|
|
................... |
|
................... |
ÇERKES VE ÇERKESYA |
Yusuf Taymaz |
|
|
|
................... |
|
................... |
Muhacerette Çerkes kimliği
1923'den sonra kullanılamaz olmuştu. 24 Temmuz 1923 'de
imzalanan Lozan anlaşmasından sonra, Lozan konferansında
''Çerkesler bizim öz kardeşimizdir'' diyenler bu anlaşmadan
bir ay sonra Çerkes Teavün Cemiyeti ile İstanbul Çerkes
Kadınları Teavün Cemiyetini kapatmışlardı. Çerkes Numune Okulu ise Milli Eğitim
Bakanlığı'nın İstanbul Maarif Müdürlüğüne verdiği emirle 5 Eylül
1923 tarihinde kapatıldı. (1)
Manyas ve Gönen'e bağlı 14 Çerkes köyü Aralık 1922- Haziran 1923
tarihleri arasında Anadolu'nun içlerine sürgün edildi. Bunun
üzerine Mehmet Fetgerey Şoenu "Çerkes Meselesi Hakkında Türk
Vicdan-ı Umumisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Arıza"
adıyla 1923'ün Ağustos ve Kasım aylarında iki broşür yayınlayarak
bunları ilgili resmi makamlara ve TBMM üyelerine de gönderdi. (2)
1924'de, Lozan'da alınan karara göre, 150 kişilik hain listesi
hazırlandı. 86 kişisi Çerkes olan bu liste 7 Haziran 1924 de resmi
gazete de yayınlandı ve “hainler” sınırdışı edildi.
Bu tarihten sonra Türkiye'de asimilasyon politikaları uygulanmaya
başladı. Kendini Çerkes olarak tanımlayan halkımız kimliğini ifade
edemez, soy adını alamaz, dilini konuşamaz oldu. Artık Çerkes
olmak suçtu. Kamu alanına giremeyen Çerkesce, sivil alandan da
çıkarıldı. Dini ritüellerini anadilinde gerçekleştiren Çerkesler
camilerinde ve evlerinde Çerkesce Mevlüd okuyamaz oldu. “Vatandaş
Türkçe Konuş” afişleri ile vatandaşın Türkçe konuşması gerektiği
bildirildi. İşte Marmara bölgesi Adigelerinin Çerkes kimliğini
saklamalarının, Abhazların da Çerkes değil Abaza olduklarını
vurgulamalarının tarihsel nedeni bu süreçtir.
1923'e kadar İstanbul'da örgütlenen Adige ve Abazaların hepsi
Çerkes ismini benimser ve Çerkes örgütlenmelerinde bir araya
gelirken, Çerkeslikten kaçış böylesi bir süreç sonunda
gerçekleşti.
Murat Bjeduğ, Sevda Alankuş, Erol Taymaz ve diğerlerinin teorik
olarak irdelediği kimlik stratejileri, 1960'lardan sonra, 1968
kuşağının Çerkes aydınlarının ve özellikle dönüşçü ve
devrimcilerin mücadeleleri ile şekillendi.
Bundan 10 yıl önce, 1999 yılında Nart Dergisi'ne yazdığı yazıda,
Sevda Alankuş, Çerkesliğin (muhacerette) anavatandaki gibi sadece
Adigeleri tanımlamaktan çıkarak tüm Kuzey Kafkasyalıları
kucaklayacak şekilde kullanılmasını bir kimlik stratejisi olarak
olumluyor ve şöyle diyordu; “Türkiye’deki Kuzey Kafkasya kökenli
toplulukların kendilerini Çerkes olarak tarif etmeleri,
Çerkeslerin asimile olmalarını önleyecek bir kimlik stratejisi
olarak önemlidir.” (...) ”Yani, Ürdün ya da İsrail’de Çerkeslik
çoğu zaman adının bile konmasına gerek olmadan, dolayısıyla
sorunsallaştırılmadan yaşanan gündelik bir pratiktir. Türkiye’de
ise Çerkeslik ancak iradi bir tercihle yaşanabilir, üstelik böyle
bir iradenin varlığında bile, oldukça karmaşıklaşmış bir
toplumsal/kamusal yaşam içerisinde kesintisiz olarak yaşanması
mümkün değildir. İşte bu nedenle Türkiye’de Çerkeslik kimliği,
Çerkes olunduğunu kamusal alanda da ifadelendirmeyi de içeren
iradi bir tercihle ilgili hale gelmiştir ve bu iradi tercihle
yaşanan kimliklenmenin adı “Yeniden-Çerkesleşme”dir. Bunu öncüsü
de kentli Çerkes aydınları olmuştur.”
Bugünlerde ise Çerkes olmayı Adige olmaya indirgeyen milliyetçi
yaklaşımlar yeniden boy göstermeye başladı. Ulusal-demokratik
mücadelenin ürünü olan ''Yeniden Çerkesleşme'', milliyetçi bir
çizgiye oturtulmaya çalışılıyor. Çerkes halkının tarihsel sürecine
aykırı olan bu milliyetçi yaklaşımı, bu nedenle, irdelememiz
gerekmektedir.
Yalçın Karadaş “Çerkesya’ Ötekileştirerek Yaratılamaz- 1” başlıklı
makalesinde Çerkes (Adige) milliyetçilerini şöyle eleştiriyor ve
“söylemlerin ve kavramların bazıları”nın kendisine uygun ve doğru
gelmediğini belirtiyor ve şu açıklamayı yapıyor;
1) Çerkes eşittir Adige kolaycılığı.
2) Adige dışındaki her halk ‘öteki’dir; komşu olabilirler ama bizi
bağlamaz düşüncesi.
3) Abaza ve Wubıhlar bize akraba halklardır. Wubıhlara henüz bir
karar veremedik ama artık Abazalar da bizi bağlamamalı söylemi.
4) Öteki Kafkasyalılar bizi hiç ilgilendirmiyor hatta çözümü
engelliyor ve sorun yaratıyor siyaseti. (3)
Yalçın Karadaş “21. Yüzyıl Çerkesler İçin Son Fırsattır” başlıklı
makalesinde ise bu yaklaşımın nedenini şöyle açıklıyor; “19.
yüzyıl tanım, yöntem ve şartlarıyla 21. yüzyılda bir
ulus-devle yaratmaya koşullanmışlar. Hem de bizim gibi halkların
düşmanı olan, devrini tamamlamış tek dilli, tek dinli ve tek
etnikli bir yapı kurmak için. (4)
Tek dilli, tek dinli, tek etnikli bir yapı kurma çabası ise
Çerkeslerden hiçbir zaman olumlu bir yanıt alamaz. Çünkü Kuzey
Kafkasyalılar ve Çerkes halkı çok etnikli yapısı, kültür ve
gelenekleri ile federatif-özerk yaşamı içselleştirmiş bir halktır.
Çerkes halkının uluslaşma süreci, diğer ulusların benzer
süreçlerine saygı çerçevesinde ve bir arada gerçekleşebilecektir.
Bu özetten sonra Çerkes ve Çerkesya'yı tanımlamamızda fayda
bulunmaktadır. Çerkesya, Çerkes halkının yaşadığı yurdun adıdır.
Çerkes ise Çerkesya da yaşayan bütün otokton halkların ortak
adıdır. Otokton olmamakla birlikte yüzyıllarca Çerkes halkı ile
birlikte yaşamış, gelenek ve kültürleri karşılıklı etkileşim
içinde şekillenmiş halkların da kendini Çerkes olarak
tanımlamalarında sakınca yoktur.
Çerkesya'nın otokton halkları Adigeler, Wubıhlar ve Abazalardır.
Çerkesya dışında da Abazaların yaşaması Abazaların Çerkesya'nın
otokton halkı olduğu gerçeğini değiştirmez.
Çerkesya direnişini sonuna kadar sürdüren Çerkes toplulukları;
Abadzeh, Natukuay, Shapsugh, Hak'uç, Wubıh, Aibga, Ahçipsov, Ciget
ve Pshulardı. Bu topluluklar Çerkesya'nın direnişinde Adige, Wubıh
ve Abazaların sonuna kadar mücadele ettiklerinin de somut bir
göstergesidir.
Wikipedia'da 21 Mayıs'a geliş süreci şöyle anlatılıyor; ”Güneyde
Bzıb Irmağı'na değin yayılan Çerkesya'nın Karadeniz kıyılarını
boydan boya ele geçiren Ruslar, bir yandan, daha yükseklerde
bulunan yamaç alanları tarıyor, Çerkes köylerini bir bir ateşe
veriyor, bir yandan da Karadeniz kıyısında toplanmış olan halkı,
aşama aşama Türkiye'ye gönderiyorlardı. Bu arada sürgün kararına
uymayan ve dağlık alanlarda barınan Ahçipsov, Aibga ve Pshu
topluluklarına yönelik kapsamlı bir harekatın hazırlıklarını
sürdürüyorlardı.
Sözkonusu üç topluluk, çıkılması çok zor olan Aibga köyünde bir
yığınak yapıp direnme kararı aldılar ama harekata katılan Rus
birliklerinin ölçüsüz üstünlüğü karşısında başarı umudu yitirildi,
diğer köylerden gelen savaşçılar Aibga'dan ayrılıp kendi köylerine
döndüler, oralardan da Türkiye'ye göç etmek üzere Karadeniz
kıyısında toplandılar. Aibga köyü, üstün Rus birlikleri karşısında
direndi ama Rus ilerleyişini durduramadı, Aibga köyü Rus
birliklerinin eline geçti ve yakıldı. Aibgalılar, temsilcilerini
gönderip 12 Mayıs 1864'te boyun eğdiklerini Ruslara bildirdiler.
Aibgalılar da, diğer Çerkesler gibi kıyıya inip Türkiye'ye göç
ettiler.
Dört değişik yönden harekata katılan Rus birlikleri, daha
öncesinden kararlaştırıldığı üzere, 21 Mayıs 1864'te, göreve yeni
atanmış olan Kafkasya Ordusu Başkomutanı Veliaht Prens Mihail
Nikolayeviç başkanlığında Abhazca Kbaada Yaylası'nda (Krasnaya
Polyana) toplandılar. Burada büyük bir dini ve askeri tören
düzenlendi. Bir konuşma yapan Veliaht Prens (Grandük), Kafkas
Savaşı'nın kendi başarılarıyla tamamlandığını açıkladı. Ama
dağlarda saklanan Çerkes kalıntılarının da katılımıyla güçlenen
Hak'uç topluluğu, 1864 sonrasında, 1865 yılı sonlarına değin,
dahası yer yer 1870'li yıllara, yani tükenene değin direnişini
sürdürdü. Sonuç olarak, yerel halk yurdundan etnik temizlik
yoluyla ve bütünüyle arındırıldı, ama Hak'uç direnişi nedeniyle
Rusların bölgeye güven içinde yerleşmeleri 1880'li yıllara değin
gecikmiş de oldu.” (5)
Tamara V. Polovinkina “Çerkesya Gönül Yaram” adlı kitabında (www.kafdav.org.tr)
aynı dönemi şu şekilde anlatmaktadır; “Rusya-Kafkasya savaşı
sırasında Sadzlar, özellikle de dağlık arazideki Sadzlar Rus
birliklerine karşı yıllarca direnmişlerdir. 1861 de Sadzlar,
Şapsuğ, Wubıh , dağ Abadzehleri ile birlikte konfederasyon
kurdular ve Sadz-Ciket toprakları da bu devlet içinde yer aldı.
Bilindiği gibi söz konusu konfederasyonda merkezi yönetim Çerkes
Parlamentosu olan Meclise (Xase) aitti ve bu meclis bucak ve
nahiyelerden seçilen temsilcilerden oluşuyordu. (...) Dağlıların
akılalmaz cesurluğuna rağmen sayı ve donanımı çok üstün olan Rus
ordusu Adigeleri yendi ve Wubıhlarla Sadzların topraklarını işgal
etti. (...) Kuzey Kafkasya dan zorla sürülmüş Sadz göçmenlerin
evlatları bugün dünyanın birçok ülkesinde oturmaktadır. (...)
Onlara genelde Çerkes deniyor ama kendilerine Abaza veya Apsuwa
derler. Kendi tarihi vatanlarında kalmış Kuzey Abazaları ise halen
genelde Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti'nde oturmaktadırlar ve toplam
nüfusları 30 bin kişidir. (1989 nüfus sayımı).” (sayfa 327-328)
Çerkes Meclisi ile ilgili bir alıntı da BKD SAMSUN web sayfasından
alalım. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler sayfayı
okuyabilir: Bölgede “daha 1807’de Kalubat Yikoua Şupagua
tarafından başlanmış olan teşkilat” sonraki yıllar içinde
geliştirilerek Milli Misak Meclisi’ne (Jilethau Xase - Çıla Therio
Xase) dönüştürüldü. Muhtemelen 1822 yılında kurulan Milli Misak
Meclisi bölgenin çözülmeye başlamış feodal karakterinin ve yerel
idari geleneğin temelleri üzerinde yükselen bir örgütlenme idi.
“Çerkesya” adıyla tanımlanan bu devlet yapılanması 12 Eyalet’ten
oluşuyordu. Bu eyaletler şunlardır:
1) Shapsugh-Nathoç,
2) Abzegh,
3) Kemirguey,
4) Barakay,
5) Bjedugh
6) Kabardey-Besleney,
7) Hatukuay,
8) Mahoş,
9) Başilbey
10) Teberda (Karaçay-Malkar),
11) Abhazya,
12) Wubıhya.
Bütün eyaletlerin özel ve yerel birer yönetimleri ve bu
yönetimleri idare etmek için birer meclisleri vardı.“ (6)
Çerkes Meclisi'nin önderlerine ilişkin bilgiyi de adigeonline.tr.gg/-
Oe-nderler.htm sayfasından alabilirsiniz.
Son olarak David Urquhar tarafından tasarlanan bayrağımızın
yıldızlarının meclisi oluşturan eyaletleri, yani Adige, Wubıh ve
Abaza halkını temsil ettiğini vurgulamakta yarar var.
Bu yakın dönem tarihimiz göstermektedir ki, Çerkesya'nın otokton
halkları Adige, Wubıh ve Abaza halklarıdır. Abhazya'nın
bağımsızlığı, Kuzey Batı Abazalarının hemen hemen tamamının sürgün
edilmiş olması, Wubıh halkının Adige ve Abazalar içinde asimile
olmuş olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Bu tarih Çerkes
kavramının bir etnik temelinin olmadığını gösterir. Çerkesya
birbirine akraba Adige, Abaza ve Wubıh halkının ülkesidir ve
Çerkesce bu halkların birçok dil ve lehçesinin ortak adıdır.
21 Mayıs Çerkes halkının (Adige-Wubıh ve Abaza) ortak “Gönül
Yarası”dır. Ayrıca 2010 Kefken 21 Mayıs anmasına katılan Çeçen
Bayrakları da göstermiştir ki, bütün Kafkas muhacirleri bu günü
kendileri için de sürgün anması olarak kabul etmeye hazırdır.
Yeter ki, Adige milliyetçileri onları ötekileştirmeye
çalışmasınlar.
Eğer Çerkesya'nın Adige milliyetçisi değil, yurtseverleri isek,
politikalarımızın Çerkesya'nın otokton halkları olan Adige; Wubıh
ve Abaza halklarını kapsaması gerekir. Yetmez yüzyıllardır
Çerkesya'da yaşayan ve Çerkes kültürü ile yoğrulmuş halkları
kapsaması gerekir. Bu da yetmez Çerkesya'nın bu gününü gözardı
etmeden, Çerkesya'ya son yüzyılda gelmiş halklara güven vermesi ve
bir arada barış içinde yaşamanın hepimize mutluluk getireceğini
göstermesi gerekir. Son dönem başarılı halk önderlerimiz bu
politikanın nasıl uygulanabileceğini bize öğretmiştir.
Adige halkının tarihsel sorunlarını çözme doğrultusunda verdiği
ulusal demokratik mücadele bu yurtsever çizgi ile çelişmez. Adige
halkının anti asimilasyoncu mücadelesi, dönüş hakkı, anavatan da
bir araya gelme talebi, anavatan da üç bölgeyi birleştirme çabası,
uluslaşma mücadelesi, insan hakları ve demokratikleşme mücadelesi
yurtsever çizgi ile çelişmez.
KAYNAKLAR:
1) www.adige.nl/index.php?option=com_content&view=article&id=153:cerkes-teavuen-cemiyeti&catid=48:tarh--corafya&Itemid=71
2) ww.tr.kafpedia.org/index.php?title=Mehmet_Fetgeri_C5%9Eoenu,
www.kafkasdiasporasi.com/haber_detay.asp?haberID=2539
3) www.kafkasdiasporasi.com/yazar.asp?yaziID=3208
4) www.kafkasdiasporasi.com/yazar.asp?yaziID=3560
5) http://tr.wikipedia.org/wiki/Krasnaya_Polyana
6) www.samsunbkd.org/index.php?option=com_content&task=view&id=155 |
|
|
|
|
|
|
|