|
|
................... |
|
................... |
İLK DERSİMİZİN KONUSU: KOLONYALİST AKLIN
EVRENSELLİĞİ İLKESİ |
Ahmet Ataş
Birikim Dergisi,
Kasım 2010 |
|
|
................... |
|
................... |
İrlanda Kurtuluş Ordusu’nun (IRA)
siyasi ve askeri kadrolarından Bobby Sands 1 Mart 1981 yılında
Maze cezaevinde bir grup yoldaşıyla birlikte başlattığı açlık
grevi 39. gününe girdiğinde Kuzey İrlanda’nın Fermanagh ve
South Tyrone bölgesinden Britanya Parlamentosu’na milletvekili
seçilecekti. İrlanda halkının ölüme yatmış bu direngen adama
teveccühü o güne kadar açlık grevi direnişi hakkında neredeyse
doğru dürüst tek satır karalamayan İngiliz basını ve siyaseti
üzerinde soğuk duş etkisi yaratmıştı. Dönemin Muhafazakar
Partili Başbakanı ‘Demir Lady’ lakaplı erkeksi kadın kürsüden
şöyle gürlüyordu: “Onlara asla politik statü vermeyeceğim.”
Bu buyurgan sözün kararlı tonu, Margaret Thatcher’ın işçi
sendikalarıyla kapışmasından İrlanda sorununa güvenlik
konseptiyle yaklaşımına siyasal yaşamın birçok alanında
uyguladığı baskıcı politikaların kuyruğuna takılmış sağ kanat
basın için yeni bir mesai döneminin başlaması anlamına
geliyordu. Bu gönüllü kamu mesaisi IRA ve IRA’nın siyasi amaç
ve mücadelesini olmadık iftiralarla karalama üzerine
kuruluydu.
Kampanyanın özü kolonyalist aklın evrensel zihni
alışkanlıklarına dayanıyordu: IRA’lı siyasi tutsakları kendi
hayatları üzerinde karar verebilen, öz irade sahibi politik
özneler olmaktan çıkarmak. Açlık grevine girenler kendi
iradeleriyle değil, olsa olsa “örgüt şeflerinin talimatıyla”
böylesi provakatif bir eyleme girişmişlerdir. Güneş batmayan
bir imparatorluk saldırgan bulvar medyası ve emperyal birikim
sahibi siyasi kurumlarıyla elbette “cezaevlerindeki bu politik
şantaja boyun eğmeyecekti.”
Örneğin Sunday Express gazetesinin editörü John Junor,
Sands’ın ölümünden birkaç gün önce şöyle yazıyordu köşesinde:
“Bobby Sands öldüğünde göz yaşı dökmeyeceğim. Tek umudum şu;
bütün diğer IRA’lı teröristlerin de ona sempati duyarak aynı
şekilde açlık grevine girmesi ve tabuta girinceye kadar bu
grevi sürdürmeleri.”
Sunday Express’in ırkçı editörü zıvanadan çıkmış bedduaları
konusunda yalnız değildi elbette. Sands açlık grevinin 66.
gününde yaşamını yitirdiğinde Daily Mail onu “ahlaki bir
hilebaz” olmakla suçlayacaktı. Daily Telegraph ise İrlandalı
seküler bir azizin siyasi amaçları uğruna gözünü kırpmadan ve
metanetle ölüme gitmesinin “saptırılmış ve gaddarca” bir
cesaret örneği olduğunu yazıp, grevin hiçbir kazanıma yol
açmadığını iddia ederek “şantaj başarısızlıkla sonuçlandı”
diyordu. Bulvar basınının en puslu aynalarından Daily Mirror
ise, Bobby Sands’ın trajik ölümünü acınacak bir son olarak
tanımlayıp “O, İRA şeflerinin talimatıyla başlatılan ölümcül
bir oyunun vasat bir parçasından başka biri değildi” diyordu.
Görkemli bir kitle yürüyüşüne dönüşen Bobby Sands’ın cenaze
töreni ise İngiliz basın tarihinde ırkçı ve kolonyalist
söylemin kutlu bayramı ilan edilebilecek türdendir. Sunday
Express manşetini Sands’ın cenaze töreninde kortejin en önünde
babasının yol arkadaşlarıyla birlikte yürüyen 8 yaşındaki
oğluna ayırmıştı: “Savaşın kederli bir piyonu”. Haber şöyle
devam ediyordu: “Ona babasının bir kahraman olduğunu
söylediler ve onu hiçbir zaman
anlamayacağı bir sahnenin içine çekerek, bir İRA şehidinin
cenaze töreninin ilgi çekici figürü yaptılar.”
Grevin başarısızlıkla sonuçlandığı propagandası dönemin
gazetelerinin ortak temasını oluşturuyordu neredeyse. Sun
gazetesine kalsa tutukluların talepleri zaten “absürttü”.
Sunday Express, Sands’ın mezarında zafere ulaşamayacağını ilan
ederek “Bobby Sands’ın gölgesi yok olup gidecek” diye
müjdeliyordu.
Times gazetesi ise cezaevi koşullarının düzeltilmesi ve IRA
tutuklularına politik tutuklu statüsü verilmesini içeren
taleplerin karşılanmayacağından o kadar emindi
ki grevde hayatını kaybeden 10 kişi için “boşuna
harcanmış hayatlar” diyordu. Muhafazakar cenahın amiral gemisi
Daily Telegraph’a göre de bu ölümler hak aramak anlamında
“gereksiz ve mantıksızdı.”
Peki 10 politik tutuklunun hayatına mal olan o tarihi açlık
grevinden sonra cezaevlerinde ne değişti? Tutukluların öne
sürdüğü beş talep de hem içerde hem de dış kamuoyunda ciddi
şekilde yıpranan Thatcher hükümeti tarafından kısa sürede ve
sessiz sedasız bir şekilde kabul edildi. Ancak açlık grevinin
gerisindeki meşru politik dinamikler İngiliz siyasi elitleri
tarafından hiçbir zaman topluma doyurucu bir şekilde
açıklanamadı. Politik bir eylemi her türlü çirkin yol ve
yöntemle manipüle etmeye çalışan dönemin egemen muhafazakar
gazeteleri ile bulvar basını ise entelektüel ve vicdani bir
açlığın travmalarını bugün bile üzerinden tam olarak atabilmiş
değil.
Bazı analistler bulvar basınının o günlerde devlet desteği ve
teşvikiyle İrlanda ulusal hareketine karşı geliştirdiği
sansasyonel ve saldırgan dilin ilerleyen yıllarda İngiliz
bulvar medyasının kültürel çürümesini beraberinde getiren
önemli nedenlerden biri olarak kabul ediyor. 2011 yılında
patlak veren ‘tele kulak’ skandalından sonra kurulan Leveson
Araştırma Komisyonu’nun soruşturmaları sırasında hem toplum
hem de siyasi elit medyada yaşanan çürümenin ulaştığı
boyutlarla ilk kez yüzleşecekti bir anlamda.
Dönemin sağcı basınının, nesnel kanıtlardan yoksun sübjektif
temennilere dayalı başarısızlık
iddialarına karşın, IRA kadrolarının öncülük ettiği
‘kolonyalist politikalara paydos grevi’ İrlanda ulusal
kurtuluş hareketinin geleceğine ve kitlesel gelişimine damga
vurdu denebilir. Bazı siyasi analistlere göre İrlanda halkına
önemli hak ve özgürlükler sağlayan Hayırlı Cuma Anlaşması’nın
zafer tohumları o sessiz azizlerin beden orucuyla atılmış
oldu. Aradan onca zaman geçtiği halde bugün bile sıradan bir
İrlandalıya İrlanda Cumhuriyetçiliğinin temeli neye dayanıyor,
diye sorarsanız alacağınız cevap büyük ölçüde bellidir: Bobby
Sands ve arkadaşlarının haklı direniş mirasına.
Gazete manşetleri üzerine analizleriyle bilinen Guardian’dan
Roy Greenslade 1968’den 1998’e kadar şiddetlenerek artan
İrlanda sorununda İngiliz popüler ve sağ kanat basınında
‘yandaş’ ve taraflı yayıncılığın bulaşıcı bir hastalığa
dönüştüğü konusunda önemli bir tespitte bulunuyor. İrlanda
ulusal hareketini yakından takip eden Greenslade “Maze
cezaevindeki açlık grevi dışarıyı muazzam şekilde etkiledi.
Gazeteler bu gerçeği yazmadığı için Britanya halkı bunu fark
etmedi. Birçoğu bugün bile bu hakikati anlamış değil” diyor.
Türkiye cezaevlerindeki Kürt siyasi tutukluların başlattığı
açlık grevlerinde bedenler protest bir orucun Golgotasından
ölümün karanlık kıyısına hızla inerken merhamet yoksunu
İslamcılıktan, akıl fukarası Kemalistiliğe, ‘insanı yaşat
ki devlet yaşasın’ Liberal bönlüğünden, üç kuruşluk
istikbal uğruna yerel mevzisini terk etmiş taşralı-etnik aydın
Sağduyuculuğuna Türkiye basınının ve siyasetinin politik bir
vaka karşısında takındığı acemi kolonyalist edayı anlamak için
yukarıdaki kıssada geçen ülke, kişi ve gazete adlarını sadece
yerli malı bir pazıla uygun şekilde yerleştirmeniz kafi. O
zaman, bugünkü dersimiz yakın dönem beden ve ahlak tarihi
olsun; ilk konumuzun başlığı ise ‘Kolonyalist Aklın
Evrenselliği İlkesi’... |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|