Kafkasya’nın önemli
sorunları olan Çeçenistan ve Azerbaycan ile Ermenistan
arasında yaşanan Dağlık Karabağ Sorunu ve Orta Asya
sorunlarında İran, dini söylemi bir tarafa bırakıp, ulusal
çıkar ve stratejik hesaplarına göre hareket etmektedir.
İran, Orta Doğu’da dini bir devlet gibi davranırken, Kafkasya
ve Orta Asya’da normal bir ulus-devlet gibi hareket
etmektedir. Orta Doğu’da rejimin dış politikası ön plandayken,
Kafkasya ve Orta Asya’da devletin dış politikası ön planda
tutulmaktadır (1).
Soğuk Savaş'ın sona ermesi ve
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, İran Kafkasya ve
Orta Asya’ya yönelik dış politikasında “rejim ihracı”
politikasını bir tarafa bırakarak, İran’ın güvenliğinin ve
rejiminin korunmasına yönelik politikalar takip etmeye
başladı. İran’ın hayati çıkarları, söz konusu bölgede dini
söylemin önüne geçti. Hatta, İran Azerbaycan meselesinde
olduğu gibi bazen buradaki Müslüman nüfusu kendine tehdit
olarak algıladı. İran’ın Kafkasya ve Orta Asya politikasında
din sadece kültürel bir özellikmiş gibi göründü. İran,
Sovyetler Birliği’nin ani dağılmasını “rejim ihracı” için
önemli ve yeni bir alan olarak görmedi. İran’ın güvenliği bu
bölgede daha ön plana çıktı ve kendi güvenliğinin
sağlanmasında İran, Rusya ile ilişkileri, bölgede yeni ortaya
çıkan Müslüman nüfusa sahip devletlerle olan ilişkilerden daha
önemli gördü (2).
1990’ların ilk yarısında Müslüman Çeçenlerin tek taraflı
olarak Rusya’dan bağımsızlık ilan etmeleri ve sonrasında
Çeçenistan yerel hükümetinin ülkede şeriat hukukunu kabul
etmesi, İran tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Çünkü bu
bölgede İran, şeriat devletinden çok kendi güvenliğini ön
planda tutmaktaydı. İran söz konusu sorunda söylem bazında da
olsa Çeçenistan Müslümanlarına destek vermediği gibi, sorunu
Rusya’nın bir iç meselesi olarak gördü. Bunun yanında İran,
Rusya tarafından Çeçenistan’da Müslümanlar öldürülürken Rusya
ile stratejik düzeyde adlandırılabilecek ilişkiler kurmaktan
geri kalmadı. Çeçenistan konusundaki İran’ın sessiz/Rusya’yı
onaylayıcı tavrı, Rusya tarafından memnuniyetle karşılandı.
İran, Orta Doğu politikasının tam tersi Çeçenistan sorununda
dini hiç dikkate almayan bir politikayla Rusya’nın “toprak
bütünlüğüne saygılı olduğunu” dile getirdi. 14 “Rejim ihracı”
politikası Kafkasya’da gündem dışı kaldı. Çeçenistan sorununda
İran’ın ortaya koyduğu tavır, bu ülkenin ne kadar dini bir
devlet olduğunu açık bir şekilde sergiledi. Bu durumdan
anlaşıldığı üzere, İran’la Çeçenistan arasındaki dini
bağlılığın önemli olmadığı veya devletin çıkarının dini
bağlılıktan çok önemli olduğu ortaya çıkmış oldu. “Devlet mi
dinin hizmetinde din mi devletin hizmetinde?” sorusunun cevabı
büyük ölçüde verilmiş oldu (3).
Kafkasya’da Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan Dağlık
Karabağ sorunu ve İran’ın bu sorun karşısında aldığı tavır
dinin İran dış politikasındaki yerini açık bir şekilde
göstermektedir. İran Azerbaycan’la sadece aynı dini
paylaşmakla kalmayıp, aynı zamanda aynı mezhebi (Şiilik) hatta
Şiiliğinde aynı kolunu (İmamiyye Şiası) paylaşmaktadır. Buna
rağmen, Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’nın “haklı
davasında” destek vermediği gibi Ermenistan’la gayet iyi
ilişkiler kurabilmektedir. Bugün Ermenistan Azerbaycan’ın
yüzde 20’sini işgal etmiş bulunmaktadır ve bu işgalden dolayı
bir buçuk milyondan fazla Müslüman Azeri halkı topraklarından
uzaklarda “kaçkın” durumundadır. Azerbaycan’da bunlar
yaşanırken, İran bırakın Azerbaycan’ın yanında olmayı,
tarafsız dahi duramamakta ve ağırlığını aynı dini/mezhebi
paylaştığı Azerbaycan’a değil de Ermenistan’a vermektedir.
İranlı resmi yetkililer Dağlık Karabağ sorununun iki taraf
arasında yapılan görüşmelerle barışçı bir şekilde çözüme
kavuşturulmasını dile getirmektedirler. Lübnan’da
Şiilere/Hizbullah’a destek verirken “şahin/ebabil” olan İran,
Kafkaslarda “güvercin” rolü oynamaktadır. Müslüman/mezhebi
Azeri kardeşleri için İran’ın en büyük desteği ise, sadece
sorunun barışçı yollardan çözümü konusundaki açıklamaları
olmuştur (4).
Dini devrimden sonra İran, dini söylem kullanarak hem rejimini
yeni bölgelere taşıma imkânı bulmaya çalışmakta hem de kendi
içinde dini rejimi koruma yoluna gitmektedir. İran dış
politikada kullanılan dini söylemle, rejimin içeride meşruiyet
kazanmasını ve tartışmaların odağı olmaktan korunmasını da
planlamaktadır.
İran – Türkiye İlişkileri
1979 İran Devrimi’nden önce hem İran hem de Türkiye ABD’nin
bölgedeki müttefikleri olduğu dönemde Türkiye-İran ilişkileri
de göreceli olarak oldukça iyi idi. Devrimden sonra İran’ın
Batı ittifakından kopmasına rağmen, İran’ın parçalanmasını
veya Sovyet nüfuz alanına kaymasını engellemek için ABD İran’a
yaklaşımında daha sakin davranırken Türkiye İran ile diyalog
kapısını açık tuttu. Hatta 1980’lerde Batı İran’a ambargo
uygularken ve Türkiye’nin de ambargoya katılmasını beklerken
Türkiye, İran karşıtı ambargoya katılmamıştır. Ayrıca
devrimden sonra İran, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini ciddi
bir tehdit olarak görmeye başlamıştır
(5).
Türkiye-İran ilişkilerinde güvenlik belirleyici bir konuma
sahiptir. Türkiye-İran ilişkilerini güvenlik açısından
değerlendirirken; ikili ilişkiler ve bakış, bölgesel
gelişmeler ve ittifaklar ile uluslararası güvenlik açısından
gelişmeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bunlardan birisi
üzerinde yoğunlaşılırsa çıkan sonuçlar eksik ve hatalı
olacaktır. Gerek ikili ilişkilerinde, gerekse bölgesel
politikalarında Türkiye ve İran, siyasi ilişkileri iyi dahi
olsa birbirlerine karşı güç dengesi siyaseti izlemektedir. İki
ülkedeki tarihi rekabet ve jeopolitik rekabet nedeniyle, ikili
ilişkilerin iyi olduğu dönemlerde dahi şüpheci ve güvenlikçi
bakış Türkiye-İran ilişkilerinde etkili olmuş, iki ülke
arasındaki güç dengesi korunmaya çalışılmıştır
(6).
Türkiye için 1980 ve 1990’lı yıllarda İran ideolojik bir
tehdit olarak görünmüştü; şimdilerde ise nükleer enerjiye
sahip olması ve Ortadoğu’da arkasına aldığı Şii rüzgârı ve
İsrail ve Batı ile mücadelede liderliği ile Türkiye için hem
bir tehdit hem de bölgesel liderlik açısından rakip
olmaktadır. Türkiye, İran’ın nükleer politikasına karşı
çıkmayarak nihayetinde ABD ve Batılı devletlerin Türkiye’ye
İran’ı dengelemek için kendi nükleer politikasını yaratmasına
yardımcı olabileceğini ve zaten oluşacak nükleer İran karşıtı
bloğun uzağında kalarak, NATO üyeliği ve batı ile İran’a
kıyasla daha iyi ilişkilerine güvenerek, İran ile ilişkilerini
belirli bir seviyede muhafaza etmeyi planlamaktadır.
Türkiye, İran ile olan ilişkilerinde her zaman Batılı
devletlerin politikalarını dikkate almıştır. Her ne kadar son
dönemde Türkiye dış politikasının Ankara merkezli belirlendiği
söylense de radikal bir İran’a karşı NATO üyesi ve AB adayı
Türkiye gerektiğinde İran ile ilişkilerini gözden geçirmek ve
araya mesafe koymak zorunda kalabilecektir.
Sonuç Yerine
İran’ın dış politikasını değerlendirirken tamamen Şii eksenli
bir politika izlediğini söylemek ne kadar yanlışsa İran’ın Şii
faktöründen bağımsız bir politika izlediğini belirtmek de o
kadar yanlış olacaktır. Devletlerde dış politika ulusal
çıkarlara göre yürütülür. Bu nedenle İran’ın dış politikasında
Şii faktörünü “instrumentalism” yani araçsalcılık yöntemi ile
açıklamak gerekir. Araçsalcılara göre, etnik ve dini gruplara
olan aidiyet duyguları ve grup içi ilişkileri beklenen
faydayla doğru orantılı bir şekilde gelişir. Diğer bir
ifadeyle İran, kendisine faydası olması için Şii faktörünü dış
politikasında bir araç olarak kullanırken, Ortadoğu’nun diğer
ülkelerindeki Şii gruplar da kendilerine olan fayda
doğrultusunda Şii kimliklerini ön plana çıkarır ve İran ile
ilişkilerini geliştirmek için kullanırlar
(7). Siyonizm ve Batı karşıtı İran, özellikle 11 Eylül
olayları sonrası Ortadoğu halkının kendisine olan desteğini
artırmış ve Şii ya da Sünni İsrail karşıtı birçok grup ile
işbirliğine gitmiştir. Tüm bunlar İran dış politikasının
sadece “Şii Hilali” iddialarıyla açıklanacak kadar basit
olmadığını göstermektedir.
KAYNAKÇA:
1) Brenda Shaffer, “The Islamic Republic of Iran: Is It
Really?”, Brenda Shaffer (Edit.) The Limits of Culture: Islam
and Foreign Policy, The MIT Press, Cambridge, 2006, s. 220
2) Mehmet Şahin, a.g.e., s.15
3) Mehmet Şahin, a.g.e., s. 16
4) Mehmet Şahin, a.g.e., s. 17
5) Hüseyin Bağcı & Bayram Sinkaya, “Türkiye-İran
İlişkileri: Güvenlik Perspektifinden Bir Değerlendirme” (Turkey-Iran
Relations: The Security Perspective) (in Turkish and Persian),
in 4.Türkiye-İran İlişkileri Sempozyumu: Küreselleşmenin
Türkiye-İran Toplumları Üzerindeki Etkileri ve Toplumların
Karşılaşabileceği Problemler, (İstanbul, September 24, 2005),
Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2008, pp.1-10. s. 5
6) Hüseyin Bağcı & Bayram Sinkaya, a.g.e., s. 6-7
7) Emin Salihi, a.g.e., s. 2 |