|
|
................... |
|
................... |
ÇAĞDAŞ AZINLIK
HAKLARI VE LOZAN |
Murat Bebiroğlu
Hıristiyan
Gazete |
|
|
................... |
|
................... |
Bu yazının amacı, yeni anayasa
hazırlanırken Lozan Antlaşmasının azınlıklara sağladığı
hakları incelemek ve bu hakları çağdaş azınlık haklarıyla
karşılaştırarak Lozan’ın ve çağdaş azınlık haklarının daha iyi
anlaşılmasını sağlamaktır. Lozan’ın azınlıklara tanıdığı
hakları ve çağdaş azınlık haklarını kapsamayan ve bu hakların
verilmesini garanti etmeyen bir anayasa hem eksik olacak, hem
de Hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayacaktır.
Not:
Değerli okurlar, yazı uzun ve okunması kolay değil. Eğer
konuyu detaylı incelemek gibi bir isteğiniz yoksa ve doğrudan
sonuca görmek isterseniz son üç dört sayfayı okumanız yeterli
olacaktır. (Murat Bebiroğlu)
ÇAĞDAŞ AZINLIK HAKLARI
VE LOZAN
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşması olan Lozan, TBMM
tarafından 23 Ağustos 1923’te (341, 342, 343 ve 344 sayılı
yasalarla) onaylanmıştır. Antlaşma ve ekleri 6 Haziran 1924’te
yürürlüğe girmiş ve iç hukuk haline gelmiştir.
Antlaşmanın, azınlıklarla ilgili hükümleri, insan ve azınlık
hakları açısından çok önemli çağdaş haklar taşır. Ne yazık ki,
Resmi görüş Lozan’ı kurucu antlaşma ve cumhuriyetin
temellerinden biri olarak görmekle birlikte, Lozan’daki
azınlık haklarını günümüze kadar maalesef hep Rıza Nur’un
ırkçı mantığıyla değerlendirmiştir. Patriğin kaymakamla
muhatap edilmesi başarı sayılmış, haklar verilmemiş verilen
sözler tutulmamış azınlıkları göçe zorlamak için her şey
yapılmıştır. Diğer taraftan devletin hukuki olarak tanıdığı üç
azınlık da, bu hakların alınması ve uygulanması için ciddi bir
çaba göstermemiştir. Lozan, azınlık hukukçularının bazı
davalarda kullandığı bir araç olarak görülmüştür. O kadar ki
günümüze kadar bu azınlıkların, bilim adamları, hukukçuları ya
da düşünürleri tarafından Lozan azınlık hakları konusunda bir
bilimsel eserden söz edilemez. Gerçekte azınlıklar için
yaşamsal değerde olan bu hakların alınması için en çok bu
azınlıkların gayret göstermesi gerekirdi.
Bu yazının amacı yeni anayasa hazırlanırken Lozan
Antlaşmasının azınlıklara sağladığı hakları incelemek ve bu
hakları çağdaş azınlık haklarıyla karşılaştırarak Lozan’ın ve
çağdaş azınlık haklarının daha iyi anlaşılmasını sağlamaktır.
Lozan’ın azınlıklara tanıdığı hakları ve çağdaş azınlık
haklarını kapsamayan ve bu hakların verilmesini garanti
etmeyen bir anayasa hem eksik olacak hem de Hukuk devleti
ilkesiyle bağdaşmayacaktır.
Lozan Kimlere Hak Getiriyor:
Lozan genel olarak dil, din ve soy azınlıklarını tanımıyorsa
da, aynı zamanda bir insan hakları belgesi olduğundan, sadece
Müslüman olmayan azınlıklara değil, Türkiye’de yaşayan herkes
için de bazı haklar getirmiştir.
Genel olarak sanıldığı gibi Lozan’ın gayrimüslim azınlıklara
verdiği haklar da sadece Ermeni, Rum ve Yahudilere verilmiş
haklar değildir. Lozan Türkiye’de yaşayan bütün Müslüman
olmayan (gayrimüslim) azınlıklara, azınlık haklarını
tanımaktadır. Bu nedenle azınlık haklarının sadece bu üç
topluluğa tanınması ciddi bir eksikliktir. Süryanilerin bu
haklardan feragat ettikleri doğru olmamakla birlikte, doğru
olsa bile geçerli değildir. “böyle bir feragat olayı mevcutsa
bile hukuken geçersizdir; çünkü azınlık hakları Hobbes’dan bu
yana (1588-1679) bireysel haktır. Yani kolektif olarak
kullanıldığı halde gruba değil bireye verilmiştir. Grup hak
sahibi değildir. Dolayısıyla bir bireyin hakkından, o bireyin
mensubu olduğu grubun lideri/temsilcisi feragat edemez”.
(1) [i] Özellikle de bu hak
uluslararası bir antlaşmayla getirilmiş ve değiştirilmesi ve
kaldırılması özel koşullara bağlanmışsa.
Türkiye Cumhuriyeti her nedense Osmanlı’nın 19.yüzyılın
oralarına kadar uyguladığı Rum, Ermeni ve Yahudi olarak üç
cemaati tanımasına dayanan sistemi benimsemiştir. Bilindiği
gibi bu dönemde diğer bütün Hıristiyan gruplar Ermeni
patrikliğince temsil edilmiştir. Günümüzde böyle bir temsil
söz konusu olmadığı için bu tercih baştan yanlıştır. Bunun
açık bir haksızlık olduğu kesindir. Tutanaklarda korunması
gereken azınlıklar arasında Asuriler, Keldaniler ve Nasturiler
de yer almaktadır. (2)
[ii]
Sonuç olarak Lozan Antlaşmasının Müslüman olmayan azınlıklara
tanıdığı haklardan Türkiye’de yaşayan Süryaniler, Keldaniler
ve Nasturiler vb de yararlanmalıdır.
Lozan Antlaşması ile ilgili kaynaklara, anılara ve resmi
görüşe göre azınlık haklarının sadece Müslüman olmayan
azınlıklara verildiği kabul edilmektedir. İsmet İnönü’nün ve
Rıza Nur’un anılarında da aynı görüşe yer verilmiştir.
Tutanaklar incelendiğinde de alt komisyonun azınlık haklarını
Müslüman olmayan halklarla sınırlandırdığı görülür.
(3) [iii] Son olarak KCK
davasında mahkemeye Lozan’ın 39. Maddesine göre mahkemede
Kürtçe savunma talebi, mahkemece azınlık statüsünün sadece
Müslüman olmayan azınlıklara verildiği gerekçesiyle
reddedilmiştir. (4)
[iv] Ayrıca Anayasa mahkemesinin (1979/1E-1980/1K),
kararı da Lozan Antlaşmasında tanınan azınlık haklarının
sadece Müslüman olmayan azınlıklara verildiğini
belirtmektedir.
Ancak başta Prof. Baskın Oran olmak üzere, Dr. M.A. Hasretyan,
Erol Kurubaş, M.S. Lazarev ve İsmail Göldaş gibi bazı yazar ve
bilim adamları farklı görüştedir (5)
[v]. Baskın Oran, bazı haklarından dört hak grubunun
yararlanacağını belirtmektedir. Bunlar Müslüman olmayan
azınlıklar, tüm Türk uyrukları (md. 39/3-39/4), Türkçeden
başka dil konuşan Türk uyrukları (md.39/5 ve Türkiye’de oturan
herkes (md. 38/1-38/2. (6)
[vi] Baskın Oran, şu gerekçelerle Lozan’ın sadece
Müslüman olmayan azınlıklara değil, diğer sosyolojik
azınlıklara da haklar tanıdığını belirtmektedir: “Kesimin
başlığına bakarak ‘azınlık haklarından’ söz etmek mümkün
değildir, çünkü kesim ‘Türkiye’de oturanlara’ bile hak
getirmektedir. Azınlık hakları uluslararası hukukta yalnızca
yurttaşlara verildiğine göre, kesim bu haliyle hem bir
‘azınlık hakları’ hem de ‘insan hakları’ metnidir.” “Negatif
ve pozitif azınlık hakları kavramından kalkarak ve Lozan’da
pozitif hakların yalnızca gayrimüslimlere verildiğini, diğer
hakların negatif hak olduklarını söyleyerek de Lozan’da
yalnızca gayrimüslimlerin azınlık sayıldıkları savı ileri
sürülemez. Çünkü bu grup pozitif azınlık hakkı sahibi kılınan
tek grup değildir.” Diğer taraftan Antlaşmanın 44. Maddesinde
sadece Müslüman olmayan azınlıkları ilgilendiren hükümlerin
uluslararası güvence altına alındığının özellikle
belirtilmesi, bu bölümde sadece Müslüman Olmayan azınlıkları
ilgilendiren hükümlerin olmadığını göstermektedir.
Artık bu konuda karar hukuki değil siyasidir ve devlet isterse
Lozan’a dayanmadan bu hakları Müslüman azınlıklara da
verebilir.
Azınlıklara Lozan Haklarından Vazgeçebilir mi?
1926 Yılında yürürlüğe girecek olan Medeni Kanun
hazırlanırken, hükümet Medeni Kanuna aykırı olduğunu düşündüğü
Lozan Antlaşmasının 42. Maddesinin ilk fıkrasında yer alan
hakları geri almak için gizli açık girişimler başlatmıştı.
Lozan Antlaşması’nın 42.maddesinin kurulmasını emrettiği üç
komisyon 1925 yılının Mayıs ayında kurulmuştu. “Bu
komisyonların Rum, Ermeni ve Yahudi üyeleri hükümet tarafından
tayin edildi. Uzun tartışmalar ve hükümet çevrelerinden gelen
yoğun baskılardan sonra, 10 Eylül 1925 tarihinde Yahudi
üyelerin bulunduğu komisyon, Yahudi cemaatinin Lozan
Anlaşması’nın 42. Maddesinin verdiği haklardan vazgeçildiğine
dair kararını açıkladı. Bunu Ermeni cemaatinin aynı yönde
aldığı karar takip etti. Rum cemaati de bir miktar direndi ama
sürekli olarak “tasfiye kararı alacak” alt komiteler kuruldu.
Bazen alt komitenin de üyeleri değiştirildi ve yönetim
açısından daha “mülayim” üyeler atandı. Nihayet alt komite
içinde oylamanın yapılacağı günden bir gün önce 42. Maddenin
sağladığı haklardan vazgeçilmesine açıkça karşı olan üç delege
polis tarafından gözaltına alındı. Ve sonunda, 27 Kasım 1925
günü, alt komitedeki 72 üyeden 55’inin oyu ile Rumlar da aynı
haklardan vazgeçtiklerine dair belgeyi imzaladı”
(7) [vii]
Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, azınlık haklarında grup
liderinin ya da grubun seçilmiş temsilcilerinin vazgeçmesinin
bir anlamı yoktur.
Azınlıklara tanınan haklar, günümüzde insan hakları kapsamında
ele alınmaktadırlar. “1789 Yurttaş ve İnsan Hakları
Beyannamesinde, 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde,
1966 Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinde ısrarla insan
haklarının «devredilemez » oldukları vurgulanmaktadır.
Doğaları gereği devredilmeleri mümkün olmayan haklardan, 3.
kişi ya da bir grup adına feragat edilmesi tereddütle
karşılanmalıdır.”(9)[viii] Daha önemlisi Lozan Antlaşmasının
44. Maddesi antlaşmanın Milletler Cemiyetinin çoğunluk
kararıyla değişeceğini belirtmektedir.
Sonuç olarak, tanınan üç azınlığın 42. Maddenin birinci ve
dolayısıyla ikinci fıkrasından feragat etmeleri geçerli
değildir. Bu maddeler bu gün de yürürlüktedir. Ancak
hükümetler Lozan Antlaşmasını onaylandığı günden, günümüze
kadar resmi görüşe göre, istedikleri gibi yorumlayıp,
istedikleri gibi uyguladıkları için bu konu da siyasi karara
bağlıdır.
LOZAN ANTLAŞMASI VE AZINLIK HAKLARI
BM İnsan Hakları Komitesinin yorumuna ve Ulusal Azınlıkların
Korunması Çerçeve Sözleşmesine göre bireyler bir azınlık
grubunun üyesi olmaya zorlanamazlar. Bu yorum çok kültürlülüğü
ve bireyin kendi kimliğini seçme haklarını temel almaktadır.
Gerçekten de, demokratik bir toplumda birey, kendisini bir
azınlık grubunun parçası olarak görüp, o grubun kültürünü
devam ettirme hakkına ve bunu talep etme yetkisine sahip
olduğu gibi, deyim yerinde ise, “asimile olma” hakkına da
sahiptir. Ancak burada, dikkat edilmesi gereken, bütün bunları
bireyin seçebilecek durumda olmasıdır. Yoksa, “zorunlu
asimilasyonun” azınlık hakkı kavramının özüne karşı olduğu ve
dolayısıyla da temel bir insan hakları ihlali olduğu kabul
edilmelidir. (11)
[ix]
Unutmamak gerekir ki Azınlığı tanımak başka, azınlık haklarını
vermek başkadır. Azınlık haklarını vermek devlete bağlıdır.
Azınlık hakları, çoğulcu ve demokratik toplumlarda eşitlik
ilkesinin tam ve etkili biçimde gerçekleşmesi için azınlıklara
verilen negatif hakların (herkese tanınan genel hakların)
dışındaki pozitif hakları (dezavantajlı gruba tanınan özel
haklar) içerir.
Azınlıklara ilişkin uluslararası belgelere bakıldığında, bir
azınlık için üç temel hakkın olduğu görülür. Birincisi,
azınlık grubu olarak var olma hakkıdır. Bu hak doğal olarak
zaten kabul edilmesi gereken bir insan hakkı olup,
azınlıkların fiziksel varlıklarının korunması, yani soykırıma,
etnik temizliğe uğratılmamaları gibi varlığın ortadan
kalkmasına yol açacak herhangi bir eyleme karşı korunmalarını
içermektedir. İkincisi, eşitlik ve ayrım gözetilmemesi
hakkıdır. Bu hak da esasen insan hakları belgelerinde yer
almaktadır. Üçüncüsü, azınlık kimliğinin tanınması ve kimlik
unsurlarının yaşatılması, geliştirilmesi hakkıdır.
(12) [x]
Azınlık hakları Baskın Oran’a göre “bireysel haktır. Yani,
kolektif olarak kullanıldığı halde gruba değil, bireye
verilmiştir. Grup hak sahibi değildir”.
(13) [xi] Doç. Dr. Naz
Çavuşoğlu’na göre, “Azınlık hakları kolektif olmaktan çok,
kolektif haklarla bireysel hakların sınır çizgisinde kolektif
boyutlu bireysel haklar olarak kabul etmektedir.”
(14) [xii]
Lozan Antlaşmasından sonra, azınlık haklarıyla ilgili
gelişmeleri iki bölümde incelemek doğru olur.
a) Soğuk savaş döneminde
1945-1991 azınlık hakları
b) 1991 Sonrası azınlık
hakları.
LOZAN ANTLAŞMASI
Lozan antlaşması Birinci Dünya Savaşı sonrasının tipik
örneklerinden biridir. Diğer antlaşmalardan en önemli farkı,
soy, dil ve din azınlığı tanımaması sadece Müslüman olmayan
azınlıklara hak verilmesidir. Diğer farkı da azınlıkların
yurttaş olma maddesidir (15)
[xiii]. Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıkları hepsi
otokton topluluklar ve dolayısıyla yurttaş olduklarından bu
maddeye gerek görülmemiştir. Lozan Antlaşmasında azınlık
hakları sadece Müslüman olmayan topluluklara verilmiştir.
Ancak Devlet, bu sınıflamaya da uymamış ve Rum, Ermeni ve
Yahudi toplumuna bu hakları verilirken, Süryani, Keldani gibi
Hıristiyan topluluklar görmezden gelinmiştir.
Lozan’da Azınlık Hakları ve
Hakların Uygulanması
Azınlıklarla ilgili maddelerin gücü:
Madde 37.-Türkiye, 38. maddeden 44. maddeye kadar olan
maddelerin kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak
tanınmasını hiçbir kanunun, hiçbir yönetmeliğin (Tüzüğün) ve
hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla
çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve
hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün
sayılmamasını yükümlenir ( taahhüt eder).
Uygulama: Lozan Antlaşmasının 37. Maddesine göre bu bölümde
yer alan Müslüman olmayan azınlıklarla ilgili hükümler temel
yasa sayılmakta, bir üstün norm niteliğini taşımaktadır. Bu
maddeye göre hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik bu hükümlere
aykırı ve çelişir olmayacaktır. Yine hiçbir kanun, yönetmelik
ve resmi işlem bu hükümlerden üstün sayılmayacaktır. Görüldüğü
gibi azınlıklarla ilgili bu hükümler neredeyse anayasa
gücündedir.
Antlaşmanın bu maddesi en çok ihlal edilen ve hiçbir zaman tam
olarak uygulanmayan maddedir. Azınlıkların sivil meclislerinin
kaldırılması, özel okullar ve Vakıflar kanununun pek çok
maddesi, Vakıf mallarına el konulması, cemaatin tüzel
kişiliğinin tanınmaması ve örgütlenmesine izin verilmemesi,
varlık vergisi gibi pek çok uygulama ile ilgili kanun ve
yönetmelikler bu maddeye aykırıdır.
Madde 38.-Türk Hükümeti, Türkiye ‘de oturan herkesin doğum,
bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalité ) dil, soy
ya da din ayrımı yapmaksızın hayatlarını ve özgürlüklerini
korumayı tam ve eksiksiz olarak sağlamayı yükümlenir.
Türkiye’de oturan herkes, her dinin, mezhebin ya da inancın
kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayan gereklerini, ister
açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına
sahip olacaktır.
Müslüman olmayan azınlıklar, bütün Türk vatandaşlarına
uygulanan ve Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu
düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası
üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım
ve göç etme ( yerleşme) hakkından tam olarak
yararlanacaklardır.
Uygulama: Bu maddede negatif haklara yer verilmektedir. Lozan,
Türkiye’de oturan herkese ayırım yapmadan yaşam hakkı ve
özgürlüklerin korunması garantisi vermektedir. Bu garantiye
rağmen 6/7 Eylül olaylarında birçok kişi yaralanmış ya da
öldürülmüştür.
Görüleceği gibi bu maddede belirtilen yaşam ve özgürlüklerin
korunması ile din ve vicdan özgürlüğü, ibadet serbestliği
hakları sadece azınlıklara değil Türkiye’de oturan herkese
verilmiştir. Türkiye’de oturan herkes sözünden bu hakların
yabancı ve göçmenleri de kapsadığı sonucuna varılabilir. Ancak
devlet bu maddeyi yine sadece hukuken tanıdığı azınlıklar için
geçerli saymış ve hiçbir zaman diğer gruplara bu hak
tanınmamıştır.
Kamu düzeni ve ahlaka aykırı olmamak koşuluyla dinin
gereklerini özel olarak ya da açıkça yerine getirme hakkı, din
ve vicdan özgürlüğü tanınmaktadır. Tek sınırlama kamu düzeni
ve ahlaka aykırılıktır. Bu konuda Müslüman olmayan azınlıklar
için önemli bir engel görülmemektedir.
Seyahat ve göçle ilgili hükümleri genel olarak
uygulanmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan seyahat yasakları ve
1934 İskan Kanununa göre göçe zorlanan aileler bu madde
hükümlerinin açık ihlalidir.
Madde 39.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk
vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (
medeni hukuk ) ve siyasal haklardan yararlanacaklardır.
Türkiye’de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun
önünde eşit olacaklardır.
Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının
yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından
yaralanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul
edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş
kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel
olmayacaktır.
Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel, gerek ticari
ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık
toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir
kısıtlama konulmayacaktır.
Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçeden başka dille
konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini
sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar
sağlanacaktır.
Uygulama: Bu maddenin ilk üç fıkrasında da negatif haklara yer
verilmiştir. Son iki fıkrada ise pozitif hakları görürüz.
Ayrımcılık yasağı ve kanun önünde eşitlik ve medeni ve siyasi
hakların kullanılmasında eşitlik temel hak olarak
belirlenmektedir.
Ne yazık ki uygulama bu yönde olmamıştır. Bu madde de en çok
ihlal edilen maddeler arasındadır. Özellikle kamu hizmeti ve
görevlerinde çalışma bu gün bile geniş ölçüde hayaldir. Bir
tek azınlık mensubu astsubay ya da harp okulundan yetişmiş
azınlık mensubu subay görülmediği gibi bir polis ya da çöpçü
de görülmez.
Maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında Bütün Türk
Vatandaşlarının” ticari ilişkilerinde, dini konularda ve basın
ve yayında dilediği dili kullanabileceği ve Türkçeden başka
dille konuşanların mahkemede bu dili kullanabileceği
belirtilmektedir. Bu pozitif haklar resmi yorum gereğince
hiçbir zaman tanınmamış, verilmemiştir. Müslüman olmayan
azınlıklar için özel ve genel ticari ilişkilerde ana dilin
kullanılması pratik olarak mümkün olmamış, bu ilişkilerde
zorunlu olarak Türkçe kullanılmıştır. Pozitif hakların
özellikle basında ana dilin kullanılmasında büyük sorunlar
yaşanmamıştır. Radyo kuruluşu girişimlerinde bu maddenin
uygulanmayacağı söylenmişse de bu konuda elde bir belge
yoktur. Teorik olarak azınlıkların radyo ve tv kurmak hakkı
vardır.
Cumhuriyet sonrası zaman zaman açılan vatandaş Türkçe konuş
kampanyaları azınlıkların ana dillerini günlük hayatta,
sokakta kullanmalarının önünde büyük bir engel oluşturmuştur.
Ne yazık ki bu kampanyalar dilin kullanımını ciddi olarak
engellemiş, entegrasyon nedeniyle zaten azalan kullanım korku
yüzünden ciddi boyutta azalmıştır.
Mahkemede azınlık dilinin kullanılması ile ilgili bilinen son
örnek, Yassıada Mahkemelerinde (1960-61) Ekümenik Patrik
Atenhagoras’ın Rumca yaptığı konuşmadır.
Madde 40.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk
vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk
vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden
(garantilerden) yararlanacaklardır.
Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her
türlü hayır kurumuyla, dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü
okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak,
yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe
kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit
hakka sahip olacaklardır.
Uygulama: İlk fıkradaki negatif haklar maalesef çalışmamış bu
nedenle de vakıflar, patriklik pek çok sorun yaşamıştır. Hem
hukuk hem de uygulamada hiçbir zaman eşitlik sağlanamamıştır.
Bu maddenin ikinci fıkrasında yer alan pozitif ve kolektif
haklar da maalesef uygulanmamıştır. Cemaat vakfı kurulmasına
hiçbir zaman izin verilmemiş ve bu konuda kolaylık
sağlanmamıştır. Medeni Kanun da Vakıflar Kanunu da yeni cemaat
vakfı kurulmasını engellemektedir. Bu yüzden de nüfus azalması
nedeniyle pek gerek olmasa da yeni bir kilise ya da okula izin
verilse bile bu okul ya da kilise – başka bir cemaat vakfına
bağlanmadığı takdirde- cemaat vakfı statüsünde olamaz. Diğer
taraftan mevcut vakıfların cemaat tarafından seçilen kişilerce
yönetiliyorsa da cemaatin tüzel kişiliği tanınmadığından
merkezi bir denetim, yönetim ve koordinasyon mümkün değildir.
Cemaatin tüzel kişiliği tanınırsa yeni açılacak okul ya da
kilisesinin cemaatin tüzel kişiliğine bağlanarak cemaat vakfı
olması mümkün olabilir.
Madde 41.-Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti,
Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda
oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının
çocuklarının ilkokullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını
sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm
Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini
zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.
Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının
önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu
azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce,
eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak
gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır. Sözü geçen tutar
ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.
Uygulama: Azınlık mensuplarının çocuklarının kendi ana
dillerinde ilk eğitimi yapmaları konusunda devlete pozitif
görev verilmiş, uygun kolaylıkların sağlanması istenmiştir
İlköğretim ana dilde eğitim konusunda bazı müdahaleler(16)[xiv]
olmuşsa da, bu gün ciddi sorunlar yoktur.
Ne yazık ki bu güne kadar bu maddenin ikinci fıkrası
işletilmemiştir. Müslüman olmayan azınlıkların önemli oranda
bulundukları il ve ilçelerde azınlıklara, devlet bütçesi,
belediye bütçesi ya da öteki bütçelerden eğitim, din ve hayır
işleri için ayrılan paralardan hak gözetirliğe uygun bir pay,
ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenmemiştir.
Eğitim, din ve hayır işleriyle ilgili olarak genel ve belediye
bütçesinden ayrılacak payın Patriklik kanalıyla dağıtılması
doğru olur. Din adamlarının, öğretmenlerin ve hayır işleri ile
uğraşanların devlet memuru olması ve maaş alması düşünülemez.
Ancak toplam okullar için ayrılan bütçeden her okul için
ayrılan ortalama tutar okul sayısına göre ödenebilir. Yine
toplam din adamları için ayrılan toplam ödeneğin ortalaması
kadar bir tutar din adamı sayısına göre kıdem dikkate
alınmadan hesaplanabilir. Hayır işleri için hasta, fakir ve
engelli sayısı dikkate alınarak ödenek ayrılabilir. Cemaatin
patriklik merkezli tüzel kişiliği tanınır ve örgütlenme izni
verilirse soruna daha pratik çözümler bulunabilir.
Madde 42.- Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile
durumlarıyla (statüleriyle, aile hukukuyla) kişisel durumları
(statüleri, kişi halleri) konularında, bu sorunların adı geçen
azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek
tedbirleri almayı kabul eder.
Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her
birinin eşit sayıda temsilcilerinden kurulu bir özel
komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk
Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından
birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak
atayacaklardır.
Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere,
havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü
korumayı sağlamayı taahhüt eder. Aynı azınlıkların hali
hazırda Türkiye’de bulunan vakıflarına dini ve hayır
kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin
verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu
kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış
gerekli kolaylıklardan, hiç birini esirgemeyecektir.
Uygulama: Patrikler ve Hahambaşı 42. Maddenin ikinci
fıkrasından baskı sonucu feragat ettikleri için komisyonların
kurulması mümkün olmamıştır. Bu nedenle de bu maddenin ilk
fıkrasının hükmü de ortadan kalkmış, azınlıkların aile hukuku
ve kişisel durumları Medeni Kanun hükümlerine göre
çözümlenmiştir.
Ancak çağdaş azınlık haklarına uygun olarak azınlıklarla
ilgili görev yapan komisyon ve meclislerde azınlık
temsilcileri bulunmalıdır. Uzun yıllar azınlıklarla ilgili
kararlarda etkili olan, gizli kararname ile kurulan Azınlık
Tali Komisyonu gibi azınlıkların bulunmadığı organların anti
demokratik ve çağdışı olduğu açıktır. Ne yazık ki yasayla
kurulan ve iller idaresine bağlı Azınlık Sorunları
Değerlendirme Kurulunda” da azınlık temsilcileri yoktur. Son
yıllarda bir ilk yaşanmış Vakıflar Meclisine bir azınlık
temsilcisi alınmıştır.
Bu maddenin üçüncü fıkrası, hem patrikliğin varlığının hem de
tüzel kişiliğinin onayı anlamına da gelmektedir. Ancak ne
yazık ki uzun zamandan beri uygulanmamaktadır. Doğal olarak
dini kurumların başında patriklik gelir. Bu duruma göre
hükümet Patrikliğin 1923’te sahip olduğu tüzel kişiliği kabul
etmekte, örgütlenmesini de onaylamaktadır. Nitekim
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra on bir yıl 1934’e kadar
patriklik ve patrikliğe bağlı din işleriyle görevli Ruhani
meclis, vakıf, okul, hastane vb kurumlarla ilgili Cismani
(sivil) meclis ve bağlı komisyonlar görev yapmışlardır. 42.
Maddenin ilk fıkrasında verilen haklardan feragat kararı
Ruhani Meclis ve Cismani Meclis tarafından onaylanmıştır.
1927’de patrik seçimi de eski geleneklere göre yapılmıştır.
1934’te gelen baskılarla, yetkisi olmadığı halde sivil meclis
kendini feshetmiş ve yerine hiçbir yasal dayanağı olmayan ve
sadece belli vakıfları yöneten merkezi mütevelli kurulmuştur.
(17) [xv]
Son olarak 2010 yılında Büyükada Rum Yetimhanesinin tapusu
Fener Rum patrikliğine verildi (18)
[xvi]. Tüzel kişiliği olmazsa patriklik adına tapu söz
konusu olamazdı.
Mevzuat boşluğu ve uygulama zorluğu açıktır. Cemaatin
patriklik merkezli tüzel kişiliği ile ilgili mevzuat
boşluğunun doldurulması gerekir. Belki Azınlık Değerlendirme
Kurulu ile patrikliklerin belirleyeceği kişilerden oluşacak
her cemaat için ayrı bir komisyon bu konuda çözümler
üretebilir.
Diğer taraftan hükümetin koruma taahhüdüne rağmen binlerce
kilise, yüzlerce sinagog yıkılıp yok edilmiş ya da amacı
dışında kullanılmaya terk edilmiştir. Son yıllarda devlet ilk
kez bütçeden pay ayırarak Ahtamar Surp Haç Kilisesi, Sümela
Manastırı gibi bazı dini yapıları onarmıştır. Anadolu’da
bulunan pek çok azınlık mezarlığı tahrip edilerek yok edilmiş
kalanların büyük bölümü de perişan durumdadır. Son yıllarda
özellikle azınlık mensuplarının destekleriyle bazı mezarlıklar
(Arapkir Mezarlığı gibi) onarılmışsa da daha pek çok mezarlık
bakıma muhtaçtır.
Madde 43.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk
vatandaşları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı
herhangi bir davranışta bulunmağa zorlanamayacakları gibi,
hafta tatili ( dini istirahat) günlerinde mahkemelerde
bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi
yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir.
Ancak bu hüküm, söz konusu Türk vatandaşlarını, kamu düzeninin
korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen yükümler
dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
Uygulama: Bu maddede din ve vicdan özgürlüğüne vurgu
yapılmıştır. Pazar günü resmi tatil olduğundan Hıristiyanlar
için bir sorun yaşanmamıştır. Açık bir dini baskı da en
azından bu gün söz konusu değildir.
Lozan Antlaşmasının Azınlıklarla ilgili maddelerinin
güvencesi.
Madde 44.- Türkiye bu Kesimin yukarıdaki maddelerinin
Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu
ölçüde, uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini
ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına
konulmalarını kabul eder.
Bu hükümler, Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun
bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya
İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler
Cemiyetinin Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi
bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul
ederler. Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her
birinin, bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi birine aykırı
herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma
tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma
göre uygun ve etkili kabul edilecek bir hareket tarzı
seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri ( talimatları)
verebileceğini kabul eder.
Bundan başka Türkiye bu maddelere iliksin olarak, hukuk
bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki
devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine
üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa,
Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 14. maddesi
uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk
Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse,
uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder.
Divanın kararı kesin Milletler Cemiyeti Misakının
(Nizamnamesinin) 13. maddesi uyarınca verilmiş bir karar
gücünde ve değerinde olacaktır.
Uygulama: Lozan Antlaşmasının azınlıklarla ilgili maddelerini
güvencesi, 8-18 Nisan 1946 tarihli kararla varlığına son veren
Milletler Cemiyetidir. (Cemiyet-i akvam).
1945 yılında kurulmuş olan Birleşmiş Milletler ile Milletler
Cemiyeti arasında yetki ve yükümler bakımından hilafet
ilişkisi bulunmamaktadır. Bu nedenle Milletler Cemiyeti
Konseyine tanınmış olan denetim yetkisini tarafların rızası
olmadıkça BM Güvenlik Konseyi devreye giremez.(19)[xvii]
Bilindiği gibi 1987 yılından bu yana Türk vatandaşlarının
Avrupa İnsan hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkı
vardır. Mevcut anayasaya göre Lozan Antlaşması hükümleri kanun
hükmünde olduğuna göre iç hukuk yolları tükendikten sonra
azınlık haklarıyla ilgili sorunlar AİHM’ye taşınabilir.
Paralel Yükümlülük
Madde 45.-Bu Kesimdeki hükümlerle Türkiye’nin Müslüman olmayan
azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından
kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır.
Uygulama: Maddede söz edilmediği halde bu maddenin paralel
yükümlülük hükmü karşılıklılık ilkesi olarak yorumlanmıştır.
Her nedense birçok bilim adamı ve politikacı, karşılıklılık
(mütekabiliyet / mukabele-i bilmisil) ilkesinin vatandaşlara
uygulanamayacağını görmezden gelmişlerdir. Yunanistan ile
Türkiye azınlıklarına gizli açık bu ilke uygulanmış ve
azınlıklara ciddi zararlar vermiştir.
Öncelikle Lozan Antlaşmasının Türkçe, Fransızca ve İngilizce
orijinal metinlerinde de karşılıklılık sözü geçmez. Uluslar
arası bir metinde karşılıklılık ilkesi varsa bunun açıkça
yazılması gerekir. İkinci olarak, azınlıklar Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Çağdaş demokratik hukuk
devletlerinde eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağı gereği
hiçbir devlet kendi vatandaşlarına karşılıklılık ilkesini
uygulayamaz. Ne gariptir ki Anayasa Mahkemesinin
(1979/1E-1980/1K) kararı da mütekabiliyet olduğu yönündedir.
Lozan Antlaşmasında karşılıklılık ilkesinin varlığını iler
sürenlerin dayandıkları Lozan’ın 45. maddesi (‘bu kesimdeki
hükümlerle Türkiye’nin Müslüman-olmayan azınlıklarına tanınmış
olan haklar, Yunanistan’ca da, kendi ülkesinde bulunan
Müslüman azınlığa tanınmıştır’) bir karşılıklılık maddesi
değildir. Bir “paralel yükümlülük” maddesidir ve Yunanistan’a
yükümlülük getirir. Yani, bu iki ülkeden biri yükümlülüğünü
yerine getirmezse, öteki bunu bahane ederek getirmezlik
edemez.(20)[xviii] Kaldı ki, 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar
Hukuku Sözleşmesi’nin 60/5 maddesi insan hakları konusunda
negatif bir “karşılıklılık” anlayışını kesinlikle
yasaklamaktadır.
Lozan Antlaşmasında Azınlık haklarının sınırları: Antlaşmanın
bazı maddelerinde kamu düzeninin korunması, genel ahlaka
aykırılık ve milli savunma amaçlı sınırlamalar getirilmiştir.
A) Soğuk Savaş Döneminde Azınlık Hakları
1945 sonrasının anlaşmalarında ulusal azınlık sorununa
yanıt olarak, sadece insan haklarının verilmesi gerektiği
yönünde (daha özel ulusal azınlık koşullarının da eklenmesi
yerine) genel bir uzlaşma ortaya çıktı. Böylece 1945 San
Francisco Konferansı, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda
sadece insan haklarına yer verilmesi karara bağlandı… Özet
olarak, 1940’ların savaş sonrası Avrupa’sının uluslararası
toplumunu yeniden kuran uluslararası anlaşmalarda, ulusal
azınlık hakları gerçekten yoktu.
(21) [xix]
Azınlık haklarından söz edilmemesinin temel nedeni, ulus
devletlerin verilecek azınlık haklarının bir bölünmeye yol
açması korkusudur. “Devletlerarası Dostça İlişkilerin İlkeleri
Bildirgesi” egemen devlet haklarının, ulusal azınlık
haklarından üstünlüğünü açıkça belirtir. “Yukarıda yer alan
paragraflardaki hiçbir şey, yukarıda tanımlanmış bulunan
halkların eşit hakları ve kendi geleceğini tayin etmesi
ilkesine uygun olarak kendilerini yöneten ve böylece ırk,
inanç ya da renk ayrımı yapmadan ülkede yaşayan bütün halkı
temsil eden bir yönetimi bulunan egemen ve bağımsız
Devletlerin toprak bütünlüğü ya da siyasal birliğini tamamen
ya da bir kısmı ile parçalayacak ya da bozacak olan herhangi
bir harekete izin veriyormuş ya da bunu teşvik ediyormuş gibi
yorumlanamaz.”
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi
BM’in 1948’de yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi
azınlıklardan hiç söz etmez. Ancak ayrımcılığı önleme ilkesine
onay verir. Düşünce ve inanç özgürlüğü 18. Maddede, barış
içinde toplanma özgürlüğü 20. Maddede ve topluluğun kültürel
yaşamına özgürce katılma hakkı 27. Maddede düzenlenmiştir.
BM Soykırım Sözleşmesi
1948 yılında azınlıkların var olma hakkını fizik olarak ele
almış, azınlıkların kimlik hakkı yine sağlanamamıştır. Türkiye
bu sözleşmeye taraftır.(22)[xx]
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin
Sözleşme (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi)
1950 Kasım ayında imzalanan sözleşme 1953 yılında yürürlüğe
girmiştir.
Bu sözleşmede azınlıklarla ilgili olarak ayrımcılığın
önlenmesi hükümleri (M.14) vardır. Ancak azınlık haklarının
korunması ile ilgili maddelere rastlanmaz. Bu sözleşmenin asıl
önemi, bilinen en etkili denetim mekanizmasına sahip
olmasındadır.
Türkiye Sözleşme’ye taraftır ve bireysel başvuru hakkını 1987
yılında kabul etmiştir. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları
Komisyonu ile birleşen Divan’ın yetkisini ise 1989’da kabul
etmiştir.
Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu [UNESCO]
tarafından
14 Aralık 1960 tarihli Genel Toplantı’da kabul edilmiştir.
Türkiye bu sözleşmeyi henüz imzalamamıştır. Bu sözleşmede
azınlıklarla ilgili başlıca öneriler şunlardır:
• Taraf devletler, azınlıkların kendi eğitim faaliyetlerini
yürütme hakkını kabul etmişlerdir.
• Eğitim hakkı, azınlık dillerinin kullanılmasını ve bu
dillerin öğretimi hakkını da içerir.
• Eğitim faaliyetlerini yürütme hakkı, resmi dili öğrenmeye
engel olacak biçimde kullanılamaz.
• Azınlık okullarında verilecek eğitim, yetkili makamların
saptadığı standartlardan düşük olmayacaktır.
• Azınlık okullarında okuma isteğe bağlı olacaktır.
Sözleşmenin yaptırım gücü olmayıp devletler UNESCO genel
konferansının tavsiyelerine uymayı taahhüt etmektedir.
BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi
1945-1989 dönemi boyunca sadece bir BM sözleşmesi özel bir
azınlık maddesi içeriyordu. 16 Aralık 1966 tarihinde kabul
edilen Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin
27. Maddesi.
Madde 27.- Etnik ve dinsel azınlıklarla dil azınlıklarının
bulunduğu devletlerde bu azınlıklardan olan kişilerin,
gruplarındaki öteki üyelerle birlikte topluluk olarak kendi
kültürlerinden yararlanmak, kendi dinlerini açıklamak ve
uygulamak ya da kendi dillerini kullanmak hakları yadsınamaz.
(23) [xxi]
Türkiye bu maddeye şu çekinceyi koymuştur: “Türkiye,
Sözleşmenin 27. Maddesini, T.C. Anayasası’nın ve 24 Temmuz
1923 tarihli Lozan Antlaşması ve eklerinin ilgili hükümlerine
ve usullerine göre uygulama hakkına sahiptir.” Bu sözleşmenin
26. Maddesinde ise yasa önünde eşitlik ve ayrımcılık yasağı
yer alır.
27. Maddede tanınan azınlık hakları bir özelliği ile bütün
diğer sözleşme ve anlaşmalarda verilen haklardan ayrılır.
İnsan hakları komitesi tanınan hakların vatandaşlığa bağlı
olmadan devletin kendi ülkesinde bulunan ve kendi yetkisine
tabi herkese siyasi haklar dışında kalan bütün hakları
sağlamayı taahhüt etmesidir. “BM insan Hakları komitesi,
Kişisel Ve Siyasal Haklar sözleşmesinin 2(1) maddesi gereğince
sözleşmeye taraf devletlerin 27. Madde ile tanınan hakların
vatandaşlık şartı ile sınırlanmayacağını açıklığa
kavuşturmuştur. Bu çerçevede 27. Maddeye göre azınlık grubu
oluşturan göçen işçilerin de bu maddede tanınan haklardan
mahrum edilmeyeceğinin altı çizilmiştir.”
(24) [xxii]
Ekonomik, Toplumsal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi
16.12.1966 tarihinde kabul edilen Sözleşmesi’nin 13. Maddesi
de eğitimin ırksal, etnik ve dinsel gruplar arasında hoşgörü
ve dostluğu geliştirdiğini ve BM barış koruma etkinliklerini
özendirdiğini de kabul ettiği belirtilmektedir. Türkiye bu
maddenin 3. Paragrafındaki veli ve vasilerin çocuklarını kendi
inançları doğrultusunda eğitim görmelerini sağlamaya ve 4.
Paragraftaki “Bu maddenin hiçbir hükmü her durumda bu maddenin
1. Fıkrasında öne sürülen ilkelerin gözetilmesi ve verilen
eğitimin Devlet tarafından konulacak belli ölçülere uygun
düşmesi koşuluyla birey ve kuruluşların eğitim kurumları kurma
ve yönetme özgürlüğünü zedeleyecek şekilde yorumlanamaz”.
Bölümleri için çekince koymuştur. “ T.C. Bu sözleşmenin 13.
Maddesinin 3 ve 4. Paragraflarındaki hükümlerine Anayasa’nın
3,14 ve 42. Maddelerindeki hükümler çerçevesinde uygulama
hakkına sahiptir.
AGİK VE AGİT
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Soğuk Savaş
koşullarındaki Avrupa’da gerginliğe son verilmesi, güvenlik ve
istikrarın sağlanması ve katılan devletler arasında bu amaca
yönelik işbirliğinin geliştirilmesi düşüncesiyle 1973
tarihinde Helsinki’de başlatılmıştır. 35 ülkenin Devlet ve
Hükümet Başkanlarınca 30 Temmuz-1 Ağustos 1975 tarihlerinde
Helsinki’de düzenlenen zirve Toplantısı’nda Helsinki Nihaî
Senedi, imzalanmıştır. AGIK Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı
(1990): “Ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dilsel ve dinsel
kimliklerinin korunacağı, ulusal azınlıklara mensup kişilerin
bu kimliklerini ayrıma tabi tutulmaksızın ve kanun önünde tam
bir eşitlikle, özgür olarak irade etmeye, korumaya ve
geliştirmeye hakları olduğunu teyit ederiz” denmektedir.
1992 toplantısında Ulusal Azınlık Yüksek Komiserliği
kurulmuştur. Komiserin görevi azınlıklarla ilgili sorunların
giderilmesi için erken haber verme ve harekete geçmeye imkan
sağlamaktır. 1994 Budapeşte Zirvesi’nde AGİK bir konferans
olmaktan çıkıp örgüt niteliği kazanmıştır. Budapeşte kararları
uyarınca, Daimî Konsey AGİT’in düzenli karar merci olarak
saptanmış, ayrıca bu kararlarda AGİT’in geçmişteki tüm AGİK
ilkeleri temelinde çatışma önleme, buhran yönetimi
etkinliklerinin geliştirilmesi vurgulanmıştır. AGİT Cenevre
raporuna göre “ulusal azınlıklarla ilgili konular ve
azınlıklara mensup bireylerin haklarıyla ilgili uluslararası
yükümlülükler, uluslararası alanın meşru konularıdır ve
bütünüyle ilgili devletin iç işi alanında değildir”. Daha
sonra Ulusal azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmede de yer
alacak olan bu ifade, 1945-1989 döneminde azınlık haklarını
bir iç politika sorunu olarak gören ve devletlerin azınlık
sorunlarına kendilerine uygun şekilde yaklaşmalarını kabul
eden görüşten kesin olarak ayrılmıştır.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi
Ocak 1990’da imzaya açılan sözleşme ana dilde eğitim hakkını
da ele alır. Türkiye sözleşmeyi sözleşmenin 17, 29 ve 30.
maddelerini çekince koyarak imzalamıştır. Türkiye, bu
maddeleri T.C. Anayasası ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasının
ifade ve ruhuna uygun olarak yorumlayıp, uygulama hakkını
saklı tuttuğunu ifade etmiştir. Çekince, kitle iletişim
araçlarının azınlık grubuna veya bir yerli ahaliye mensup
çocukların dil gereksinimlerine özel önem göstermeleri
konusunda teşvik edilmesi. (madde: 17. d)
- Çocuğun anne-babasına, kültürel kimliğine, dil ve
değerlerine, çocuğun yaşadığı veya geldiği menşe ülkenin
ulusal değerlerine ve kendisininkinden farklı uygarlıklara
saygısının geliştirilmesi. (madde 29. c)
- Dini ya da dilsel bir azınlığa ya da yerli halka mensup bir
çocuğun, kendi kültüründen yararlanma, kendi dininin
gereklerini yerine getirme ya da kendi dilini kullanma
hakkından yoksun bırakılmaması. (madde 30)
B)1991 Sonrası Azınlık Hakları
“Günümüzde yaklaşık olarak 4 bin etnik grubun yaşadığı ve
6 bin dilin konuşulduğu dünyamızda artık, azınlık hakları
kavramı, en az insan hakları kavramı kadar kabul gören bir
olgu olmuştur” (25)
[xxiii] Soğuk savaşın sona ermesiyle azınlık hakları
tekrar gündeme gelmiş, insan haklarından ayrı azınlık hakları
ile ilgili sözleşmeler hazırlanmıştır.
“Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Ait
Bireylerin Hakları Bildirisi”
BM Genel Kurulunun 47/135 sayılı, 18 Aralık 1992 tarihli
kararı ile “Ulusal veya Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara
Ait Bireylerin Hakları” adlı bildiri yayınlanmıştır.
“Bildiri’nin 1. Maddesi’ne göre, devletler toprakları üzerinde
yaşayan azınlıkların varlıklarını ve kimliklerini korumakla
yükümlüdürler. 2. Madde, 2.Paragrafa göre, azınlıklar ulusal
ve yerel seviyede alınacak ve kendilerini etkileyecek her
türlü karara katılma hakkına sahiptirler. 3. Maddeye göre,
azınlıklar haklarını bireysel veya kolektif olarak
uygulayabilirler. 4. Madde ise azınlıkların dillerini öğrenme
gibi haklarından bahsetmekte, aynı zamanda bulundukları
toplumun kültürünü de öğrenmeleri için teşvik edilmektedirler.
8. Madde de, Bildirinin ayrılıkçılığı veya kendi kaderini
tayin hakkını teşvik etmediğini, diğer insanların haklarına ve
ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğunu belirtir”
(26) [xxiv]
Sözleşme değil bir bildiri olduğu için hukuki bağlayıcılığı
yoktur.
Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı
Avrupa Konseyi tarafından 1992 tarihinde kabul edilmiştir.
Adından da anlaşılacağı gibi Avrupa’da konuşulan bölgesel ve
azınlık dillerini korumayı, bu dillerin yargı ve idarede,
ekonomik ve sosyal yaşamda, kültürel alanda kullanılmasını
amaçlar. Türkiye bu sözleşmeyi de henüz onaylamamıştır.
Sözleşmenin çok zayıf bir denetim mekanizması vardır ve sadece
devletlere tavsiyede bulunur.
Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme
Türkiye’nin henüz taraf olmadığı bu sözleşeme, Avrupa Konseyi
tarafından 01 Şubat 1995 tarihinde Strasbourg’da kabul
edilmiştir. “Sözleşmede ulusal azınlıkların tanımına ilişkin
bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak Sözleşmenin 3. maddesine
göre: “Ulusal azınlığa mensup her kişi, kendisine bu azınlığın
üyesi olarak davranılmasını ya da davranılmamasını serbestçe
seçme hakkına sahiptir ve bu seçimi veya bu seçimiyle
bağlantılı hakların kullanımı herhangi bir olumsuzluğa neden
olamaz”.
Sözleşmenin kendine dayanak aldığı üç temel prensip ilk üç
maddede ifade edilmiştir: Buna göre:
Ulusal azınlıkların korunması, insan haklarının uluslararası
korunmasının ayrılmaz bir parçası niteliğindedir (1. Madde).
Sözleşme hükümlerinin uygulanmasında “iyi niyet” kavramı temel
yönlendirici bir ilke niteliğindedir (2. Madde). Ayrıca,
ulusal azınlıklara mensup bireyler kendilerini azınlık olarak
nitelemek veya nitelememek konusunda tamamen özgürdürler
(Madde 3).
Tüm Sözleşme hükümleri yorumlanırken bu 3 temel ilke akılda
tutulmalıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, sözleşme daha çok “program
hükümler” olarak tabir edilen hükümleri içermektedir. Bu
program hükümler Sözleşmenin 4-19. maddeleri arasında
düzenlenmiştir. Bu hükümlere kısaca bakacak olur isek:
4. madde devletleri, ulusal azınlıkların kanun önünde eşitlik
ve kanunla eşit korunma haklarını güvence altına alma
yükümlülüğü getirmiştir.
5. madde, devletleri ulusal azınlıklara mensup fertlerin
kültürlerini sürdürebilmeleri ve geliştirebilmeleri için
gerekli koşulları oluşturmakla yükümlendirmiştir.
6. madde, devletleri toprakları üzerinde yaşayan tüm fertler
arasında etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimliklerine
bakılmaksızın hoşgörü ve kültürler arası diyalogu teşvik
etmekle yükümlendirmiştir.
7. madde, toplanma özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, ifade
özgürlüğü ve düşünce, vicdan ve din özgürlüğüyle ilgilidir.
8. madde, din ve inancı uygulama hakkını konu edinmiştir.
9. madde, ifade özgürlüğü hakkının, sınırlara bakılmaksızın
azınlık dilinde bilgi ve düşünceleri alma ve iletme
özgürlüğünü kapsadığını belirtmektedir. Yine bu maddeye göre,
ulusal azınlığa mensup fertlerin, yazılı basın organları kurma
ve bunları kullanması engellenmeyecektir.
10. ve 11. maddeler, kamusal ve özel alanlarda ve idari ve
adli makamlar önünde azınlık dillerinin kullanılması, azınlık
dilindeki soyadını taşıma hakkı ve topografik isim ve
işaretleri azınlık dilinde ifade etme hakları da dahil olmak
üzere, dil özgürlüğü hakkını düzenlemektedir.
12. madde, ulusal azınlıkların ve çoğunluk kültürünün,
tarihinin, dilinin ve dininin tanıtılmasını sağlamak için,
eğitim ve araştırma alanlarında önlemler alma yükümlülüğü
getirmektedir.
13 ve 14. madde, ulusal azınlıklara mensup fertlere
kendilerine özgü özel eğitim ve yetiştirme kurumlarını kurma
ve yönetme ve azınlık dilini öğrenme hakkını tanımaktadır.
15. madde ulusal azınlıklara mensup şahısların kendilerini
etkileyen kararların alınması sürecine katılma hakkını
düzenlemektedir.
16. madde, azınlıkların nüfus oranlarını değiştiren
politikaları yasaklamakta;
17. madde azınlıkların diğer devletlerdeki kültürel, dilsel ve
dinsel yakınlıkları olan gruplarla ilişkilerinin
kısıtlanmasını yasaklamakta;
18. madde ulusal azınlıkların korunması için diğer devletlerle
icabında çift taraflı ve çok taraflı Sözleşmeler yapmayı
özendirmekte ve nihayet 19. madde, Sözleşme hükümlerine
kısıtlama getirilmesini sınırlandırmaktadır.”
(27) [xxv]
Görüldüğü gibi Sözleşme Sözleşmenin kimlere uygulanacağını bir
anlamda azınlıkların kendilerine bırakmıştır. Söz konusu
ülkedeki bireyler kendilerini belli bir azınlığın içinde
görüyor ve bu şekilde tanımlıyorlarsa, Sözleşme hükümlerinden
yararlanmaları mümkün olacaktır. Tabi, yukarıdaki soruları
cevaplarken gördüğümüz üzere, bir azınlık grubundan
bahsedebilmek için gerekli olan objektif ve sübjektif
kriterler bu bireyler için de geçerli olacaktır.
Siyasi ağırlıklı ve gevşek bir denetim mekanizması öngören
sözleşme yine de doğrudan ulusal azınlıkları konu alması
açısından önemli bir belgedir. (27)
[xxvi]
Kopenhag Kriterleri
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi’nde, Avrupa
Konseyi, Avrupa Birliği’ne aday ülkelerin tam üyeliğe kabul
edilmeden önce karşılamaları gereken kriterleri belirlemiştir.
Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının
benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır. Siyasi
kriter; “demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve
azınlık haklarını güvence altına alan kurumların var olması”
olarak ifade edilmektedir.
1997 yılından başlamak üzere, AB’nin aday ülkelerin
ilerlemelerini izlemek ve değerlendirmek için kullandığı temel
araç, düzenli raporlar yayınlanmasıdır. 2005 yılından itibaren
bu raporlara “ilerleme raporları” adı verilmektedir. Kopenhag
kriterlerine uygun olarak bu ilerleme raporlarında da, AB
Komisyonu aday ülkelerdeki azınlıkların durumlarını ayrıca bir
incelemeye tabi tutmaktadır.
Lozan ve Çağdaş Azınlık Haklarının Karşılaştırılması:
- Lozan Antlaşması azınlık haklarını sadece Müslüman olmayan
azınlıkların bir bölümüne vermektedir. Türkiye’de yaşayan
herkes ve Türkçeden başka dille konuşanlar için geçerli olduğu
düşünülen haklar, devletin kabul etmemesi nedeniyle kapsam
dışında kalmaktadır. Bu konu halen tartışmalıdır.
Çağdaş Azınlık hakları ise teorik olarak bütün sosyolojik soy,
din ve dil azınlıklarını kapsar. BM İnsan Hakları komitesi ise
azınlık haklarından vatandaş olmayan göçmenlerin ve
yabancıların da yararlanmasını ön görmektedir.
- Lozan Antlaşmasının azınlıklarla ilgili hükümleri temel yasa
hükmünde olup hiçbir kanunun, yönetmeliğin, işlemin ve
uygulamanın Lozan’a aykırı olmaması gerekmektedir.
Mevcut hiçbir azınlık sözleşmesinde bu güçte bir koruma söz
konusu değildir. Sözleşmelerin çoğunda sadece tavsiye söz
konusudur. Kopenhag kriterleri azınlık haklarını güvence
altına alacak kurumların varlığı şartını getirmiştir. AB’ye
girmeye aday ülkelerin bu kurumları kurması ve azınlıkları
koruması gerekmektedir.
- Lozan antlaşmasında bireylerin kendilerini azınlık olarak
niteleyip nitelememek, azınlık haklarından yararlanıp
yaralanmamak konusunda serbestlikten söz edilmez.
Çağdaş sözleşmelerde ise, bireyin kendini azınlık olarak
niteleyip nitelememekte, azınlık haklarından yararlanmak
isteyip istememekte serbest olduğu açıkça belirtilmiştir.
Gönüllü asimilasyon serbesttir.
- Lozan Antlaşması’nda eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkeleri
en geniş şekliyle yer alır. Ancak tam bir eşitliğin
gerçekleşmesi için devlete özel önlemler almak gibi bir görev
yüklemez.
Çağdaş azınlık hakları sözleşmelerinde ise ayrımcılığın
önlenmesi ve eşitliğin gerçekleşmesi için pozitif ayırımcılığa
yer vermektedir.
- Lozan Antlaşması’nda, pozitif ayrımcılık genellikle mevcudu
koruma, izin verme ve kolaylık gösterme ile sınırlıdır.
Çağdaş azınlık hakları ise devlete kültürlerini sürdürmek,
geliştirmek ve kültürel mirası korumak için gerekli şartları
oluşturmayı teşvik görevi verilmektedir.
- Lozan Antlaşmasında azınlıklara devlet genel bütçesinden,
yerel bütçelerden ve diğer bütçelerden din, eğitim ve hayır
işleri için uygun pay verilmesini önermektedir.
Çağdaş azınlık sözleşmelerinde açık bir öneri yoktur Ancak
pozitif ayrımcılık dolaylı olarak azınlıklara bu yardımların
yapılmasını gerektirebilir.
- Lozan’da azınlıkların azınlık dilindeki soyadını ve adını
kullanması, topografik isim ve işaretleri azınlık dilinde
ifade etme hakları ile ilgili hüküm yoktur. Devlet 21 Haziran
1934 tarih ve 2525 Sayılı Soyadı Kanununu ile ve eşitlik
ilkesine aykırı olarak azınlıkların kendi dillerindeki
soyadlarını kullanmalarını kısmen yasaklamıştır. Topografik
isimlerin neredeyse hepsi değiştirilmiştir.
Çağdaş azınlık sözleşmelerinde soyadını kullanma hakkı ve
topografik isim ve işaretleri azınlık dilinde ifade etme
hakları özel olarak tanımlanmıştır.
- Lozan Antlaşmasında asimilasyonu açıkça engelleyen bir hüküm
yoktur.
Çağdaş azınlık hakları sözleşmelerinde asimilasyon açıkça
yasaklanmıştır.
- Lozan dolaylı olarak mevcut dini kurumları kabul ettiği için
cemaatin tüzel kişiliğini ve mevcut örgütlenmeyi de kabul
etmiştir. Ancak bu konuda açık bir hüküm olmadığından, çeşitli
yollarla hem cemaatin tüzel kişiliği fiilen kaldırılmış, hem
de örgütlenmesine izin verilmemiştir.
Çağdaş azınlık haklarında, azınlıkların tüzel kişiliği
tanınmakta ve kendi geleneklerine göre örgütlenmelerine izin
verilmektedir.
-Lozan’ın 42.maddesinde yer alan ortak komisyonlar ortadan
kaldırıldığı için azınlıkların kendilerini ilgilendiren
konularda katılımları mümkün olmamaktadır. Son olarak Vakıflar
Meclisine bir azınlık temsilcisi alınmıştır.
Çağdaş azınlık sözleşmelerinde ise azınlıkların kendilerini
ilgilendiren konularda kamusal işlere etkili katılımı
öngörülmektedir.
- Lozan’da azınlıkların yurt dışında başka benzer kurum ve
kuruluşlarla ilişki kurması konusunda hüküm yoktur.
Çağdaş azınlık sözleşmelerinde ise sınır ötesi ilişki kurmaya,
uluslar arası düzeyde STK’larla (NGO)ilişki kurma hakkı
tanınmaktadır.
- Lozan’da, azınlıkların ülkenin kalkınmasına ve gelişmesine
katılmaları konusunda bir hüküm yoktur.
Çağdaş azınlık hakları ise devlete azınlıkların kalkınma ve
gelişmeye tam olarak katılmasını sağlayacak tedbirleri alma ve
ulusal politika ve programların azınlıkların menfaatleri
dikkate alınarak planlanması görevini verir.
- Lozan serf determinasyon hakkından söz etmez.
Çağdaş bazı sözleşmelerde self determinasyon hakkına yer
verilmiştir.
- Lozan azınlık haklarını kamu düzenine aykırılık, ahlaka
aykırılık ve bazı durumlarda milli savunma gerekleri ile
sınırlandırmıştır.
Çağdaş azınlık haklarında ise genel sınır, çoğulcu ve
demokratik toplum düzenini saplanması, ülke bütünlüğünün
korunması, kamu düzenine aykırılığın ve hakların kötüye
kullanılmasının önlenmesidir. Olağanüstü durumlarda devletin
haklara aykırı önlemler alması (derogation) mümkündür.
SONUÇ:
Görüleceği gibi Lozan çağdaş azınlık haklarının pek çoğunu hem
de bütün sözleşmelerden güçlü olarak azınlıklara tanımaktadır.
Ne yazık ki, uygulama, ulus devletin kuruluş döneminden
kaynaklanan nedenlerle başarısız olmuştur. Özellikle ikinci
dünya savaşı öncesi ve savaş sonrasında esen milliyetçilik
rüzgarları yüzünden tanınan haklar bile geri alınmıştır.
Örneğin sivil meclis 1934 yılında kapatılmıştır. Tek mütevelli
uygulamasına 1938 yılında başlanmıştır.
Lozan, yaşama ve varlığını sürdürme hakkı, ayrımcılığın
önlenmesi, eşitlik hakkı, ana dilde eğitim hakkı vb pek çok
çağdaş hakkı tanımaktadır.
Cemaatin varlığını yaşatması ve geliştirmesi için hem Lozan
hem de çağdaş azınlık haklarında yer aldığı halde 1934 sonrası
kaldırılan cemaati patriklik merkezli tüzel kişiliğinin
tanınması ve azınlıkların kendi gelenek ve göreneklerine göre
örgütlenmelerine izin verilmesi gerekir. Bu izin olmadan
cemaatin merkezi bir yönetim, koordinasyon ve denetimin
kurulması mümkün olmayacaktır. Yine hayati önemde demokratik
bir hak olan, azınlıkları ilgilendiren konularda, kendilerini
ilgilendiren kararların alınmasında etkin katılımın sağlanması
son derecede önemlidir.
Elbette asimilasyonun açıkça yasaklanması, yurt dışındaki
kurum ve kuruluşlarla ilişki kurulmasına izin verilmesi vb
hakların da bir hukuk devleti olan Cumhuriyet tarafından
tartışmasız verilmesi gerekir.
DİPNOTLAR:
(1) [i] Türk Dış Politikası Cilt
1:1919-1980- Editör Baskın Oran- İletişim Yayınları 2002-
Sayfa:231
(2) [ii] Lozan İkinci Cilt-
Prof. M.Cemil Bilsel- Sosyal Yayınlar- Sayfa 272
(3) [iii] Azınlıklar Alt
Komsiyonu başkanı Montagna’nın Birinci Komsiyon başkanı Lord
Curzon’a sunduğu 7 Ocak 1923 tarihli raporda yazdıkları ve
Curzon’un 9 Ocak 1923 tarihli oturumda söyledikler.
(Küreselleşme ve Azınlıklar Baskın Oran Sayfa:137)
(4) [iv] http://hyetert.blogspot.com/2012/02/kck-davasnda-kurtce-savunma-talebine.html
(5) [v] Lozan ‘Biz Türkler ve
Kürtler’- İsmail Göldaş – Avesta 1990 Sayfa 70-78
(6) [vi] Küreselleşme ve
Azınlıklar-Baskın Oran-İmaj Yayınları Ocak 2000- Sayfa:138-139
(7) [vii] Ayhan Aktar-Varlık
Vergisi ve“Türkleştirme’Politikaları-İletişim yayınları Sayfa
113
(8) [viii] http://www.konrad.org.tr/index.php?id=703
[ix] (9) http://sorular.rightsagenda.org/soru-cevap/?g=9
[x] (10)
http://www.hukuk.gazi.edu.tr/editor/dergi/8_10.pdf
[xi] (11) Türk Dış
Politikası-Cilt I Baskın Oran Sayfa: 231
[xii] (12) Azınlık Hakları-
Doç. Dr. Naz Çavuşoğlu- Su yayınları 1999- Sayfa:64
[xiii] (13) Ulusal Azınlıklar
Ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi-J.Jackson Preece-Çevri Ayşegül
Demir_Donkişot 2001-S.91
[xiv] (14) 11Ekim 1993 tarih
ve 2392 sayılı Tebliler Dergisi’nde yayınlanan haftalık ders
çizelgesine düşülen üç maddelik “not”oo 3. Maddesi: “Ermenice
dersi dışındaki bütün dersler Türkçe olarak okutulacaktır”
[xv] (15) Surp Pırgiç
Hastanesi 1935 Salnamesi.
[xvi] (16)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1058702&title=yetimhanenin-tapusu-patrikhaneye-teslim-edildi
[xvii] (17) Avrupa Birliği ve
Türkiye’de Azınlıklar- Murat Saraçlı- Lotus 2007. Sayfa:131
[xviii] (18) Cemaat
Vakıfları- Av. Yuda Reyna, Av. Ester Moreno Zonana- Gözlem
Yaynları 2003- Sayfa:70
[xix] (19) Ulusal Azınlıklar
Ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi-J.Jackson Preece-Çevri Ayşegül
Demir_Donkişot 2001-S:123-124
[xx] (20) Küreselleşme ve
Azınlıklar- Baskın Oran- İmaj Yayınları Ocak 2000- Sayfa:109
[xxi] (21) Ulusal Azınlıklar
Ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi-J.Jackson Preece-Çevri Ayşegül
Demir_Donkişot 2001-S:148-149
[xxii] (22) Azınlık Hakları-
Doç. Dr. Naz Çavuşoğlu- Su yayınları 2001- Sayfa:46-47
[xxiii] (23) Azınlıklar-
Murat Saraçoğlu- Lotus- 2007- Sayfa:43
[xxiv] (24) Birsen Erdoğan,
“Birleşmiş Milletler Sistemi ve Azınlık
Hakları”,http://www.asam.org.tr/temp/temp957.pdf
[xxv] (25) http://sorular.rightsagenda.org/soru-cevap/?g=9
[xxvi] (26) Azınlıklar- Murat
Saraçoğlu- Lotus- 2007- Sayfa:63 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|