|
|
................... |
|
................... |
GAYRİMÜSLİM
AZINLIKLAR SORUNU VE TÜRKİYE |
Tülin Yanıkdağ
|
|
|
|
................... |
|
................... |
1) Osmanlı’dan Lozan’a
Azınlıklar: İzlediği fetih politikası sonucu çok etnikli bir
yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, azınlıklara karşı “millet
sistemi” diye adlandırılan bir yaklaşımı benimsemiştir. Millet
sistemi; Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan toplulukların
din veya mezheplerine göre sınıflandırılıp yönetilmesi anlamına
gelir. II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet)
zamanından itibaren uygulanmaya başlanmıştır. (1)
Millet Sistemi bir kompartıman sistemi olup bu sistem içerisindeki
insanlar kendi dini kompartımanının bir üyesi olarak en alttan en
üst çizgiye kadar yükselme imkânına sahiptir ve bunun için de
mücadele ederler. Yine her kompartımanın seçkinlerinin toptan
askeri sınıfa mensup oldukları ve kompartımanlar arası geçişlerin
de istenmediği bu sistemde, Devlet-i Ali de kompartımanlar arası
çıkabilecek olası çatışmaları önlemekle görevlidir (2).
Devleti oluşturan asli unsurlar, Müslüman tebaa olurken;
azınlıkları oluşturan gruplar ise “gayrimüslim”lerdir. Statü
olarak gayrimüslimlere belirlenen statü ise; zımmiliktir. Zımmi
anlam olarak zimmet altında olan demektir. Osmanlı’dan günümüze
kadar uzanan tarihsel seyir içerisinde bu topraklar üzerinde
yaşayan geleneksel azınlık grupları; Ermeniler, Rum-Ortodokslar ve
Yahudilerdir.
Tanınan haklar bağlamında Osmanlı’nın azınlık yaklaşımını
irdelediğimizde ibadet yerlerinin dokunulmazlığından cemaat
arasındaki nikâh, miras vs. meselelere cemaat mahkemelerinin
yetkili kılınmasına kadar pek çok hakkın gayrimüslimlere tanınmış
olduğunu görmekteyiz. Ayrıca belirtilmesi gereken bir husus,
Osmanlı’da askere gayrimüslimlerin alınmamasıdır. Bunun yerine
gayrimüslimlerin askerlik çağındaki bireylerinden “cizye” adı
verilen bir vergi alınmaktaydı.
Gayrimüslim tebaayı doğrudan ilgilendiren gelişmelere
baktığımızda, ilk olarak karşımıza Gülhane-i Hattı Hümayun,
bilinen adıyla Tanzimat Fermanı(1939) çıkmaktadır. Padişahın kendi
isteğiyle(!) ilk kez çeşitli haklar tanıma yoluna gittiği Tanzimat
Fermanı ile her dinden tebaanın eşit olduğu ilkesi benimsenmiştir.
Ayrıca gayrimüslimlerin can, mal ve ırz güvenliğinin sağlanması
açısından önemli bir gelişmedir.
1856 tarihli Islahat Fermanı ise Tanzimat Fermanı’nda tanınan
haklardan çok daha geniş bir haklar yelpazesini içermektedir. İki
ferman arasındaki fark, hakların nüfusun tamamına ya da belli bir
grubuna tanınması yönündeki ayrımdan kaynaklanmaktadır. Tanzimat
Fermanı’nda yer alan haklar tüm tebaayı ilgilendirirken; Islahat
Fermanı yalnızca gayrimüslim azınlıklara yönelik düzenlemeler
içermiştir. Ayrıca gayrimüslimlere tanınan statünün değişmesi ve
artık vatandaş olarak değerlendirilecek olmaları önemli bir
noktadır.
Osmanlı Dönemi’nde yaşanan bir diğer önemli gelişme ise; 1876
tarihli Kanun-i Esasi’ dir. Kanunu-i Esasi Islahat fermanı’nın bir
adım ötesine geçerek dini farklılıkların gayrimüslim tebaa için
sorun olmasının önüne geçmiştir. Verginin din farkı
gözetilmeksizin alınacak olması bunun bir tezahürüdür.
2) Lozan’dan Günümüze Azınlıklar
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye
Cumhuriyeti’nin temelleri atılırken, küllenen Osmanlı mirasından
arda kalan sorunlar da ele alınmıştır.
Antlaşmanın I. Bölüm’ ünün III. Kesim’inde yer alan maddeler (md.
37- 45) azınlıklara ilişkin düzenlemeleri içermektedir.
Antlaşmanın ilgili bölümündeki hükümlere kısaca değinecek olursak;
Hükümetin din, dil ve soy ayrımı yapmaksızın herkesin hayatını ve
özgürlüğünü tam ve eksiksiz olarak korumakla yükümlü olduğu,
ayrıca herkesin dininin gereklerini serbestçe yerine getirme
hakkına sahip olduğu (Madde 38) belirtilerek ibadet özgürlüğüne
yer verilmiştir.
Azınlıkların Türk uyrukları ile aynı medeni ve siyasi haklardan
faydalanacakları belirtirmiş, hiçbir ayrım gözetilmeksizin kanun
önünde herkesin eşit olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca azınlıklara
ilişkin eğitim veren kurumlar konusunda da gayrimüslimlere eğitim-
öğretim kurumları açma, yönetme, azınlık dilini serbestçe
kullanma, dini ayinlerini serbestçe yapma konusunda eşit haklar
tanınmıştır (Madde 39).
Lozan Antlaşması azınlıkların sadece dini yönünü esas almıştır.
Başka bir ifadeyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kabul ettiği azınlık
grupları, “dini azınlık”lardır. Bu gruplar; Ermeniler, Museviler
ve Rum- Ortodokslardır.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan azınlıklara ilişkin
sayısal verilere dayanarak bir değerlendirme yapıldığında, genel
itibariyle Ermeni nüfusunun 50 bin, Musevilerin 27 bin, Rumların
ise 3 bin dolayında olduğu belirtilmektedir (3).
Lozan’ın temel özelliklerine baktığımızda ise azınlıklara ilişkin
içerdiği hükümlere aykırı hiçbir işlem yapılamamasının yanı sıra,
azınlıklara yönelik getirdiği düzenlemelere dair bir ihlalin
gerçekleşmesi durumunda yetkili merciinin; Uluslar arası Daimi
Adalet Divanı, günümüzdeki adıyla “Uluslar arası Adalet Divanı”
olması önemlidir.
3) Türkiye’deki Azınlıklar
3.1. Rum- Ortodokslar
Türkiye’de İstanbul, Gökçeada ve Bozcaada’da yoğun olarak yaşayan
etnik Rumların yanı sıra, etnik açıdan Rum olmayan, Arapça ve
Türkçe konuşan Antakya Rum Ortodoks Hıristiyanları da mevcuttur.
Türkiye’deki Rum nüfusun –kesin olmamakla birlikte- 3 bin ile 5
bin arasında olduğu ifade edilmektedir.
Rum-Ortodoks azınlıkların sorunlarını kısaca ele alacak olursak;
üç temel sorundan bahsedebiliriz. Bu sorunlar; Heybeliada Ruhban
Okulu(HRO)’nun açılması, vakıflar meselesi ve Ekümenik Patriklik
olgusudur.
3.1.1. Heybeliada Ruhban Okulu (HRO)
8 Haziran 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları
Kanunu’nun bazı maddelerinin 12 Ocak 1971’de Anayasa Mahkemesi’nce
iptali üzerine, İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün 12 Ağustos
1971 tarih ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı yazısıyla
okulun yüksek kısmı, 9 Temmuz 1971’den geçerli olmak üzere
kapatılmıştır.
Rum Patrikhanesi’nin Çözüm Önerisi: 1971’de kapatılmış olan
HRO’nun eski statüsüyle aynen açılmasıdır. Bundan kastedilen
statü, MEB’e bağlı “özel okul” statüsüdür. Okulun yönetimi Rum
Patrikhanesi’nde, denetimi MEB’deydi.
Ermeni Patrikhanesi’nin Çözüm Önerisi: Bir devlet üniversitesi
bünyesinde, “karşılaştırmalı din araştırmaları” gibi bir ad
altında, her bir din ve mezhebe yönelik olarak, örneğin “Ermeni
dili ve kültürü,” “Süryani dili ve kültürü” vb. adlandırılabilecek
çeşitli bölümler açılmasını öngörmektedir. Müfredatın
hazırlanmasında dinî liderliklerin de söz sahibi olmak istediği bu
bölümler “laik” eğitim verecekler, ancak öğrencilerin içinden
ruhanî olmak isteyenler, bölümde teorik bilgileri alırken,
uygulamayı da bizzat kendi cemaatlerinin dinî kurumlarında
öğreneceklerdir. Rum Patrikhanesi’nin dışında hemen bütün
Hıristiyan cemaatlerin üzerinde anlaştıkları formüldür.
3.1.2. Vakıflar Meselesi
Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar, vakıflar içinde
örgütlenmiştir. 1935’te kabul edilen Vakıflar Kanunu (1936
Beyannamesi) ile vakıflardan, Vakıf Bölge Müdürlükleri’ne mal
beyanında bulunmaları istenmiştir. Vakıflar, vakfiye ile kurulur.
Vakfiye, vakıfların kuruluş amacını belirler. Vakıfların
vakfiyelerinin olmaması sebebiyle vakıflar, 2002’ye kadar mal
edinememiştir. 2002’den itibaren ise AB’ye uyum çerçevesinde
vakıfların mal edinmelerine izin veren kanunlar (2002 ve 2008
Vakıflar Kanunu) çıkarılmıştır.
4771 sayılı Vakıflar Kanunu: 2002’de çıkarılan bu kanun ile
vakfiyeleri olsun ya da olmasın cemaat vakıflarına Bakanlar
Kurulu’nun izniyle dini, sosyal, kültürel vb. alanlardaki
ihtiyaçlarını gidermeleri için taşınmaz mal edinmek ve bu mallar
üzerinde tasarrufta bulunma hakkı tanınmıştır.
5737 sayılı Vakıflar Kanunu: 2008’de çıkarılan bu yasa ile ilgili
olarak, Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi açısından önemli husus; geçmişte vakıftan alınan
malların üçüncü kişilere aktarılması durumunda sorunun nasıl
çözüleceği şeklindedir. Kamulaştırılan malların birinci maliki,
devlettir. Bu süre zarfında devletin, söz konusu bu malları üçüncü
kişilere devretmesi halinde zararın nasıl tazmin edileceği çözüm
bekleyen önemli bir sorundur.
3.1.3. Ekümenik Sıfatı
Patrikhane’nin ekümenikliği; Ortodoks kiliseler arasında
koordinatörlük, diğer kiliselerle ilişkiyi yürüten merkez olma
gibi işlevleri ifade eden, tarihsel ve onursal bir unvandır. Aynı
zamanda fiilen, bağımsız Ortodoks kiliselerin, egemenlik
alanlarının dışında kalan bölgelerde Patrikhane’nin ruhani yetki
sahibi olmasını ifade etmektedir. Rum Patriği Bartholomeos’ un bu
sıfatı edinmesine çeşitli itirazlar gelmiştir. Geçmişte Ortodoks
kiliselerin hiyerarşik bir yapılanması söz konusu değildi. Fener
Rum Patrikhanesi’nin bu sıfatı elde etmesinin söz konusu olması
halinde, Ortodoks kiliseler ile karşılaştırıldığında Fener Rum
Patrikhanesi’nin primus inter pares yani “eşitler arasında
birinci” konumuna gelecektir.
3.2. Ermeniler
Anadolu toprakları üzerinde yaşayan en eski toplumlardan olduğu
ifade edilen Ermenilerin Türkiye’deki nüfusu yaklaşık 50 bin
civarında olduğu belirtilmektedir. Yoğun olarak yaşadıkları şehir
ise İstanbul’dur.
Türkiye’de yaşayan Ermenilerin soykırım iddiaları karşısındaki
tutumları; iki toplum arasındaki meselelerin 1915 olayları
dışarıda bırakılarak tartışılması yönündedir. Son zamanlarda
siyasiler tarafından Türkiye’de kaçak olarak yaşayan Ermenilerin
sınır dışı edilmeleri gibi söylemlerde bulunulsa da resmi temaslar
bakımından Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi yönünde
adımlar atılmıştır.
3.3. Museviler
Büyük çoğunluğu 1492’de İspanya’dan sürülen Sefaradlardır.
İspanyolcaya benzeyen Ladino dilini kullanırlar. Yidiş dilini
kullanan Aşkenaziler de mevcuttur. 600 kadarı Aşkenazi olan 27 bin
civarında Musevi bulunmaktadır. Yoğun olarak yaşadıkları şehirler;
İstanbul ve İzmir’dir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin AB yapısına uyumu çerçevesinde kat
ettiği yolu ve bundan sonra yapılması gerekenleri belirten
ilerleme raporlarını esas alarak, Türkiye’nin gayrimüslim
azınlıkların sorunları/ talepleri ile ilgili olarak yapılması
istenenler 2009 ilerleme raporunda da yer almıştır. Gayrimüslim
cemaatlerin tüzel kişiliklerinin bulunmamasından kaynaklanan
sorunların devam ettiği belirtilen raporda, açılması yönünde yoğun
tartışmaların yaşandığı Heybeliada Ruhban Okulu’nun hala kapalı
olduğuna değinilmiştir.
Ekümenik Patrik’in “ekümenik” ifadesini her durumda
kullanamamasından yakınılan raporda, Yargıtay tarafından Haziran
2007’de alınan “Patrikhane seçimlerine katılan, seçilen kişilerin
Türk vatandaşları olmaları, seçim sırasında Türkiye’de çalışıyor
olmaları gerektiği” yönündeki hükme dikkat çekilerek “Türk
vatandaşları ve yabancı uyruklu kişilerin, AİHS ve AİHM
içtihatlarına uygun olarak, din özgürlüğü haklarını örgütlü dini
cemaatlere katılmak suretiyle kullanabilmeleri hususunda eşit
muamele görmeleri gerektiği” ifade edilmiştir (4).
Son olarak Vakıflar Kanunu’nun uygulanması noktasında bir sorun
yaşanmadığı belirtilen raporda özellikle dini özgürlüklerin
tümüyle yaşanabilmesi için elverişli ortamın oluşturulması
gerektiğine değinilmiştir.
DİPNOTLAR:
1) Murat Saraçlı AB ve Türkiye’de Azınlıklar, s. 114.
2) Saraçlı, a.g.e., s. 114.
3) A.e. s. 122.
4) 2009 İlerleme Raporu. Raporun tam metni için bkz.
http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/AdaylikSureci
/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_2009.pdf
KAYNAKÇA:
2009 İlerleme Raporu, http://www.abgs.gov.tr/files/AB_Iliskileri/
AdaylikSureci/IlerlemeRaporlari/turkiye_ilerleme_rap_2009.pdf .
Kurban, Dilek (2007): Bir Eşitlik Arayışı: Türkiye’de Azınlıklar
Uluslar arası Azınlık Hakları Grubu (MRG) Raporu.
Macar, Elçin, Mehmet Ali Gökaçtı (2009), Heybeliada Ruhban
Okulu’nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler, Tesev
Yayınları.
Öktem, Emre (2009): AB’ye Yakınlaşma Sürecinde Türkiye’de
Gayrimüslim Azınlıklar Problematiği, GSU UHDK, AB Sertifika
Programı- Seminer Notları.
Saraçlı, Murat (2007): AB ve Türkiye’de Azınlıklar, Ankara,
Lotus Yayınları. |
|
|
|
|
|
|
|