...................
...................
10 KASIM’LARDA LAİK CUMHURİYET...

Bozkurt Güvenç

                         
...................
 
...................
Son yıllarda, Atatürk’ü “Cumhuriyet” ile birlikte anıyoruz. “Bu konuda söylenmemiş ne kaldı ki” sorusu gündemde olsa da; süregelen sorunlar karşısında yeni bir şeyler söylemek, topluma umut veren yorumları paylaşmak gereksinimini duyuyoruz. İkinci Cumhuriyet söylemi, son yıllarda yerini sanki laiklik ve demokrasi tartışmasına bırakmış görünüyor. Yeni anayasada hangisine öncelik verelim? “Laik Cumhuriyet” mi? “Demokratik laiklik” mi? Bu kavramların izini Fransa’da buluyoruz.

Arap-İslam düşüncesinde “laiklik” kavramının tüzel ya da işlevsel karşılığı tam bulunamadığı için “La dini” (din dışı) dendiğini bilsek bile Cumhuriyetimize pek aktaramadık. Din dışı ne ya da neyin din dışı? Kavram, demokrasi hareketiyle geldi ve gündemde kaldı. Anglo-Saksonların “Secularism” (çağdaşlık) kavramını denedik ya tutmadı. Laklik, din ile devletin tüzel ya da yasal ayrılmasından daha köklü ve kapsamlı bir dünya görüşü, etik ve varlık felsefesidir.

İlk çağların Helen kentlerinde beş sınıf halk varmış: Aristos (soylular), Klerikos (rahipler), Demos (orta sınıf), Yorgos (tarımcı/köylüler) ve Laikos (yurttaş bile sayılmayan kadın, çocuk, yaşlı, köle ve yoksul çoğunluk). Kenti, Aristos ile Demos seçkinleri ile Shakespeare’in Atinalı Timon’ları yönetir, ötekiler seyredermiş. Atinalı Solon yasaları siyasal çatışmaları önlemeyi belki başarmış ama Yorgos’larla Laikos’ları yurttaş yapamamış. Ortaçağlar boyunca Roma ve Bizans imparatorlukları yönetiminde Laikos’lar varlığını sürdürmüş. Helenlerin demokrasi yönetimi yerine Roma’nın önerdiği “Res-publica” (halk egemenliği) ve ortaçağ devletleri -Avrupa tarihçisi Norman Davies’e göre- kadınlara, esir ve kölelere bazı haklar tanımakla birlikte, kültürel ayrımcılığa son verememiş.

Soylu krallarla ve kilisenin kutsal ittifakına karşı büyük bir devrimi başlatan Fransız aydınları (Demos’lar) aradıkları toplumsal desteği hastane ve hapishanelerde yaşayan, sokakta giyotinle kesilen başları seyreden, yersiz-yurtsuz “laïc”lerde bulmuşlar. Devrim başarılı olduğu takdirde Laïc’lere yurttaşlık vaat ettikleri için, kilise tarafından din düşmanı “laikçi” ilan edilmişler. Bir kültür devrimi yapan Türkiye Cumhuriyeti dinsiz ya da din karşıtı değildi. Türk Ceza Kanunu, serbestçe ibadeti sınırlayan, kısıtlayan her türlü girişimi yasaklamıştı. “Laiklik dinsizliktir” söylemi, laiklik ilkesiyle birlikte Batı’dan ithal edilmiştir. 

Laiklik, çağdaşlık ve laikçilik

Fransızca laïc, laïcité (laïklik) ve laïcisme kavramları İngilizce'de lay, laity oldu, rahip olmayan kişilerin “lay yönetimi” olarak anlaşıldı. Niyazi Berkes’in Türkiye’de Secularizm incelemesi dilimize “Türkiye’de çağdaşlık” olarak çevrildi.

CHP’nin altı okundan beşi “-çilik” (izm) ekiyle biterken, Türk Devrimi, “laikçilik” yerine “laikliği” seçti. Bu ilkeyi, din ile devleti ayırmak yerine, laiklerin (kadınların) yurttaşlığını ve erkeklerle eşitliğini sağlamak amacıyla kullandı. İdeolojik güçlük, devrimden değil, İslam tarihinden kaynaklanıyordu. İslamiyet bir din devleti olarak doğmuş ve gelişmişti. İslam dini, hukuken devletten ayrılınca geriye özerk bir kurum kalmıyordu.

Demokrasimiz İslam'da var olmayan güçlü bir ruhban (klerikos) sınıfı yaratmakla kalmadı; bir cemaat hareketi olarak laik devleti içerden denetlemeye yöneldi. Diyanet İşleri Başkanı, yakınlarda kurumuna özerklik verilmesini önerdi.

Aydınlanmacı ve aydınlatıcı laiklik

Diderot ve d’Alembert gibi aydınlatıcı ansiklopedistler, felsefi, siyasi ve hukuki olmak üzere laikliği ve çağdaşlığı üç boyutlu gördüler: Felsefi laiklik, akıl ve akılcılığın inançların yerini almasını önerirken; siyasi laiklik devletin dini kurumlardan üstünlüğünü savundu; hukuki laiklik ise din ile devletin birbirlerinin yetki ve hizmet alanlarına girmemesini öngördü. Sorun, anayasa hukuku ya da yasalarla çözümlenemeyecek düzeyde karmaşıktı. 19. ve 20. yüzyılda bilim ve akılcılık süratle yayılırken, din ve inançların çağdaşlığa direndiği görüldü.

21. yüzyılda işler iyice karıştı. Demokrasi ve çağdaşlığın beşiği İngiltere’de, Richard Dawkins’in Tanrı Yanılgısı uyarısını, “Tanrı belki de yoktur” posterleri izledi. İki İngiliz gazeteci “Tanrının geri döndüğünü” savundu. Dünyadaki küresel gelişmeler ülkemizi de etkiliyor. Fizikçi Hawkins’in “ZamanMekân” (Tanrı) yorumları medyada serbestçe tartışılıyor. Siyasal ve felsefi kutuplaşma bir bölünmeye ya da çatışmaya gider mi? İnsanbilimci Peter Kloos’un şiddet ve çatışma incelemesi iç savaşa kadar uzanan süreci şöyle sıralıyor:

Kültür ve Çıkar kutuplaşmaları > Gerilim > Çatışma > Sıradışı şiddet olayları > İç savaş!

Türkiye nereye?
Bölündü mü, bölünüyor mu? Bölünecek mi? Bir dizi soru, bir sürü yanıt. Söylemler çelişik. Korku, umut ve kaygının biçimlendirdiği bir çevrende geleceği kestirmek zor olsa da, yukardaki yol haritası üzerinde topluca düşünme ve karar verme zamanı gelmiş gibi görünüyor.