...................
...................
TÜRKİYE'NİN KAFKASYA'YI TANIMA ZORUNLULUĞU

Awubla
Kafkasya Kültürel Dergi yıl: 4 sayı 16 cilt: 4 Eylül Ekim Kasım 1967

                         
...................
 
...................
Zamanımızda savaş, ancak kurtuluş ve savunma zorunluluğu karşısında haklı ve faydalı düşünülebilir. Saldırgan, savaşı kazansa da karlı çıkamaz. Barışla kazanılan zafer savaş zaferinden daima daha faydalıdır; toplumları buna ulaştıracak ilimdir, gerçekleri bilerek ona göre davranmaktır. Her millet kendini ve başkalarını öğrendiği kadar gerçek silahla donatımlıdır, kararlarını isabetle vermeye fikirce hazırdır. Komşu memleketleri tanımaksa o ihtiyaçların en amansızdır; ihmali, telafi edilemeyecek zarar doğurabilir. Bu, iç güven içinde bilimsel kalkınma içinde böyledir.

Osmanlılar, hiç değilse gerileme devrinde; yönetimindeki milli bölgelerin atmosferini kavramamış, önemsememişti. O zamana göre yurttaşları olan balkan milletlere kendisine karşı yetiştirilir ve kışkırtılırken, kendisi de onlara karşı -öteden beri bölgedeki tek müttefiki olan- Arnavutları maddi ve manevi silahlarla güçlendirip kalkındırması kendi güveni içinde zorunlu iken bunun tersini yapmış, Balkanlar elimizden çıkarken bizden tabii olarak kopan sadık kardeş Arnavutlar bizden başka himayecileri olmadığından, bizde onları güçlendirmeyip üstelik de düşman kazandırarak yüz üstü bıraktığımızdan zayıf ve komşularına mağlup bir duruma düşmüş bulunuyordu. Oysaki, mesela Bulgar devletinin ilk kuruluşundaki Bulgar nüfusu kendi tarihçilerine göre de 250 bin kişi iken (1), Arnavutluk Arnavutları ondan fazla idi. Sonra Arnavut nüfus ve bölgesinin çoğu kendisine de bize de rakip olan komşularına peşkeş çekildi, bağımsızlık verilen Arnavutluk cılız kaldı ve nüfusun en arttığı günümüzde bile 1,5 milyonu geçemedi; rakiplerinin ortasında güvensiz ve güçsüz kalmış bulunmaktadır. Bereket versin vatanlarından topluca göçmedikleri ve göçürülmedikleri için, hesaba katılır bir millet niteliğini muhafaza etmektedir. Bize daima sadık olan onların cılızlığı elbette menfaatimize aykırıdır.

Osmanlılar karşısında Kafkasya'da bir Balkan'dı. Orada da dostları ve rakipleri vardı; fakat ne dostları ne rakipleri hakkında bilimsel araştırmalar şöyle dursun, günlük politikasında işe yarayabilecek üstünkörü bir bilgiye bile sahip olamamışlardı; politik bir karar vermiye sıra gelince çok isabetsiz tatbikat yapıyordu; Ünlü Türk düşünürü Cevdet Paşa, Tarihi’nde bundan yakınmaktadır.

Osmanlılar Kafkasya'da da dostlarını bilememiş, onların gelişip güçlenmelerini destekleyeceğine kösteklemiştir. örneğin, Abhazları Karadeniz'deki korsanlıklarından vazgeçirmek için -onları meşru denizcilik yolunda organize edip kendilerine de kendine de faydalı kılacağı yerde- gemilerini parçalatıp yaktırarak onların denizciliğini de gemi yapımı zanaatlarını da öldürmüştü. Ferruh Ali Paşa bir yandan bu gibi -güya- tedbirler alırken kendisinin de orada devlet bir maden işletmesi kurmasına -bu yollarla güçlenirse bağımsızlığını ilan eder, diyerek- izin ve imkan verilmemişti (2). Çarlara karşı bir çelik kale gibi göğüs geren Kuzey Kafkas halklarının işbirliğini baltalayarak. Osmanlılara bağlı kalacağını daha çok güvendiren Zan Oğlu Sefer Paşa'yı kahraman ve bilgili naip Mehmet Emin'e karşı desteklemiş, böylece müşterek düşmana karşı Çerkesistan cephesinin yıkılmasını hazırlamıştı. Osmanlıların elinden zaten çıkmış olan Kafkas ellerinin bağımsızlığını Paris kongresinde ileri süren İngiliz delegasyonuna, desteğini istedikleri Osmanlı delegesi Ali Paşa'nın ''Bizce oraların o kadar önemi yoktur. Bizim için Çürüksu tarafında biraz münazaalı yerlerimiz var; oraları kurtarmakla yetiniyoruz'' cevabına İngilizler şaşmış ve öfkelenmişti. Bu konuda İngiliz baş delegesi ve hariciye nazırı Clarendan, kendisini gevşeklikle suçlandıran İngilizlere ''Ben bir Türk'ten daha fazla Türk olamam'' diye Ali Paşa'nın büyük hatasını anlatmış oluyordu (Cevdet Paşa'nın 11. tezkiresi).

Bu gibi hatalar Kafkasya’da da Osmanlıların dostlarını rakiplerine imha ettirmiştir; bir Osmanlı vilayeti olacağına güvenmediği bölgelerin Milletçe imha edilmesini önleyici bir yardım yapılmamıştır. O zavallılarda Osmanlılara bu kadar güvenmeselerdi, silahını bırakacağı zamanı daha iyi bilir ve bırakır, kurtuluşu gelecek fırsatlara bırakıp, Milletçe yok olmaktan kurtulurdu, Bu gün Gürcistan ve Ermenistan’dan daha ağır basan bir Kafkas gücü olarak kalmış ve yükselmiş olurdu. Bilindiği gibi, o zaman Osmanlılar karşısında Rusları destekleyen zümreler bugün hatırı sayılır güçlü birer millet seviyesine yükselmişlerdir. Onlar bu günün Türkçe yayınlarında milli unvanlarıyla anılırken Türk'ün oradaki en vefalı dostlarının milli unvanı olan Çerkes ile Çerkesistan terimleri Türkçe yayınlarda artık yadırganmaya bile başlamıştır. Türk’ün en vefalı dostları kendisi tarafından diğerine böyle feda mı edilmeli idi?

Türk'ün -güya- düşmanlığını vehmedenlerce Çerkeslerin tabii Türk müttefiki sayılması Çerkeslere telafi edilmeyecek derecede pahalıya mal olmuştur. Hele Abhazların durumu tam bir imha edilme ile nitelendirilebilir.

Nüfuslarının en az beşte dördünün savaşla veya binlerce ailenin ormanda yakılması ile yahut da yüz binlerin vatandan göçürülmesi ile imhası savaş öfkelerine - haklı olmamakla beraber - hamledilse bile, savaşın bitiminden yıllarca sonra ve savaş yaralarının sarılmış bulunması gereken yıllarda bile bu imhanın devam ettiği nefretle göze çarpmaktadır. Bu zavallıların kendi şehirlerinde yerleşmeleri - Türk sızma yuvası olurlar vehmiyle veya bahanesiyle - yasaklanmıştı (3), başka tedbirlerle de vatanlarının verimsiz yerlerine itiliyorlardı. Bu, kültürel ve ekonomik kalkınmalarını da engelliyordu. Vatanda her nasılsa kalabilen bir avuç halkın bu gibi yollarla, bir tehlike unsuru olmaktan çıktıktan sonra bile varlıklarına tahammül edilmemiş, adları resmi yazılardan kaldırılarak yerine dağlı veya Asyalı denilmişti. 1917 resmi Kafkas yıllığında Abhazya nüfusunu gösteren tablo, birkaç yüz kişilik yabancı azınlıkların adlarını yazdığı halde, memleketin otohtonu ve % 70 nüfusuna sahip Abhazların adı yazılmayıp yerine Asyalı deniliyordu (4). Menşeviklerin çok vahşice saldırılarına karşı vatanın hürriyetini ve bağımsızlığını kahramanca savunan Abhazlar Alman-Kazak-Rum- Gürcü birleşik alaylarının çok üstün sayı ve silah gücüyle ve politik desteğiyle Menşeviklerce memleket yıkılıp yakılırken memleketin valisi Abhaz S. Basarba (Bassaria) İstanbul konferansına Abhazya delegesi olarak seçilip gönderiliyor, bunu istemeyen saldırgan Menşevikler ''Valiniz Basarba vatanınızı Osmanlılara satmış, siz hala bağımsızlık savaşındasınız'' diye öldürme ve yağmalarına bahane arıyorlardı, hatta birbirine zıt götüren Menşevik ve Bolşevik partileri Abhazya’yı Menşevik Gürcülere zorla bağlamakta birlikte yardım ediyorlardı (5). Turancılık vehmiyle kurulmak istenen Aryanizm cemiyetine Iran, Kürt, Ermeni, Gürcü ve öbür Asya ve Avrupa aryenleri sokulmaya çalışılırken bu milletlerin dışındaki Kafkas aryenleri söz konusu bile edilmiyordu; çünkü onlar Türk'ün tabii müttefiki sayılıyordu (6). Daha sonra onun yerine kurulan Ermeni-Gürcü cemiyeti de aynı durumda idi (7).

Bütün Kafkasya halklarının -imha edildiğinden en çok bahsedilen Çeçenler de dahil olarak- nüfusları çeşitli oranlarda aralıksız olarak arttığı halde, Abhaz nüfusunun zaman zaman birdenbire önemli derecede eksikliği ve sonra tekrar artmaya başladığı istatistiklerde görülüyor. Demek ki Kafkasya'da en çok imha edilen Abhazlardır. Fakat Abhazlar ve dostlarına ümit ve teselli verebilecek olan şu var ki, Stalin'in ve Beria'nın ölümlerinden sonra Abhaz imhası tavsamış veya durmuş görünmekte ve yine nüfusları -yavaş da olsa - artmaya başlamış bulunmaktadır. Ancak; gerek bu artış oranının öbür Kafkas Mardan çok düşük olması ve gerek Abhazya'ya egemen güçlerin resmi yazılarında (Abhazya) dendiği halde (Abhaz) denmeyip yerine (Abhazya Gürcüleri) denmesi aydınları üzmekte ve yöneticilerin dürüstlüğünden ve ileriki fırsatlarda iyi niyetli davranış yapacaklarından şüphe ettirmektedir. Bilinmeli ki mutlulukdaki ortaklık kardeşliği perçinleyecek ve taraflara faydalı olacaktır. Abhazlar imhaya maruz ve baskı altında olmadıklarına ve hür bulunduklarına göre kendilerine bu mutluluğu veren şartları sevmeleri tabiidir, aksi tabiata aykırıdır; öyle ise ne için Kafkas tesanüdü yerine dış müdahale istemelerinden şüphelenilsin de zaman zaman ezilsin?

Tifüsten yüz binlerce yerleşik Ermeni'yi söküp atan yönetim, gücü, egemen olduğu Abhazya’da kuvvetli Ermeni topluluğu birikmesini önlememektedir. Ermeniler kovuldukları Tiflis’e her türlü güçlüğü ve tehlikeyi kabul ederek bin bir oyunla dönüp orada tekrar bir dayanma yuvası kurarken, uyanık Kafkaslıların bu gibi ölüm-kalım didişmeleri karşısında Ortadoğu'daki eski muhacir kuzeyliler hasretini çektikleri vatanları Kafkasya’daki kendi bölgelerinde her şeye rağmen kendi nüfuslarını yoğunlaştırarak güçlü bir milli yuva yaratmamaları, istedikleri bağımsız ve mutlu milli yuvanın kuruluşu yolundaki çalışmalarının yalınız bürokratik nitelikte ve dolayısıyla etkisiz kalması kardeş Gürcü ve Ermenilerin yaşama hak ve kabiliyetini kazandıran davranışlarım örnek edinmemelerinin nedenleri düşünülmeye değer, Bunlar, Kafkasya’yı Ortadoğu memleketlerine öğretecek yayında her nedense yapamamışlardır. Neticesi de korkunçtur. Bu arada : (İstanbul şimali Kafkas cemiyeti hayriyesi) Sohum’dan aldığı 5 Haziran 1334 günlü şikayetnameye dayanarak yayınladığı Çerkeslerin Hakkı başlıklı uzun deklarasyonda ''Vaktiyle buralara memleketi ahvaliyasiye ve coğrafiyesine ve kabailin hususiyeti ahvaline vakıf kimselerin gönderilmemesi yüzünden Çerkesliğin mühim bir unsuru olan Abhazlık gaib oluyor...'' demektedir (8). O zamanki Osmanlı yöneticileri eskilerin hatalarını tekrarlamamak ve Kafkaslıların bağımsızlığına yardımcı olmak istemişse de konu üzerinde fikirce daha hazır bulunan saldırgan Menşevik Gürcülerin entrikasının üstün geldiğine yukarı ki deklarasyonda değinilmektedir.

Yeni Türkiye yöneticilerine gelince; bunlarda çözümleme zorunda kaldıkları bin bir ana dava içinde Kafkasya’yı öğrenme çabası gütmeye henüz vakit bulamamışa benziyor. Bununla beraber, bu lüzuma artık bir çare bulma zamanı geldiğini düşünenleri görüyoruz. Rahmetli Reşit Galip'in, maarif vekilliği zamanında Türkiye’de bir Caucasologie kürsüsü veya Kafkas enstitüsü kurmayı tasarladığı güvenilir zevattan duyulmuştu. Ne yazık ki ömrü vefa etmedi. Muhterem Hamit Zübeyr de bir yazılarında Türkiye’de böyle bir Kafkas araştırma enstitüsünün gerekliliğine değinmişlerdi. Bu istekte bunlardan başkaları da bulunabilir (9). Komşu memleket mutlaka emperyalist gaye ile öğrenilmez; iç güven, ticaret ilişkileri, barışa hizmet, ilim gayeleri ile de öğrenilir. Komşularını öğrenmek her milletin ihtiyacıdır. Fakat Türkiye’nin öğrenmeye en çok mecbur olduğu komşusu Kafkasya’dır. Buna rağmen Kafkasya’yı en bilmeyenlerden biri de Türkiye’dir. Kaldıki, dünyanın ve en çok Türk'ün geçmişbilimi de Kafkasya’nın öğrenildiği kadar aydınlanabilir. Türkiye’de bugüne kadarki Kafkas’ı tanımama hali devam ederken beklenmeyen bir olay Türkiye’yi Kafkasya konusunda bir hüküm veya karar vermeye mecbur ederse verilecek hüküm veya kararın isabetli olacağı çok şüphelidir.

Rusya ve Kafkasya ile Türkiye arasında ilme ve barışa yardımcı yıkılmaz köprü olarak bir Kafkasya’yı öğrenme kurulu kurulmasının çok hayırlı olacağı inancıyla, bir an önce kurulmasını dileriz.


KAYNAKÇA:
1)
Tuna boyu tarihi. Osman Peremeci
2) Cevdet Paşa Tarihi
3) Baron de Baye'in (Abhazya’da) adlı 8-9 mart 1904 günlü konferansı
4) Kadim Kafkasya. Met izzet. (Bu % 70 Abhaz nüfusu bugün % 17,1 dir).
5) 22 Eylül 1918 günlü Tanin gazetesi.
6) Ermeniler ve Iran. Mirza Bala
7) İtalyan Lauro Mainardi'nin Pronte Unica gazetesindeki yazısından aktarılarak ÜLKEMİZ dergisinin 1-2 nüshası.
8) 25 haziran 1918 günlü Vakit gazetesi.
9) Kafkas dilleri uzmanı Fransız profosörü J. Dumesille de bu fikri şiddetle savunmaktadır. (Dergi yazı kurulunun notu).