|
|
................... |
|
................... |
KAFKASYA’DAKİ
RUS-AMERİKAN GÜÇ GÖSTERİSİ SONUÇ VERİR Mİ? |
Nüzhet
Kandemir
Büyükelçi, SDE
Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı |
|
|
................... |
|
................... |
ABD Dışişleri Bakanı Hillary
Clinton’un
2 Temmuz 2010 Ukrayna’dan başlattığı Polonya, Azerbaycan,
Ermenistan ile devam edip Gürcistan’la sonuçlanacak olan Doğu
Avrupa ve Kafkasya cephesindeki ziyaretleri, artık
klasikleşmiş olan söylemlerin dışında, uygulama alanında
işlevsel sonuçları da beraberinde getirir mi ya da Türkiye
bağlamında düşünüldüğünde ne tür sonuçları olabilir? Hillary Clinton’un Ukrayna’da ve
Polonya’nın Krakov şehrinde “Demokrasiler Toplumu” adı altında,
2000 yılında eski Amerikan Dışişleri Bakanı Madelin Albright ve
zamanın Polonya Dışişleri Bakanı Buronis Law Geremek tarafından
kurulan STK’nın 10. yıl dönümü münasebetiyle yarın yapacağı
konuşmada vereceği mesajlar öncelikle ülkesi ile bu iki ülke
arasındaki ekonomik ve askeri içerikli ilişkileri kapsayabilir ve
özellikle Ukrayna’nın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Victor
Yanukoviç’in güçlü bir Rus yanlısı oluşu dikkate alındığında, daha
fazla demokrasi ve insan haklarına yönelen ve Ukrayna bağlamında,
pusulanın sadece ‘kuzeyi’ değil ‘güneyi’ de göstermesi ve dengeli
bir ilişkiler ağının beklentilerini yansıtan içerikte olması
doğaldır. Polonya’da, zaten mevcut olan iyi ilişkileri teyit ve
daha da güçlendirme amacına yönelik, Ukrayna’da ise kuzey-güney
eksenindeki dengeyi sağlamayı hedefleyecek gayret ve söylemlerin
hakim olması; ancak uygulamada her iki ülke ile ilişkiler
açısından büyük bir yenilik beklenmemesi gerekir.
Ermenistan’ı ziyaretin, bu ülke Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın
Türkiye ile Ermenistan arasında Zürich’te imzalanmış olan
Protokolleri askıya alırken de söylediği gibi, Parlamento onayı
için ilk adımın Türkiye tarafından atılması ve iki ülke arasındaki
sınırların açılması beklentisinin, ABD’nin de katılımı ile
kuvvetle ifade edilmesini ve geçmişten bu yana olduğu gibi,
özverinin Türkiye’den beklendiği mesajının dünya kamuoyuna bir kez
daha iletilmesi sonucunu vermesi beklenir.
Hillary Clinton, Washington’dan ayrılmadan önce, Dışişleri Avrupa
ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un da
dile getirdiği gibi, ABD’nin Amerikan Kongresi ve kamuoyundaki
Ermeni yanlısı güçlü akımın karşısında durabilmesi ve bu alanda
daha dengeli bir söylem ve siyasetin sahibi olmasını beklemek
fazla iyimserlik olacaktır.
Ancak, Ermenistan’ın sorunları sadece Türkiye ile ilişkili
değildir. Bu ülkenin işgal ettiği Yukarı Karabağ toprakları
üzerinde yaşayan bir milyona yakın sivil halkın, kendi
ülkelerinde, bunca yıldır sefalet içinde göçebe hayatı yaşıyor
olmaları gerçeğinin, demokrasi, insan hakları, güç kullanmama gibi
prensipleri sıkça dile getirip dünyaya ders vermekte olan ABD
üzerinde kısıtlayıcı etkiler yaratmakta olduğu yadsınamaz.
Bu arada, hatırlanması gereken bir diğer husus da, Yukarı Karabağ
topraklarındaki bu işgalini sürdürmesi halinde, silahlı güç
kullanmaktan başka çare kalmayacağına ilişkin Azerbaycan
açıklamalarının Ermeni tarafında ve dolayısıyla Amerikan
Yönetiminde yaratmış olduğu endişe ve rahatsızlıktır. Bu
rahatsızlık, Ermeni Yönetiminde giderek artmakta olsa gerektir ki,
Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı, basın toplantısında, “güç
kullanımı ya da tehdidinin Helsinki Prensiplerine aykırı
düşeceğini” vurgulamak zorunluluğunu hissetmiştir.
Hal böyle olunca, ABD tarafının, Hillary Clinton’un 4 Temmuz’da
Bakü ziyaretine başlamasından önce, enerji konularında zaten ikili
düzeyde mevcut olan uyuşmazlıkları daha da alevlendirmemek için,
Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin işgalindeki Yukarı Karabağ
konusunda, halen Rusya Federasyonu (RF) ve Fransa’nın eş
başkanlığında, “Minsk Grubu” tarafından başlatılıp uzun yıllardır
yürütülen ve bugüne kadar da olumlu sonuç vermeyen sürece dört
elle sarılmaktan başka bir çare bulamadığı açıkça görülmektedir.
Philip Gordon’un basın toplantısında özellikle vurguladığı gibi,
bir süre önce Başkan Barack Obama’nın Azerbaycan Cumhurbaşkanı
İlham Aliyev’e gönderdiği ve iki ülke arasındaki uzlaşmazlık
konularına çözüm beklentisini içeren mektupta da, Azerbaycan’ın
üzerine fazla gitmeye özen gösterir şekilde, sadece Minsk sürecine
atıfta bulunulmaktadır.
Sonuçta, Ermenistan’ın bir kez daha Türkiye’nin sırtından
propagandasını yapacağı Amerikan Yönetimi’nin de Ermeni diasporası
ile Amerikan kamuoyu ve Kongresindeki Ermeni tezleri
taraftarlarına hoş görünmek isteyeceği bir senaryodan öte, bu
ziyaretten olumlu bir sonuç beklemek gerçekçi olmayacaktır.
Hillary Clinton’un son durağını Gürcistan oluşturacaktır.
Gürcistan’ın, o bölgedeki ayrılıkçılarla mücadele etmek üzere,
Aşağı Osetya ve Abhazya’ya yönelik olarak, Ağustos 2008’de
başlattığı askeri harekata RF Silahlı Kuvvetlerinin bilfiil
müdahalesi sonucunda cereyan eden ve “Beş Gün Savaşı” şeklinde
anılan çatışma sonrası, RF ile Gürcistan arasında varılan ateşkes
anlaşmasındaki şartlar uyarınca, RF Silahlı Kuvvetlerinin Osetya
ve Abhazya’dan geri çekilmesi ve çatışmalar öncesi duruma
dönülmesi gerekmekte idi. Oysa RF, anılan ateşkes anlaşması
hükümlerine bugüne kadar uymamış ve bu durum da Amerikan
Yönetiminde rahatsızlık yaratmıştır.
Hillary Clinton’un, Gürcistan ziyareti vesilesiyle, RF’na silahlı
kuvvetlerini geri çekmesi zorunluluğunu kuvvetle hatırlatması ve
Amerikan Yönetiminin bu bağlamdaki beklentilerini kamuoyları
önünde ifade etmesi beklenir. Ayrıca, Gürcistan’ın bağımsızlık ve
toprak bütünlüğüne riayetin vazgeçilmez bir şart olduğuna dair
Amerikan Yönetimince her fırsatta dile getirilen siyasetin de, bu
arada vurgulanması doğaldır. Ancak bu beyanların da elle tutulur
bir sonuca varmasını beklemek fazla gerçekçi gözükmüyor.
Sonuç itibariyle, Kafkasya sahasındaki ABD-RF karşılaşmasının,
söylemler bazında bir güç gösterisi şeklinde cereyan etmekten
öteye geçecek bir sonuç vermesi beklenemez. |
|
|
|
|
|
|
|