1. 3. Etniktik ve Azınlık
Etnik gruplar mutlaka azınlık gruplar değildir. Ancak bir çok
durumda öyledir. "Fiziksel ya da kültürel özelliklerinden
dolayı içinde yaşadıkları toplumda farklı ve eşit olmayan
davranışlara maruz kalan ve kendilerini toplu bir ayrımcılığın
hedefi olarak gören insan grupları azınlık olarak tanımlanabilir.
Bir toplumda
azınlık bir grubun varlığı bunun karşısında daha yüksek sosyal
statülere ve daha büyük imtiyazlara sahip hakim bir grubu
gerektirir... Etnisite (etniklik-etnik grup) kavramı ise daha çok
kültürel farklılıklar üzerinde durur ve güç ile imtiyaz
dağılımında etnik farklılıkların rollerine daha az dikkat eder. Bu
yüzden bir etnik grup, ortak kökenden geldikleri ve ortak bir
kültürün önemli kısımlarını paylaştıkları düşünülen ve bu ortak
kültür ve kökenin önemli kısımlarına ait faaliyetleri paylaşan ve
daha büyük bir toplumun parçasını teşkil eden bir gruptur... Gerçi
azınlıklar da durumlarını sağlamlaştırmak amacıyla, paylaşılan
ecdat kültürünü yeniden yaratıp canlandırarak etnikliğin ilk
adımlarını harekete geçirebilir. Bu şartlar altında onları
harekete geçiren güç, onların azınlık statüleri ve onun
gerektirdiği dezavantajlardır" (Simpson-Yinger, 1985:9,11). Bazı
azınlıklar da kendi kültürel bütünlüklerini korumak için
başkalarını dışta bırakmaya da girişebilir. Bunun en çıplak örneği
eski Yugoslavya'da görülmüştür.
1. 4. Etniklik ve Diaspora
Bütün toplumların giderek artan ölçüde çok kültürlü duruma
gelmekte oldukları, aynı zamanda da daha geçirgen oldukları
bilinmektedir. Geçirgen olmalarından kasıt çok kültürlü göçlere
daha açık duruma gelmeleri demektir. Bu toplumların sayıca giderek
artan üyeleri, merkezi başka yerde bulunan bir 'diaspora' yaşamı
sürdürmektedirler (Taylor, 1996:71). Burada diasporadan kasıt
dışarıdaki yurttaşlar anlamındadır. Örneğin ABD çok kültürlülüğün
en uç noktasını yaşamaktadır. Türkiye'deki Çerkesler, Ermeni ve
Rum'lar veya Afganlı göçmenler va da Almanya'daki Türkler diaspora
yaşamı sürdürmektedirler. Diaspora niteliği taşıyan etnik gruplar
'göçmen etnik gruplar' olarak da ifade edilebilirler. "Bu gruplar
gevşek birlikler oluştururlar ve genel olarak büyük toplumla
bütünleşmek ve bu toplumun tam üyeleri olarak kabul edilmek
isterler. Ovsa yerli (otokton) etnik gruplar genel olarak çoğunluk
kültürün yanında ayrı toplumlar olarak varlıklarını sürdürmek
isterler ve ayrı toplumlar olarak varlıklarını sürdürmelerini
sağlamak üzere çeşitli özerklik ve özyönetim biçimleri talep
ederler" (Kymlicka, 1998:38). Diğer taraftan, yurttaşlık bağı ile
bağlı bulunan uluslar içinde yaşayan bazı etnik gruplarda,
atalarının zamanında başka yerlerde yaşamış olmalarına bağlı
olarak diaspora fikri gelişmiştir. Dolayısıyla bu gibi gruplarda
'anavatan' fikri her zaman canlı tutulur. Anavatan fikrinin
yanı .sıra göç ettikleri topraklarda egemen olan ulus devletine
yurttaşlık ile bağlı bulunulması bir 'babavatan' fikrini de
geliştirirler. Yurttaşlık bağı ile bağlı oldukları devlete vergi
verirler, askere giderler onun sıkıntısını kendi sıkıntıları
olarak algılarlar. Örneğin Çerkesler diaspora olarak Türkiye,
Suriye, Ürdün, ABD gibi ülkelerde mevcuttur ve buradaki devletlerin
birer asli yurttaşlarıdır. Fakat hepsinin anavatanı Kuzey
Kafkasya'dır. Bütün Çerkesler siyasal-yurttaşlık bakımdan
farklılık göstermelerine rağmen gelenek benzerliği
içerisindedirler ve anavatan algısı konusunda hem fikirlerdir.
Örneğin, gerek Abhazya'daki gerekse Çeçenistan'daki olayların
sonucunda bu farklı uluslar içinde yer alan Çerkesler arasında
meşini sağlayan esas unsur anavatan fikri olarak Kuzey Kafkasya
olmuştur.
1.
5. Etnisite ve Sosyal Tabakalaşma
Etnisite ile sosyal tabakalaşma arasında da bir bağ mevcuttur.
Bilindiği üzere, "bütün toplumlarda bir sosyal-ekonomik,
sosyal-kültürel ve sosyal-ırksal tabakalaşmaya
rastlamak mümkündür. Eğer toplumda sosyal-ırksal tabakalaşma hakim
ise, yukarı sosyal hareketliliğin ya da aşağı sosyal
hareketliliğin sıklığı ve fasılası belirli bir sosyal-ırksal
kategoriye üyelikle belirlenir. Sosyal ayıklamanın özel
mekanizması, diğer özellikleri eşit olsa da hakim sosyal-ırksal
gruba bedensel özellikleri en yatkın olan fertleri seçmeye dikkat
eder (örneğin Amerika'daki zencilerin durumu). Sosyal-kültürel
tabakalaşmanın hakim olduğu bir toplumda da belirli bir
sosyal-kültürel gruba üyelik ferdin hayat zincirindeki avantaj ve
dezavantajları belirleyen bir unsurdur" (Hoetink, 1974:35).
"Özellikle egemenlik aşağı statülerde olanlarda bir aşağılık imajı
yerleştirilerek kurulur. Bu nedenle özgürlük ve eşitlik savaşımı
bu imajı düzeltilmesinden geçer" (Taylor, 1996: 74).*
Şunu
da unutmamak lazımdır: Dinsel ve etnik öğeler daima sınıf
farklılıklarını örtecek niteliklere sahiptir. Bir sınıf
mücadelesinin yerini almış etnik gruplaşmalar çatışırken, bu
grupların sosyal hareketleri (movements) zaman zaman sınıf
hareketi görüntüsü de verebilir. Örneğin, Türkiye'deki Kürt
hareketi, aşağı sosyal statüden gelen bir tepki olarak kendini
gösterme eğilimindedir. Oysa sınıf ile eminin sosyal harekeleri
gerek örgütlenme gerek ise ideolojik malzeme edinme bakımından
oldukça farklıdır.
Türkiye'de Alevi toplulukları hakkında söylenen "mum söndü" vb.
ifadeler her zaman sosyal hareketler (movements) için bir malzeme
olmuştur. Çok yakın bir
geçmişte bir televizyon programında, sunucunun "Kızılbaş" tabirini
alçaltın bir şekilde espri malzemesi olarak kullanması
kendini Alevi kimliğinde
gören bir grubun sosyal hareket (movement) göstererek bu özel
televizyon binasına taşlı sopalı saldırısına neden olmuştur.
Bu ve benzeri olaylar etnisite
ile sosyal hareketler (movements)
arasında bir süreklilik olduğu fikrini uyandırmaktadır.
1. 6. Etnisite ve Milliyetçilik
Uzun
süre tarihçilerin egemenliği altında kalan, fakat, artık
sosyolojinin ve siyaset biliminin aktif bir incelme alanı haline
de gelen, ulus, millet ve milliyetçiliği çözümlemek bir yana (Jafferlot,
1998. 54), her birinin tanımlanabilirlik açısından son derece kötü
bir şöhreti vardır (Anderson, 1995: 17). Yine de ilk önce
ulus-millet, milliyetçilik ve etniklik arasındaki ince sınırı
gösterirken bunun tartışmaya engel olmaması gerekir. Gerçekte
"etnik mefhumu tamamen antropolojik vej^a dilbilimsel kavram
değildir, devlet stratejisinin kilit rol oynadığı modern bir
inşadır. Hatta ulus devletlerin bir çoğu belli bir etnik gruba ait
olduğu iddiasındadır. Fakat bir devlet insanıyla haklarla tahsis
edilen asli etnik gruplar, farklı kimlikleri yok edememektedir" (Roy,
2000: 42-43, 49). Etnik üyeliğin temelleri üzerinde biçimlenen bir
grup, uzunca bir süre pratikler edindiği zaman, ortak köken
inancının çok önemli olduğu, etnisite kategorisiyle çoğu
karakteristikleri paylaşan millet kategorisine doğru gelişebilir.
Gerçekte E.K. Frances (1947) etnisiteye "farkında olunmayan bir
ulus olarak gönderme yapar. Fakat, ulusallık, vatandaşlık ile
karıştırılmamalıdır. Aynı vatandaşlığa sahip insanlar, eski
Yugoslavya ve Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi, farklı
uluslara sahip olabilir. Bu ara, ingilizce konuşulan dünyada ulus,
vatandaşlık ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu, ilk millet
olarak yerli nüfusa gönderme yapan fakat Quebec'deki Fransızlar
için millet terimini kullanmayı uygunsuz bulan ingilizce konuşan
Kanadalıların görüşüne uygun bir görüştür".
Benzer bir durum dil ile bağlantılı olarak da vardır. Ortak dil,
ulus için temellenmiş bir durumdur, fakat otonomi politikası veya
bir ulus devlet, ortak dil üzerinde temellenmiş olabilir veya
olmayabilir. Bir resmi ve ortak dili (Almanya, Japonya, Fransa,
Danimarka) olan bir çok "ulus devlet"in, farklı etnik veya milli
grupların (İsviçre, Hindistan, Belçika, Kanada, eski Yugoslavya
gibi) ihtiyaçlarını karşılayan resmi çok dili de varolabilir.
Aslında "etnisite bölünmez bir şey değildir: Milliyetçilikten hem
daha geniş hem de daha dar ve farklı düzeylerde farklı formlarda
yer alabilir.
Pan-Arabizm ve Pan-Afrikanizm gibi ırksal ve
kültürel kimlikler ulus-devletin üstüne çıkarken, farklı etnik
gruplar ulus-devlet sınırları içerisinde birlikte varlıklarını
sürdürürler. Burada "Nereliyiz?", "Nasıl farklıyız?" ve "Ne
yapmalıyız?" gibi soruların yanıtları bireyi zaman ve mekan
içerisine yerleştirir, fakat yanıtlar farklı düzeylerde çeşitlilik
gösterir. Gerçekte etnik gruplar tehlikeden korunmak gibi özel
menfaatler dışında birlikte hareket etmezler. Bu menfaatler, kendi
devletini (veya devletin bir kısmını) elde etme durumunda kaldığı
zaman grup milliyet (nationality) haline dönüşür. Başarılı
olurlarsa ulus (nation) olur, başarısız olanlar milliyetler
(devletsiz uluslar) olarak kalırlar. Burada milliyetçilik bireyin
kendi devletini elde etmesi veya muhafaza etmesi için ideolojiler,
aktiviteler ve hareketlere (movements) işaret eder" (Worsley,1984:
247).
Burada semboller, kolektif kimliğin, milletlerin ve ulus devletin
biçimlenmesinde önemli bir rol oynar. Dil, değerler, normlar,
adetler ve bir şeyi yapma yolları ile birlikte her bir toplumun
sembolik düzeninin bir öğesi olarak çarpıcı bir rol oynar ve aynı
zamanda çok dilli toplumlarda duyarlı ve aşırı derecede önemli bir
öğe haline gelir. Bunun için sembolik düzen kamu kurumlarına,
bayraklara, taçlara, marşlara ve maddi kültürdeki benzer türlere
yansıtılmıştır ve Breton'un deyişiyle (1984), kişiler kendilerini
onlarda görmeyi umarlar. Bu yüzden kişilerin kültürel birikimiyle
kamu kurumlarının sembolik düzeni arasında uygunluk var olmak
zorundadır.
Bu
bağlamda özellikle önemli olan, kamu ve/veya resmi kurumlar ile
kişilerin kendi sembolik beklentileri ve sitilleri arasındaki
uygunluk olmasıdır (Breton, 1984). Breton'un deyimiyle "kamu
işlerinde ve kurumlarında kullanılan semboller kişilere ve
gruplara anlam verir ki, toplum kendi toplumudur ve kurumlar kendi
kurumlarıdır" (Breton, 1984). Eğer kişiler kamu kurumlarında
kendilerini görmezlerse kendilerini yine kendileri olarak
kavramadıkları toplumdan uzaklaşmış hissedeceklerdir. Bu durum
potansiyel çatışma için sosyal olgunluk yaratacaktır.
Eğer
bu durum çok etnikli bir toplumda söz konusu ise, kendini,
kültürel, ekonomik ve teknolojik olarak aşağı sosyal statüde gören
gruplar bövle bir duruma meydan okuyabilir, sonuna kadar bazı
politik güçlen elde geçirmeye çalışabilir ve belki sembolik statü
düzeninin varlığının yeniden yapılanmasını da başarabilir. Bu
yüzden, genel olarak kültür, "kişilerin birbirlerinin davranış ve
eylemlerini anlayan ve fiziksel ve sosyal çevrelerini kavrayan ve
yorumlayan kişilerin kolektiviteleri tarafından paylaşılan bilgi
stoku" (Herman, 1978:5; akt.: Esman, 1990) olarak tanımlanırsa,
etnik hareketlerin (movements) mutlaka göz önünde bulundurulması
gerekecektir. Çünkü, bir etnik grup millet haline dönüşmüş, ulus
olma iddiası taşıyor ve devlet düzeyinde tanımlanmak istiyor ise,
artık geliştirdiği her hareket (movement) milliyetçi bir nitelik
taşımış olacaktır.
1.
7. Etnisite ve Sosyal Hareketler (Movements)
Gerçekte etnik hareketler de dahil tüm sosyal hareketler alanına;
1) Kolektif Davranış Kuramı,
2) Kaynakların Mobilizasyonu
Kuramı,
3) "Yeni Sosyal Hareketler" Anlayışı ve
4) Eylem-Kimlik
Yaklaşımı gibi, oldukça farklı kuramsal yaklaşımlardan söz
edilebilir (Garner, 1996; Mamay, 1991; Çayır, 1999; Mrashall,1999).
Bütün bu yaklaşımlar kendi alanlarında doğru olabilir. Bunlar, ya
dikkatleri sosyal hareketlerin özel tiplerine çekerler ve evrensel
olarak onları göz önünde bulundururlar ya da bütün dikkatleri
sosyal hareket fenomeninin tek cephesine verirler ve diğerlerine
aldırmazlar. Oysa, farklı vurgular farklı çeşitlikte sonuçlar
doğurur.
Kısaca bir sosyal hareket (movement), yerleşik kurumlar alanının
dışındaki toplu eylemler yoluyla, ortak bir çıkarı korumak ya da
ortak bir hedefe erişmeyi sağlayabilmek için girişilen toplu bir
çaba diye tanımlanabildiği gibi, parçası olduğu toplumda ya da
grupta değişme meydana getirmek ya da bir değişmeyi engellemek
üzere süreklilik içinde bulunan bir insan topluluğunu da ifade
eder (Biesanz, 1973: 555; Akt.: Durugönül). Diğer yandan "sosyal
hareket, sosyal düzenin bazı yönlerinin değiştirilmesi talebine
yöneltilmiş olan ve sosyal olarak pavlaşılan evlem
ve inançlardır" (Gusfıeld,
1970: 2; Akt.: Durugönül). Diğer taraftan, "sosyal hareketin
olanla olması muhtemel olan arasındaki gerilimden kaynaklandığı
söylenebilir. Bu olması muhtemel olan (gereken) yapının
değerlerine alternatif bir o değerler sisteminin varlığına ve
harekete katılanların bu değerleri paylaştığına işaret eder" (Durugönül,
1998:7).
Sosyal hareketlerin gelişimi bir skala takip eder. Yani, yığınsal
olandan örgütlü olana kadar uzanabilir. Sosyal hareket olarak bir
etnisitenin eylemliliği de içe kapanma ve sivil itaatsizlik
durumundan şiddete, çatışmaya ve hatta iç savaşa varan bir skala
takip eder. İlk önceleri belli belirsizdir, fakat kültürel yapıdan
aldığı enerji ile daha çok sosyal nitelik kazanır ve
liderliklerini bile kurumlaştırabilir. Burada "bazı örgüdenmeler
toplumsal hareket içerisinde faaliyet gösterebilir, örneğin bir
siyasi parti yasaklandığında veya bastırıldığında yer altı
faaliyetlerine devam eder ve belki de bir gerilla hareketine
dönüşür" (Giddens, 2000: 541). "Bir sosyal hareket başlangıçta
şekilsiz, kötü örgütlenmiş, hiçbir anlamı olmayan bir kimlik
taşırken, gittikçe sosyal bir nitelik kazanır; toplumdaki gelenek
ve töreler yapısına biçim verir ve liderliğin oluşumunu
hızlandırır. Kısaca, sosyal harekederi eyleme dönüştüren kolektif
davranış biçimleridir" (Durugönül, 1998: 2-3).
Etnik hareketleri diğer sosyal hareketlerden ayıran özelliği değer-kimlik
yönelimli koleküviteler içermesidir. Onun için etnik hareketler,
daha çok değer-kimlik yönelimli hareketler olarak görülebilir. Bu
süreç içerisinde 'sosyal hareketler nasıl harekete başlarlar ve
nasıl hareket ederler, hareket ederken neler yaparlar, insanlar
sosyal harekedere ne zaman ve nasıl katılır' sorularının yanıtları
pür bir sosyal hareket çalışması içerisinde değerlendirilebilir.
Mamay'e göre (1991) 'sosyal hareketlerin ortaya çıkmasının ana
sebebi nedir ve esasları nedir?' sorusunun yanıtını ne türden bir
sosyal hareketin ele alındığına göre değişecektir. Şu biliniyor
ki, toplum, sivil toplum içerisinde sosyal bağları oluşturan belli
sosyal yapılar (sosyal düzen) olmadan var olamaz. Sivil toplum ve
sosyal düzen birbirini karşılıklı etkiler, ancak sivil toplumun
oynadığı ana rol bu bağın temelini oluşturur. Eğer sivil toplum ve
sosyal düzen arasında tam bir ilişki varsa o zaman toplum
çıkarlarını geleneksel biçimlerde gerçekleştirir ve sosyal
harekete gereksinim yoktur. Uyumsuzluk geliştiğinde ise, sosyal
düzen tarafından belirlenmemiş sosyal çıkarlar üretilir ve bu
esasa dayanarak sosyal hareketler
ortaya çıkar. O zaman
"sosyal hareketler, toplumun sivil toplum ve sosyal
dii^en arasındaki
uyumsuzluğuna bir reaksiyon olarak ortaya çıkar"
denilebilir. Yani
sosyal hareketler ve onların temel nedeni, sivil toplum ile sosyal
düzen arasındaki uyumsuzluk, doyurulmamış sosyal çıkarlardır. Eğer
sosyal düzen ve sivil toplum arasındaki uyumsuzluk büyükse sosyal
hareketler güçlü ve sayısız olur. Eğer uyumsuzluk küçükse sosyal
harekeder zayıf ve geçici olur. Peki, sivil toplum ile sosyal
düzen arasındaki uyumsuzluk kavramının içeriği nedir?
Burada gerçek bir çıkara sahip ve onlar için savaşan insan
grupları kastedilmektedir. Mamay'e (1991) göre sosyal çıkarlar
sınıf çıkarlarıyla bağlantılı olmayabilir. Örneğin dinsel, ulusal,
ırksal ve etnik de olabilir. Bu yüzden sosyal hareketlerin
anlaşılması için ana kavram, sosyal düzenle yeterince bağdaşmayan
sosyal çıkarlardır. Burada farklı çıkar tipleri, farklı tipte
sosyal hareketler doğurur. Doyurulmamış çıkarlar bir sosval
hareketin nedeni, temeli veya özüdür.
Gerçekte, grup çatışması, otoritenin pozisyonunun yasallaş-masıyla
ilgilidir. Bilindiği üzere, "hükmetme (güç) özel emirlerin (veya
bütün emirlerin) bireylerin verili grupları tarafından yerine
getirilme olasılığı olarak anlaşılmalıdır" (Weber, 1978: 212).
Bunu takiben otorite, baskı ve hükmetme ilişkisinin meşruluğudur.
Gerçekte, baskı ve hükmetmenin pozisyonları, hem yasal hem de
geleneksel otoriteyle ilişki içine sokulabilir. Fakat etnik tip
bir sosyal çatışma bağlamında geleneksel otorite en fazla
yürürlükte olanlardan biridir. Denilebilir ki, geleneksel kültürel
değerler üzerinde kurulu olan geleneksel otoritenin yasallığı
hakkındaki bir çatışma, etnik kümeler arasındaki bir çatışmadır.
Bunu çözümlemek için de gizli ve açık çıkarlar kavramının
gözönünde bulundurulması gerekecektir. "Güçlü akarlar, rol
beklentilerine veya ilgililerin farkında olmadığı sosyal
pozisyonla (istibdat veya hükmetme) ilişkili davranışın
düzenlenmiş yönünü tayin etmeye gönderme yapar. Açık çıkarlar
ise iktidarda olanlara eklemlenmiş sosyal pozisyonla ilgili
davranış yöneliminin düzenlenmesine gönderme yapar" (Polama, 1993:
115-125). Dahrendorf tarafından özetlendiği gibi "çıkar grupları
tanınabilir bir yapıya sahip olmayan topluluğun bütünü veya
kısımlarıdır, fakat bu üyeler belirli çıkarlar veya belirli
gruplarda kendilerini biçimlendirmek için herhangi bir zamanda
onlara yol gösterebilen ortak davranış modellerine sahiptirler" (Dahrendorf,
1975:180). Öyle görünüyor ki, böyle bir tanımlama etnik
heterojenli bir toplumda etnik kümeleri tanımlayacaktır. Genel
olarak, çıkar grupları, açık çıkarları paylaşan kişilerin organize
olmasıdır. Onlar sosyolojik açıdan gerçek anlamda bir grupturlar.
Bir yapıya, bir programa, bir hedefe ve bir organizasyon biçimine
sahip ikinci derecede bir gruptur. Onlar Malmovvski'nin "karakter,
normlar, bireysel, maddi araçlar, etkinlikler ve fonksiyon olan
kurumsal nitelikler dediği şeyi andırır" (Malino\vski, 1992: 30).
İşte etnik birliktelikler bu ilke üzerine organize edilebilir.
Çünkü gizli veya açık, eğer çıkarlar özel değerlerin terimleriyle
tarif edilmişse ve bu değerler de bir özel kümenin tarafını
tutuyorsa, daha sonra bu etnik küme egemen bir pozisyonda çatışan
bir grup olacaktır. Her iki çatışan grubun çıkarları gizli
kalmadıkça, yani, her iki grup, yarı grup olarak kalmadıkça, etnik
kümeler arasında açık bir çatışma olmayacaktır. Gizli çıkarlar
açık çıkara eklemlendiği zaman yarı gruplar, grup çatışmasına yol
gösteren çıkar grupları olurlar. Bilindiği üzere, eğer bu çatışma
hakim değerlerin meşruluğu hakkında ise daha sonra bu etnik grup
çatışması olacaktır. Fakat, etnik grup çatışması daima şiddeti
içermez. Eğer hakim pozisyondaki grup, amaçları için barışçıl
araçları kullanırsa böyle bir çatışma şiddet içermeyebilir.
1. 8. Etnisite ve Kamusal Alanlar
Kamusal alanlara dair bir çok fikir mevcuttur. Örneğin Habermas'a
göre (1997:385) "kamuoyunun birden fazla tanımı vardır.
Birinci tanımıyla kamuoyunu ortaya çıkran kamusallık,
bağımsız, eşit ve kendini iyi bir şekilde ifade edebilen
bireylerce hiç kimseyi veya hiçbir grubu dışlamayan akılcı-eleşürel
bir tartışma sürecinde oluşmaktadır, ikincisinde, kamusallık,
belirli bireylerin, grupların, kurumların görüşlerinin, üzerinde
tartışılmadan kamuoyunu oluşturan diğer oyunculara kabul
ettirilmesiyle oluşur". Arendt'de ise (1994: 74) "kamusallık,
insan eseri bir dünyada bir arada yaşayanlar arasında olup
bitenler ile ilgili olan bir ortak dünyanın varlığını ifade eder.
Kamuda gözüken her şey herkes tarafından görülebilir ve
duyulabilir ve mümkün olan en geniş açıklığa sahiptir". Buradan
Arendt özel alanı da ayırır. Ona göre "özel olan, kamusal
olmayandır. Yani özel alan kamusal alandaki çoğulculuktan, çok
anlamlılıktan, kalıcılıktan, nesnel ve ortak bir dünyadan ve
görünürlükten yoksun olmaktır" (Arendt, 1994: 86).
Aslında "ülkelerin, bölgelerin, sınıfların, toplumsal grupların
yerel nitelikleri incelendiğinde, sermaye birikim süreçlerinin
yanı sıra, ırk, din, dil, mezhepçilik, kavimcilik, etnik grupların
coğrafi farklılıkları ve cinsiyet politikalarının tarihi
içerisinde gösterdiği yöresel farklılıklar gibi çok çeşitli
unsurlar önem kazanmaktadır. Bu unsurlardan hangisinin tarih
içerisinde belirleyici oluşu, somut coğrafi mekanın tarihsel
gelişmesiyle ilgilidir" (Helvacıoğlu, 1994: 81).
Kamusal-özel alan ayrımı, siyasetin kamusal dünyası ile aile ve
ekonomi ilişkilerinin dünyasına dayandırılan ilk kamusal alan
tartışmasının yapıldığı Yunan felsefesinden buyana bu ayrıma,
normalde ev ile işin ayrışmasına, toplumsal cinsiyetlere göre
belirlenmiş bir geleneksel işbölümünün temeli olarak görülen yan
yana bulunma durumuna gönderme yapan modern sosyoloji (Macshall,
1999: 380) bu anlamda artık inceleme nesnesini gözden geçirmek
zorunda kalmıştır. Yalnız Habermas değil daha bir çok kişi (Arendt
1994, Sennett 1996; Bauman 2000) için günümüzde modern ulus-devlet
tanımlamasındaki kamusallık fikri yeniden gözden geçirilmek
zorundadır. Çünkü, toplumun siyasal ve sivil toplum ayrışmasının
tampon bölgesini oluşturan kamusal alanlar, modernleşme eğilimleri
ile bir yapısal dönüşüm geçirmektedir. O halde modernleşme
derinleştikçe kamusal alan fikri de genişleyecektir.
Ulus
söylemi kamusal alanlarda tek kimlik verisi olarak kendini gördüğü
için, 'öteki' etnik gruplar kamusal alanlarda boy göstermeye
başlayınca bu fikir 'çok kültürcülük' fikri etrafında tartışılır
hale gelmektedir. Gerçi etnik gruplar siyasallaşmadan önce
kamusallaşmaktadır. Etnik gruplar, paradoksal bir biçimde modern
yaşama biçimine entegre olduğu sürece de siyasallaşmaktadır.
Çatışmalar da zaten buradan kaynaklanmaktadır. Fakat, diğer yandan
böyle her şeyin siyasallaşması, özel olan ile kamusal olanı
ortadan kaldıracağından her ikisi de yok olur.
Asimilasyona direnmiş ve bu şekilde kamusal alanlara taşınmış
etnik gruplar bir arada yaşama yeteneği gösterdiği sürece
çokkültürcülük fikrini de içeren kültürel temaslar fikrini
düşünmeye yol açmaktadır. |