|
|
................... |
|
................... |
KUZEY
KAFKASYALILIK KAVRAMI ÜZERİNE
|
YISMEYL Özdemir
|
|
|
|
................... |
|
................... |
XIX. yüzyılın ikinci yarısından XX.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar peyderpey süregelen Kuzey
Kafkasyalıların vatanlarından ayrılışı demografik ve sosyolojik
açıdan dünyada bir başka benzeri olmayan kendine özgü (Sui Generis)
bir olaydır. Çok değişik boyutları olan bu demografik olay bugüne
değgin gereğince incelenmemiştir. Kimi yazarlara göre göç, sürgün,
tehcir, vatandan koparılış veya zorunlu iskan gibi adlarla olmak
üzere Suriye, Ürdün, İsrail, Mısır, Irak, Balkan ülkeleri ve daha
sonraları da Amerika'ya dağılmışlardır. Anayurtta kalanlar ise
Çarlık rejiminin tasfiyesinden sonra özerk cumhuriyetler, özerk
bölgeler ve okrug denen daha küçük yönetim birimleri içerisinde
örgütlenmiş, sosyal ve kültürel kimliklerini pekiştirmişlerdir.
Bugün bu örgütlenme sonucu Dağıstan, Çeçenistan, Kuzey Osetya,
Kabardey-Balkar ve Abhazya Özerk Cumhuriyetleri ile
Karaçay-Çerkes, Adigey ve Güney Osetya özerk bölgeleri Sovyetler
Birliği sınırları içerisinde yerlerini almışlardır. Bu bölgelerin
dışında Pyatigorsk, Armavir gibi kentlerle Karadeniz kıyılarının
biraz içerilerinde, Kıyı Shapsugh bölgesinde azınlık gruplar
halinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Dağıstan, Çeçenistan, Kuzey
Osetya, Kabardey-Balkar ve Abhazya da Kuzey Kafkasyalılar
cumhuriyetlerine ad olan etnik isimlerin şemsiyesi altında
uluslaşma sürecini yaşamaktadırlar.
Kuzey Kafkasya'dan ayrılan gruplar içinde gelişim ve değişim çok
farklı bir biçimde oluşmaktadır. Egemen kültürlerle çevrelenmiş
olan bu topluluklar giderek erimektedirler. Burada amacım bu
sosyolojik ve demografik olmayı incelemek değildir. Amacım gerek
Kuzey Kafkasya'da ve gerekse muhaceret ya da sürgündeki Kuzey
Kafkasyalıların kültürel ve tarihsel yakınlıklarından kaynaklanan
ilişkilerini yaşadığım kimi olaylarla, daha başka bir söyleyişle
anılarımla birleştirerek anlatmaktır.
Bugün Kuzey Kafkasya'da her (grup kendi siyasal sınırları
içerisinde uluslaşırken Kafkasya dışında yaşayanlar "Çerkes" genel
tanımlaması içinde, yaşadıkları ülkelere göre değişen kültürel bir
birlik içinde bulunmaktadırlar.
Hatta kimi yörelerde "Adige" etnik ismi "Çerkes" sözcüğü ile
anonimmişçesine kullanılmaktadır. Örneğin, Suriye, Ürdün ve
Türkiye'nin Uzunyayla kesiminde yaşayanlar Çerkes tanımı
içerisinde kaynaşmışlardır. Bu konuyla ilgili olarak Ürdün ve
Suriye'den ilginç bir anımı aktarmak istiyorum.
1979 yılının Temmuz başlarında, Ürdün'deki Çerkes Kültür ve
Yardımlaşma Dernekleri Birliği’nin çağrılısı olarak Ürdün'e giden
Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği Folklor ve Koro grubundan
oluşan Kırk beş kişilik bir kafile ile -ki, o zaman dernek başkanı
olmam nedeniyle- bu ülkeye gitmiştim. Suriye-Ürdün sınırında
bulunan Ramta kasabasından biraz sonra yolda coşkulu bir biçimde
karşılanıp Amman'a götürüldük. O günün akşamı Wadisir Derneği’nin
duvarlarla çevrili geniş bahçesinde yüzlerce kişiden oluşan büyük
bir kalabalığa dernekçe bir yemek verilmişti. Bu topluluğun içinde
Amman, Wadisir, Ceraş, Suveylah, Zarka, Naur hatta Suriye'nin Şam
ve Humus kentlerinden gelen Kuzey Kafkasyalılarla Kabardey-Balkar
Cumhuriyeti’nden gelen bir grup turist de bulunmakta idi. Herkes
coşku içinde kucaklaşıyor, akrabalar birbirlerini arıyorlardı.
Bir ağacın altında sohbete dalan bir gruptan ayrılan yaşlıca bir
hanımefendi bana yaklaşarak çok seçkin bir Kabardeyce ile:
- Sanırım grubun başında bulunan sensin, Abasa ve Yismeyllerden
olduğunu siz gelmeden önce öğrendim. Ben Liylerdenim, senden başka
Uzunyaylalı veya Liy var mı aranızda?
Sorusunu yanıtlamama fırsat vermeden ekledi:
- Kusura bakma burada, Ürdün'de senin yaşındaki Abazalar artık
Abazaca bilmiyorlar, çoğunlukla Kabardeyce konuşuyorlar. O yüzden
seninle Kabardeyce konuştum. Abazaca konuşabiliyorsan daha da
sevinirim.
- Abazaca’nda Kabardeyce’n kadar güzeldir eminim, ne kadar güzel
ve şiirsel konuşuyorsun.
Bu sözleri Abazaca olarak söylemiştim. Konuşmama hayret eder gibi
bir tavırla sesini yükseltti ve sürdürdü:
- Neden şaştın? Biz Adige değil miyiz? Kabardeyce’yi neden
konuşamayalım?
Grubumuzdan bir genç kızımız Liylerden idi. Hem de bu yaşlı
hanımefendi ile bir hayli yakın akraba oluyorlardı. Ne yazık
ki bu genç kardeşimiz annesi Kabardey olduğu halde ne Kabardey-ce
ne de Abazaca biliyordu. Onları tanıştırdım. Yaşlı hanım genç
yeğenini büyük bir sevgi ve özlemle kucakladı. Ancak her iki
dilden sorduğu sorulara yanıt alamadı. Ben çevirmenlik yapmak
zorunda kaldım. Bu durumdan sıkılan kadıncağız isyan edercesine
bana döndü:
- Bu ne biçim iştir? Ben bu yeğenimi evimde ağırlamak isterdim,
peki şimdi nasıl anlaşacağız? Bir gün Türkiye'ye gelebilirsem
bunun annesinden ve babasından hesap soracağım, yanlış anlama bu
kızımın bir kabahati yok. Kabahatli olan anne ve babasıdır...
Gece ilerlemişti, ayrılırken yine bu genç kızımızın akrabası olan
ve fakat Kabardeyce bilen başka bir kızımızı da alarak evine
götürdü...
Gezi boyunca bu tür görünümlerle sık sık karşılaştım.
Türkiye'ye dönerken, gecenin geç bir saatinde Şam'a ulaştık.
Şam'daki Kafkas Kültür Derneği önünde yüzlerce kişi bizi sevinçle
karşılamıştı. Dernek binasını birlikte dolaştık, bize çalışmaları
ile ilgili bilgiler verdiler. Grubumuzdaki hanımları dinlenmek
üzere evlere ikişer üçer dağıttılar. Erkekler güneşin doğmasına
yakın bir zamana dek sohbet ettiler. Bu doyulmaz güzellikteki
sohbetleri son günlerin moda deyimi ile nostaljik bir biçimde
anımsamaktayım.
Grup grup toplananlar konuşmalarını sürdürürlerken gözleri
sevinçten parlayan orta yaşlı birisi boynuma sarılıverdi. Net bir
Abazaca ile:
- Ben senin anne tarafından akrabanım, adım Vehbi, Kuşplerdenim.
Annem Yağanlardan, o nedenle akrabayız. Yıllar önce annem ve
kızkardeşlerimle birlikte Türkiye'ye gelmiştik. Size de
uğramıştık. O zamanlar sen ve kardeşlerin küçüktünüz. Kazancık'ta
bir hafta kaldık. Oradan Karacaören'e geçtik. YAĞAN Hacı
Abdullah'ın konuğu olduk. Tavladere köyündeki Kuşp'elere de
uğramıştık. Senin bu grupla geldiğini bizim derneğin
yöneticilerinden öğrendim.
Saatlerce karşılıklı anılarımızı yeniledik, müşterek
akrabalarımızdan söz ettik. Vehbi'yi burada herkes tanıyordu, çok
popüler birisi olmalı diye düşündüm. Yöneltilen soruları anında,
açık ve net bir biçimde yanıtlıyor, Abazaca sorulara, Abazaca,
Kabardeyce sorulara Kabardeyce, Bjedughca sorulara Bjedughca ve
hiç beklemeden yanıtlaması çok ilginçti.
- Bütün dilleri biliyorsun, çok güzel bir yetenek" dedim.
- Buna neden şaştın? Abaza-Kabardey-Bjedugh her neyse, hepimiz
Adige’yiz. Onların dili ile konuşabilmem ana dilim olan Abazaca’yı
bilmem kadar doğaldır. Zira biz burada kaynaşıp tek toplum olduk."
Bu örnekler Ürdün ve Suriye' deki Kuzey Kafkasyalıların aynı
kültür, aynı duygu ve düşünce içerisinde nasıl kaynaştıklarını
gösteriyordu.
Başlangıçta da belirttiğim gibi kimi Kuzey Kafkas Boyları
şimdilerde vatanlarında uluslaşma sürecini yaşamaktadır. Ancak bu
sürecin getirdiği koşullar, birbirlerinin kültürüne, sanatına, iyi
ve kötü günlerine ilgi ve yakınlık duymalarına engel değildir. Bu
yakınlık duygusunun dozunu açıklayabilmek için dilerseniz yine
anılarımı sürdüreceğim.
Üç arkadaşımla birlikte 1978 yazında Kuzey Kafkasya'ya bir gezi
yapmıştık. Fahri Huvaj, Dr. Necdet Hatam, şimdilerde Nalçik'te
yaşayan aziz dostum Nihat Bilanokue ve ben. Trenle Kars'tan
ayrılıp Leninakan-Tiflis üzerinden Ermenistan ve Gürcistan’ı
aşarak kuzeye ulaşmıştık. Tiflis'ten kuzeydeki turistik kaplıca
kentleri olan Yessentuki ve Kislovodsk'a giden otobüsle ünlü
tarihi asker yolu Daryal'dan dağları aştık. Üç bin metreden daha
yüksek bir geçitten geçmek heyecan verici bir olay, yol boyu
gördüğüm o yeşil yamaçları, derin vadilerde kaynaşan koyu karanlık
bulutları, yamaçlardan aşağılara süzüldükçe ince gümüş ve sırma
teller gibi parlayan suları, öbek öbek koyun sürülerini,
uzaklardan göklere yükselen gümüşi duman sütunları ile, ünlü Latin
ozanı Virgilius'un pastoral şiirleri içerisinde geçiyormuş hissini
veren bu yolculuğu yaşam boyu unutmayacağım.
Manzaralar kadar otobüsümüzün bir Ermeni diğeri Gürcü asıllı
şoförlerinden gördüğümüz yakınlık da güzeldi. Ermeni şoför Nalçik
kentine ulaşıncaya dek bize çevirmenlik yapmıştı. Gördüğümüz ilk
Kuzey Kafkasya kenti Orjonikidze'den çıkışta otobüsümüz ağaçlar
arasındaki şirin bir yapının önünde durdu. Orjonikidze'den otobüse
binen ve hemen bizlerle ilişki kuran İbrahim Malkarov ve adını
şimdi anımsayamadığım saçları dökülmüş, iri yarı, Yul Bryner
benzeri Oset asıllı bir tarih profesörü ayağa kalkarak otobüsteki
yolculara Rusça bir şeyler söylediler. Profesör bizleri göstererek
konuşmasını tamamladı. Şoförün açıklamasına göre ta Türkiye'den
kalkıp gelen genç konuklara Osetya konukseverliğinin gereği olarak
bir yemek vermek istediklerini, bunun için de otobüsün biraz
bekleyeceğini belirterek yolculardan özür dilediler. Yolcular ise
başlarını sallayarak ve bize gülümseyerek bu öneriyi uygun
bulduklarını açıkladılar. Ne hoşgörü ne konukseverlik diye
düşündüm.
Oset Profesör, İbrahim Malkarov, otobüs şoförleri ve biz dört
arkadaş kapısında "Kavkaz Restaurant" yazısı bulunan ve duvarları
Nart mitolojisinden sahnelerle süslenmiş bu şirin yapıda bize
ayrılan köşede uzun bir süre sohbet ettik. Bizler Kuzey Batı
Kafkasya kökenli ailelerden geliyorduk. Osetya ile hiçbir
ilişkimiz olmadığı gibi aramızda bir Oset de yoktu. Buna karşın
yolculukta karşılaştığımız Osetlerin bize gösterdikleri bu candan
ve duygusal yakınlık salt onların da bizim de Kuzey Kafkasya
kökenli olmamızdan kaynaklanıyordu.
Tarih Profesörü yaptığı konuşmada ‘’Atalarının ayrılışından bu
yana yüzyıldan fazla bir zaman geçmişken dört genç insanın ata
yurdunu görmek amacıyla buralara ayak basmasının saygı duyulacak
bir olay olduğunu, bu denli değerli konuklara Kafkas geleneklerine
uyacak biçimde Osetya'nın nimetlerini sunmadan, bir lokma Oset
yemeği yedirmeden, bir yudum Oset içkisi için kadeh kaldırmadan
Osetya'dan uğurlanmalarının kendilerine üzüntü vereceğini"
belirterek bizlerin mutluluğuna, tüm Kuzey Kafkasyalıların güzel
ve mutlu geleceklerine ve giderek evrensel barışa ve insanlığın
mutluluğuna kadeh kaldırmıştı. Arkadaşımız Necdet Hatam Türkiye'de
bu güne dek içki içmemişti. İlk içkisini Kuzey Kafkasya
topraklarına bastığı an içeceğine kendi kendisine söz vermişti.
Yemekte bu duygu ve düşüncesini açıklayarak içkisini yudumlaması
ev sahibi Osetleri çok duygulandırmıştı. Nalçik'e kadar birlikte
sürdürdüğümüz bu yolculukta Oset hemşehrilerimizin göstermiş
oldukları bu candan ilgi salt Kuzey Kafkasyalılıktan ve de ortak
tarihsel ve kültürel geçmişten kaynaklanmakta idi.
Karaçay Çerkes Özerk Bölgesi’nin başkenti Çerkessk’te
bulunuyorduk. Ev sahibimiz Kabardey kökenli ozan BRAT Habas ve
saygıdeğer eşi Vale konukseverliğin en güzel örneklerini
gösteriyorlardı. Evleri Türkiye'den gelen kardeş donukları görmeye
gelenlerle dolup taşıyordu. Sabah kurulan kahvaltı sofrası
karşılıklı konuşmalara uzayıp öğle yemeği ile birleşiyor, her
gelen hangi saatte gelire gelsin, bu sofrada ağırlanıyordu.
Abaza yazarlarından LAĞUIÇ Cemalettin ve eşi, ünlü romancı ve
azanlardan THAYTSIUKH Bemırza, CIGUATAN Kali, şimdi rahmetle
andığımız Kabardey asıllı ozan DIĞUIJ Kurmen, dilbilimci TIĞU
Vladimir, her an yanımızda idiler. Bu özerk bölgedeki etnik
grupların ilişkilerini en güzel bir biçimde sergileyen bu
birliktelik anlatılması çok güç duygular ve sevinçler
tattırıyordu... BRAT Habas Özerk Bölgedeki Adige edebiyatının
seçkin isimlerinden... Abaza şiirinin önde gelenlerinden BRAT
Kuşuk ile yakınlığını sorduğumda, aynı aileden geldiklerini kardeş
çocuğu olduklarını, BRAT Kuşuk'un babası ölüp öksüz kalınca
Alburgan'da annesinin köyünde büyüdüğünü, Kuşuk'un Abazin dili ve
edebiyatına, kendisinin de Kabardey dilinde Adige edebiyatına
karınca kararınca hizmet ettiklerini söylemişti. Şu sözleri hala
kulağımdadır:
- Adige veya Abazin, burada hiç farketmiyor, bir gövdenin, bir
bütünün tamamlayıcı unsurlarıyız...
Sofra başı sohbetlerinde neler konuşulmuyordu ki... Konuşmalar
genellikle Abazaca sürdürüldüğü için Fahri ve Necdet'e çevirmenlik
yapmak durumunda idim. Arkadaşlarımın Kabardeyce olarak
söylediklerini Abazince’ye çevirirken THAYTSIKHIN Bemirza
"Kabardeyce’yi iyi anladıklarını, benim çeviri yapmama gerek
olmadığını" söylemiş ve şöyle sürdürmüştü:
- Karaçay Çerkes edebiyatına ve sanatına damgasını vurmuş olan
öğretmenimiz, büyüğümüz JİR Hamid makalelerini her iki dilde
de yazardı. O, Abaza halkına seslendiği gibi Adigelere seslenmeyi
de kendine görev sayardı. Doğru olanı da budur. Kafkasya veya
Kafkasya dışında nerede olursak olalım, bu bütünlükten ayrılmamak
gerek..."
Bu minval üzere yapılan konuşmalara LAĞUIÇ Cemalettin de
katılmıştı:
- Geçtiğimiz yıllarda Abhazya'ya birkaç gezim olmuştur. Bu
gezilerden biri bende çok etki bırakmıştır. Abhazya Kahramanı,
Abhaz halkının babası, onlara kalemi ile yeni ufuklar açan, yeni
ve modern yaşamı öğreten, tüm Kafkaslıların saygıdeğer büyüğü
Dırmit Gulya'nın yüzüncü doğum yılı Abhazya'da ulusal bir bayram
gibi kutlanmıştı. Ben de Karaçay-Çerkes bölgesinin
temsilcilerinden biri olarak bu şenliğe katılmıştım Tüm Sovyetler
Birliği Abhaz halkının bu mutlu gününe benim gibi delegeler
göndermişti. Dağıstan'dan Moldavya'ya, Özbekistan' dan Ukrayna'ya
dek...
Sohum ve Karadeniz kıyısında bir gazinoda bir araya geldik.
Abhazya lideri ve ünlü yazar Bagrat Şınkuba konukları ile tek tek
ilgileniyor, Gulya'nın büyük adına yakışan bu görkemli şölenin en
güzel bir biçimde geçmesi için çırpınıyordu. Şınkuba yaptığı güzel
konuşmayı bir şiirle bitirmişti. Şiirde Kafkasya'yı bir insana,
insan vücudunun her organının ise Kafkasya bölgelerinden birine
benzediğini belirtiyor. Bir göz Abhazya ise öbürü Çerkesk'tir.
Burun Adigey ise ağız Kabardey, bir kol Dağıstan ise öbürü
Çeçenistan, bir bacak Osetya ise öbürü Gürcistan ve bu benzetiş
sürüp gidiyor. Gazino alkışlarla yıkılıyordu. Şimdi, burada, bu
sofra başında yapılan konuşmalardan sonra Şınkuba'nın sözlerini
daha geniş bir adaptasyon ile sizleri de kapsar şekilde yinelemek
istiyorum. Bir gözüm burası ise öbür gözüm anayurt dışında,
yabancı ülkelerde yaşayanlardır. Biz burada dilimizi, sanatımızı,
kültürümüzü geliştiriyoruz, yapıtlar veriyoruz, diye sevinirken
bile gözümüz sevinemiyor. Zira diğer gözüm olan sizler ayrı
kalmaktan, yurt özleminden, yok olmaktan ağlıyorsunuz. Bir yüzdeki
bir göz ağlarken öbürünün gülmesi olası değil... Buradaki gözümüz
de aslında ağlıyor. Ayrılıktan, bölünmüşlükten, özlemden doğan
acılarla ağlıyor, anayurt çocuklarını yitirdiği için ağlıyor. Ne
zaman bu bölünmüşlük bitecek, o zaman iki gözümüz de gülecek..."
Bu güzel konuşmaları bir yerde bağlamak gerekiyordu. Son olarak
yeniden thamade söz aldı THAYTSIUKH Bemirza'nın sözleri aynen
şöyle idi:
- Bugün burada, bu kutsal aile ocağında o denli güzel konuşmalar
yapıldı, o denli kutsal dilekler ve duygular sergilendi ki,
bunların üzerine çıkarak söyleyecek söz bulamıyorum. Bağışlayınız,
bütün bu dileklerin özeti olarak şöyle diyorum: Bu soframız o
kadar uzasın ki, bir ayağı Nalçik'te diğeri Karadeniz kıyısında
Sohum'da olsun. Yeryüzü yuvarlağının neresine dağıtırsa dağılsın,
bütün Kuzey Kafkasyalılar bu sofra çerçevesinde vatana dönüşünü
kutlasın birlik beraberlik için kadeh kaldırsın...
Sevgili Okur,
Abaza’sı ile, Besleney'i, Kabardey'i ile Karaçay- Çerkes insanının
Kuzey Kafkasyalılık kavramına yaklaşımı budur. Bu duygu ve
düşüncenin yanlışlığı veya doğruluğunu senin hakemliğine
bırakıyorum.
Çerkessk kentinden yağmurlu bir pazar günü ayrıldık. Batıya,
Maykop'a, Adigey Özerk Bölgesi’nin başkentine gidiyoruz.
Karaçay-Çerkes Yazarlar Birliği'nin Abazin Bölümü Başkanı olan
ünlü Romancı CIGUATAN Kali direksiyon başında... Bizi Adigey'e
bizzat götürebilmek için tatil gününde bir tamirhaneyi açtırıp
çalışmayan otomobilini onartıyor ve böylece yola çıkıyoruz.
Stavropol radyosunda Abazin-Adige programlarında çalışan
Hartokualardan bir yakınını da yardımcı olarak alıyor. Arabanın
silecekleri yağan yağmuru akıtmaya yetişemiyor. Önde CIGUATAN
Kali'nin yanında oturuyorum. Necdet ile Fahri arka koltuklarda...
Nihat'ı Leninakan'da buluşmak üzere Nalçik'te bırakmıştık. Herkes
suskun, Fahri ve Necdet'i dikiz aynasından izliyorum, yüzleri
safran sarısı, sağlıksız bir görünüm... Çerkessk'ten ayrılırken
duyduğumuz üzüntü yüzünden yüreğimiz buruk... Çerkessk'te geçen
veda seremonisinin etkisinden anlaşılan kimse kurtulamamış.
Nalçik'te başlayan giderek artan hastalığım da cabası... Oturduğum
yerde kıvranarak yolculuğu sürdürüyorum.
Çerkessk'te yola çıkarken BRAT Habas, Vale, DIĞUIJ Kurmen,
THAYTSUKH Bemırza, TIGU Vladimir, LAĞUIÇ Cemalettin, annemin
soyundan, Mıdlardan karı-koca bir çift ile sarmaş dolaş
vedalaşmıştık. Bemırza gözleri dolu dolu boynuma sarılıp:
- Üç gündür erkeklik dedim, ayıp olur, geleneklere aykırıdır
dedim, yutkunup durdum. Bak gökyüzü ağlıyor... Ayrılışınıza o bile
dayanamadı. Ben doğadan daha güçlü değilim. Bağışlayın, ben de
ağlayacağım..." demiş ve sürdürmüştü. En kısa zamanda bize
dönmenizi, atalar yurdu ile bütünleşmenizi istiyorum, diliyorum...
Bu acılı gözyaşlarımız o zaman sevinç göz yaşı olacaktır...
Bu ağır havayı dağıtmak isteyen CIGUATAN Kali, edebiyattan,
sanattan, Abazin ve Kabardey romanı üzerine konuşuyor,
kıyaslamalar yapıyordu. Çerkessk'in demiryolu istasyonu sayılan
Novineminskaya üzerinden kuzeybatıya Adigey’e yöneliyoruz. Gecenin
geç saatlerinde, bir tepenin üzerine geldiğimizde Maykop'un
ışıkları görünüyor.
Ürdün'de gençliğini geçirmiş, hukuk eğitimi görmüş, uzun yıllar
avukatlık yapmış, daha sonra yıllarca süren uzun bir uğraşı ile
anayurda dönmüş, annesi, eşi ve dört çocuğu ile Maykop'a yerleşmiş
olan HUAJ Muhammed'in konuğu olacağız. Yine Muhammed gibi
Ürdün'den gelen ve Maykop Pedagoji Enstitüsünde İngiliz Dili ve
Edebiyatı doçenti olan TLIBZU Davut, Sosyalistiçeskiy Adigey
gazetesi redaktörlerinden ŞIMĞAKHU Murat ile birlikte ta
Kabardey'e gelip bizi Maykop'a çağırmışlardı. Bu güzel kenti
ortadan ikiye bölen ana bulvara dik bir biçimde bağlanan cadde ve
sokakların isimlerini okuyarak ilerliyoruz. Gece saat 10 gibi... "Yeşane
Internationalne Wuaram-Ücüncü İnternasyonel Caddesi'ni ve HUVAJ
Muhammed'in 99 kapı numaralı evini rahatça buluyoruz. Maykop'a
gelişimizden umudunu kesen Muhammed ve eşi Sabiha Hanım bizi
sevinçle karşılıyorlar.
Daha önce de belirttiğim gibi, yola çıktıktan sonra
hastalanmıştım. Rahatsızlığım artınca Maykop'ta şehir hastanesine
yatmak zorunda kaldım. Tedavim süresince beni yalnız bırakmayan
doktor LOO Tamara, Kabardey asıllı hemşire DIŞEK Maya, doçent ŞIK
Kuşmezok, HUAJ Muhammed, hastanede tanıştığım PENEŞU Kaplan ve
hastanenin adlarını bilemediğim Rus personelinin yakın ilgilerini
burada anmak benim için bir şükran borcudur. Derlitoplu ve şık
giyimi ile sevimli Tamara her an yanıbaşımdaydı. Loolarla
Türkiye'deki ilişkilerimizi anlattım ve Adigey'de kendinden başka
Loo bulunup bulunmadığını sordum. Babası LOO Musa'nın Çerkessk'ten
gelip Adigey’e yerleştiğini, annesinin Maykoplu ve Bjedugh
olduğunu söyledi. Abazince bilip bilmediğini sorduğumda, zarif bir
hareketle saçlarını arkaya atarak;
- Babamın dilini bilmeyi çok isterdim. Adigey’de büyüyüp eğitim
görünce ister istemez annemin dilini öğrendim. Adigey’de yaşayan
Abazinlerin çoğu Adigey şivesini çok iyi konuşurlar. Burada,
Adigey’de her Çerkes boyundan insanlar yaşar. Hepsi de Kuzey-Batı
Kafkasya'da konuşulan dilleri anlarlar. Zaten bu diller o kadar iç
içeki herkes başka bir boyun dilini kendi ana dili gibi severek
benimser. Kafkaslı olmanın gereği de budur sanırım..." demişti.
Hastaneden çıktığım günün akşamı Eğitim Enstitüsü’nün kız yurdunda
bir akşam yemeğine çağrılı idik. Enstitüde okuyan Adigeyli genç
kızlar kendi elleri ile Çerkes mutfağının en güzel yemeklerini
hazırlamışlardı. Yemek süresince çok anlamlı, nükte dolu zarif
şakalaşmalar oldu. Yanımda oturan genç kızla yakından tanışmak
istedim. Nereli olduğunu sorduğumda, ailesinin Adigey’de bulunan
Abazin kolonisinden, aile isminin de Kumpıl olduğunu söyleyiverdi.
Kumpıl soyunu Uzunyayla'da Tavladere köyünden tanıyorum. Ben
Türkiye'den söz açın ca heyecanla Kumpılların Türkiye'nin hangi
yörelerinde yaşadığını sordu. Abazince bilmemekten üzüntü
duyduğunu, ancak başka bir Kuzey Kafkas dili ile eğitim görme
olanağı bulduğu için mutlu olduğunu belirterek, "Konuştuğum dili
Adigece olmayabilirdi. Kabardeyce, Abhazca veya başka bir Kafkas
dili de olabilirdi. Bütün bu diller Adigece kadar bizimdir.
Hepsini Adigece kadar benimsemek zorundayız, çünkü bu diller bizim
ortak kültürümüzün aracıdır". Bu gencecik kızın Kuzey
Kafkasyalılık kavramına yaklaşımı gerçekten düşündürücü idi.
Bu yazı nedeniyle kimi okurların beni duygusallık ve şovenlikle
suçlayabileceklerini biliyorum. Anlattığım olayların geçtiği
çevrelerde beni saran dostça, kardeşçe sıcak ilgiyi yaşayıp bu
havayı teneffüs edince duygusal olmamak öyle her babayiğidin karı
değildir. Bir Oset halk şarkısında söylendiği gibi: "Benim yüreğim
çelik değil ki dayansın". Hele sinirlerim hiç de çelik değil...
Etten ve kemikten oluşmuşum ve de insanım. Duygusallığımı bu
ortamda hoş karşılayacağınızı umarım.
Anlattıklarıma şovence yaklaştığımı da kabul, etmiyorum. Dünyanın
neresinde yaşarsanız yaşayınız. Azınlıkta iseniz, varlığınızı
korumak için gösterdiğiniz çabalar ve küçük tepkiler kesinlikle
şovenlikle suçlanmamalıdır.
Sayın Okur,
Bu yazıda değişik coğrafyalarda, değişik iklimlerde seni
dolaştırmak, binlerce kilometre birbirinden uzak ve birbirinden
habersiz bir biçimde değişik ülke ve kültürlerde yaşayan Kuzey
Kafkasyalıların "Kuzey Kafkasyalılık Kavramına" yaklaşımlarını
senin gözlerinin önüne sermek istedim, Arabistan çöllerinden
Kafkasya'nın o doyulmaz güzellikteki yeşiline kadar...
Hoşçalalınız. |
|
|
|
|
|
|
|