|
|
................... |
|
................... |
VORŞER
|
Nart Tatiş
Kafdağı
|
|
|
|
................... |
|
................... |
Benim yazdığım yazıyı, ben ne deneme,
ne sohbet, ne makale kategorisine dahil edebili Yazıma Vorşer adı
veriyorum. Nedeni;
1) Yapısal özellikleri bir vorşere benziyor herhangi bir
konuya-konuşma diline yakın bir başlangıç yapılıyor, konu
açımlanıyor, yazan bazen bağırıyor, kızıyor, bazen sözü şiire,
öğüt veriyor, yeriyor, yalvarıyor. Kısaca bir insana ait kombine davranış
gösterileriyle diğer insanlara ulaştırılıyor.
2) Geleneksel ilkelerden, evrensel ilkelere uzanmam, benim ve
halkımın acilen gereksinme duyduğu öz güveni kazanmam lazım. Ben
kendi kültürümün bir kavramının bir yazım biçimi olacağım. Bu ilk
denememdir. Başarılı olmayabilir. Ancak bu şekilde devam
edebilirsem;
a) Vorşer biçimlemesinin sınırının daha da
netleştirilmesi,
b) Buradan hareketle diğer arkadaşların bu yönde
düşünme ve üretme arzularının kamçılanması şeklinde olumlu
düşünüyorum, Türkiye'de sanıyorum bir milyona yakın Çerkes'in
varlığından çoğumuz haberdarızdır.
Peki Ankara çıkışlı Kafdağı ile İstanbul çıkışlı Kuzey Kafkasya
dergilerinin sahip okuyucu sayısından haberdar mıyız? Ben bu
konuyu biraz irdelemek istiyorum:
Şimdi bir milyon insanın yarısını okur-yazar kabul edelim. Bu
sayının yarısının, ülkedeki programın yetersiz olması nedeni ile
okuyamadıklarını var sayalım.
Eder mi 250 bin insan? Eder.
Gelin bunun yarısını da estetik kaygılar taşıyan, güzele meyleden
özgürlük-demokrasi-suçu işkence-zor yaşam koşullarının nedeni vb.
gibi kavram ve konular üzerine duran, dünyanın insanlarca
ortaklaşa nasıl insanca paylaşılabileceğine ilişkin soruları
gün-tutan insanlar olarak kabul edelim. Kalan 125 bin insanın
yarısını da değişik düşüncesi ve gelecek dünyanın
biçimlendirilmesi üzerine gözlenen ayrımlar nedeni ile dara
düşelim. Eder 60 bin insan. Gelin bunun yarısını da geleneksel
kültürden hareketle evrensel kültürün gerçekleşeceğini savunan
bireyler olarak kabul edelim.
Bu garip hesaplaşmaya devam edersek her iki dergiyi çıkaran bir
avuç insana ulaşacağız (aslında çizilen bu garip grafik tüm ülke
geneline de uygulanabilir).
Tamam, çok yoğun ideolojik bir atmosferden çıktık ve ülke
genelinde yaşamsal konularda üretim azalmıştır. Çünkü toplumun
nabzı atmıyor ki!
Peki bu durumu kabul edecek miyiz?
Yani kendi toplumumun içinde bulunduğu durumu bir insanlık sorunu
kabul edip bunu öyküsü ile dile getiren insan sayısı bu kadar az
mı olmalı?
Toplumumun bırakın diğerlerini yüksek öğrenim gören bireyleri ile
düzenli yayınları izleyenlerin sayısı arasındaki oran korkunç!
Yoksa kof kafalı üniversitelilerimizle mi öğünüyoruz? Toplumumuzun
içinde bulunduğu bu konumdan yırtılırcasına memnunluk duyan,
aşağılık yaratıkların varlıklarından habersiz misiniz? Yani
insanları okumaktan alıkoyan; güzelden, yaşamın ayrıntılarından-
geçmişin yalanlarını yakalamaktan alıkoyan kişiliklere bu pasif
yaşamınızla nasıl izin verirsiniz? Nasıl yaşama biçimini
başkalarından kopya alarak tasarlarsınız? Nerde onur nerde onurlu
yaşama isteği?
Yoksa şapşal saksağanım
Benim insanlarım
Aşık mı olamıyor ki
Şiir yazmıyorlar pembe bulutlar üstüne?
Yoksa kemer burunlum Duyguları çok mu basit ki Ortaya
koyamıyorlar?
Benim insanlarım
Karlı doruklardan
Uçsuz ve bucaksız düşünce denizinden
Etkilenmiyorlar mı?
Benim insanlarım
Yaşamayı sevmiyorlar mı ki gül tohumu Düşüncelerini, kaygılarını,
düşlerini, sevinçlerini neden dile getirmezler?
Hey tanrılar, kullarınıza acır olduk biz şairler!
Ve gümüş yürekli bu toplumun artık acze tahammülü yoktur...
Bir toplumda bireyler, estetik yaşamdan uzak yaşamaya çabalıyor ve
güncel yaşamdan rahatsız olmuyorsa, güzeli aramıyor, edindiği
bilgilerin doğruluğundan şüphe etmiyorsa, insanlık kavramını
çağdaş normlarla yeniden gözden geçirmiyorsa, erdemlerini şöyle
ara sıra bir bakıma almıyorsa, yaşamı (istediği halde)
yaşayamadığını haykırmıyorsa elbet o toplum kısırdır. O toplumun,
kutsal tapınaklarda, hiç de haketmediği yok oluş helvası
dağıtılıyor demektir ve tek suçlu (diğer bilinen nedenler bir
yana) aciz bireylerdir.
Elinde olmadan geldiği dünyada, nasıl zaman geçireceğini bilmeden
gezinen bir sürü alıkla aynı kültürü paylaşmaktan utanç duyuyorum.
Bu kadar saldırganlık yeter. (Saldırım; bir çok şeyin farkında
olup barındırdığı bilgileri aktarmak için elini oynatma
çalışkanlığı göstermeyen, tam bir uyuşukluk içinde gezinen
kişileredir.)
Şimdi, güncel olarak, bir yığın çapraşık -somut olarak ortaya
konulamayan- girift sorunlarla iç içeyiz. Çoğumuz şunu biliyor ki,
sorunlar aşıldığı anda ve aşma süreci içinde var olmanın kıvancını
duyabileceğiz.
Sahip olduğumuz kültürümüz bize; içinde barındırdığı farklı
yapılardan dolayı, aynı mekanı paylaştığımız toplumlardan çoğu
yerde ayrılan bir yaşama biçimi, yaşamı biçimlendirme yeteneği,
düşleme gücü kazandırmıştır. Bu durum ne bir övgü, ne bir yergi ne
de yerinme gerektirir. Bu bir saptamadır.
Biz yaşamın şarkısını her toplum gibi kendimize özgü bir ritimde,
ayrı bir makamda, bize tat ve lezzet veren bir biçimde söylüyoruz
ve de bundan sonra çağdaş ilkelere ters düşmeden söylemek
istiyoruz. Asıl konu da bu. Sunulan istek evrenseldir ve tüm dünya
toplumlarının vazgeçilmez hakkıdır.
Eh... Epey yol aldık. (Şimdi çoğu okurla özdeşleşmiş durumdayım.)
Esas sorun evrensel istemin somutlaştırılmasıdır. Bu da sorunla
karşı karşıya bulunan halkın bireylerinin emek vermesiyle,
özveride bulunmasıyla, yürekli olmasıyla, yaşam bilinciyle, bilgi
ve inatla olur.
Efendim biz bu evrensel ilkeye yürekten inanıyor ve kabul
ediyoruz. Ne yapabiliriz?
Yani, Kafdağı çıktığından beri bangır bangır bağırıyor; geleneksel
kültür çağdaş insanı doyuracak, tatmin edecek boyut zenginliğinde
değildir. Yaşadığımız ve bir insanlık sorunu olarak saydığımız bu
durumu dünya kamu oyuna taşımalıyız. Bunun da seçeneklerinden biri
-ve geri dönüm payı çok az olanı- süreklilik sağlayacak, yarınlara
kaynak olacak, birikim oluşturacak olan yazındır. Dahası sanatsal
eylemlerdir, şiirdir, resimdir, tiyatrodur, danstır, müziktir,
romandır vb.
Günümüzde acı çeken toplumlar, sanatsal eylemleri ile
savaşımlarını verirken dünya kamu oyuna sorunlarını anlatıp
taraftar kazanıyorlar. Güney Amerikalı sanatçılar uygun
örneklerdi!
Artık, kitle iletişim araçları tüm toplumları yakınlaştırmıştır.
Bunun yanında, değişik ülkelerden -bir araya gelen- insanlar
guruplar oluşturarak, dünyanın nasıl insanca paylaşılacağına
ilişkin düşünceleri değişik tavırlarla savunmaktadırlar. Bu uğurda
acı çekenlere, çektirenlere kamusal baskı oluşturarak yardım
ediyorlar.
Özetlersek; temel isteğimiz, en uygun mekânda, farklı olan yaşama
biçimimize engel olunmamasıdır. Bunu topluma anlatmak için her
şeyden önce bilgi gereklidir. Bilgi ayrıntıyı getirir. Ayrıntı,
esasını bütün boyutlarıyla kucaklar. Bilgi, bilinmezliğin
doğurduğu tutsaklığın sonunu getirir. Bilmek sevgiyi, bilmek
anlayışı doğurur. Bilgisiyle kazandığı tüm bu olumlu özellikleri
de belirli estetik formlarla çevresindeki insanlara ulaştırma
isteği, çağdaş insan ahlâkının zorunluluğudur.
Yüreğimizde utanacağımız hiçbir duyguya ve sevgiye yer
bırakmayalım. Utanç duymadığımız duygularımızı da insanlara iletme
cesaretini -lütfen- gösterelim ve sözü Bızenıkh'oa'nın bir
şiiriyle bağlayalım.
İnsan
Birini
Bir şeyleri seviyorsa
Tutkundur artık
Doğaya
Ve yaşamaya
O zaman
Bu kavga
Kavgandır
Kavgamdı
Kavgamızdı
Sözü uzattık affola. |
|
|
|
|
|
|
|