|
|
................... |
|
................... |
MEHMET FETGEREY
ŞOENU |
Çeviri:
GHUNEKHO Şuayip Özbay
Sadeleştiren:
GHUNEKHO K.
Özbay
|
|
|
................... |
|
................... |
1887-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra
yurdunu terkederek Anadolu'ya geçen bir Abhaz ailesindendir.
Kendisi Sapanca'nın
Yanık köyünde dünyaya gelmiştir. Değerli
bir düşünür ve ateşli Çerkes milliyetçisi olan Şoenu, sosyoloji ve
beden eğitimine dair kitapları, Kafkas, Kafkasya'ya dair bilimsel
bir çok eseri de mevcuttur.
Kendisinin Çerkesler için vermiş olduğu mücadele sonunda
düşmanları tarafından veya mücadelesini tasvip etmeyenlerce çıkan
bir yangında ölmüş süsü verilerek yakılmıştır. Merhum İsa Nuri
Ançukhta bu görüştedir.
Genç yaşta hayattan koparılan bu Çerkes yazarının eserleri:
1) Hayat-ı içtimaiyye ve yaşamın felsefesi.
2) Kadınlara beden terbiyesi,
3) Osmanlı içtimai aleminde Çerkes kadınları-1913 İst.
4) Çerkesler 1922.
5) Çerkeslerin Aslı 1922-İst Sadeleştirildi.
6) Çerkes meselesi hakkında Türk vicdan-ı umumuyesine ve Türkiye
büyük millet meclisine arıze. 1923 İst. Ankara derneğince
sadeleştirilip basıldı.
7) Kafkasya ve servet membaları 1924 İst.
Bunlardan başka kitap halinde yayınlanmamış ancak çeşitli
dergilerde yayınladığı eserleri,
1) Lezgiler ve Lezgi unvanı,
2) On sekizinci asırda şimali Kafkasya,
3) Kafkas vatdeti, çarlık ve Sovyet rejimleri.
XABZE-SEVGİ ve AŞK YASALARI
Çerkeslerin üstün başarıları, yani bencil ve toplumsal
yaşantılarını bir yönde birleştirilmesi oradaki aileleri, insanları
idare eden ve biri birine karşı durumlarını sınırlandıran öyle bir
kanun kurulmuş, yaşatmışlar ki her mayası Mısır ihramları kadar
ölümsüzdür. Genel olarak ünlü Çin setti gibi yıkılması zor, sosyal
ve milli bir abidedir. Buna Çerkesler xabze derler. Bu sözün
Türkçe'ye çevrilmesi zordur. Kanun sözü kısa, gelenekte dardır.
Öyle bir kavram ki, Çerkeslerin milli yasası demek daha doğrudur.
Anlamı geniş ve temeli sevgi ve yaşantının ana yasasıdır.
Değişik, hatta zıt sosyal yaşantıları güzel bir şekilde toplayan,
biri birine kaynaştıran, birleştiren ve idare eden bir şeyin ruhu,
ilham kaynağı, memnun olma ve aşktır. Yani herkesten memnun olma,
kayıtsız sevmeyi emreder. Xabze Çerkeslere öylesine hükmeder ki,
onlarda onu ruhlarıyla, ruhsallıkları ile beyinlerine
kazımışlardır. İşte Çerkesler, Kafkas dağlarının yeşil
çamlarından, bölgelerinde uzak kaldıklarında vatanlarının
kıymetini daha da kabul etmektedirler. İnsanlar mutlu olmak için
çevrelerine, çevredekilere uymak zorundadırlar. Uyumun derecesi
ile mutluluğun derecesi de değişiktir. Ancak, ortak sevgiyi
Çerkeslere bu xabze öğretir.
Kafkasya'nın dışına çıkmış Çerkeslerin, yabancı ülkelere ne kadar
çabuk adapte olabilecekleri, intibak edebilecek varlıkları vardır,
nede, adetleri o yerlere uymamaktadır. Böylesi bir ortama düşen
Çerkes'te ilk beliren şey sosyal bir değer taşıyan, taşıdığı da
söylenen siyasi hakimiyet ihtirası ve amir olma sevdasıdır. Çünkü
Çerkeslerin ayrıldıkları ülkelerinde emir altına alınmazlar,
kendileri almayı severler. İşin asıl tuhaf yanı da hükmü altına
girdikleri çevrelerindeki hakimlerde, emir verme yetkilerini
kullanmakta istemiyorlar. Bunun içinde Çerkesler kendileri zamanla
amir konumuna büyük ir ihtirasla geliyorlar.
Tarihsel süreç içinde, olayların akışı da bunu destekler durumdadır.
Mesela, Bizans, eski Yunan, küçük Asya ve Karadeniz havzası
tarihi, Abbasilerin hilafeti, Selçuk saltanatı, Cengiz ve Timur
imparatorlukları, Osmanlı hakanlığı, Mısır'ın eski taç ve tahtı vs.
Üstün ve ünlü mevkilere geçenlerin büyük bir bölümü Kafkasyalı,
özelliklede Çerkeslerdi. O halde, Çerkeslerin dağlardan doğan
zihniyet, düşünce, anlayış ve ruhsallıklarını kanun diye
perçinleyerek öğrenen ve beliren, hürriyet, asalet ve eşitlik ile
ferdin kıymetini öğreten, onların öz ruhlarından doğma ve
mazilerin temel mayasını günden güne genişleterek ilerleyen
xabzedir. Xabze ise bizzat bir sevgi ve aşk kanunu, milli bir
yasadır.
Aslında, bir fert olduğu gibi, bir toplumun varlığı, kalkınması
üzerine derin etkiler bırakan sevgi ve aşk değil midir? ”Neyi
olursa olsun sev, ne ile olursa olsun meşgul ol” diyen düşünceyle
mutluluğu ne kadarda güzel tanımlamışlar. Sevmeyen, gerçekte
bahtsız olduğu gibi, işi olmayanda ondan az bahtsız değildir.
Gerçekte sevmek, mutlu olmak demektir. Mutlu görünmek ise,
bulunduğundan memnun olma veya olabileceğini anlamaktır. Bunun
içinde ruhun temiz, açık olması gerekir. Aşk ve sevginin özellikle
iki zıt sonuç ile açığa çıkması biraz tuhaf görülebilir. Ancak en
olağan şeydir de. Öyle ya üzüntülü aşk, tatlı aşk, sevilen aşk,
sevilmeyen aşk ne demektir. Hayatın bütün zorlukları, ıstırapları,
gülerek karşılayabilen kişiler, sevmeyi bilirler. Seven her zaman
bir kahramandır. Hayattan korkan, zorluklardan korkan sevemez.
Hiçbir şey hakkında sevgisi, dostluğu, aşkı olmaz. O halde aşk
hoşgörülüktür, iyi düşünme, mutluluktur. Seven hayatta her şeyi
iyi görür. Aşkın anlamı bu olmakla beraber, çoğunluklada aksi bir
görüşte ortaya çıkar. Hayattan memnun olup olmamak her şeyden
önce, muhitin etkileri altındadır. Hayattan kolaylıkla zevk almaya
yarayan ortamlarda genellikle mutlu insanlar yetişirler. Böylesi
ortamda doğanlarda hayatı pembe görürler, insanları gözüne bir
dünya gözlüğü geçirirler.
Diğerine, yani memnun olmayanlara gelince, doğal olarak
yukarıdakilerin aksi bir ortamdadırlar. Ortamlarında hayat kolay
kolay sevilmez, Yaşam ortamları iyi değildir. Yerine getirilmeyen
ihtiyaçlar, istekler ise birikerek üzüntülüler toplumunu meydana
getirir. Sonunda üzerlerine çöken ruhsallıkları kararır ve
yaşantıları çekilmez bir hal alır.
İşte bu iki yapı üzerinde gelişecek sevgi ve mutluluk ayrı ayrı
manzaralar gösterir. İlkinde akıllıca bir benlik, onun yarattığı
manevilik, ikincisinde ise aksine akıllı benliği körelterek eza ve
cefa etmek, kişiliğini öldürmek ve sonunda cemiyetin kabul
görmediği biri olarak yerini bulur. Birincisinde bütün olayları
hoş görmeyi, gülerek karşılamayı, ikincisinde ise, sonsuz
şikayetleri benimserler. Birinin anlamı hayattan korkmamak,
ürkmemek olduğu halde, diğerinin yolu hayatı tahammül edilemez
bulmak, korkmak, ürkmek, korku ve aciz bir varlık olduğuna
inanmadır. Bunlar hayattan kopmuş kişilerdir.
Bu iki çeşit varlık, biçim, sevgi ve aşka birer örnek vermek
gerekirse Çerkesler ile doğu halklarından steplerde yaşayan
Brenmenleri, Hindistan'daki Nirvana kulelerini gösterebiliriz.
Bunlarda öncekiler, yani Çerkesler yaşama daima ve her anlamda
kendi tanrılarına bile boyun eğdirebilecek bir olguya, düşünceye,
yaşama sahiptiler. Çerkesler mutluluklarını her zaman ön planda
tutarlar. Hatta, ilk bakışta onları hodbin görebilirsin.
Diğerleri ise ölmek, hiç olmasa tanrının esiri olarak ona yönelik
kullar olarak bağlanıp kalmak, ruhlarında biriken zehirleri akıtma
için ahreti beklerler. Müslümanlığın dervişleri, dedeler,
tekkeler, Hıristiyanların manastıra kapanan maddiyattan uzaklaşmış
rahipleri de az da olsa ikinci guruptandırlar. Nirvana'nın “sen
kendini terk ettikçe beni bulacaksın” diyen ve teselli veren
sözleri, bir Brehman ve Hindu zihniyeti için anlamı çok büyüktür.
Bu zihniyetçe alkışlanmaya değer bir tanrı teklifi olgusu ortaya
çıkmaktadır.
Eğer Çerkeslerin yapı ve yaşantılarından bir örnek verecek
olursak, Kafkasya'nın doğu ve batı bölgelerini gösterebiliriz.
Doğudaki, yani Lezgi ve Çeçenler eski zamanlardan beri
Hindistan'ın
ruhsal yapılarını bir fener gibi İran'ı da etkileyen Asya stepleri
insanlarının inanç ve ruhsal yapılarının bunları da etkilediğini
görürüz. Tasavvufun bir geleneğine dayanan Müridizm'in orada yer
bulması da bundandır.
Batı Çerkesleri ise, sürekli etkiler yaratacak, kimliklerini
unutturacak istilalar yaşamadırlar. Kendileri inançları
doğrultusunda ilerlemişlerdir. Buda bizlere şunu gösterir.
Herhangi bir etkiyle kimliklerini kaybeden ulusların kaderi,
ruhlarındaki çarpışmaların, hayat sahnesindeki kararsızlıklarının
bir şekilde ortaya çıkmasından ibarettir. Hayattan korka bu sınıf,
kişiler, varlıklarını alt üst eden hayatın sesi ve korkusudur.
Bununla tek başlarına mücadele cesaretini gösteremediklerinden
ölmüş veya yok oluşmuşlardır.
Çerkesler, Kafkas dağlarından ferdiyeti öğrendikleri gibi,
derelerinden, ormanlarından, kayalarından, şelalelerinden de aşk ve
sevgi dersini almışlardır. Bunun için yaşam Çerkeslerde
kökleşmiştir. O ülkenin insanları yaşamlarından memnundular. Güzel
iklim, bulunmaz güzellik, yemyeşil çamlar, müstesna servet kaynağı
şen ve şuh ezgilerle yarınlarına ümitle, var olmayı yaşatırlarken
ümitsizliği de bilmiyorlardı.
Pesimizim (kötümserlik) tanımazlar, ümit dünyasında şendirler.
Bunun sonucu olarak herkes eğlenmek, gülmek, iyi bir yaşamı
sürdürmeyi arzularlar. Hele psikolojik ve ince anlayışlı bir
Amerikan atasözü “az gülen, az başarılı olur” deyimine bakılırsa,
dayanağının ruhsal temellerle birlikte ele alınırsa Çerkeslerin
düşünüşlerinin, felsefelerinin de mutluluğa dayandığını görürüz.
İşte Adige xabze, Çerkeslerin iç duygularının, milli adetlerinin,
büyüğe saygı, küçüğe sevgi, şefkat ve birbirilerine karşı ahlak,
terbiye düzeni içerisinde hayatlarını düzenlemiler, huzur,
mutluluk içinde yaşamı ön görmüşlerdir. Bekçi, polis, jandarma ve
ordu kullanmadılar. Xabzeye Meryem ananın resmi önünde diz çökerek
haç gösterecek kadar ruhsal bir inançla bağlılık göstermişlerdir.
Dünyada hiçbir ülkede ve millette görülmeyen biçimde bir
sistemle kuzey Kafkasya'yı, özellikle Çerkesya'yı kaplamışlardır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|