|
|
................... |
|
................... |
AMERİKA’NIN
KAFKASYA POLİTİKASI VE TÜRKİYE
|
Arzu Turgut
USAK
Avrasya Araştırmaları Merkezi
|
|
|
................... |
|
................... |
USAK Başkanı Doç. Dr. Sedat
Laçiner ile Amerika'nın Kafkasya politikası ve Türkiye üzerine
mülakat
Arzu Turgut: Kafkasya coğrafyası hakkında genel bir
giriş yapacak olursak, Kafkasya bölgesi hangi sebeplerle Rusya ve
diğer devletler için önemlidir?
Sedat Laçiner: “Kafkasya’daki gelişmeler ve haberler, sanki
sadece bir Gürcistan-Osetya veya Ermenistan-Azerbaycan veya
Türkiye-Ermenistan sorunuymuş vs. gibi yansımaktadır. Bunun
tersine olaylara bakan bir grup ise her şeyin ardında global bir
Batı komplosunu aramaktadır. Fakat işin aslına bakacak olursak,
burada daha büyük ve daha derin bir resimi görmek gerekmektedir.
Kafkasya bağımsız bir bölge değildir, çevresindeki daha büyük
bölgelerin arasında kalmış bir alt sistemdir. Tarih boyunca da
daha çok üç büyük gücün (Türkler, Ruslar ve Persler) arasına
sıkışmış bir bölge olmuştur. Bu üç büyüklerden bir tanesi Rusya,
diğeri eskiden Osmanlı İmparatorluğu, bugün ise Türkiye, bir
diğeri ise Pers İmparatorluğu veya bugünkü İran’dır.
Bu üçünün güç durumu ve dengesine göre zaman zaman Kafkasya
içlerine ilerledikleri, zaman zaman da geriledikleri
görülmektedir. Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen
sonra çeşitli siyasi ve askeri hamlelerle Kafkasya’nın tamamına
yakınını ele geçirmiştir. Böylece zaten çok genç olan Ermenistan,
Azerbaycan ve Gürcistan dediğimiz ülkeler Sovyetler Birliği
denetimi altına geçmiştir. O dönemde aslında bunların her birinin
ne derece ülke olup olmadığı da tartışmalıdır, çünkü Sovyetler
Birliği burayı işgal etmeden önce bu ülkelerde nüfus dağılımına
baktığımızda ciddi anlamda bir karışıklık, bir iç içe geçmişlik
vardır.
Örneğin, bugün Ermenistan dediğimiz bölgenin büyük kısmında
Ermeniler çoğunlukta değillerdi veya bugün Gürcistan’ın başkenti
olan Tiflis’te normalin ötesinde çok büyük bir Ermeni nüfus vardı.
Ama özellikle Rus-Türk savaşlarının bir sonucu olarak, Müslüman
nüfus Anadolu’ya, gayrimüslim, daha da doğrusu Ermeni nüfus ise
Kafkasya’ya ve Rusya’ya doğru akmıştır. Bu da nüfus dengesinde
ciddi bir değişime yol açmıştır. Denebilir ki 1915 Tehciri’ne
gerek kalmasaydı ve Osmanlı Ermenileri bugün hala Anadolu’da
yaşıyor olsalardı Kafkasya’da Ermeni nüfusu daha zayıf kalırdı ve
bugünkü Ermenistan devleti bile kurulamayabilirdi, ya da bugün
olduğundan daha küçük ve daha zayıf kalabilirdi.
Kafkasya’da nüfus çatışmalarının ve kutuplaşmalarının etkisi ile
nüfus yoğunlaşmaları bugünküne benzer bir şekilde oluşmuş ve bugün
anladığımız anlamı ile Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ortaya
çıkmıştır. Gürcistan hala bu karışık, yeterince homojen olmayan
nüfusun sorunlarını yaşamaktadır, yani Osetya, Abhazya, Acaristan
veya Cevahiti bölgelerine baktığımızda Gürcistan’ın çok da homojen
olmadığını görüyoruz. Ama Rusya’nın desteği, teşviki veya
kışkırtması ile Abhazların, daha sonra da Osetlerin kendi
ülkelerini fiili olarak oluşturmaları sonucunda Gürcistan’da da
bir homojenleşme süreci ortaya çıktı.
Yani Gürcü nüfus Gürcistan’ın belli bir bölgesinde toplanmak
zorunda kalırken, Gürcü olmayanlar önemli oranda Abhazya ve Güney
Osetya’ya çekildi. Böylece hem milli hisler güçlendi, hem de nüfus
tek tipleşti. Aynı durumu Azerbaycan meselesinde de görüyoruz,
Karabağ sorunu nedeniyle Karabağ topraklarının ve çevresindeki
bazı reyonların Ermeniler tarafından işgal edilmesinin bir sonucu
olarak, bu ülkedeki Azerilerin tamamı Azerbaycan’a göç
etmişlerdir. Azerbaycan içerisinde, Bakü ve çevresindeki yarım
milyon kadar Ermeni’nin büyük bir kısmı da Ermenistan’a göç
etmiştir. Bugün tabloya baktığımız zaman oldukça homojen bir
Azerbaycan ve Müslümanların yaşamasına imkân bırakmayan homojen
bir Ermenistan ortaya çıkmıştır.
Eğer Karabağ Savaşı yaşanmasaydı her iki ülkede de ciddi bir
azınlık nüfusu olacaktı. Bu hususta Azerbaycan’daki Ermeni nüfusun
ekonomik konumu dikkate alındığında eğer Ermeniler Azerbaycan’daki
nüfuslarını koruyabilselerdi etkilerinin sayılarının çok ötesinde
olacağı da muhakkaktır. Dahası Karabağ Savaşı’nın bir sonucu
olarak her iki ülkede milli bilinç de yükselmiştir. Bu durum
özellikle Azerbaycan Türkleri için geçerlidir. Henüz devlet
kurmaya hazır olup olmadıklarının dahi şüpheli olduğu bir dönemde
yaşadıkları dram sonucunda Azerbaycanlılar bir millet olmanın
tadına daha fazla varabilmişlerdir ve ulusal birlik ve bütünlüğün
sağlanmasında Ermeni saldırılarının ve işgalinin önemli bir etkisi
olmuştur. Bu noktadan baktığınızda savaşların Kafkasya’da
milliyetçiliğe şekil verdiği ve ulus-devletin inşasını adeta
kolaylaştırdığı görülür.
Kafkasya dediğimiz zaman hala homojenleşmeye ve milletleşmeye
devam eden bir bölgeden bahsediyoruz.
Politik zemine, jeopolitik altyapıya baktığımız zaman ise ortada
yapay bir zemin olduğunu görürüz. Kafkasya’da yüzlerce yıl boyunca
sınırları az çok belli kalmış, köklü devletlerden, hatta
ülkelerden bahsetmek mümkün değildir. Ermeniler bölgenin hepsine
Ermenistan derken, Gürcüler bölgenin tamamına Gürcistan
demişlerdir. Bu da milliyetçiliği, birbirine karşı kışkırtmaları
ve çatışmaları kolaylaştırıcı bir zemin yaratmıştır. Kafkasya’da
dışarıdan bir başkasının desteğini aldığınız zaman, bir başkasının
evinin üzerine vatan inşa etme hayalleri kurabiliyorsunuz.
Burada nispeten ufak halk ve devletlerden bahsediyoruz; onların
ekonomik, askeri, siyasi güçleri oldukça zayıftır. Bu nedenle bu
ülkeler, dışarıdan yardım ihtiyacı ve arayışında olan ülkelerdir.
Özellikle Ermenistan’da ciddi bir doğal kaynak dahi yoktur.
Denizlere çıkışı kapalı, dağlar arasına sıkışmış, her şeyiyle dışa
bağımlı bir ülkedir Ermenistan.
Bölge ülkelerinin nispeten küçük ve zayıf olmaları, buna karşın
bölge halklarının dış bağlarının ayrı ayrı çok güçlü olması
sonucunda dış müdahalelere daha açık bir ortam oluşturmuştur.
Bölgenin diğer sistemler arasında sıkışıp kalmışlığının da
etkisiyle bölgede oyun hem 20., hem de 21. yüzyılda daha çok büyük
devletler arasında oynanan bir oyun olarak cereyan etmiştir. Ne
yazık ki Kafkasya, kendi kaderini tayin edebilen insanların
coğrafyası değildir.
Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Güney
Kafkasya’da Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlıklarını
ilan etmişlerdir. Kafkasya’nın geri kalan kısmında, Dağıstan ve
Çeçenistan gibi yerlerde de huzursuzluklar meydana gelmiş, özerk
cumhuriyetlerde ayrılma düşüncesinde olanlar olmuştur.
Çeçenistan’daki mesele çok kanlı bir şekilde bastırılmaya
çalışılmıştır, hala da orada bir sorun devam etmektedir.
Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Rusya için bölgede çok büyük ve
tarihi bir geri adım olmuştur. Karşımızda Kafkasya’yı hayati
gören, fakat elinden kaçırmak üzere olan bir Rusya vardır. Çarlık
İmparatorluğu’ndan bu yana Kafkasya, Ruslar tarafından çok önemli
bir hedef, kilit noktalardan biri olarak görülmüştür. Çünkü
Kafkasya üzerinden güneye, İran’a sarkmak ve sıcak denizlere inmek
pekâlâ mümkündür. Moskova için Kafkasya da, tıpkı Türk Boğazları
gibi kritik bir noktada yer almaktadır. Kafkasya’nın Rusya için
öneminin bir nedeni konumudur; güneye inme anlamında çok
kıymetlidir.
Bölgenin bir diğer önemi de enerji kaynaklarının varlığından
kaynaklanmaktadır. Kafkasya, petrolün 19. yüzyılın sonunda dünya
tarihinde belki de bir ilk olarak ticari olarak üretilip satıldığı
yerdir. Bu sebeple burası çok kıymetlidir. Hazar petrolleri İkinci
Dünya Savaşı’nda Almanların ele geçirmeye çalıştığı, bu nedenle
bölgeye sefer düzenlediği kaynaklardır. Sovyetler Birliği yılları
boyunca da Azerbaycan petrolleri Sovyet ekonomisini ciddi bir
şekilde sübvanse etmiştir. Bundan dolayıdır ki yeni dönemde de
Rusya burayı başkalarına bırakmak istemez. Moskova burayı ele
geçirmeyi ve elinden tutmayı en önemli hedeflerinden biri olarak
ortaya koymuştur ve bu hedef Soğuk Savaş sonrasında da
değişmemiştir.
Kafkasya’yı Rusya için kıymetli kılan üçüncü bir neden ise Hazar
Denizi’dir, Hazar bir iç göl gibi durmakla beraber büyüklük
itibariyle oldukça büyük bir denizdir. Çevresinde İran’a ek olarak
Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile birlikte ortaya çıkan dört
devlet daha bulunmaktadır: Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve
Rusya. Kafkasya’ya hâkim olunmazsa, Hazar Denizi’ne hâkim olmakta
da zorluklar çıkacaktır. Eğer Kafkasya’da hâkim değilseniz
Hazar’ın paylaşımında da sıradan beş ülkeden biri olacaksınız
demektir. Ruslar için
Kafkasya’yı önemli kılan bir diğer neden ise parçalanmanın devam
etmesi korkusudur. Yani Sovyetler Birliği nasıl dağıldıysa, Rusya
da çok etnisiteli ve çok büyük bir federasyondur. Rusya’nın
içerisinde de Rusların zayıflaması halinde ayrı bir devlet kurma
hayalleri kurabilecek milletler vardır. Bu milletlerin büyük bir
kısmı da Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kafkasya kısmında yer
almaktadır. Güney ve Kuzey Kafkasya’daki etnik gruplar Moskova’da
da çok etkilidir.
Başka bir deyişle Rusya Federasyonu’nun dağılması anlamında da
Kafkasya çok önemlidir, çünkü Kafkasya’da etnik kimlik diğer
bölgelere kıyasla çok daha güçlüdür. Kafkasya, Çarlık Rusya’sı
döneminde de Rus ordusunun çok ciddi bir direnç ile karşılaştığı
bir yerdir ve diğer bölgelere bu anlamda adeta kötü örnek
olmaktadır. Çeçenistan son dönemde bu anlamda en önemli örnektir.
Eğer burada bir başarı sağlanır ve Rusya Federasyonu’ndan bir
parça kopar ise diğer etnik grupların ayrılıkçı hareketleri
üzerinde bunun çok olumsuz etkileri olacaktır.
Kafkasya’yı Rusya için mühim kılan bir diğer sebep ise, yine
konumu ile alakalı bir durumdur, o da Karadeniz’dir. Yani Kafkasya
sadece Hazar’la ilişkili değil, Hazar ile Karadeniz’in ortasında
bir kıskaç gibi, ikisini birleştiren dar bir koridor gibidir. Yani
Kafkasya’yı kaybettiğiniz zaman sadece Hazar’ı ve Kafkasya’yı
değil, Karadeniz’i de bir ölçüde kaybetmeye başlarsınız ki
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Karadeniz kıyılarının
mühim bir kısmı Ukrayna ile birlikte Rusya’dan kopmuştur.
Gürcistan, Güneydoğu Karadeniz kıyılarının mühim bir kısmını
kapsamaktadır ve böylece Sovyetler’den Rusya’ya sadece dar bir
şerit kalmıştır. Oysa Rusya 19. yüzyıldan sonra Karadeniz’e kendi
gölü gibi bakmaya başlamıştır.
Rus Çarlığı Karadeniz’i o dönemde henüz bir Türk gölü iken işgal
etmeye başlamış ve onu bir Rus gölüne çevirmeyi stratejik bir
hedef olarak görmüştür. Daha da ötesi Boğazları da alarak
Akdeniz’e inmek Rus siyasetinin o günlerde atılmış en önemli dış
siyaset hedeflerinden biri olmuştur. Sovyetler Birliği çökünce
Rusya adına bölgede çok ciddi bir geri adım atılmıştır. Bu
bağlamda Rusya’nın Kafkasya’yı kaybetmemeye çalışmasının önemli
bir nedeni de Karadeniz’dir. Moskova’nın Abhazya’nın bağımsız
olmasına ciddi bir destek vermesinden ve ayrılıkçı hareketi
güçlendirmesinden de bunu anlıyoruz. Rusya bunu sadece Gürcülerden
hoşlanmadığı için yapmamıştır: Abhazya’nın ardındaki Rus
desteğinin en önemli nedeni Abhazya’nın Karadeniz sahilleridir.
Karadeniz’de çok uzun bir kıyı şeridine sahip bir Abhazya
Rusya’nın Karadeniz hâkimiyetinde hayati bir öneme sahiptir. Bu
şerit Abhazya’yı büyük bir Karadeniz gücü yapamayacağına göre bu
avantaj Rusya tarafından kullanılacaktır ve kullanılmaktadır da.
Rusya, Abhazya’yı bağımsız bir ülke haline getirmiştir ve 2008
Osetya Savaşı’nın ardından da hukuki olarak tanımıştır. Böylece
Rusya ve Abhazya şeridine baktığımız zaman Doğu Karadeniz’in mühim
bir kısmının yeniden Rusya’ya geçmiş olduğunu görürüz. Rusya
Osetya’yı bahane ederek Abhazya kıyılarını garanti altına almış ve
oranın NATO’ya girmesini engellemiştir. Böylece Türkiye’den sonra
Bulgaristan ve Romanya’yı da üye yapan ve Ukrayna ile Gürcistan’ı
sıraya koyarak tüm Karadeniz’î bir NATO gölüne çevirmeye çalışan
ABD’ye Abhazya’da (ve Osetya’da) dur denmiştir.
Kafkasya’nın bir diğer önemli özelliği de Azeriler ve
Dağıstanlılar gibi Müslüman halklara sahip olmasından
kaynaklanmaktadır. Rusya, Müslüman ayrılıkçılık ve dinci
radikalizm konusunda da oldukça hassastır. Bu bağlamda Kafkasya’da
hâkimiyet tesis edilmeden Rusya’nın İslam halklar karşısında zayıf
noktalarının artacağı düşünülmekte, bunun sonucu olarak
Kafkasya’nın önemi bir kat daha artmaktadır.
Moskova açısından bölgede hayati sayılabilecek bir diğer mesele
ise Kafkasya’nın Türkiye ile Türk dünyası arasında adeta bir
bariyer olmasıdır; burada eğer Rusya etkili olamamış olsaydı,
Türkiye rahatlıkla Azerbaycan ile kuracağı ittifak sonucunda Türk
dünyasına kıyıdaş olmuş olacaktı. Bugün pek çok Türkiye Türkü için
uzak gibi görünen Orta Asya, aslında Hazar’ın karşı kıyısıdır. Bu
bağlamda Türk bağlantısının kurulmasını engellemek de Rusya’nın
uzun dönemli stratejik hedeflerinden biridir ve yakın bir dönemde
de bu hedefin değişebilecek bir hedef olduğunu söyleyebilmek
zordur.
Son olarak, Kafkasya Orta Asya ile birlikte Sovyetler Birliği’nin
çevrelenmesi ‘containment’ politikasında ‘yumuşak karın’ olarak
görülmüştür. İlginçtir ki, Sovyetler Birliği çöktükten sonra da AB
ile birlikte ABD, Sovyetler’den boşalan yerleri hızla doldurma
gayretine girmiştir. Adeta fiili olarak bu çevreleme politikası
sürdürülmüştür, bu da Rusya’yı ciddi şekilde rahatsız etmiştir.
Moskova, kendi arka bahçesi olarak değil, kendisinden bir parça
olarak gördüğü Karadeniz ve Kafkasya’da bu tarz faaliyetlere
girilmesinden çok rahatsız olmuştur.”
Arzu Turgut: Rusya’nın Kafkasya’da hâkim olmak için
kurduğu bir ittifaklar sistemi var mıdır?
Sedat Laçiner: “Bu genel girişin ardından şu tespiti
yapmamız gerekir: Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’nın
Kafkasya’da devlet olarak bir tane müttefiki vardır; o da
Ermenistan’dır. Ermenistan Rusya’ya her şeyi ile kendisini teslim
etmiş durumdadır. Borçlarının bir karşılığı olarak ekonomisinin
büyük bir kısmı Rusların eline geçmiştir, ticaretinin büyük bir
kısmı Ruslarladır, enerji kaynakları Ruslara verilmiştir.
Ermenistan sınırlarını Rus askerleri korumaktadır. Diğer ülkeler
Rus güçlerini bölgeden çıkarmaya çalışırken Ermenistan Rus
askerine daha fazla imkânlar verip, üs olanakları tanımıştır.
Türkiye-Ermenistan, İran-Ermenistan sınırlarına baktığınız zaman
sınırda Rus bayrağı dalgalanır. Ermenistan’da birçok kişi
kendisini Ruslarla adeta özdeşleştirir. Yani Ermenistan’da
Rusya’ya eleştiride bulunursanız bir anda kendinizi vatan haini
konumunda bulabilirsiniz. Ermenistan’daki Rusya lobisi çok
güçlüdür ve iki ülke çıkarlarını aynı çizgide tutmak için çalışır.
Dolayısıyla Ermenistan, Rusya’nın bölgedeki tek devlet
müttefikidir ve aralarında çok güçlü bir ittifak vardır. Bunun
kopma ihtimali de yakın bir zaman için zor görünmektedir.
Ermenistan-Rusya ilişkileri bağımsızlıktan sonra bir ittifak
olmanın ötesine geçmiştir. Ermenistan topraklarının adeta tapusu
Rusya’nın eline geçmiştir. Aslına bakarsanız bu Moskova’da
hazırlanmış ve adım adım uygulamaya sokulmuş bir projedir. Başka
bir deyişle Rusya Ermenistan’ın tüme ekonomisini ve hayati
sayılabilecek tüm altyapısını ele geçirebilmek için Ermenistan’ın
korkularını ve borçlarını sonuna kadar sömürmüş, istismar
etmiştir. Bugün gelinen noktada Ermenistan’ın sahibi Rusya’dır
demek abartı sayılamaz.”
Arzu Turgut: Peki, Rusya, bölgedeki müttefiklerini
çeşitlendirmeye çalışıyor mu?
Sedat Laçiner: “Rusya, aslına bakarsanız sadece
Ermenistan’ı değil, hem Gürcistan’ı hem de Azerbaycan’ı, hatta
bütün Kafkasya’yı istemektedir. Bunun için Moskova, Azerbaycan’da
daha işin başında bir takım insanları desteklemiştir,
Azerbaycan’da iç savaşa giden sürecin en önemli kışkırtıcılarından
olmuştur. Ama Azerbaycan’da bağımsızlığın ilk yıllarında Rusya
iktidar oyununu kaybetmiştir. Özellikle Karabağ Savaşı’nda
Rusya’nın Ermeni yanlısı politikaları Azerbaycan’da Rus oyunlarını
alt üst etmiştir.
Moskova, Bakü’de şiddeti tercih etmiş, Karabağ’da ise bizzat ağır
silahlarıyla Ermeni güçlerinin yanında yer almıştır. Bu durum
Azerbaycan’da kısa vadede Rusya’nın etkisini yeniden tesis
etmesini adeta imkânsız hale getirmiştir. Fakat görüldüğü üzere
Rusya, Azerbaycan’dan vazgeçmiş değildir, eninde sonunda bu ülkeyi
de etkisi altına almayı hedeflemektedir.
Gürcistan’da ise Rusya’nın Tiflis’te yaptığı çalışmalar sonuç
vermemiştir. Bu tür başarısızlıklar karşısında Rusya’nın klasik
bir tarzı vardır: Rusya, çok belirgin bir şekilde eğer bir devlet
ile anlaşamadıysa, o devletteki ayrılıkçı hareketleri destekler.
Gruplar arasındaki rekabetten yararlanmak tipik bir Rus
stratejisidir. Rusya’nın Soğuk Savaş sonrasında Kafkasya’daki
müttefikleri ise mutsuz azınlıklardır. Rusya bunları bahane ederek
Kafkas ülkelerine müdahale etmektedir. Çarlık döneminden bu yana
bildik bir Rus taktiğidir, Rusya hedef aldığı, içişlerine müdahale
etmek istediği komşu ülkelerde olabildiğince çok Rus pasaportu
dağıtır, o ülkelerde olabildiğince çok kişiyi Rus vatandaşı
yapmaya çalışır, çifte vatandaşlık vermeye çalışır.
Bu konuda yeterli sayıya ulaşıldığında ise bu insanlar kendi
vatandaşlarıymış gibi veya oradaki azınlık kendisini çağırıyormuş
gibi müdahale hakkı doğduğunu iddia eder. Mesela Güney Osetya’da
bunu çok net bir şekilde gördük, Abhazya’da da çok fazla kişide
Rusya pasaportu vardır. Ermenistan’da ve Karabağ’da da çifte
pasaport alınması yaygın bir durumdur. Moldova gibi sorunlu
yerlerde de Rusya bunu yapar. Örneğin Moldova’da nüfusu 550.000
civarında olan ayrılıkçı Dinyester bölgesinde Rus pasaportu
olanların sayısı 2009 sonu itibariyle 150.000’i aşmıştı. Rusya
açıkça bölgeye müdahale edebilmek için Dinyester’de müdahale
gerekçeleri yaratmaktadır.
Bu durumu fark eden Romanya geç de olsa Rus pasaportunun
çekiciliğini kırabilmek için kendisinin AB pasaportlarını almayı
kolaylaştırarak Rusya’ya dur demeye çalışıyor. Baltık ülkelerinde,
hatta kısmen Orta Asya’da da çifte pasaport Rusya’nın girişine
zemin hazırlayan hukuki bir araç gibi görülüyor. Ukrayna’da ise
Ruslar daha çok donanmalarının da bulunduğu Kırım bölgesine
odaklanmış durumdalar. Yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen
Kırım’da, Rusya’dan pasaport alanların sayısının 200.000 civarında
olduğu sanılmaktadır ki bu da on kişiden biri gibi bir orana
tekabül eder. 2000 yılından 2009 sonuna kadar Rusya’nın eski
Sovyet coğrafyasında dağıttığı pasaport sayısı 3 milyonu aşmıştır.
Bilindiği Osmanlı’nın son yüzyılında da Rus Çarlığı Osmanlı
Ermenilerine düzenli olarak çifte pasaport dağıtıyordu.
Kısacası Moskova, Kafkasya’da mutsuz ve ayrılıkçı azınlıkları
müttefiki olarak görmüştür ve onları kendi başkentlerine karşı
kışkırtarak bölgede hareket sahasını genişletmiştir. Burada en
kritik olanları, Güney Osetya ve Abhazya sorunlarıdır. 2008
Ağustos’unda yaşanan Gürcistan Savaşı’ndan sonra Gürcistan,
neredeyse kesin olarak üçe bölünmüştür, üç ayrı devlet olmuştur;
bunlar Abhazya, Güney Osetya ve Gürcistan’dır. Böylece Rusya’nın
bölgedeki müttefik sayısı üçe çıkmıştır. Uluslararası topluma
oldu-bitti yapılarak bağımsız hale getirilmeye çalışılan bu iki
devleti Rusya kendisi tanıdığı gibi başka bazı ülkelere de
tanıttırmıştır. Tanıyan devlet sayısı sınırlı olsa da tanıtma
çabalarını sürdürmektedir.
Bazı devletler Rusya’ya verdikleri önemden dolayı, bazıları ise
aldıkları para karşılığında bu devletleri tanımaktadırlar. Şu an
için Rusya’ya ek olarak Nikaragua, Venezuella ve Nauru da iki
ayrılıkçı devleti tanıyorlar. Örneğin 2009’un sonunda dünyanın en
küçük ada ülkesi olan Nauru, Abhazya’yı tanıdı. 1999 yılında BM
üyesi olan Nauru’nun nüfusu sadece 15.000 ve Abhazya’dan binlerce
kilometre uzakta, denizin ortasında bir yerlerde. Toplam büyüklüğü
10 km2 kadar ve deniz yükselmesi sorunu ile boğuşuyorlar. Elbette
Nauru Abhazları çok sevdiği için tanıma kararını almadı. Tam 50
milyon dolarlık ‘insani yardım’ Nauruluları ikna etmeye yetti.
Kimileri Nauru’nun bu kararını Rusların başarısı olarak gördüler,
hatta KKTC’nin tanınması için Nauru örneğinin iyi bir model
olabileceğini söyleyenler bile oldu.
Ancak Rusya’nın Nauru gibi son derece küçük ve önemsiz bir
devletin desteğin alabilmek için 50 milyon doları gözden çıkarması
içine düştüğü çaresizliği veya tersten bakarsanız Kafkaslar’da
Gürcistan’ın bölünmesine ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu da
göstermektedir. Hatırlanacağı üzere Nauru ada devleti geçmişte de
para karşılığında Tayvan ve Kosova’yı tanımıştı. İşin komik tarafı
Tayvan’ı tanıma kararını 2002 yılında Çinliler daha fazla para
verince geri aldı. 2005’de ise belli ki Tayvanlılar daha fazla
verdi ve Tayvan’ı bağımsız bir devlet olarak yeniden tanıdılar.
Yani Gürcüler bir yerlerden daha çok para bulsalar Abhazya ve
Güney Osetya’yı tanıma kararları da değişebilir. Kısacası
Kafkasya’da Rusya bloğu Ermenistan, Güney Osetya, Abhazya ve
Rusya’dan oluşmaktadır ve Rusya bu bloğu dağıtmak veya zayıflatmak
şöyle dursun her geçen gün nasıl güçlendireceğinin hesaplarını
yapmaktadır.
Bu ülkeler karşısındaki blokta ise Gürcistan, Türkiye ve
Azerbaycan vardı. Burada Türkiye grubun moral liderliğini
yapmaktaydı. Bunların üçü de NATO’ya, AB’ye ve ABD’ye yakın
devletlerdir, Rusya’nın karşısında alternatif bir yol seçmiş
devletlerdir, hatta Gürcistan NATO’ya girmek istediğini net bir
şekilde belirtmiştir ve Gürcistan’ın NATO’ya alınacağı
söylendikten sonra Gürcistan Savaşı patlak vermiştir.”
Arzu Turgut: Dağlık Karabağ meselesini de göz önünde
bulundurarak, Kafkasya bölgesinde Batı yanlısı ülkelerin Batı
tarafından yeterince anlaşıldıklarını ve doğru şekilde
yönlendirildiklerini düşünüyor musunuz?
Sedat Laçiner: “Bir ölçüye kadar ‘Batı yanlısı’
diyebileceğimiz bu üç devlet (Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan),
Ermenistan’dan farklı olarak Batı’yı tercih etmesine rağmen, Batı
bu devletlere Kafkasya’da yeterince sahip çıkmamıştır. Batı (ABD
ve AB), müttefiklerini koruma hususunda Rusya’nın tavrından farklı
bir tavır sergilemiştir. Bir kere Karabağ Savaşı Batı tarafından
doğru okunamamıştır. Bu savaşta gerek AB, gerekse ABD, gerçekçi ve
pragmatik davranmaktan ziyade neredeyse dinci davranmışlardır.
Batı, ne yazık ki bu savaşı bir Müslüman-Hıristiyan savaşı olarak
algılamıştır.
Oysaki ortada Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi
vardır, Ermeni güçleri Azerbaycan topraklarının yüzde 20’ye
kadarlık bir kısmını tüm uluslararası ilke ve kuralları ihlal
ederek işgal etmiştir. 1.000.000’a yakın Azeri, mülteci konumuna
düşürülmüştür. İnsanlar 100.000 kadar Ermeni’nin Karabağ’daki self-determinasyon
hakkından bahsediyorlar, ama 1.000.000 Azeri’nin o topraklardan
sökülüp atılması ve sonrasında yaşadıkları dram Batı’da hiç
kimsenin o derece dert ettiği bir konu değildir. Bu da çok garip
bir durumdur.”
Arzu Turgut: Ermeni Diasporası’nın özellikle ABD
siyaseti üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sedat Laçiner: “Ermeni işgali altındaki bölgelerde açık bir
etnik temizlik yapıldı. İnsanlar topraklarından sürüldüler ve
mülteci konumuna getirildiler. Dahası açık bir kültürel soykırım
da devam ediyor. İşgalden bu yana Karabağ’daki tüm İslam ve Türk
mimarisinin izleri siliniyor, Türklük adeta burada kökünden
silinip atılıyor. Zaten Ermenilerin yönettiği yerlerde
Azerbaycanlıların yaşaması mümkün değildir, ama hala Azerbaycan’da
yaşayan Ermeniler vardır. Bu da ilginç bir nokta. Ne var ki
yaşanan dram Batı’da tek yanlı olarak yansıdı, tek yanlı olarak
yansıtıldı. Bunda Ermeni diasporasının büyük rolü olmuştur, ancak
bu konudaki tüm hataları diaspora faktörüyle açıklamak da yeterli
değildir.
Bu arada hatırlatmak gerekir, Ermeniler sadece Yukarı Karabağ’ı,
sadece Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı kısımları işgal
etmediler. Neredeyse hiçbir Ermenin yaşamadığı pek çok yerleşim
yeri de “savaşta pazarlık unsuru yaparız, 15 günlüğüne işgal
edelim” denilerek işgal edildi ve Ermeni güçleri buralarda 15
yıldan fazla bir süredir duruyorlar, çıkmayı düşünmüyorlar,
buradan çıkmayı bir tür vatana ihanet sayıyorlar. Üç beş tane
Ermeni’nin bile yaşamadığı yerler bu savaşta Ermenistan güçleri
tarafından işgal edilmiştir ve Ermenilerin işgal ettiği Azeri
topraklarının büyüklüğü, İsrail’in işgal ettiği Filistin
topraklarından daha büyüktür. Böylesine vahim bir tablo varken,
ABD Kongresi garip bir şekilde Azerbaycanlıların aleyhine,
Azerbaycan’ı cezalandıran bir yasa çıkarmıştır.
ABD Kongresi ayrıca Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı ilk
günden bu yana ABD’nin bu ülkeyi maddi olarak desteklemesi için
olanca gücüyle çalışmıştır. Ermenistan tüm dünyada kişi başına en
çok Amerikan yardımını alan ülkedir. Bunun da nedeni hiç şüphe yok
ki Amerika’nın bu bölgedeki çıkarları değildir. Bunun en önemli
nedeni Amerikan Kongresi’ndeki Ermeni lobisidir. ABD’de çok etkili
bir Ermeni lobisi bulunmaktadır. Amerika’da 500.000 ile 1 milyon
arasında Ermeni olduğu söyleniyor. Bunlar eğitimden ekonomiye
kadar çok etkili insanlardır ve Ermeni meselesinin olduğu yerlerde
Amerikan çıkarlarını adeta rehin almaktadırlar. Ermenistan ile
ilişkiler dikkate alındığında şurası açıktır ki Ermeni lobisi
Kafkasya’da Amerikan ulusal çıkarlarının aleyhine hareket
etmektedir, ABD’yi adeta rehin almaktadır.
Ermenistan, ABD’nin bölgedeki müttefiki değildir, aksine
Ermenistan bölgede bir Rusya müttefiki olarak Amerikan
politikalarına zarar vermiş bir ülkedir. Başka bir deyişle ABD
siyasi ve ekonomik olarak bölgede bir Rusya müttefikinin
desteklemekte, kendi müttefikleri olan Türkiye, Azerbaycan ve
Gürcistan’ı ise Ermenistan konusunda cezalandırmaktadır.
ABD’nin ve genel olarak Batı’nın Azerbaycan’a karşı izlediği izahı
güç siyasetin başka bir versiyonunu Gürcistan politikasında da
görüyoruz. Batı Gürcistan’a sahip çıkıyor gibi davranmış, ancak
ona yeterince sahip çıkılmamıştır. Gürcistan Batı’nın
Kafkasya’daki samimiyeti için özel bir test olmuştur. NATO’ya
girmeye hazır, Rusya’ya karşı ise katıksız bir ABD şampiyonu
denebilecek Gürcistan’ın Rusya karşısında düştüğü hazin manzara
ortadadır. Gürcistan Rus askerleriyle baş başa bırakılmıştır ve
Gürcülerin ABD tarafından terk edildiği algısı tüm bölgeye güçlü
bir şekilde yayılmıştır.
Savaş bölgeyi adeta şok etmiştir ve ABD’nin yetersizliği, AB
ülkelerinin ise kısa sürede Rusya’yı fiili olarak desteklemeye
başlamaları Kafkasya milletlerine iyi bir ders olmuştur. Savaşın
neden olduğu travma özellikle Azerbaycan üzerinde etkili olmuş ve
Azeriler sadece BatI’ya güvenmenin ne kadar tehlikeli olduğunu bu
savaşta anlamışlardır. Savaş Türkiye’nin imajına da ağır bir darbe
indirmiş, savaş anında Türkiye’nin yeterince müdahale gücünün
olmadığı algısı oluşmuştur.
Kafkasya’da Batı ittifakı açısından bakıldığında en önemli ülke,
hem NATO üyesi olması, hem Amerikan askeri üssü barındırması, hem
büyük bir ekonomi ve siyasi güç olması, hem de Kafkasya’da
Gürcistan’ı ve Azerbaycan’ı bir arada tutabilecek bir ülke olması
nedeniyle Türkiye’dir. Ama Batı’nın Kafkaslar’da, tıpkı Azerbaycan
ve Gürcistan hususunda olduğu gibi Türkiye konusunda da tutarlı
davrandığını söyleyebilmek kolay değildir. 1915 yılında, neredeyse
bir asır önce olmuş olan olaylar bahane edilerek Türkiye baskı
altında tutulmaya çalışılmıştır.
Amerika’daki ve Avrupa’daki Ermeni diasporasının propagandalarının
etkisi altında hem ABD hem de AB Türkiye’yi Ermeni diliyle
acımasız bir şekilde suçlamıştır. ABD, Kafkasya’daki en önemli
müttefiki olan Türkiye’yi bölgenin en önemli Rus müttefiki olan
Ermenistan’ın gerçekliği son derece tartışmalı iddiaları nedeniyle
suçlamakta, karalamakta ve ilişkileri zora sokmaktadır. Soykırım
tasarıları, Amerikan Kongresi’nin Osmanlı döneminde olan olaylar
yüzünden Türkiye’yi çok sert bir dille eleştirmesi ve Türkiye’nin
Kafkasya’yı birleştirme çabalarına destek verilmemesi söz
konusudur:
Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı biraz da Amerika’nın ilk
başlarda tam destek vermemesi nedeniyle gecikmiştir. ABD tam
destek verdiğinde ise Bakü’den Akdeniz kıyılarına uzanan bu dev
proje hayata geçmiş ve bölgenin istikrar ve kalkınmasında hayati
bir rol oynamaya başlamıştır. Bu proje ABD’ye iyi bir örnek
olmalıydı ve benzeri projeleri hayata geçirebilmek için ABD tam
destek vermeliydi. Ne var ki BTC’den sonra ABD’nin yeterince
istekli olmadığını, bölgede yeterince rol almadığını söylemek
mümkündür. Aksine bazı durumlarda ABD Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye
hattını destekleyici değil, engelleyici bir rol oynamıştır.
Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye’yi karayolları ve
demiryolları ile entegre etmeye çalışmış, ancak orada da Amerikan
Kongresi Türkiye karşıtı bir karar almıştır, “biz böyle bir
demiryolu hattına destek vermeyiz” denmesi yetmezmiş gibi bütün
Amerika şirket ve kurumlarının söz konusu entegrasyona destek
vermesi yasaklanmıştır.
Sadece ABD değil, AB de Ermenistan olmaksızın böyle bir hattın
inşasının doğru olmayacağını öne sürmüştür. Ortada Karabağ ve
etrafındaki işgal sürerken, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki
sorunlar bilinir iken Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan arasındaki
herhangi bir entegrasyon projesine Ermenistan’ın da katılmasını
talep etmek bu entegrasyona karşı çıkmak demektir. Bu bağlamda AB
ve ABD’nin demiryolu projesine Ermenistan’ın da katılımını talep
etmeleri fiiliyatta projeleri engellemeye çalışmaları olarak
değerlendirilebilir.
Görünüşte Ermenistan, Rusya’nın müttefiki; Türkiye, Gürcistan,
Azerbaycan ise Amerika’nın müttefikidir. Ancak Amerikan
Kongresi’ne baktığınız zaman, ABD’nin eylemlerini incelediğiniz
zaman bunu anlamak mümkün değildir. Sanki tam tersi imiş gibi bir
davranış söz konusudur. Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal
edince Türkiye, Ermenistan’a bir yanıt olarak kara sınırlarını
kapatmıştır. İnsani maksatlarla da hava sahasının açık olmasına
izin verilmiştir. Kara sınırının kapatılmasının en önemli
nedenlerinden biri, Ermenistan’ın yaptığı işgaldir. Yani işgal ile
sınır kapatma arasında neden-sonuç ilişkisi vardır.
Bir diğer nedeni de Ermenistan’ın Türkiye sınırlarını
tanımamasıdır. Ermenistan, Azerbaycan’ın topraklarını işgal ettiği
gibi Türkiye’nin toprak bütünlüğüne de saygı duymamaktadır.
Örneğin bir önceki Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan işbaşına
gelmesinin hemen ardından “Türkiye ile sorunlarımız var, mesela
sınır sorunları” demiştir. Ayrıca Anayasa’nın da parçası haline
getirilen Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ne bakarsanız orada da
Türkiye’nin doğusundan Batı Ermenistan diye bahsedilir ve
bildiride buraların eninde sonunda alınacağı tarzında bir dil
kullanılmıştır. Bazı Ermeni partilerin Azerbaycan’a ek olarak
Türkiye ve Gürcistan ile ilgili irredentist hedeflerinin olduğunu
da biliyoruz.
Dahası Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Ocak 2010’da Türkiye ile
imza edilen protokoller konusundaki görüşlerini belirtirken
Türkiye’nin doğusunu Ermenistan sayması ve sınırların tanınmasında
1990 öncesinin ayrı bir konu olduğunu söylemesi de düşündürücüdür.
Kısacası Ermenistan’ın yayılma hedefleri Azerbaycan’la sınırlı
değildir. Ermenistan bölgesinde etrafa saldırmaya hazır bir savaş
makinesiymiş gibi davranmıştır ve en azından söylemde bu hali
devam da etmektedir. Cevahiti’yi Gürcistan’dan ayırmak,
Ermenistan’a katmak gibi hayallerin hala canlı olduğunu biliyoruz.
Ermenistan, Karabağ Savaşı’nda Nahçıvan’a da saldırmaya kalkmıştı,
bu işgali de Türkiye engellemiştir.
Şimdi bu şartlar altında Türkiye’nin kara sınırını kapatması
işgale ve irredentist zihniyete karşı alabileceği en basit
önlemdi. Ve bunu da en iyi ABD’nin anlaması gerekirdi. Çünkü işine
gelmeyince uluslararası hukuk ihlallerine en ağır tepkiyi her
zaman ABD vermiştir. Öyle ki ABD bu müdahalelerde bazen iç
meselelere dahi karışmıştır. Örneğin Sırplar kendi devletlerine
ait Kosova bölgesinde insan haklarını ihlal ettiği zaman ABD (ve
NATO) Belgrat’ı bombalayacak kadar ileri gitmiştir. Irak, Kuveyt’i
işgal ettiği zaman Amerikalılar dünyayı ayağa kaldırmış ve Irak’ı
defalarca bombalayıp, en sonunda da işgal etmiştir.
Bosna’daki meseleden dolayı da silah ambargosu ve abluka
uygulanmış ve bu bölgeye giriş-çıkışlar yasaklanmıştır.
Amerika’nın İran’a karşı aldığı yaptırım ve ticareti yasaklayan
önlemleri ve Küba’ya karşı aldığı önlemleri anımsadığımız zaman,
Türkiye’nin çok açık bir tecavüzde bulunan bir ülkeye,
Ermenistan’a karşı aldığı önlemler son derece basit ve masum
kalmaktadır. Bunu da en iyi ABD’nin anlaması gerekir. Çünkü ABD
Kafkasya’da eğer diğer bölgelerdeki gibi hareket etseydi Amerikan
uçaklarının Erivan’ı çoktan bombalaması, Ermenistan’a abluka
uygulanması vs. gerekebilirdi. Oysa ABD, AB ile birlikte bırakınız
işgalci Ermenistan’a baskıda bulunmayı, tam tersine mağdur olana
karşı baskıyı tercih etmiştir.
Batı, Ermenistan’a baskı yapıp işgali ve tehditleri sona erdirmek
yerine Türkiye ve Azerbaycan’ı sert bir dille eleştirerek
Ermenistan ile sınırın hemen açılmasını talep etmiştir. Hatta
Türkiye’ye normal bir Avrupalı devletin komşuları ile sınırı
kapatamayacağı da söylenmiştir. Peki, normal bir Avrupalı devlet
komşularını işgal mi eder? Ya da normal bir Avrupalı devlet
komşularının topraklarına saygısızlık mı eder? Ne yazık ki
Ermenistan’ın hatalarını görmeyen ABD ve AB Erivan’ın hatalarının
yükünü dahi Türkiye ve Azerbaycan’ın sırtına yüklemiştir.
Aynı ABD ve AB’nin Kıbrıs’ta ise tam tersi davranmaları, onlarca
yıldır Kıbrıs Türklerini çok ağır bir tecrit altında tutmaları da
düşündürücüdür. Kafkasya’da normal bir Avrupa devletinin
sınırlarını kapalı tutamayacağını öne süren bu ülkeler söz konusu
olan KKTC olunca bırakınız sınırları açık tutmayı en basit insani
ilişkilere dahi izin vermemektedirler. Eğer Kıbrıs Türküyseniz
başka ülkelere seyahat edemezsiniz, mektup atamazsınız, spor
müsabakası dahi düzenleyemezsiniz. Böylesine yaman bir çelişkiyi
görmemek için herhalde fikri kör olmak gerekir.”
Arzu Turgut: Neden ABD ve AB ülkeleri aslında
kendilerinin müttefiki olan Türkiye ve Azerbaycan’ı değil de
işgalci bir ülkeyi, yani Ermenistan’ı destekliyor?
Sedat Laçiner: “Bunun ilk nedeni dini dayanışmadır. Ortak
dini inançlar hala siyasetin önemli belirleyici unsurlarından
biridir. Sonra Avrupa’da ve Amerika’da çok güçlü bir Ermeni
Diasporası ve lobisi bulunmaktadır. Ve bunlar dini dayanışmayı,
yani ‘religious solidarity’ dediğimiz şeyi çok iyi kullanıyorlar.
Kiliseyi veya Hıristiyan yardım kuruluşlarını vs. yanlarına
alıyorlar, yerel ve genel seçimlerde iç politikanın kurallarına
oynuyorlar, yani söz konusu devletlerin iç düzenlerini ve
siyasetlerini istismar ediyorlar. Seçilmek için milletvekilleri,
taşra politikacıları kendi ulusal çıkarlarını değil, bu etnik
grubun dar çıkarlarını göz önünde bulunduruyorlar.
Kimilerince demokrasinin bir kuralı ve gereği sayılsa da dış
politika açısından baktığınızda küçük bir grubun sistemi bu derece
istismar etmesi o ülkeler açısından aslında bir tür intihardır.
Diyebilirsiniz ki, ‘bunu nasıl Amerika göremez?’, mesele tam da
öyle değil. Çok sayıda üniversiteniz olabilir, think tank’larınız
olabilir, bilim adamlarınız vs. olabilir, ama bu ülkelerin
yönetimlerinde etnik gruplar ve etnik siyaset çok önemlidir. Açık
toplumun önemli zayıf noktalarından biri de çıkar gruplarının
sistemi kolayca istismar edebilmesidir. Bunu biz Türk Amerikan
ilişkilerinde pek çok kez yaşadık. Örneğin ambargo kararlarında
Yunan lobisinin Amerikan Yönetimi’ne rağmen nasıl silah ambargosu
kararı aldırabildiğine şahit olduk.
ABD, etnik bir lobinin çalışmaları sonucunda, Başkan istememesine
rağmen NATO’daki askeri müttefikine karşı silah ambargosu
uygulamıştır. Amerikan Başkanı’nın iradesine rağmen bunu
yapılmıştır, Kongre Amerikan çıkarlarını görmezden gelen bir karar
almıştır. Hem Ford, hem de Carter ambargo kararına karşıydılar,
bunu engellemeye de çalıştılar, hatta Carter’ın en son çabaları
sonucunda Türkiye’ye silah ambargosu kararı kaldırıldı. Tüm bunlar
Kongre’deki Rum lobisinin diğer lobiler ile ittifakı sonucunda
mümkün oldu. Kongre’deki lobilerin ve diasporaların Amerikan dış
politikasına verdiği zararlar üzerine çeşitli kitaplar vardır.
Bunun en klasikleşen örneklerinden bir tanesi de Kafkasya
olacaktır. Ermeni lobisi ve Diasporası yüzünden Amerika
Kafkasya’yı yeniden kazanma ihtimali olmayacak bir şekilde
kaybediyor.”
Arzu Turgut: Rusya ve Ermenistan’ın kendi aralarında
müttefiklik ilişkileri var. Diğer taraftan ABD ve Avrupa da aynı
şekilde Ermenileri destekleyecek politikalar geliştiriyor. Burada
bir çelişki yok mu?
Sedat Laçiner: “Bu bölgede Karadeniz’de, Doğu Avrupa’da,
Kafkasya’da ve Orta Asya’da Rusya ile Batı arasında, özellikle ABD
arasında çok ciddi bir bilek güreşi vardır. Amerikalılar özellikle
enerji hatlarının Rusya’ya geçmemesi için her şeyi yapmaktadırlar.
İran ve Rusya’ya karşı her türlü önlemi almaktadırlar. Bunun tek
istisnası Ermenistan mevzusudur. Önemli boru hatlarından biri
olan, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, Azerbaycan petrolünü, Türkiye
ve Gürcistan üzerinden Akdeniz limanına, Ceyhan’a çıkaran ve
Rusya’yı ‘bypass’ ederek enerji yolu için alternatif oluşturan ve
bu anlamda Azerbaycan için de çok olumlu bir gelişmedir.
Ayrıca söz konusu hat Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın birlikte
hareket etmesini de kolaylaştırmıştır. Bunu daha sonra Türkiye’nin
çabaları ile bir gaz boru hattı takip etmiştir. Ama benim
görebildiğim kadarı ile Amerikalılar sadece bu boru hattını yapmış
olmakla Azerbaycan’ın kendilerine bağlı kalacağını
düşünmektedirler. Aslında hiç de öyle değildir, Ruslar da boru
hatlarını AB’ye doğru inşa etmişlerdir ve AB’ye gaz ve petrol
satmaktadırlar. Bir ülke ile gaz, petrol ticareti yapıyor olmak,
tamamen oraya bağımlı olmak anlamına gelmez. Orada karşılıklı bir
bağımlılık söz konusudur. Ama tek başına bir bağımlılık söz konusu
değildir. Kaldı ki askeri ve siyasi güç yok ise ekonomik gücü
orada sürekli tutabilmek kolay değildir. Daha önce de
belirttiğimiz üzere özellikle Gürcistan Savaşı bölgeye çok
kuvvetli mesajlar vermiştir. Gürcistan Savaşı’nda en önemli mesaj
şudur:
- Bir, bu bölgenin patronu Rusya’dır.
- İki, Amerika burada hiç kimseyi koruyamaz.
- Üç, Amerika destek vermeyince Türkiye de burada kimseyi
koruyamaz.
- Dört, dolayısıyla Rusya’nın karşısında olanların ayağını denk
alması gerekir.
Savaşla birlikte bu mesajlar verilmiştir. Ve burada en çok korkan,
en çok stratejisini, bölgeye bakış açısını değiştiren ülke
Azerbaycan olmuştur. Azerbaycan savaştan önce Türkiye-Amerika
çizgisini muhafaza edip, daha sonra NATO’ya ve AB’ye girme
ümitleri taşıyan bir ülke iken Azerbaycan içerisindeki Rusyacı
grubun ve Moskova’nın da teşviki ile Azerbaycan şu noktaya
gelmiştir: ‘Biz Rusyasız bu bölgede yaşayamayız. Amerika çok
uzaktadır ve hiçbir şekilde katkı sağlamamaktadır. Ne bizim
Karabağ sorunumuzu çözmeye çalışmaktadır ne de bizi korumaktadır.
Dolayısı ile Amerika kar değil, zarar vermektedir, riskleri
artırmaktadır.’ demişlerdir.
O tarihten sonra Azerbaycan’ın hem Rusya, hem de Türkiye
politikası değişmeye başlamıştır ve denge, Türkiye’den Rusya’ya
doğru kaymaya başlamıştır.”
Arzu Turgut: Rusya’nın Ermenistan-Türkiye
yakınlaşmasına ve ilişkilerin normalleştirilmesine bakış açısı
nasıldır?
Sedat Laçiner: “Rusya Ermenistan-Türkiye yakınlaşmasında
da, Azerbaycan’ın yeniden kazanılmasında da çok net ve çok planlı
bir politika izlemektedir. Moskova’nın Türkiye ile Azerbaycan
arasındaki soğumayı derinleştirebilmek için Türkiye ile Ermenistan
arasındaki yakınlaşma çabalarını teşvik ettiğini görüyoruz. Daha
önce de söylediğimiz gibi, Ermenistan’ın Türkiye’ye sınırı açıldı
diye Batı’ya yaklaşması gibi bir şey söz konusu değildir.
Ermenistan hep Rusya’nın müttefiki ve uydusu olarak kalmaya mahkûm
bir ülkedir, çünkü hem nüfus, hem ekonomi, hem siyasi ve askeri
güç olarak küçük bir ülkedir.
Ermenilerin içinde hep bir Türk korkusu da olacaktır. Bu çok net
görünüyor, çünkü Ermeniler, Türkiye’deki, Azerbaycan’daki ve İran
Azerbaycan’ındaki Türkleri de düşünürsek 100 milyondan fazla Türk
ile çevrili durumdadır. Ermenilerin güvenlik korkularını Rusya
olmadan aşabilmesi yakın bir zamanda kolay görünmüyor, dolayısıyla
sınırın açılması ile Rusya Ermenistan’ı kaybetme korkusu
yaşamamaktadır. Kaldı ki işler tehlikeli bir noktaya gelirse hemen
müdahale edebileceğini de düşünmektedir. Çünkü Rusya, Ermenistan’ı
avucunun içinde saymaktadır. O nedenle Türkiye’nin yakınlaşma
girişimini teşvik etmiştir, desteklemiştir, Ermenistan’ı da
görüşmeler yapma konusunda teşvik etmiştir.
Hatta görüşmeler esnasında Türkiye’den gelen her türlü yardım
talebini de kabul etmiştir. Yani ‘Karabağ meselesinin çözümüne
katkıda bulunur musunuz’ dendiği zaman son derece sıcak mesajlar
vermiş, Ermenistan ile yakınlaşmaya paralel olarak Karabağ
sorununun da ilerleyeceği mesajını vermiştir. Ruslar çok ümit
verici cümleler kullanmışlardır ve böylece Türkiye-Ermenistan
görüşmeleri başlarken buna paralel bir Minsk Grubu diplomasisinin
de hızlanacağı, bir yandan Karabağ sorununu çözerken bir yandan da
protokollerin imzalanıp sınır kapısının açılacağı ümit edilmiştir.
Fakat Rusya bunu yaparken Türk-Ermeni görüşmelerinin bütün
detaylarını, Azerbaycan’ı kışkırtacak ve rahatsız edecek bir
şekilde hemen Bakü’ye servis etmiştir. Türkler ve Ermeniler
Rusların da teşviki ile kapalı kapılar ardında görüşürken tüm
sırlar kısa sürede Azeri gazetelerine sızdırılmış ve Azerbaycan’da
Ruslar eliyle ‘Türkiye size ihanet ediyor, Ermeniler ile
yakınlaşıyor’ korkusu yaratılmıştır. Bu oyun, Rusya açısından
oldukça karlı bir oyundur: Ermenistan ve Türkiye arasında çok
ciddi bir gelişme olmayacak, ama Türkiye ile Azerbaycan’ın arası
açılacaktır. Böylece, kademe kademe Ermenistan, Güney Osetya ve
Abhazya’ya, yani bölgedeki Rusçu bloka Azerbaycan da eklenecektir.
Günün sonunda Gürcistan yalnız kalacağı için o da Rusların safına
düşecektir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapısının
açılmasının ise Rusya’ya herhangi bir zararı olmayacak, hatta bu
hattı daha çok Rus şirketleri kullanacağından sınır kapısı
Ermenistan’dan çok Rusya’ya hizmet edecektir.
Ne yazık ki Ermenistan sınır kapısının açılması ile ilgili olarak
Türkiye’de de gereksiz beklentiler oluşturuluyor. Ermenistan’ın
Türk malları ile dolacağı, bunun da Ermenistan’ı Türkiye lehine
değiştireceği iddia ediliyor. Aslına bakarsanız burada ciddi bir
akıl karışıklığı var: Gümrüklerin sıfırlanması ile sınır kapısının
açılması aynı şey değildir. Sınırlar açıldığı zaman Türkler ve
Ermeniler ellerini kollarını sallayarak birbirlerinin ülkelerine
seyahat edebilecek de değiller.
Gümrükler ve vizeler yine olacak. Şu anda dünyada neredeyse tüm
devletler arasında sınır kapıları açıktır, ancak sınır kapılarının
açılmasıyla entegre olmaya başlayan ülke sayısı oldukça
sınırlıdır. Ne yazık ki sınır kapısının açılmasına dönük
beklentileri de yine ABD de AB yükseltiyor. Hem Türkiye de, hem de
Ermenistan’da sınırın açılmasına dönük gerçekçi olmayan
beklentiler oluşturuluyor.
Arzu Turgut: Karabağ Sorunu’nun Minsk yoluyla çözülmesi
ihtimali var mıdır?
Sedat Laçiner: “Bence burada her şeyi bağlayan yine
diasporadır. Diasporanın radikal talepleri Kafkasya’da çoğu kez
Amerikan politikası haline dönüşmektedir.
Türkiye meseleye iyi niyetle yaklaşmıştır, Ermenistan ile
yakınlaşmayı Azerbaycan’ın da lehine görmüştür. Karabağ
meselesinin çözüleceğini umut etmiştir. Fakat Minsk Grubu hızlanır
gibi olmakla birlikte, özellikle Rusya ve Fransa meselenin
halledilmesi yönünde neredeyse hiç bir şey yapmamışlardır. Burada
ciddi bir samimiyet sorunu bulunmaktadır. Kabul edilmesi gerekir
ki ABD’nin de Karabağ meselesini çözmede araçları oldukça
sınırlıdır.
Diasporadan dolayı ABD’nin eli kolu bağlanmaktadır. Başka bir
deyişle Minsk Grubu’nda Karabağ sorununu çözecek irade
görülmemektedir. Böylece iki yollu, iki hatlı diplomasiden biri
çalışmıştır; İsviçre’de Türkiye ile Ermenistan arasında
protokoller imzalanmıştır, ama diğer hat çalışmamıştır. Minsk
Grubu Karabağ konusunda ilerleme kaydedememiştir. Böylece ortaya
dengesiz bir tablo çıkmıştır.”
Arzu Turgut: Azerbaycan’ın son zamanlarda Batı’dan
yüzünü çevirip Doğu’ya dönmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sedat Laçiner: “Karabağ meselesinde bir ilerleme olmayınca
Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma Azerbaycan’ı
Türkiye’den ve Batı’dan daha da uzaklaştırmıştır. Geçenlerde
Azerbaycan Rusya’ya ilk gaz naklini gerçekleştirmiştir. Azerbaycan
adım adım Rusya’ya kayacağının açık işaretlerini vermiştir ve
vermeye de devam etmektedir.
Sonuç olarak, Türkiye, Kafkasya’da en azından kısa ve orta vadede
tek başına belirleyici bir ülke olamaz. Kafkasya’daki oyun Rusya
ve Amerika arasındaki bir oyun olabilir. Burada AB, ABD ile ortak
hareket ederek oyunda önemli bir aktör haline gelebilir. Ne yazık
ki bu bölgede hem NATO üyeliği, hem de AB’nde tam üyelik
müzakereleri yürüten bir ülke olarak Türkiye, hem ABD’nin hem de
AB’nin partneri olması gerekirken, Avrupa Birliği’ndeki bazı
ülkeler Türkiye’yi partner olarak görmemişlerdir, Amerika da
gerçek bir partner gibi burada Türkiye ile birlikte hareket
etmemektedir. Türkiye’nin bölgeyi entegre etme çabaları hep
baltalanmıştır.
Bunun da en önemli nedeni Ermeni diasporası ve 11 Eylül’den sonra
özellikle Avrupa’da yükselen ‘Hıristiyan fundemantalizmi’dir.
‘Hıristiyan fundamentalizmi’ çok fazla dillendirilmemesine rağmen
2001’den bu yana Avrupa siyasetinde çok güçlü bir damar haline
gelmiştir. Sırf kültürel ve dini farklarından dolayı Türkiye’ye
karşı çıkılmaktadır. Türkiye’nin AB üyesi olamayacağı
söylenmektedir. AB Başkanı Van Rompuy, Türkiye’nin Avrupa
medeniyetinin bir parçası olmadığını ve asla da AB üyesi
olmayacağını söylemiştir. Sarkozy de aynı sözleri sarf etmiştir.
Bu cümlelerin Bin Ladin’in cümlelerinden bir farkı yoktur. Bu
‘Hıristiyan fundemantalizmi’nin siyasete giriş şeklidir.
Bunun en kristalize olmuş halini Kafkasya’da görüyoruz: ABD ve
AB’nin müttefiki olan Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı desteklememesinde
dinci önyargıların neden olduğu reflekslerin izlerini çok net bir
şekilde görebiliyoruz. Böylece Diaspora ve 11 Eylül sonrası ortaya
çıkan din merkezli kutuplaşma Kafkasya’da Batı’nın kaybetmesine ve
Kafkasya’nın yeniden ve ciddi oranda Rus etkisi altına girmesine
yol açmaktadır. Bundan sonraki süreç içerisinde eğer tavır böyle
devam eder ise, Türkiye’nin tek başına Kafkasya’yı
‘kurtarabilmesi’ mümkün değildir, öyle bir gücü yoktur. Bu bölgede
realist davranan Rusya’dır. Meseleyi başından itibaren doğru
okuyamazsanız, sonrasında artık çok geç olabilir.
Türkiye daha başından itibaren, Gürcistan ve Azerbaycan’ı kendisi
ile birlikte entegre edip Batı’ya taşımak düşüncesinde olmuştur.
Azerbaycan, Gürcistan üzerinden Batı’ya ulaşacak buradan da AB’ye
ve ABD’ye ulaşacaktır. Bu ülkelerin NATO üyesi olmaları
düşüncesiyle Türkiye, ABD ile beraber Gürcü ve Azeri askerlerini
eğitmeye, buraya yardımlarda bulunmaya başlamıştır.
Eğer Batı Türkiye’nin hedeflerini doğru okuyabilmiş olsaydı,
burada çok büyük paralara değil, teşvik etmeye ihtiyaç vardı.
Örneğin Türkiye’den başlayıp Gürcistan üzerinden Bakü’ye gidecek
bir otoban veya yine Türkiye’den başlayıp Azerbaycan’a gidecek bir
demiryolu hattı, bir gaz boru hattının daha evvel inşa edilmesi,
bu ülkelere dönük kültürel, sosyal, siyasal programların
hızlandırılması ve Amerika’nın Ermenistan’a yardım yapması yerine
Gürcistan ve Azerbaycan’a ekonomik yardım ve teşviklerde bulunması
gibi bazı adımları Batı atmış olsaydı, belki de Gürcistan Savaşı
yaşanmazdı.
Eğer karşınızda güçlü bir ekonomisi ve sosyal yapısı olan bir
Gürcistan ve Azerbaycan ittifakı olsaydı, Rusya oraya saldırmakta
zorlanırdı, saldırdığı zaman da çok ciddi bir direnç ile
karşılaşır, maliyetini görür, belki yenilerek geri çekilirdi. Eğer
Rusya yenilerek geri çekilmiş olsaydı, Kafkasya’da çok şaşırtıcı
değişiklikler olabilirdi. Rusya’nın belki de o anlamda bölgede
sonu gelmiş olurdu. İşte o zaman Ermenistan’ın Batı’ya yaklaşması
başlayabilirdi. O zaman paniğe kapılacak olan Ermenistan olurdu,
ama bugün paniğe kapılan Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan’dır,
Ermenistan veya Rusya değil. Hiçbir şey yapma, çatışma başladıktan
sonra Rusya gibi büyük bir devlet ile ‘çatışayım mı, çatışmayayım
mı’ ikileminde kal. Tabi ki orada zorluk çekilir. Yerel güçleri
güçlendirmeden oraya gidecek bin donanma bile yetmez.
Savaş çıktıktan sonra ABD’nin bir diğer hatası da uluslararası
hukuku görmezden gelmek olmuştur. Hiç kimse uluslararası hukuka
rağmen Türkiye boğazlarından canının istediği gemiyi
geçirebileceğini düşünemez. O boğazlar uluslararası anlaşmalar ile
düzenlenmiş bir rejime sahiptir. Böylesine bir hoyratlık,
böylesine bir pervasızlık, böylesine hesap kitapsızlık sonuçta bir
felaket getirir. Gürcistan Savaşı bunun en tipik örneğidir. Burada
yanlışlarda ısrar edilmesi halinde de kayıplar derinleşecek ve
kalıcı hale gelecektir. Rusya, Gürcistan Savaşı’ndaki zaferinin
rantını önümüzdeki yıllarda kullanacak, Azerbaycan’ı da kendi
cephesine çekme çabalarını sürdürecek, korkarım ki bunda başarılı
da olacaktır.
Tablo böylesine alarm verici olmasına rağmen bugün
Washington’dakilerin en önemli derdi protokollerin geçmesi ve 24
Nisan’da rahat etmektir. Obama Kafkasya’nın genelinden ziyade hala
Ermeni seçmenlerine verdiği sözü düşünmektedir. Başka bölgeleri
bilemeyiz, ancak bu bakış açısı sürdüğü sürece ABD’ye Kafkasya’da
“no, you can’t” demekten başka söz kalmıyor.
Arzu Turgut: Protokoller başarısız mı oldu?
Sedat Laçiner: “Türkiye ile Ermenistan arasındaki
protokoller de Kafkasya’da dengeleri etkileyebilecek önemli bir
gelişmeydi. Protokollerin imzalanmasından önce ve sonrasında
Türkiye bariz bazı hatalar yaptı. Örneğin Azerbaycan’daki riskleri
baştan hesaplamak gerekirdi. Unutmamak gerekir ki Azerbaycan’ı
verip Ermenistan’ı almak dünyanın en kötü ticaretidir. Kaldı ki
Ermenistan’ı alma ihtimali de oldukça zayıftır. Türkiye ilk başta
bu oyuna düştü ve Bakü’de Rusyacıların eline ciddi kozlar verdi.
Burada Azerbaycan tarafının da hataları var elbette. Aliyev Rusya
ile Türkiye arasında denge oyunları oynarken Türk kamuoyunu
fazlasıyla kırdı. Türkiye’nin verdiği güvenceler yok sayılarak
Türk liderler adeta yalancı durumuna sokuldu, ki bu tavırların iki
ülke ilişkilerinde bedeli ağır olabilir.
Bunun dışında protokollere metin olarak bakarsanız Türkiye
açısından son derece başarılı olduğunu görürsünüz. Sanki
protokolleri Türk tarafı yazmış, Ermeniler de sadece imzalamış
gibi duruyor. Ayrıca protokoller diaspora ile Erivan arasındaki
farkların da altını çizdi. Ermenistan tarafı Türkiye’nin
sınırlarını tanıma konusunda önemli açıklamalarda da bulundu.
Örneğin Ermenistan başbakanı sınırları tanıdıklarını teyit etti.
İşler nispeten yolunda giderken Karabağ sorununun hallinde yeterli
ilerleme sağlanamaması Ermenistan yönetimi üzerindeki gerilimi
arttırdı ve zaten zor ikna olmuş olan ermeni siyasiler yan çizmeye
başladılar. Hatta protokoller üzerinde imzası bulunan Dışişleri
Bakanı Nalbantyan dahi kapalı kapılar ardında protokoller aleyhine
konuşmaya başladı. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin son kararı ve
Sarkisyan’ın protokollerdeki imzaları geri çekmek için yasa
hazırlığında oluşu Ermenistan açılımında ciddi bir hayal
kırıklığının yaklaştığını gösteriyor.” |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|