|
|
................... |
|
................... |
İRAN’IN
KAFKASYA POLİTİKASI |
Arif
Keskin
|
|
|
................... |
|
................... |
Kafkasya, etnik ve mezhepsel
çeşitliliği ve siyasi yapısı nedeniyle çok karmaşık ve hassas bir
konumdadır. Bölgeye komşu Rusya, İran ve Türkiye ile fiziki teması
olmayan Avrupa, ABD ve NATO’nun Kafkasya’daki arayışları,
çıkarların sıklıkla çatışmasını ve bölgedeki istikrarsızlık
potansiyelinin artmasını beraberinde getirmektedir. Bu açıdan
bakıldığında Kafkasya’daki siyasi süreçlerin şekillenmesinde
komşularının (Rusya, Türkiye ve İran) arayışları, kaygıları ve
olanakları hayati önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı İran’ın
Kafkasya politikalarını şekillendiren temel etkenlere ışık tutmak;
Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan politikalarını incelemek ve
Hazar havzası ile Karabağ sorunlarına yaklaşımını
değerlendirmektir
İran’ın Politikasını Şekillendiren Etkenler
İran’ın stratejik düşüncesinde Kafkasya daima “güvenlik” algısı
ile özdeşleşmiştir. Bunun nedeni, Rusya’nın varlığı ve
Kafkasya’nın “devrimci ideolojilerin” giriş koridoru olarak
görülmesidir. Gerçi Rusya küçülmüş ve “devrimci ideolojiler”
iflasa uğramıştır. Ancak İran’ın Kafkasya algılaması güvenlik
boyutundan çıkmamıştır. Bölgesel sistemin değişmesine rağmen
güvenlik kaygılarının devam etmesi, İran’ın Kafkasya politikasını
çok farklı bir düzlemde değerlendirilmesi gerektiğini
göstermektedir.
Kafkasya, İran’ın tarihi-kültürel hafızasında ağırlıklı bir yer
tutmaktadır. Özellikle Fars milliyetçiliği Kafkasya’yı Fars kültür
havzasının uzantısı olarak algılamış, Azerbaycan Cumhuriyeti’ne
büyük önem atfedilmiştir.1) İran’ın Kafkasya’ya bakışının
şekillenmesindeki ikinci önemli faktör Kafkasya’nın çağdaş İran
tarihinde oynadığı roldür. İran’ın modernleşme sürecinin ilk
adımları olan matbaa ve kitap Kafkasya’dan İran’a girmiştir.
İran’daki sosyal demokrasi ve sol düşünce yine Kafkasya’dan
taşınmıştır. Bu nedenden dolayı İran’ın çağdaş tarihinde Bakü-Tiflis’in
özel bir yeri vardır. Bugün Tiflis’in adı çokça anılmasa da, Bakü
ayrıcalıklı yerini korumakta ve hatta İran’ın iç siyasal yapısını
etkilemeye devam etmektedir
Sovyetler Birliği’nin dağılması sürecinde İran neyle karşı karşıya
olduğunu net olarak bilmiyordu. İran’da iki farklı yaklaşım vardı.
Bir grup gelişmeleri etnik milliyetçi bir gelişme olarak görürken,
diğer grup ise gelişmeleri dini bir çerçevede yorumlamakta ve bu
ülkelerin “İslami birlik” çatısı altında birleştirilmesi
gerektiğini savunuyordu.2) Ancak İran’da birinci görüş, yani, Orta
Asya ve Kafkasya’da genel anlamda bir milliyetçilik akımının söz
konusu olduğu görüşü baskın çıkmıştır. Bu milliyetçilik genel
itibariyle Rusya karşıtı ve dolayısıyla daha ziyade Batıcı bir
akımdır. İşte bu nedenle İran bağımsızlığını kazanan yeni ülkelere
başlangıçta ihtiyatla yaklaşmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılması İran için Kafkasya politikası
bağlamında fırsat ve tehdit denklemi yaratmıştır. Denklemin fırsat
tarafında İran’ın en büyük ve tehlikeli komşusunun dağılmış olması
yer almaktadır. İranlılar Rusya’yı daima, “istediği zaman İran
topraklarını işgal edebilecek bir güç” olarak görmüş ve
ilişkilerinde bu korku hâkim unsur olmuştur. Rusya’nın küçülmesi
ve İran’a saldıramayacak düzeye gerilemesi bu açıdan İranlıları
sevindirmiştir. İran açısından ikinci fırsat ise ideolojik
boyuttaydı; komünizmin iflas etmişti. Siyasal İslam’ın
karşısındaki tehditlerden biri ortadan kalkmış ve bir din devleti
olan İran belli oranda rahatlatmıştır
İran’ın Kafkasya bağlamında algıladığı tehditlerin başında Orta
Asya-Kafkasya’daki Türk varlığı, özellikle Azerbaycan
Cumhuriyeti’nin varlığı gelmektedir.3) İranlı analistlerin de sık
sık ifade ettikleri gibi, bölgede yeni bir Türklük olgusu ortaya
çıkmış, Orta Asya ve Kafkasya’da Türk milliyetçiliği çerçevesinde
belirgin bir siyasal hareketlilik doğmuştur. Özellikle de
Azerbaycan’dan gelen bu milliyetçi dalga kısa sürede İran’ın
içlerine yayılmış ve İran’ı ciddi bir sorunla karşı karşıya
bırakmıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 8 milyonluk nüfusuna
karşın, İran topraklarında 25-30 milyon Azerbaycan Türkü
yaşamaktadır. Ayrıca bölgede baş gösteren etnik çatışmalar,
özellikle de Karabağ çatışması İran’ı temkinli olmaya sevk
etmiştir. Zira Karabağ’daki sıcak çatışma tırmandığı oranda
İran’ın içinde özellikle de Azerbaycan Türkleri arasında
rahatsızlık ve huzursuzluk yükselmiştir. Sıcak çatışma olduğu
dönemde İran’ın Azerbaycan bölgesinde Ermenistan karşıtı
gösteriler düzenlenmiş ve İran’a “sessiz kaldığı” ve “Ermenistan’ı
desteklediği” için tepki gösterilmiştir.
İran’ın Kafkasya politikası açısından ikinci tehdit ise iki
kutuplu dünya düzeninin sona ermesi ve Rusya’nın ABD karşısındaki
direncinin kırılması olmuştur. Bu durum İran’ı zor durumda bıraksa
da4), Tahran için Kafkasya’da belirleyici olan Rusya’nın durumu
olmuştur. Rusya ile İran’ı özellikle de Kafkasya ve Orta Asya
bağlamında birleştiren üç temel unsur göze çarpmaktadır.
Birincisi, küresel sistemdeki tek kutupluluk ve her iki devletin
bundan duydukları rahatsızlıktır. İkincisi, bölgedeki Türk
varlığıdır. Türk varlığının milliyetçi bir söylem çevresinde
örgütlenmesi hem Rusya’yı hem de İran’ı rahatsız etmektedir. Her
iki ülkenin sınırları içinde bulunan yoğun Türk varlığı sebebiyle
Rusya ve İran arasında bir fikir birliği olduğunu söylemek
mümkündür. Rusya ve İran arasındaki diğer ortak gündem, her iki
devletin de NATO’nun bölgeye girme çabalarından duydukları
kaygıdır. Rusya İran’a göre ABD karşısında daha zayıf bir
rakiptir. ABD ve AB ise, Rusya’nın bölgedeki yerini doldurabilecek
potansiyele sahiptir. Ayrıca 1991’den sonra İsrail’in yeni bir dış
politika alanı olarak Orta Asya ve Kafkasya’da nüfuz arayışına
girmesi de İran’ı daima endişelendirmiştir.
Tahran’ın bölgeye bakışında belirleyici olan bir diğer etken,
İran’ın rejimi ve ona duyulan güvensizliktir. Özellikle devrim
ihraç politikası nedeniyle duyulan kuşku Tahran’ın işini
zorlaştırmaktadır. İran bu kuşkuyu tetikleyecek davranışlardan
kaçınsa dahi mesele sorun olmaya devam etmektedir.
Tüm bu endişelerle İran, Ortadoğu’dan farklı olarak, Kafkasya ve
Orta Asya’da bir devrim ihracı arayışına girmemiştir. İran’ın
Çeçenistan ve Azerbaycan-Ermenistan çatışmasındaki tutumu bu
olguyu net olarak göstermektedir. İran, Çeçenistan konusunda açık
bir tavır almamış ve bütün açıklamalarını İslam Konferansı çatısı
altında ve insani-sivil yardım çerçevesinde yapmıştır. Çeçenistan
davasıyla ilgilenmemek, İran’ın dini kimliği ile çelişen bir
tutumdur. Çeçenistan olayı Ortadoğu’da yaşansaydı İran’ın çok daha
farklı bir tavır takınabileceği açıktır. Keza
Azerbaycan-Ermenistan meselesinde İran’ın tarafsızlığını
açıklaması kimilerine göre Şii devlet kimliğiyle çelişmektedir.
Biri Hıristiyan diğeri Şii olan bir çatışmada tarafsız kalınması
ve hatta pek çoklarına göre pratikte Ermenistan’ın desteklemesi,
İran’ın Kafkasya’daki jeopolitik kaygılarını ideolojik emellerinin
önünde tuttuğuna güzel bir örnektir
Ancak İran’ın ideolojik kaygılarını ikinci plana itmesi,
emellerinden tümüyle vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. İran, daha
ziyade toplumsal zemini değerlendirerek Güney Kafkasya ülkeleriyle
kültürel bağlar kurmayı tercih etmiştir. Bu amaçla vakıflar ve
dernekler vasıtasıyla yoksullara ulaşmak, ortak mezhepsel
ritüelleri değerlendirmek ve öğrencilere İran’da burslu eğitim
imkânı sunmak gibi yollara başvurmuştur.
İran “bölge dışı” aktörler olarak tanımladığı Avrupa Birliği,
Amerika ve NATO’nun bölgedeki yayılmasından kuşkulanmaktadır ve bu
güçlerin Kafkasya’daki etkinliklerinin sınırlandırılmasından
yanadır.5) Özellikle de ABD’nin Gürcistan ve Azerbaycan’la olan
ilişkilerinden rahatsızdır ve Washington ile yaşadığı gerginlik
Kafkasya’nın önemini artırmaktadır.
İran’ın Kafkasya politikası açısından dikkat çekici olan bir diğer
nokta ise İran’ın tüm bölgesel işbirliği örgütlerinde rol alma
isteğidir. Tahran’ın, onaylamadığı örgütlerde dahi boy göstermeye
çalışması, kendisine “sorumlu ülke” imajı vermeye çalışmasıyla
açıklanabilir. Bölgede marjinalleşmekten korkan İran’ın bu konuda
gösterdiği özenin temelinde bilhassa, Batı’yla yaşadığı gerginlik
nedeniyle bölge devletlerini kaybetme korkusunun yattığı
söylenebilir.
İranlı analistlerin bir kısmı da Tahran’ın Kafkasya ve hatta Orta
Asya politikasını Rusya merkezli bir dış politika olarak
tanımlamaktadır. Zira İran, Kafkasya’da Rusya’nın bakışını ve
çıkarlarını dikkate alarak politika üretmeye çalışmaktadır. Ne var
ki bu durum İran içinde de yüksek sesle eleştirilmektedir. Zira
son dönemde nükleer gerginlik nedeniyle Rusya’nın İran’ı yeterince
desteklememesi İran’da ciddi bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Şu
sıralarda Kafkasya konusunda İran’da yapılan tartışmalar bu
eksende sürmektedir.
İran’ın jeopolitik kaygıları konusunda değinilmesi gereken bir
diğer nokta Türkiye’nin bölgedeki etkinliğidir. İran, Türkiye’nin
Kafkasya’da çok etkin olmasını istememektedir. Zira Türkiye’yi
“bölgede NATO ve Amerika’nın Truva atı” olarak algılamaktadır.
Türkiye’nin etkinliğinin bölgede Türk milliyetçiliğini
körükleyebileceğini ve bunun İran içindeki Azerbaycan Türkleri
arasında yankı bulabileceğinden korkmaktadır. İran ve Ermenistan
arasındaki özel ilişkinin ise, Türkiye’nin etkinliğini
sınırlandırma çerçevesinde şekillendiğini söylemek mümkündür.
Azerbaycan, İran’ın Kafkasya politikasında merkezi ve belirleyici
bir role sahiptir. İran, Azerbaycan’ı kendi tarihi toprağının ve
kültürel havzasının parçası olarak algılamaktadır. Mezhepsel
anlamda örtüştükleri gibi etnik anlamda da ortak bir unsuru
barındıran Azerbaycan’la İran, aslında bu iki nedenden dolayı
sorun yaşamaktadır. Azerbaycan rejiminin laik kimliği ile yukarıda
bahsedilen milliyetçilik eğiliminin yanı sıra, dış politikası da
İran’ı rahatsız etmektedir. Azerbaycan’ın dış politikasında
Batı’nın önemli yer tutması ve özel olarak da ABD ve İsrail’le
olan ilişkileri İran açısından kaygı vericidir. İran’ın Hazar
havzası ve enerji hatları konusundaki bakış açısı da
Azerbaycan’dan farklıdır. Karabağ sorununa gelince; İran bütün
resmi söyleminde Karabağ’ın Azerbaycan’ın tarihi bir toprağı,
parçası olduğunu söylemesine karşın, pratikte bu sorunun çatışmaya
dönüşmeden mevcut haliyle sürmesinden yana görünmektedir. Zira bu
sorunun çözümsüz kalması, İran için bir taraftan Azerbaycan’ı
zayıflatmaya yarayan diğer taraftan da İran’a yakınlaşmasını
sağlayan bir fırsat alanı sunmaktadır. Kısacası İran’ın Azerbaycan
politikası tehdit merkezli bir dış politika ekseninde
şekillenmektedir. Bu politikayı “ne öldür ne de oldur” şeklinde
tanımlamak da mümkündür.
Ermenistan ise, İran’ın Kafkasya politikasında bir kaldıraç işlevi
görmektedir. Ermenistan’ın Azerbaycan’la gergin ilişkisi,
Azerbaycan’ın büyümesini ve İran’daki Türkler için bir çekim
merkezi olmasını engellemektedir. Ayrıca Azerbaycan-Ermenistan
çatışması, her iki devleti İran’a doğru itmektedir. İkinci boyut,
Ermenistan’ın İran açısından Batı’ya karşı Rusya safında tutulması
gereken bir ülke olması konusudur. İran, Rusya’ya bağımlı bir dış
politika ürettiği bilinen Ermenistan’ın Rusya’dan kopup Batı’ya
yaklaşmasından endişe duymakta ve bunu engellemek için kendisi de
Ermenistan’ı destekleyerek onu rahatlatmak istemektedir. İran,
Ermenistan’ı Türkiye’nin Kafkasya’daki etkinliğini
sınırlandırmanın araçlarından biri olarak görürken, bir taraftan
da Avrupa ve ABD’deki Ermeni diyasporasının kendisine küresel
politikalara müdahil olacak bazı kapılar açabileceğini
düşünmektedir
Gürcistan’ın İran’a sınırı olmamasına karşın, Karadeniz yeni
jeopolitiği ve Rusya-Ukrayna ile olan ilişkileri, Tiflis’in
durumunu önemli kılmaktadır. Ayrıca Gürcistan’ın patlamaya
elverişli bir etnik ve mezhepsel yapısının olması,
istikrarsızlığın bölgeye yayılma tehlikesi, İran’ı dikkatli olmaya
mecbur bırakmaktadır. Gürcistan’ın Batı’yla çok daha yakın olma
isteği ve NATO’ya girme arzusu şüphesiz İran için bir başka endişe
kaynağıdır. Ayrıca Gürcistan’daki “Gül Devrimi” devrimiyle ilgili
olarak, “İran için de emsal teşkil edebilir mi?” sorusu uzun süre
tartışılmıştır.
İran, Dağlık Karabağ sorununu milli güvenliğini tehdit eden
unsurlar arasında değerlendirmektedir. Bunun birinci nedeni doğal
olarak, sorunun İran’a komşu iki ülke arasında cereyan etmesidir.
Nitekim 1993’te İran sınırı yakınlarında gerçekleşen çatışma,
sığınmacı akınıyla karşılaşma korkusu veya yabancı güçlerin
muhtemel askeri müdahalesi gibi nedenlerle İran’ı
kaygılandırmıştır.6) İkincisi, çatışmalar sırasında İran’ın
Azerbaycan’ı desteklememesi, İran toplumunda özellikle Azerbaycan
Türklerini rahatsız etmiş, Dağlık Karabağ sorunu milliyetçi
duygusal bir zemin oluşturmuş, Güney Azerbaycanlı7) öğrencilerin,
şairlerin ve aydınların birinci söylemi haline gelmiş ve bu
doğrultuda Tebriz ve Tahran’da “İran’ın Ermeni yanlısı”
politikalarını protesto eden gösteriler düzenlenmiştir8).
İran, Karabağ sorunu karşısında çelişkili söylemler ortaya
atmıştır. Bir yandan Karabağ bölgesinin Azerbaycan toprak
bütünlüğü içinde olduğunu açıklarken,9) diğer yandan da buradaki
çatışmaya Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeniler ile Azerbaycan
devletinin savaşı görünümü verme eğilimi içinde olmuştur. Bu
açıdan bakıldığında Ermenistan, sadece Dağlık Karabağ’da yaşayan
Ermenileri desteklemiştir. Diğer taraftan, genelde
Ermenistan-Azerbaycan savaşını Ermeni-Müslüman savaşı olarak
tanımlamaktan mümkün olduğunca kaçınmış ve bu çatışmayı etnik bir
çatışma olarak nitelendirmeye çalışmıştır.10) Ancak, zaman zaman
İranlı yetkililerinin bölgedeki “Müslüman halk”tan söz ettikleri
de görülmüştür. Örneğin, Haziran 1993’te Tebriz’deki bir gösteride
halka seslenen İran dini lideri Hamaney, “Ermenistan Devleti ve
Karabağ Ermenileri bölgedeki Müslümanlara zulüm uygulamaktadır”
demiştir.11) İran liderinin Karabağ Ermenilerini Ermenistan’dan
ayrı biçimde nitelemesi ise dikkat çekicidir.
İran milli güvenliğini ilgilendiren diğer bir konu Hazar
Denizi’nin statüsüdür. İran, Hazar’ın hukuksal statüsü
belirlenmeden önce 1921 ve 1940’taki Rusya-İran anlaşmalarının
temel alınmasını istemektedir. İran’a göre Hazar Denizi göl olduğu
için serbest deniz kuralları burada uygulanamaz; başka bir deyişle
kapalı denizin hukuksal statüsü belirlenmeden onun
zenginliklerinden istifade edilemez. İran Hazar’ın ya ortak
kullanılmasını ya da 5 ülke arasında yüzde 20 esasına göre
paylaşılmasını istemektedir. Ama aslında, 1921 ve 1940 Anlaşmaları
Hazar Denizi’ndeki petrol kaynaklarının paylaşılmasına ilişkin
hiçbir husus içermemektedir. Pratikte SSCB’li petrol
araştırmacıları Astara-Hasankulu hattının kuzeyinde istedikleri
şekilde araştırma yapmışlardır. Ayrıca, bahsedilen anlaşmalar
İran’ın Hazar’da askeri güç bulundurmasını da yasaklayan hususlar
içermektedir. Diğer taraftan İran Hazar Denizi’ne herhangi bir
yabancı ülkenin girişine de karşıdır. Bakü ise, 1970 yılında yine
Moskova’yla Tahran arasında yapılan anlaşmayı tanımaktadır. Buna
göre Sovyetler Birliği ile İran arasındaki sınır, Türkmenistan’ın
Hasankulu şehri ve Azerbaycan’ın Astara şehri arasında
çizilmiştir. Bu anlaşma bir anlamda da 1935 yılında alınmış gizli
karara dayanmaktadır. 1970 Anlaşması’na göre İran Hazar Denizi’nde
en fazla yüzde 12’lik bir hisseye sahiptir. 1970 Anlaşması
üzerinde çıkan anlaşmazlık nedeniyle Azerbaycan, İran’a Hazar’ın
ulusal sektörlere bölünmesini önermektedir. Bu durumda İran’ın
payı yüzde 13’e ulaşacaktır. Bazılarına göre İran’ın payı yüzde
10’dan fazla değildir. Yani 6500 km’lik kıyı şeridinin 650 km’si
İran’a aittir. Azerbaycan, Elçibey döneminden itibaren sektörel
bölünme temelinde Hazar’ın zenginliklerinden faydalanmaya
başlamıştır. Ancak Azerbaycan’ın bu girişimi Rusya ve İran’ın
tepkisini çekmiştir. Zaman içinde Kazakistan ve Rusya’nın da
Azerbaycan’ın Hazar konusundaki yaklaşımını kabul etmeleri İran’ı
zor durumda bırakmıştır. Ancak neticede İran’ın muhalefeti
nedeniyle Hazar’ın hukuki statüsü üzerinde bir anlaşmaya da
varılamamıştır.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
İran’ın yakın tarihindeki en büyük tehdit algılamalarından biri
olan SSCB’nin ortadan kalkmasıyla birlikte, Ruslar ile karasal
temas kalmamıştır. SSCB’nin çöküşü aynı zamanda komünizmi
ideolojik tehdit olmaktan da çıkarmıştır. Kafkasya ve Orta Asya’da
ortaya çıkan yeni devletler, İran’ın önündeki potansiyel nüfuz
alanı olarak belirmiştir. Halihazırda İran bu bölgenin büyük
kısmını kendi tarihinin ve “kültür havzasının” içinde görmekteydi.
Ayrıca bazı İranlı yetkililer Orta Asya ve Kafkasya
cumhuriyetlerindeki gelişmeleri dinsel bir perspektiften ele
almayı tercih etmişti. Ancak şurası kesindir ki, bu ülkelerle
sağlanacak ekonomik ilişkiler İran için büyük bir fırsat alanı
olabilirdi. İran bu ülkelerin enerji ve diğer zenginliklerini
dünya piyasasına sunmak suretiyle12) kendisini yeniden
uluslararası sisteme entegre edebilirdi.
SSCB’nin dağılması Tahran için bir dizi de tehdit doğurmuştur.
Soğuk Savaş’ın bitmesi uluslararası sistemde İran’ın Batı
nezdindeki stratejik önemini azaltmıştır. Aynı dönemde Rusların
dengeleyici rolünün büyük ölçüde sona ermesi, ABD’nin Basra
Körfezi’nde güçlenmesine neden olmuştur. Bölgede Türk
cumhuriyetlerinin ortaya çıkması ise, İran’ın güvenlik dengelerini
bozmuştur. Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerinde çoğunlukla
Türklerin yaşaması, İran siyasal literatüründe “Türk Cephesi”
kavramını ortaya çıkarmıştır. Kendi sınırları içinde önemli oranda
Türk’ü barındıran İran, söz konusu durumu potansiyel bir tehdit
olarak algılamaya başlamıştır. Bu doğrultuda özellikle Azerbaycan,
İran’ın tehdit algılamasının merkezine oturmuştur.
İran, Dağlık Karabağ sorununu temel alarak bölgedeki dinsel ve
etnik farklıkları potansiyel bir istikrarsızlık alanı olarak
görmektedir. Kafkasya’daki her türlü sıcak çatışma ve kontrolsüz
istikrarsızlığın kendi milli güvenliğini tehdit ettiğini
düşünmekte, bu çerçevede her türlü çatışmaya karşı çıkmaktadır.
İran’ın Kafkasya ile ilgili diğer önemli problemi, ABD ile
ilişkilerindeki sorun nedeniyle bölgedeki nüfuzunun
sınırlanmasıdır. Diğer taraftan Tahran yönetimi ABD’nin Kafkasya
ve Orta Asya’ya nüfuzundan tedirginlik duymaktadır. İran,
Türkiye’nin bölgedeki nüfuzunu da ABD politikaları çerçevesinde
değerlendirmektedir.
İran’ın bölgedeki tehdit algılaması ve uluslararası sistemdeki
yeri, Rusya merkezli bir dış politika geliştirmesini zorunlu
kılmıştır. Bu doğrultuda, Rusya’nın sınırlarını korumak ve onu
Bağımsız Devletler Topluluğu içinde güçlü kılma çabasına
girmiştir. “Türk Cephesi”ni potansiyel tehdit olarak gören İran,
her tür Türkçü harekete karşı çıkmakta ve bu bağlamda Türkiye’nin
etkinliğini azaltmaya çalışmaktadır. Ayrıca, bölgedeki
istikrarsızlık nedeni olan aşırı milliyetçi ve dinsel hareketlere
de karşı çıkan İran, Kafkasya üzerinden uluslararası sisteme
entegre olma ve Hazar havzasında daha fazla etkili olma
çabasındadır.
KAYNAKCA:
1) Çingiz Pehlivan, “Milliyet, Mezheb ve Ayendeye Temeddon-e
İrani”, İran –e Ferda, No.3, 1371, Tahran, s.16
2) Cehangir Keremi, “Bazi Bozorg-e Cedid Der Gefgaz ve
Peyamedhay-e Emniyeti An Beray-e Ayende-ye İran”, Meceleye-e
Siyaset-e Defayi, Cilt 8, No.1-2, 1378, Tahran, s.12
3) Cehangir Keremi, “Bazi Bozorg-e..., s.13
4) Meksud Rencber, Molahezat Emniyeti Der Siyaset-e Hareci
Cumhuri-e İslami, Tahran, Mutaleat-e Rahbordi, 1378, s.212
5) Cehangir Keremi, “Bazi Bozorg-e..., s.13
6) Edmond Herzik, İran ve Hoze Cenubi-e Şorevi-e Sabeg,Tahran,
Merkez, 1375, s.46
7) Güney Azerbaycan kavramı siyasi bir anlam çağrıştırsa
da, bu yazıda İran'da yaşayan Azerbaycanlıların durumunu en iyi
şekilde ifade ettiği için kullanılması uygun görülmüştür. İran'ın
kuzey ve kuzey batısında yerleşen Azerbaycan Türkleri için sadece
"Azerbaycan" kavramı kullanıldığında Azerbaycan Cumhuriyeti
anlaşılmaktadır. Bu olguyu ifade etmek için İran Azerbaycan'ı sözü
ise yeterli değildir. Çünkü bugün İran'da Azerbaycan ismi ile iki
il vardır ve İran Azerbaycan'ı sözcüğü bu iki ile işaret
etmektedir. Oysa Azerbaycanlılar sekiz ile dağılmışlardır. Güney
Azerbaycan kavramı işte bu kapsama-dışlama sorununu aşmak için
kullanılmıştır. Bu kavram Azerbaycan Cumhuriyeti’ni dışarıda
tutmakla birlikte İran'da yaşayan bütün Azerbaycan Türklerini
kapsamaktadır
8) Ermenistan-Azerbaycan çatışması sürdüğü dönemde Güney
Azerbaycanlılar İran’ın genelinde gösteriler, mitingler ve
oturumlar düzenleyerek; bildiriler yayımlayarak ve duvarlara
sloganlar yazarak protestolarını gerçekleştirmişlerdi. 1992
ilkbaharında Tebriz kentinde öğrenciler Ermenistan’a karşı bir
gösteri düzenlediler. Bu gösteride “Ermenistan’a ölüm” ve
Ermenistan’ın en yakın destekçisi olarak değerlendirdikleri
Fransa’ya ilişkin olarak “Fransa’ya ölüm” sloganları atıldı. Bu
gösterinin ardından Tahran’da iki protesto daha gerçekleşti. Bu
konu ile ilgili bilgi İran Dışişleri Bakanlığı’nın yayımlarında da
mevcuttur. Daha fazla bilgi için bakınız, Seyid Ata Tegevi Esl,
Jeopolitik Cedide İran, Yayınevi bilinmiyor, Tahran, 1379, ss.159-160-161
9) İran’da yayımlanan kitap ve bildirilerde Karabağ
Azerbaycan toprağı içinde yer almaktadır. Bkz. Behnaz Esedi Kiya,
Azerbaycan, Tahran, İran Dış İşleri Bakanlığı,1374 , s.128
10) Esedi Kiya, Azerbaycan, s.128
11) Cumhuriye-İslami, 28 Haziran 1993
12) Meksud Rencber, Molahezat Emniyeti... , s.212 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|