Son yıllarda, Atatürk’ü
“Cumhuriyet” ile birlikte anıyoruz. “Bu konuda söylenmemiş
ne kaldı ki” sorusu gündemde olsa da; süregelen sorunlar
karşısında yeni bir şeyler söylemek, topluma umut veren yorumları
paylaşmak gereksinimini duyuyoruz. İkinci Cumhuriyet söylemi, son
yıllarda yerini sanki laiklik ve demokrasi tartışmasına bırakmış
görünüyor. Yeni anayasada hangisine öncelik verelim? “Laik Cumhuriyet” mi?
“Demokratik laiklik” mi? Bu kavramların izini Fransa’da
buluyoruz.
Arap-İslam düşüncesinde
“laiklik” kavramının tüzel ya da işlevsel karşılığı tam
bulunamadığı için “La dini” (din dışı) dendiğini bilsek
bile Cumhuriyetimize pek aktaramadık. Din dışı ne ya da
neyin din dışı? Kavram, demokrasi hareketiyle geldi ve
gündemde kaldı. Anglo-Saksonların “Secularism” (çağdaşlık)
kavramını denedik ya tutmadı. Laklik, din ile devletin
tüzel ya da yasal ayrılmasından daha köklü ve kapsamlı bir dünya
görüşü, etik ve varlık felsefesidir.
İlk çağların Helen kentlerinde beş
sınıf halk varmış: Aristos (soylular), Klerikos
(rahipler), Demos (orta sınıf), Yorgos
(tarımcı/köylüler) ve Laikos (yurttaş bile sayılmayan
kadın, çocuk, yaşlı, köle ve yoksul çoğunluk). Kenti, Aristos
ile Demos seçkinleri ile Shakespeare’in
Atinalı Timon’ları yönetir, ötekiler seyredermiş. Atinalı
Solon yasaları siyasal çatışmaları önlemeyi belki başarmış ama
Yorgos’larla Laikos’ları yurttaş yapamamış.
Ortaçağlar boyunca Roma ve Bizans imparatorlukları yönetiminde
Laikos’lar varlığını sürdürmüş. Helenlerin demokrasi yönetimi
yerine Roma’nın önerdiği “Res-publica” (halk egemenliği) ve
ortaçağ devletleri -Avrupa tarihçisi Norman Davies’e göre-
kadınlara, esir ve kölelere bazı haklar tanımakla birlikte,
kültürel ayrımcılığa son verememiş.
Soylu krallarla ve kilisenin kutsal
ittifakına karşı büyük bir devrimi başlatan Fransız aydınları (Demos’lar)
aradıkları toplumsal desteği hastane ve hapishanelerde yaşayan,
sokakta giyotinle kesilen başları seyreden, yersiz-yurtsuz
“laïc”lerde bulmuşlar. Devrim başarılı olduğu takdirde Laïc’lere
yurttaşlık vaat ettikleri için, kilise tarafından din düşmanı
“laikçi” ilan edilmişler. Bir kültür devrimi yapan Türkiye
Cumhuriyeti dinsiz ya da din karşıtı değildi. Türk Ceza Kanunu,
serbestçe ibadeti sınırlayan, kısıtlayan her türlü girişimi
yasaklamıştı. “Laiklik dinsizliktir” söylemi, laiklik
ilkesiyle birlikte Batı’dan ithal edilmiştir.
Laiklik, çağdaşlık ve laikçilik
Fransızca laïc, laïcité
(laïklik) ve laïcisme kavramları İngilizce'de lay, laity
oldu, rahip olmayan kişilerin “lay yönetimi” olarak
anlaşıldı. Niyazi Berkes’in Türkiye’de Secularizm
incelemesi dilimize “Türkiye’de çağdaşlık” olarak çevrildi.
CHP’nin altı okundan beşi
“-çilik” (izm) ekiyle biterken, Türk Devrimi, “laikçilik”
yerine “laikliği” seçti. Bu ilkeyi, din ile devleti
ayırmak yerine, laiklerin (kadınların) yurttaşlığını ve erkeklerle
eşitliğini sağlamak amacıyla kullandı. İdeolojik güçlük, devrimden
değil, İslam tarihinden kaynaklanıyordu. İslamiyet bir din devleti
olarak doğmuş ve gelişmişti. İslam dini, hukuken devletten
ayrılınca geriye özerk bir kurum kalmıyordu.
Demokrasimiz İslam'da var olmayan
güçlü bir ruhban (klerikos) sınıfı yaratmakla
kalmadı; bir cemaat hareketi olarak laik devleti içerden
denetlemeye yöneldi. Diyanet İşleri Başkanı, yakınlarda kurumuna
özerklik verilmesini önerdi.
Aydınlanmacı ve aydınlatıcı
laiklik
Diderot ve d’Alembert
gibi aydınlatıcı ansiklopedistler, felsefi, siyasi ve hukuki
olmak üzere laikliği ve çağdaşlığı üç boyutlu gördüler:
Felsefi laiklik, akıl ve akılcılığın inançların yerini
almasını önerirken; siyasi laiklik devletin dini
kurumlardan üstünlüğünü savundu; hukuki laiklik ise din ile
devletin birbirlerinin yetki ve hizmet alanlarına girmemesini
öngördü. Sorun, anayasa hukuku ya da yasalarla çözümlenemeyecek
düzeyde karmaşıktı. 19. ve 20. yüzyılda bilim ve akılcılık süratle
yayılırken, din ve inançların çağdaşlığa direndiği görüldü.
21. yüzyılda işler iyice karıştı.
Demokrasi ve çağdaşlığın beşiği İngiltere’de, Richard Dawkins’in
Tanrı Yanılgısı uyarısını, “Tanrı belki de yoktur”
posterleri izledi. İki İngiliz gazeteci “Tanrının geri
döndüğünü” savundu. Dünyadaki küresel gelişmeler ülkemizi de
etkiliyor. Fizikçi Hawkins’in “ZamanMekân” (Tanrı)
yorumları medyada serbestçe tartışılıyor. Siyasal ve felsefi
kutuplaşma bir bölünmeye ya da çatışmaya gider mi? İnsanbilimci
Peter Kloos’un şiddet ve çatışma incelemesi iç savaşa kadar
uzanan süreci şöyle sıralıyor:
Kültür
ve Çıkar kutuplaşmaları > Gerilim > Çatışma > Sıradışı şiddet
olayları > İç savaş!
Türkiye nereye?
Bölündü mü, bölünüyor mu?
Bölünecek mi? Bir dizi soru, bir sürü yanıt. Söylemler çelişik.
Korku, umut ve kaygının biçimlendirdiği bir çevrende geleceği
kestirmek zor olsa da, yukardaki yol haritası üzerinde topluca
düşünme ve karar verme zamanı gelmiş gibi görünüyor. |