Kafkas Dağları’nın güney yamaçlarından başlayarak, güney etekleri
boyunca uzanan ve Gürcistan ile Azerbaycan’ı içine alan geniş
topraklar bilimsel literatürde Transkafkasya, yani Kafkas Ötesi
olarak tanınır. Transkafkasya kavramı içine, daha güneyde yer alan
ve Büyük Kafkas sıradağları silsilesi ile hiçbir coğrafî yakınlığı
ve bağlantısı bulunmayan Ermenistan da girer.
Transkafkasya’nın genel coğrafî ve kültürel yapısından farklı bir
manzara çizen Kafkas Dağları’nın güney yamaçlarında, tarih boyunca
bu dağların kuzey yamaçlarında yaşamakta olan Kafkas halkları ile
etnik ve kültürel yakınlık ve ilişki içinde bulunan Kafkas
halkları yaşamaktadır ki, bunların önemli bir bölümü zaten Kafkas
Dağları’nın kuzey yamaçlarındaki Kafkas halklarının etnik
akrabalarıdırlar.
Karadeniz sahillerinden Kafkas Dağları’nın güney yamaçlarına kadar
uzanan bölgede tarih boyunca yaşamakta olan Abhazların, kuzeydeki
Adige (Çerkes) ve Abazin halkları ile etnik açıdan akraba
oldukları bilinmektedir. Orta Kafkaslardaki Daryal geçidinin
Gürcistan sınırları içinde kalan Güney Osetya bölgesinin yerli
ahalisinin, kuzeyde bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde
kalmış olan Kafkasya bölgesindeki Kuzey Osetya ahalisi ile aynı
halk olduğu zaten aşikârdır. Kafkasların güney yamaçlarında
yaşamakta olan Tuşlar da, kuzeyde yaşamakta olan Çeçen-İnguş
halkının Gürcistan sınırları içinde kalmış olan akrabalarıdır.
Yine onlara komşu yaşayan Pşav ve Hevsur kabilelerinin de
Gürcüleşmiş Çeçenler oldukları etnik ve sosyo-kültürel veriler
ışığında ileri sürülmektedir. Kafkas Dağları’nın Azerbaycan
sınırları içinde kalan güney eteklerinde ise Avarlar, Lezgiler,
Tabasaranlar gibi Dağıstan kökenli etnik grupların yaşamakta
oldukları bilinmektedir. Bu durumda, kağıt üzerinde çizilmiş
siyasî bir sınırla ikiye ayrılmış olan Kafkas Dağları’nın hem
kuzey hem de güney eteklerinde Kafkasyalı halkların yaşamakta
oldukları anlaşılır. Bunun bir istisnası, tarih boyunca Kafkas
Dağları’nın güney yamaçlarındaki sarp ve ulaşılmaz bölgede
yaşadıkları bilinen ve Gürcü etnisitesine dahil oldukları ileri
sürülen Svanlardır.
Gürcistan’ın kuzeyinde Svanetya adı verilen bölgede yaşamakta olan
Svanların kuzey komşuları Karaçay-Malkarlılar, batı komşuları
Abhazlar ve Megreller, doğu komşuları ise Raçalardır.
Kendilerine Kartvel adını veren Gürcülerle birlikte, Megrel-Laz
halkları ile beraber antropolojik açıdan Ponto-Zagros olarak
adlandırılan grupta yer alan Svanlar, dil açısından da Gürcüler,
Megreller ve Lazlarla birlikte Eski Kartvel Dilleri grubuna
dahildirler. Ancak dilbilimciler, Svan dilinin bu dil grubunun
oluşumunun erken dönemlerinde Kartvel dillerinden ayrıldığını ve
söz varlığı açısından Gürcü dilinden oldukça farklılaştığını
belirtmektedirler. Bu durum, Svanların Kafkas Dağları’nın güney
yamaçlarında tarihin erken dönemlerinde müstakil bir etnik grup
olarak ortaya çıktıklarını ve sosyal ilişkilerini Kafkas
Dağları’nın kuzey yamaçlarında yaşamakta olan halklarla
geliştirdiklerini ortaya koymaktadır.
1868-1892 yılları arasında Kafkasya’yı defalarca ziyaret eden
İngiliz dağcı Douglas W. Freshfield, 1854 yılına kadar hiçbir
seyyahın Svanetya’yı ziyaret etmediğini belirtir. Freshfield’ın
Svanlar hakkında verdiği geniş malumat ilgi çekicidir. 19. yüzyıl
ortalarına kadar hiçbir yabancı seyyahın giremediği Svanetya
bölgesi İngur Irmağı’nın yukarı kısımlarında,
Karaçay-Malkarlıların yaşadıkları yüksek dağ sırasının hemen
güneyinde yer almaktadır.
Etnik kökenleri henüz tam olarak aydınlatılamayan Svanlar hakkında
ilk bilgileri günümüzden iki bin yıl önce Yunan coğrafyacı Strabon
verir. Strabon, Soani adını verdiği Svanları bir kral ve üç yüz
kişilik bir konsey tarafından idare edilen güçlü bir millet olarak
tanımlar. Ayrıca savaşta zehirli oklar kullandıklarını kaydeder.
Ancak günümüzde birçok bilim adamı Strabon’un bahsettiği Soanların
günümüzdeki Svanlar olduğu konusunda şüphelidir.
Svanetya Roma imparatorluğunun hâkimiyetine girdikten sonra
Hıristiyanlık burada yayıldı. Bölgede bulunan kiliselerin mimarî
tarzlarının Gürcistan’da yaygın olan mimarî tarza benzememesi,
Hıristiyanlığın burada Gürcüler tarafından değil, doğrudan
Romalılar tarafından yayıldığına delalet etmektedir.
Pers kralı Hüsrev ve Roma imparatoru Justinian arasında yapılan
anlaşmadan sonra Svanetya Pers hâkimiyetine geçti. Eski kilise
hazineleri arasında Pers objeleri hâlâ ele geçmektedir. Bunlar
arasında çakmak taşından ok başları ve daha erken dönemlere ait
silahlar bulunmaktadır. 1184-1212 yıllarında Gürcistan kraliçesi
Tamara, Svanetya’nın hâkimi oldu. İki yüz yıl sonra 1400’lerde,
Svanetya Gürcistan krallığına karşı bağımsızlık ilan etti. Ancak
Gürcistan krallığı onların isyanını bastırarak Gelovani
ailesini onların yöneticisi olarak tayin etti.
Svanetya coğrafî açıdan iki bölgeye ayrılır. Bunlar İngur Irmağı
boylarındaki Yukarı Svanetya ile Tshenistzkali Irmağı boylarında
yer alan Aşağı Svanetya bölgeleridir. Yukarı Svanetya’da Pari,
Esteri, Tshumari, Beço, Latali, Lenjeri, Mestia, Mulah-Muzhali,
İparı, Kala ve Uşguli adlarındaki köyler bulunurken, Aşağı
Svanetya’da Lehuri, Holuri ve Laşheti köyleri yer alır.
Feodal toplum yapısının hâkim olduğu Svanetya’da, Yukarı
Svanetya’nın batısını Dadişkiliyani ailesi yönetirken, doğu
bölümünde çok sayıda küçük asilzade ailelerinin yönettiği birimler
vardı.
Freshfield, 19. yüzyılda Svan toplumuna hâkim olan aileler
hakkında şu bilgileri vermektedir:
“18. yüzyılda Dadyan
ailesi ile birlikte Gelovani ailesi de İngur ırmağı boyunda
yaşayan halkın beyleriydi ve onlar üzerinde feodal haklara
sahipti. İngur ırmağının aşağı kısımlarında ise buraya kuzeyden
gelerek hâkim olan Kabardey ailesi Dadiş Kiliyanlar
hâkimdi.”
Svan Beyleri Dadişkiliyaniler
Freshfield’ın Svan feodal beylerinden Dadişkiliyani ailesinin
etnik kökenine dair verdiği bu bilgi ilgi çekicidir ve Svan
toplumunun etnik ve sosyal ilişkiler açısından Kafkas Dağları’nın
kuzeyinde yaşayan halklarla olan yakınlığına işaret etmektedir.
Freshfield Svanların toplumsal yapıları ve aile ilişkileri
konusunda şu bilgileri vermektedir:
“Svanetya’da önceleri her köy
bir aileden ya da soyun üyelerinden meydana gelirken, 1860’larda
artık bir köyde birkaç aile veya soya rastlanmaktadır. Aynı soya
mensup olanlar kendi aralarında evlenemezler. Aynı soya mensup
topluluklar birbirine komşu ya da yakın köyleri meydana
getirirler. Ancak bir topluluğun veya soyun bir birlik meydana
getirmesi her zaman mümkün değildir. Nitekim, 1866 yılında
Uşkul (Uşguli) adlı Svan köyünde Murkmeli soyuna mensup
erkekler aynı topluluğun üyesi olmalarına rağmen vadinin
aşağısından gelen Hubiyani soyuna mensup herkese ateş
açıyorlardı. Ortak otlak ve yaylaların kullanım hakkı üzerinde her
zaman bir kavga ve mücadele vardı. El veya koca değiştiren bir
kadının sığır cinsinden başlık değeri konusunda çoğunlukla
taraflar anlaşamazlardı. Bunun sonucunda insanlara veya
yaşadıkları kulelere her zaman saldırılar gerçekleşirdi. Evlenme
sözünden geri dönen bir erkeğin cezası kadının akrabalarının
elleri arasında ölmekti. Ebeveynlerin beşikteki çocuklarını
birbirleriyle nişanlamaya hakkı olmakla birlikte, ileride bu
sözlerinden dönenlerin sayısı az değildi. Fakat çoğunlukla böyle
bir evlilik yapmak zorunda kalan erkek, daha sonra sevdiği bir
kızla ikinci karısı olarak evlenebiliyordu. Bir ailede çok fazla
kız çocuğu doğarsa, talihsiz kız bebeğin ağzına doğar doğmaz
kızgın kül doldurup onu avluya atarlardı. Bunun neticesinde son
yüzyıllarda İngur vadisinde artık dört Svan erkeğine karşılık üç
kadın bulunuyordu. Toplumda ahlakî bir gevşeme ortaya çıktı.
Yengeleri veya baldızlarıyla evlenen erkekler görülmeye başladı.”
Svanların 19. yüzyıl ortalarındaki dinî inançları hakkında
Freshfield şu bilgileri verir:
“Svanetya’da zamanla
Hıristiyanlık inançları da zayıflamaya başladı. Rahipler ortadan
kayboldu, toplumun idaresinde köy konseyleri öne çıktı ve kontrolü
ele aldı. Önceleri dinî amaçlarla kullanılan kilisenin anahtarı
artık burada hazine saklayan ve ziyafetler tertipleyen köy
konseyinin elindeydi. Mahallî yöneticiler halkın kilise için
ödediği vergilere de el koymaya başladılar. Eski Bizans
Hıristiyanlığı unutuldu, onun yerini karmaşık kilise törenleri,
Perslerin (İranlıların) eski güneşe tapıcılık inançları, eski
pagan inançları ve kurban törenleri aldı. Svanların cenaze
törenleri de eski inançların etkisi altındaydı. Sözgelimi ölünün
en yakın akrabaları onun cenazesi mezarlığa götürülürken,
boynuzlarından tuttukları iri bir öküzü de kafilenin önünde
sürerlerdi. Cenaze gömüldükten sonra derhal öküzü keserler,
kalbini ve karaciğerini ahşap bir tabağın üzerine koyarlardı.
Toplumun en yaşlı önde gelenlerinden biri bu tabağı eliyle havaya
kaldırarak “Ey Tanrı, bunu kurbanımız olarak kabul et” derdi. Kalp
ve karaciğer bu yaşlıya verilirdi. Öküzün kalan kısmı cenaze
ziyafeti için pişirilirdi. Tam bir yıl sonra ölü için mezarında
bir şölen düzenlenirdi. Akrabaları mezarına yiyecek ve içecekler
bırakırlardı. Ölünün çıktığı yolculukta bunlara ihtiyacı olduğuna
inanılırdı.
Pek çok Svan köyünün
ortasında kutsal olduğuna inanılan bir ağaç vardır. Latal’da bir
ceviz ağacı, Mestia’da bir huş ağacı, Lenjer’de bir kiraz ağacı
kutsal sayılır. Her kutsal ağacın altında taştan kabaca yontulmuş
birkaç oturma yeri bulunur. Ağaca tapınma geleneğine Kafkaslar’ın
pek çok bölgesinde rastlanır.
Svanetya’da Hıristiyanlığa
ait dinî törenler arasında Büyük Perhiz hâlâ en önemli yeri alır.
Erkekler Noel’in on ikinci gününde ve Büyük Perhiz’in ilk Pazar
günü kiliselerin dışında toplanırlar. Bu sırada kadınların onlara
yaklaşmaları kesinlikle yasaktır. Haftanın üç günü tatil günü
olarak kabul edilir. Bunlar Cuma, Cumartesi ve Pazar günleridir.”
Svanlar arasında geçerli bir tipi tanımlamanın zor olduğunu
belirten Freshfield, onların en belirgin karakteristik
özelliklerinin çeşitlilik olduğunu bildirmektedir. Svanların
kendilerine yüzyıllar boyunca bu dağlarda sığınak bulmuş mülteci
ve kaçakların bir karışımı gibi göründüklerini belirten Freshfield,
onların eski bir Kolhiya ırkına mensup olduklarının da
düşünüldüğünden söz etmektedir.
Svan toplumunda cinayet ve kan davalarının yaygın olduğundan
bahseden Freshfield, 1866 yılında Svanlar arasında bulunan Dr.
Radde’nin şu sözlerini nakletmektedir:
“Svanlar arasında erkekler
genellikle iki veya üç can almış kişiler olarak tanınırlar. Onlara
göre cinayet işlemek sadece caiz değil, bir çok durumda onların
ahlak kurallarının gerektirdiği bir gelenektir.”
Svan toplumu arasında hayvan hırsızlığı konusuna dikkat çeken
Freshfield bu konuda şunları yazar:
“Svanlar katıksız
hırsızlardır. Sığır ve koyun hırsızlığında ustadırlar. Atlarının
eyerlerinde bir kızı da bir koyunu çalıp kaçırdıkları kadar kolay
kaçırırlar. Komşu yaşadıkları halkların otlak ve yaylalarına
saldırılar düzenlerler. Kafkasların ana dağ sırası üzerindeki
buzullarla kaplı geçitler bile bu güçlü hırsız yağmacılar için bir
engel teşkil etmez. Dağın diğer yamacındaki Türk Dağlılar
(Karaçay-Malkarlılar) onlar için gözetleme kuleleri inşa
etmişlerdir ve sürülerini korumak için daima gözcüler ve
muhafızlar bulundururlar. 1868 yılında ben kendim dahi Tonguz Orun
geçidinden çaldıkları sığır sürüsünü önlerine katıp gelen Svan
hırsızlarına rastladım.”
Svanlarla Karaçay-Malkarlılar arasındaki ilişkiler hakkında
Freshfield şu gözlemde bulunur:
“Svanlar zaman zaman dağların
öte (kuzey) tarafına geçerek tembel
Tatarlara(Karaçay-Malkarlılara) ücret karşılığı işçilik yaparlar.
Fakat aralarında bir dostluk yoktur. Müslümanlar Svanları “domuz
yiyenler” diyerek aşağılarlar ve küçük görürler.
Karaçay-Malkarlılar ülkelerinin âdet ve gelenekleri gereği
kendileri spor ve eğlence ile günlerini geçirirken, yetişen
ürünlerini biçmeleri ve daha başka işler için, buzul geçitlerinden
kalabalık gruplar halinde geçerek gelen Svan ve Megrelleri ücret
karşılığı kiralayıp çalıştırırlar.
Tarih boyunca aralarında sürekli bir savaş ve mücadele ortamı
yaşanan Svanlar ile Karaçay-Malkarlılar arasında yakın etnik ve
sosyal ilişkiler de kurulmuş, iki halk arasında akrabalıklar
meydana gelmiştir.
Karaçay-Malkarlılar ile Kafkas Dağları’nın ötesinde yaşayan
Svanlar arasında tarih boyunca etnik ilişkiler güçlü olmuştur.
Malkar’da yaşayan Eristav, Karça, Gela, Kaygırmaz, Sardiyan,
Kurdan, Otar, Mamaş, Rahay, Malkondu, Şahmurza, Atmurza,
Teku, Tokuma gibi soylar Svan kökenlidirler. Karaçay’da
yaşamakta olan Özden, Arguyan, Goçiya, Ebze, Baykul,
Lepşok, İja soylarının kökenleri de Svanlara dayanmaktadır.
Svanlar arasında da Karaçay-Malkar kökenli soylar yaşamaktadır.
Süt akrabalığına Malkar beylerinden Orusbiy soyu ile Svan
beylerinden Dadişkiliyani soyu arasında rastlanırdı. Malkar
beylerinden Orusbiy soyu, Svan beyleriyle kız alıp-vererek ve süt
akrabalığı yoluyla akrabalık kurmuşlardı. Svan beylerinden
Dadişkiliyanilerle akrabalık kuran Orusbiyler, böylece kendilerini
baskı altında tutan Kabardey prenslerine karşı onlardan bir destek
sağlamışlardı.
Karaçay beyleri ve soyluları da Svan beylerinin
çocuklarını atalığa alarak onlarla sosyal ve siyasî ilişkilerini
iyi tutmaya çalışırlardı. Örneğin 19. yüzyılda Karaçay beylerinden
Duda soyu, Svan beylerinden Dadişkiliyanilerin
oğullarını atalığa almışlardı. Karaçay beylerinden
Kırımşavhalların kızları Minat, Svan beylerinden
Bekirbiy Otaroviç Dadişkiliyani ile
evliydi.
Karaçay-Malkarlıların Ebze adını verdikleri Svanlarla
kurdukları etnik ve sosyo-kültürel ilişkiler, onların atasözlerine
de yansımıştır. Birkaç Karaçay-Malkar atasözünde Svanlar şu
şekilde yer alırlar:
Cıyırma koynu üç cıyırma Ebze
küte edi.
Yirmi koyunu altmış Svan güdüyordu.
Ebzede otun tomura
congurçhası beri kele.
Svanlarda odun kesiliyor, yongası buraya geliyor.
Ebzele arı bara caratmay
athan almaların,
Aç bolganlarında, beri
aylanıb kele:
"Bu da igidi, ol da igidi",-deb
aşay edile.
Svanlar o tarafa giderken beğenmeyip attıkları elmaları,
Acıktıklarında bu tarafa gelirken:
"Bu da iyi, o da iyi",- diye yiyorlardı.
Ebzeni tav tıymaz.
Svan'ı dağ engelleyemez.
Ebzeni tavga karavul etgença.
Svan’ı dağa gözcü yapmak gibi.
Tarihî Karaçay-Malkar destanlarında
Karaçay-Malkarlılar ile Svanlar arasında yer alan pek çok savaş ve
mücadelenin izleri ve hatıraları saklanmaktadır. Bunların en
eskilerinden biri olan Karça destanında Karaçaylılar ile Svanlar
arasındaki bir ittifak ve yardımlaşma anlatılır.
Kabardey prensi Kaytuk Oğlu
Aslanbek, dağlarda kendisine vergi vermeden yaşayan bir
kabilenin yerleştiğini anlar ve askerleri ile birlikte Bashan
Irmağı’nın yukarısına çıkarak Karça’nın kabilesiyle yaşadığı yeri
bulur. Kaytuk Oğlu Aslanbek Karça’nın kendisine vergi vermesini
ister. Karça bunu kabul etmez ve gelen elçileri geri gönderir.
Kabardeyler Karça’nın kabilesine saldırarak savaşırlar ve Karça
yenilir. Bunun üzerine Karça Kafkas Dağları’nın ardında yaşayan
Svan halkından yardım ister. Svanlar yardım olarak Karça’ya asker
ve silâh gönderirler. Karça’nın Svanlardan yardım aldığını öğrenen
Kabardey prensi Kaytuk Oğlu Aslanbek, Karça’nın barış şartlarını
kabul eder.
Daha sonraki yüzyıllara ait destanlarda ise
Karaçay-Malkarlılar ile Svanlar arasında yaşanan savaşlar
anlatılmaktadır. Sözgelimi Bekmırza ile Kaysın adlı destanda
Aydabol Oğlu Cabo Bey’in Bekmırza ve Kaysın adlı iki oğlu
cesaretlerini denemek için,
Kafkas Dağları’nın ardındaki Svan ülkesine geçerler. Svan
prensinin oğlunu kaçırarak misafirlerine hediye etmek üzere
gelirlerken Svan atlıları peşlerinden yetişirler. Çıkan çatışmada
Bekmırza ve Kaysın hayatlarını kaybederler.
Sarıbiy ile Karabiy adlı destanda, Malkar beyi Aydabol’un
çiftliklerinden hayvan sürülerini çalmak için Kafkas Dağları’nı
aşıp gelen Svanlara karşı Sarıbiy ile Karabiy’in mücadeleleri
anlatılır.
Svan halk edebiyatında da Svanlar ile Karaçay-Malkarlılar
arasındaki savaşlarda ölen Svan kahramanları için söylenen
destanlara rastlanmaktadır. Bunlardan birinde, Mirangula
adlı bir Svan gencinin öküz çalmak için Kafkas Dağları’nı aşarak
Karaçay-Malkar topraklarına girdiği ve burada dokuz kişiyi vurup
öldürdükten sonra öküzleri dağ geçidine sürerken vurulup öldüğü
anlatılır. Destanda anlatıldığına göre, Mirangula kendisini vuran
kişiyi de vurup öldürdükten sonra canını teslim eder. Onun ölüsüne
ve çaldığı öküz sürüsüne rastlayan diğer Svanlar, cenazesini köye
getirirler ve çaldığı öküzleri keserek cenaze töreninde ziyafet
verirler.
Riho adlı Svan destanında da, Kafkas Dağları’nı aşarak
Karaçay-Malkar bölgesinde yağmacılık seferine çıkan Svan
gençlerinin kahramanlıkları anlatılır. Destana göre, giden
Svanların hepsi ölmüşler içlerinden ancak biri sağ olarak dönmeyi
başarmıştır.
Bir başka Svan destanında da, Tuyber buzulunda Svanların
Karaçay-Malkarlıların saldırısına uğradıkları ve savaş sırasında
üzerlerine çığ düşerek hepsinin öldükleri anlatılmaktadır.
Svan toplumsal
yapısının önde gelen ailelerinden biri olarak Dadişkiliyani ailesi
dikkati çekmektedir. 1889 yılında Svanlar arasında uzun süre kalma
imkânını elde eden İngiliz dağcı-araştırmacı D. Freshfield,
Dadişkiliyanilerden şöyle söz etmektedir:
“1889 yılında kendimi
arkadaşım Yüzbaşı Powell ile birlikte Prens Otar Dadiş Kiliyan’ın
misafiri olarak tekrar Svanetya’da buldum. Kendisi bir zamanlar
Aşağı Svanetya’nın hâkimi olan eski bir prens ailesinin temsilcisi
ve hâlâ Çar Nikola tarafından verilen ve ülkenin feodal beyleri
olarak sahip oldukları hakları onaylayan bir belgeyi taşıyor.”
Dadişkiliyani ailesinin şecerelerinde, aile bireylerinin
Türk-Kıpçak adlarıyla birlikte Hıristiyan adları taşıdıkları
dikkati çekmektedir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Otar Dadişkiliyani
“!750”, Misost (Tengiz Bey) “1780-1800 arasında hüküm
sürdü”,
Tsioh Bey (Nikolaoz)
“1800-1841 arasında hüküm sürdü”, Murzakan (Konstantini)
“1841-1857 arasında hüküm sürdü”, Tatarhan (Mikeli), Cansoh Bey,
Tengiz Bey (Nikolaoz), Bekirbiy.
Svanetya bölgesi, mimarî özelliklerinin taşıdığı tarihî değer
dolayısıyla UNESCO tarafından dünya mirası ilân edilmiştir.
Gerçekten de, Kafkas Dağları’nın güney yamaçlarında 2.000 metrenin
üzerindeki sarp ve yüksek vadilerde yer alan Svan köylerindeki
savunma kuleleri, mimarî tarzları ve muhteşem manzaraları ile
görenleri hayrete düşürmektedir.
Yukarı Svanetya bölgesinde 80 tanesi tahrip edilmiş 200’den fazla
kule yer almaktadır. Dört-beş katlı, taş-kireç karışımı yapılardan
oluşan bu savunma kuleleri aynı zamanda eski Svan toplumsal
yapısının önemli bir yanına işaret etmektedir ki, bu da Svanlar
arasında büyük titizlikle korunan kan davası geleneğidir. Svan
köylerindeki bu savunma kulelerinin asıl amacı dış düşmanların
saldırılarından korunmak değil, kendi içlerindeki kan
davalılarının hücumlarından kendilerini savunmak içindir.
Svanlar tarih boyunca küçük bir etnik grup olarak Kafkas
Dağları’nın güney yamaçlarındaki sarp bölgede yaşadılar. 20.
yüzyıl boyunca nüfus yapılarında meydana gelen gelişmeyi şöyle
takip etmek mümkündür:
1926: 18.800
1939: 27.100
1959: 30.000
1970: 31.300
1979: 30.400
Günümüzde Gürcistan sınırları içindeki Svan nüfusunun
35.000-40.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir.
KAYNAKÇA:
Abayev,
Misost . Balkariya.-Nalçik:Elbrus. , 1992
Douglas, W. Freshfield.
The Exploration Of The Caucasus .-London And New York: Edward
Arnold, 1896. 2 Cilt.
Douglas, W. Freshfield.
Travels In The Central Caucasus And Bashan Including Visits To
Ararat And Tabreez And Ascents Of Kazbek And Elbruz .-London,
1896.
Lang, David Marshall.
Gürcüler.- İstanbul, 1997.
Miminoşvili, Otar.
Gürcüstan’da Etnografik Yolculuk.-İstanbul, 1999.
Miziyev,
İ.M. Oçerki İstorii İ Kulturı Balkarii İ Karaçaya XIII-XVIII vv.-Nalçik:
Nart, 1991
Tavkul,
Ufuk. İngiliz Dağcı Douglas W. Freshfield’ın 1868-1890 Yılları
Arasındaki Kafkasya İzlenimlerinden Notlar /. Türk Dünyası
Tarih-Kültür Dergisi, (197), Mayıs 2003, 42-47.ss.
Tavkul,
Ufuk. Karaçay-Malkar Atasözleri .-Ankara: Kültür Bakanlığı,
2001.
Tavkul,
Ufuk. Karaçay-Malkar Destanları .-Ankara: Türk Dil Kurumu,
2004
Tavkul,
Ufuk. Sosyo-Ekonomik Ve Kültürel Yönleriyle Gürcistan /. Türk
Kültürü, (351), 1992, 418-427.ss. |