardan
bir zarar görülmediğini” söylüyor. Ama hemen ilave ediyor: “Bu
demek değildir ki teyakkuz göstermiyelim. Hayır, daima müteyakkız
olacağız. Çerkes kesafetine dokunmuş değiliz” diyor. Belli ki,
geçmişte Ermenilerin, ardından Kürtlerin maruz kaldıkları kesafet
azaltma politikası diğer tüm etnik unsurlar için her an devreye
girmeye hazır bekliyor.
Ardından, “Asayiş mevzuu üzerinde Yahudileri bahsetme[nin] bir an
için biraz garip gibi geleceğini” ama bahsetmek lazım geldiğini
vurguluyor Dirik. Çünkü “Bunlar sanayii ellerine almışlar, bütün
ekonomi şebekesine girmiş ve teşkilatlanmışlardır.Uzun yıllar
bütün bu memleket bünyesini emmiye başlamışlardır.” Yapılması
gereken, “Barışçı bir surette yerleşen” bu unsurlara karşı,
“Mukabil ekonomik hareket” etmektir. Ardından, Yahudilere
indirilen darbeleri tek tek sayıyor.
Geçen hafta görüşlerini aktardığım Üçüncü Umumi Müfettiş Tahsin
Uzel’in endişesi ise esas olarak Kürtler, bir de Nakşilerin
canlanması. “Kürt miktarının Türklük üzerindeki artışını” endişe
ile dile getirirken, “Kürtlük üzerinde cezri [radikal] harekette
bulunmanın tam zamanı” olduğunu beyan ediyor. Hedef ,“Nisbeti
hafifletmek ve Türk unsurunun muvazenesini temin etmek.” Bunu
sağlamak için lazım gelen “tedbirleri almak zaruridir.”
5-22 Aralık 1936 arasında yapılan on toplantının tutanakları, bu
toplantılara sunulan dört rapor ve bütün toplantıların
değerlendirildiği bir konferans raporundan oluşan bu kitapta,
Cemil Koçak’ın önsözünde altını çizdiği gibi, dönemin Türkiye
devleti yöneticilerinin imha ile ‘temsil’ yani ‘Siz Kürt değil
Türksünüz’ yönünde telkin politikaları arasında bocaladığı
görülüyor.
Tutanakları okurken dikkatimi başka bir şey çekti. Toplantıya
katılan devlet görevlilerin bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu’nun
son döneminde Ermeni tehciri konusunda az veya çok sorumlulukları
olan kişiler.
3. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer ve Dahiliye Vekili Şükrü Kaya,
Ermeni tehciri ve sonrasındaki kıyımlar nedeniyle suçlu görülüp
İngilizler tarafından Malta’ya sürüldü. Tahsin Uzer’den geçen
hafta bahsetmiştim. Şükrü Kaya ise, tehcir sırasında Mülteciler
Dairesi Başkanı idi. Tehcir edilenlerin durumunu izlemek için bir
dönem Halep’te bulundu. Tehciri yeteri radikallikte uygulamadığı
için Halep valiliğinden aldırttığı Bekir Sami Bey’in yerine Bitlis
valisi Abdülhalik Renda gelince kendine verilen görevi yapma
konusunda eli rahatladı.
1936’da Umumi Müfettişler toplantısına katılan Gümrük Muhafaza
Umum Komutanı Tümgeneral Seyfi Düzgören de, 1915’de Miralay
rütbesiyle, Harbiye Nezareti II. Dairesi Müdürü idi. Bahaettin
Şakir’le işbirliği içinde tehcirin uygulamasını planlayanlar
arasında olduğu iddia edilir.
Umumi Müfettişler toplantısına 4. Umumi Müfettiş Korgeneral
Abdullah Alpdoğan da haliyle katılıyor. 1935’de Tunceli Kanunu’nun
yürürlüğe girmesiyle hem vali hem Umumi Müfettiş hem de komutanlık
görevlerini eşinde toplayan Aldoğan, toplantıdan birkaç ay sonra
tenkil harekatını yönetecek ve Dersim katliamının birinci
dereceden sorumlusu olacaktır.
Toplantıya katılanlardan general Kazım Dirik ve Şükrü Sökmensüer
(Emniyet İşleri Umum Müdürü) Teşkilat-ı Mahsusa içinde veya yakın
çevresinde yer almışlardı. Buna karşılık Ermeni tehcirinde bir
görev alıp almadıklarını bilmiyorum.
Toplantılar sırasında çeşitli vesilelerle Ermeni sorununa
değiniliyor. Örneğin Alpdoğan, sunduğu raporda, hükümetin
Dersim’le ilgili aldığı tedbirlerden bölge halkının duyduğu
endişeleri üç grupta topluyor. Birincisi, hükümet ‘bizleri
Ermeniler gibi kırıp imha edecek’ endişesi. Belli ki o dönemde
‘Ermeniler gibi kırıp imha edilme’ diye bir korku var toplumda.
Toplantıya katılanlar Ermenilerin başına gelenler konusunda
herhangi bir inkarcı ifade kullanmıyorlar. Ermeni kırımının
hatırasının diğer unsurlara gözdağı verilmesi açısından yararlı
olduğuna dair bir ortak kanaat var sanki.
Kürt sorununa Ermeni sorununun çözüm biçiminin ışığında bakmanın
bu devlet yöneticilerinin çoğu için çok uzak olmayan ve başarılı
bir pratikten esinlenmek demek olduğunu hissedebiliyoruz
tutanakları okurken. Yakın tecrübeler ışığında bir devlet
politikası olarak, serinkanlılıkla dile getiriliyor. Bu nedenle
‘imha siyaseti’, ‘telkin yoluyla’ asimilasyon yanında yakın bir
ikinci bir seçenek olarak hep el altında duruyor. Şükrü
Sökmensüer’in kelimeleriyle, imha siyaseti “bugün mevzu-u bahis
değildir, [ama] istikbalde belki böyle bir şey mevzu-u bahis
olabilir.”
Sadece devlet aklına özgü olmayan, toplumun önemli bir bölümünün
de paylaştığı bir son çare imha siyaseti. Bu yüzden geçmiş imha
siyasetleri, mağdurlar ve bir avuç insan dışında toplum içinde de
sorgulanmıyor ve bu yüzden ufkumuzdan da bir türlü silinmiyor.
|
|
|
|
|
|
|
|