Sınıra doğru yaklaşırken bir kez daha mola veriyoruz.
Abhazya’dan aklımızda kalacak son görüntü bu, yolun
kenarına dikilmiş elinde kılıcı ve kalkanıyla, sakallı ve
haşin bakışlı bir Abhaz savaşçının anıtı. Anıt, on bin
insanın öldüğü ve sonunda Gürcü ordusunun ülkeden çıkarılarak
''bağımsız“ Abhazya’nın kurulmasıyla sonuçlanan 1992-93
yıllarındaki savaşın anısına dikilmiş.
(…)
Yakın bir
tarihte burada bir tören düzenlenmiş olmalı. Çünkü bu eski savaşçı
anıtının ayaklarına bırakılmış solmaya yüz tutmuş çiçek
demetlerini ve çelenkleri görebiliyorsunuz ve yine uzun otların
arasından güneş ışınlarının etkisiyle parıldayan boş kovanlar,
burada bir de saygı atışı yapıldığının kanıtı. Bir tanesini elime
aldığımda genç bir Ermeni olan şoförümüz: ‘’Abhaz ordusunun kısa
bir süre önce Gürcü ordusundan geri aldığı Kodor Vadisi’nden“
dedi. Boş kovana söyle bir göz attıktan sonra. “M4 mermisi. Bizden
değil, Amerikan üretimi. Vadide ele geçirdiğimiz askeri
mühimmattan olmalı“ diye de ekledi kendinden emin bir uzman
edasıyla..
Gürcü Devlet
Başkanı Michail Saakaschwili’nin Güney Osetya’ya saldırı emrini
verdiği 8 Ağustos’un üzerinden 10 hafta geçmişti. Saldırı,
bildiğimiz gibi Rus Ordusunun Gürcistan’ın batısını ezip gecen ve
Tiflis önlerinde duran karşı saldırısına neden olmuştu. Moskova,
26 Ağustos’ta Abhazya ve Güney Osetya’yı bağımsız devletler olarak
tanıyarak tüm dünyayı da şaşırttı. Şimdiye kadar yalnızca -henüz
bilinmeyen nedenlerle- Nikaragua Rusya’yı takip etti.
Batılı
devletler bu ''tanıma“ ile ''Gürcistan’ın toprak bütünlüğü“nün
zedelendiğini düşünürken, yine Batılı basın yayın organları da
(Abhazya ve Güney Osetya’dan bahsederken. -HS) hala ''ayrılıkçı
bölgeler“ terimlerini kullanıyorlar. Kimileri ise, Moskova’nın
tavrını zaten varolan bir durumun daha güçlü bir şekilde
vurgulanması olarak yorumluyorlar. Çünkü Abhazya ve Güney Osetya
zaten en az 15 yıldır ''Gürcistan’ın bir parçası“ değiller ve
hatta hiçbir zaman Gürcistan’a ait olmadıklarında ısrar ediyorlar.
Bu son savaşla Gürcistan’ın bu iki bölgeden herhangi birinde
görülebilir bir gelecekte askeri veya diplomatik yollardan tekrar
kontrolü ele geçirme şansı artik sıfıra düşmüştür.
Güney Osetya
sonunda büyük ihtimalle Rusya Federasyonu’na ait olan Kuzey Osetya
ile birleşecektir. Birçok Güney Osetyalı bunu, kendi içlerindeki
Gürcü azınlığı temizledikten sonraki en iyi çözüm yolu olarak
görüyorlar. Abhazya için ise durum biraz farklı.
Karadeniz
kıyısı olan Abhazya, eğer dünya buna izin verirse, güvenilir ve
ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durabilecek bir mini
devlet haline gelebilir. Abhazlar kesinlikle bir daha Gürcü
egemenliği altına girmek istemiyorlar ama aynı şekilde Rusya’ya
ait olmak da istemiyorlar. Ağustos ayındaki savaştan sonra
bağımsız bir devlet olma ve modern bağımsız devletler arasında
yerlerini alma şansını yakaladıklarını biliyorlar ama burada asil
soru, acaba Batılı Devletler ve Rusya buna müsaade edecek mi?
Çoğumuz
Abhazya üzerine neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Karadeniz’e 200
km kıyısı olan bu ülke son 15 yıl boyunca uluslararası
ilişkilerden izole edilmiş, küçük görülmüş ve yaptırımlarla nefes
alamaz hale getirilmişti. Ulaşım yolları kapatılmıştı; Abhazya
sahillerine yaklaşan her gemiye ya ateş açılıyor ya da el
konuyordu. Ticaret neredeyse durma noktasına gelmişti ve Abhazlar
kendi ürettikleriyle, balıkçılıkla ve kaçakçılıkla başlarının
çaresine bakmak zorunda kalmışlardı.
Yıllardır Posta Hizmetleri Verilemiyor – Abhazların Kendi Pulları
Bile Yok
Son zamanlarda ama bu cehennemin kapısı biraz olsun aralandı.
Artık Abhazya’da telefonlaşmak, televizyon izlemek veya internete
girmek mümkün. Rus turistler yaz aylarında Abhazya’ya gelmeye
başladılar. Narenciye üretimi ve ihracatı ve aynı şekilde sebze,
fındık satışları yükseldi. Yabancı yatırımcıların getirdikleri
paralarla -bunların çoğu Rusya ve Türkiye’den geliyorlar- savaş
sırasında yıkılmış olan şehirler ve oteller yeniden inşa
ediliyorlar ama hala posta hizmeti verilmiyor, ne ülke içinde ne
dış dünyayla. Yıllardır hiç kimse üzerinde bir Abhaz pulu olan
mektubu eline alamadı, görmedi.
Abhazya
Karadeniz’in en güzel sahillerine sahiptir, hatta Kırım
sahillerinden de güzeldir Abhazya’nın sahilleri. El değmemiş
ormanları Kafkas sıradağlarının içlerine kadar uzanır. Kıyı
şeridinde, özellikle de dağların denizle buluştuğu kuzey
sahillerinde, insan kendisini 19. yüzyılın; yani henüz Avrupa
plütokrasisinin (hükümetle ve siyasi çevrelerle sıkı fıkı zengin
elit. -HS) akın etmediği dönemin tropik Fransız Riviera’sında
hisseder.
(…)
Yanıtlanması
kolay olmayan soru, Abhazların kim olduğu. Binlerce yıldır bu
bölgede yaşadıkları ve Kuzey Kafkas dil ailesine ait olan bir
Hint-Avrupa dili konuştukları biliniyor. Antik çağda bu verimli
sahil şeridi Yunanlılar tarafından kolonileştirilmiş, 19.
yüzyıldan beri ise yerli Abhaz ve Wubıh (Çerkes) halkları ile
Yunan, Gürcü, Megrel, Yahudi ve Ermenilerden oluşan kozmopolit bir
nüfusu var. (1)
1860’li
yıllarda bölge Çarlık Rusya’sınca ilhak edildi. Birçok Abhaz Rus
işgalinden kaçarak güneye, Osmanlı İmparatorluğu’nun Karadeniz
sahillerine göçtü. Ki, bu nedenle, bugün Türkiye’de Abhazya’da
olduğundan daha çok Abhaz yaşamaktadır. Çarlık Rusya’sının
işgalinin (Abhazya’yı. -HS) iki önemli sonucu oldu: Birincisi,
Ruslar işadamları özellikle sahil şeridinde yatırım yapmaya
başladılar ve ikincisi, Batı Gürcistan’dan gelen Megreller
Abhazya’ya yerleşmeye başladılar.
Ekim
Devrimi’nden sonra Abhazya bir süre için bağımsız Sovyet
Cumhuriyeti statüsü kazandı. 1931 yılında ama -kendisi de bir
Gürcü olan- Stalin tarafından bölgenin statüsü değiştirilerek
Özerk Cumhuriyet seviyesine düşürüldü ve Gürcistan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetine bağlandı. Bu dönemde birçok Abhaz aydını
ya yok edilmiş ya da Sibirya’ya sürülmüştür. 1940’larda ise
Stalin’in celladı Lawrenti Beria
-kendisi de bir Megrel- binlerce Megrel ve Gürcüyü Abhazya’ya
yerleştirmiştir.
(…)
Sovyetler
Birliği zamanında Abhazlar Gürcistan içerisinde varlıklarını devam
ettirebildiler ama bunu Moskova’nın “böl ve yönet” politikası
sonucu sahip oldukları özerkliğe borçluydular. Fakat simdi artık
ülkeye politik ve kültürel olarak hakim olmaya çalışan
Gürcistan’da bir azınlık olarak yaşama tehlikesiyle karşı karşıya
kalmışlardı.
Gorbaçov, Mart
1991’de yıkılmadan önce Sovyetler Birliği’ni yeniden örgütlemek
için bir referanduma gitmişti. Gürcistan’ın iç bölgelerinde
yaşayan Gürcüler referandumu boykot ettiler. Ancak Abhazlar
bağımsız bir Gürcistan’da yaşamak pek güvenli görünmediği için
büyük bir çoğunlukla Sovyetler Birliği’nde kalma yönünde oy
kullandılar ama tercihleri dikkate alınmadı.
Sokak
gösterileri ve mitingler örgütlendi ama bir “Federasyon” tarzında
örgütlenme üzerine yaptıkları görüşme talepleri sonuçsuz kaldı.
Sonra 1992’nin Ağustos’unda, Gürcü Birlikleri ani bir baskınla
Abhazya’nın başkenti Suhumi’ye girdiler (Saakaschwili de 2008’in
Ağustos’unda Güney Osetya’ya saldırarak aynı hatayı tekrarladı).
Savaşı, Kuzey Kafkasya’dan gelen gönüllülerin, bölgenin diğer
halklarının (özellikle Ermenilerin) desteği ve Rusya’nın silah
desteği ile Abhazlar kazandı ve 1993’te Gürcüleri Abhazya
sınırlarının dışına attılar. Bu kanlı savaşta her iki taraf da
vahşete varan yöntemlere başvurdu. Sohum ve diğer Abhaz şehirleri
Gürcü top atışları altında yerle bir oldu. Hatta Gürcü askerleri
Abhaz Ulusal arşivini ateşe verdiler.
(…)
Bu savaşta
Abhazlar nüfuslarının neredeyse yarısını kaybettiler. Bugün
ülkelerinin efendisi oldular belki ama ülkeleri bir harabeye
dönmüş durumda ve yakın bir gelecekte Gürcistan ile
barışabileceklerine dair en küçük bir emare dahi yok. Yalnızca
büyük rakamlara ulasan Gürcü mülteciler sorununu çözmek bile
imkansız gibi görünüyor. Gürcistan, mültecilerin evlerine geri
dönme hakları olduğunda ısrar ediyor. Ancak burada sorun,
Gürcülerin gerçekten barışçıl niyetlerle evlerine geri dönmek
isteyip istemedikleri ve Abhaz yönetimine sadık olup
olmayacakları. İntikam alma duygusuyla etnik Abhazları yine baskı
altına almaya ve Gürcü egemenliğini yeniden inşa etmeye çalışıp
çalışmayacakları.
Bir gün
Sohum’dan Ocamcira’ya doğru arabayla yola çıkmıştım. Ocamcira
savaştan önce çok az Abhaz’ın yaşadığı bir bölgede yer alıyor…
Eskiden 20 bin
kişilik nüfusuyla güzel bir kıyı şehriydi. Bugün burada yalnızca 4
bin kişi yaşıyor. Çukurlarla dolu yolların iki yanındaki küçük,
insansız evleri; bahçelerinde hurma ağaçlarını görmek hala mümkün
ama evlerin kapıları ve pencereleri hala yarı açık duruyor. Beyaz
badanalı tren istasyonu yıkılmış, gişelerin olduğu bölüme yağmur
suları dolmuş. Zaferden sonra kimi Abhaz aileleri Gürcülerden
kalan evlere yerleşmişler ama bunların da çoğu artık ya tekrardan
köylerine dönmüşler ya da iş bulma umuduyla Sohum’a yerleşmişler.
4 yıl önceki
Abhazya’ya son gelişimden bu yana özellikle kuzeydeki kasabalar
büyük bir gelişim göstermişler. Ana caddeler üzerinde yeni
dükkanlar ve café’ler açılmış ama burada, güneyde, hala savaştan
sonraki yıkıntı görüntüsü değişmemiş.
Ocamcira’nın
sahillerinde demirleyen Rus Karadeniz donanmasına ait bir kruvazör
Abhazlarda karmaşık duygulara neden oluyor. Konuştuğum hemen
herkes 8 Agustus gecesi televizyonun başından ayrılmadan Gürcü
ordusunun Güney Osetya’nın başkenti Tsinvali’yi bombardımana
tutmasını izlediğini söyledi. Bir Rus televizyon kanalı saldırıyı
canlı aktarmış. Bir kadın söyle diyordu: “Hepimiz yalnızca şunu
düşündük: Güney Osetya’dan sonra sıra bize gelecek. Ruslarin
müdahale etmesinden sonra ne kadar rahatladığımızı bilemezsiniz.
Rus savaş gemileri Sohum sahillerine ulaştıklarında ve Rus
uçakları askerleri ile geldiklerinde de ayni şeyi hissettik.
Elbette Rusların öncelikle kendi çıkarlarını düşündüklerini
biliyoruz ve küçük ülkelerin onlar için hiçbir önemlerinin
olmadığını ama o gün Ruslara gerçekten büyük minnet duyduk”.
Sohum’u Moskova’nın Kuklaları Yönetmiyor
Gürcülere göre, Abhazya Kremlin’den gönderilen bir kuklanın
yönetimindeki sömürge bir ülke ve Tiflis bu düşünceyi Amerika ve
Avrupa’da başarıyla işliyor ama bu vahim bir hata. Vahim; çünkü bu
bakış açısı hem Abhazlara ve hem de Gürcülere daha fazla güvenlik
ve özgürlük getirebilecek yeni çözüm yollarının önünü tıkıyor.
Rusların
kendilerini “olmazsa olmaz” kılmak için kimi adımlar attıkları
doğru: Abhazya’nın savunması, ekonomisi, Ruble’nin tedavülde
olması ve Abhazların seyahat özgürlüğü konusu ki, cömertçe
dağıtılan Rus pasaportları sayesinde Abhazlar en azından Rusya’ya
şerbetçe girip çıkabiliyorlar, tüm bunlar Rusya’yı Abhazlar için
vazgeçilmez kılıyor ama Abhazya’da bir kukla yönetimden kesinlikle
bahsedilemez.
Dört yıl önce
Kremlin’in desteklediği Raul Hadcimba, başkanlık seçimlerinde
ılımlı rakibi Sergey Bagapsh’a karşı kaybetmişti. Seçimlerden
hemen sonra bir grup Hadcimba taraftarı yüksek mahkemeyi basarak
seçim sonuçlarını iptal ettirme girişiminde bulundular ama
Abhazya’nın küçük demokratik eliti sinirlerine hakim olmayı
başardı ve seçmenlerin tercihine saygı duydu. Ruslar da bir sure
sonra geri çekildiler ve Bagapsh bugün başkanlık koltuğuna
oturmaya devam ediyor.
Abhazlar
Rusya’ya bağımlı olmaktan kolay kolay kurtulamazlar, kurtulmak da
istemiyorlar; en azından Gürcistan’a karşı kendilerini korumak
zorunda oldukları müddetçe ama bu bağımlılığı biraz olsun azaltmak
da istiyorlar. Yönetici Abhaz politikacılarının bana ısrarla
vurguladıkları gibi öncelikle uluslararası izolasyonu kırmak,
Avrupa Birliği ve Türkiye’yle ilişkileri geliştirmek istiyorlar.
Ancak
Rusya’nın resmi olarak Abhazya’yı bağımsız bir devlet olarak
tanımasından sonra ortaya çıkan durum dış dünya ilişkilerin
kurulmasına acaba yarayacak mı? Sohum’dan ve Ocamcira’dan kalkan
gemiler direk olarak Trabzon veya İstanbul limanlarına
yanaşabilecek ve Abhazlar Türkiye’de alışveriş ve ticaret yapma
imkanına kavuşabilecekler mi? Havaalanı yeniden hizmete girdikten
sonra tekrar yalnız Rusya ile değil. Ancak Türkiye ve hatta Avrupa
ile uçak seferlerine başlanabilecek mi? Bir Bakan Yardımcısı
Türkiye ile böyle direk ilişkilerin kurulabilmesi durumunda halen
Türkiye’de yaşamakta olan binlerce Abhaz’ın da anavatanlarına
dönebileceklerini, bunların nüfus sorunu olan güney bölgelerine
yerleştirilebileceklerini iddia etmişti.
Ancak tüm
bunların önünde birçok da engel var. Abhaz pasaportu hiçbir ülkede
geçerli değil. Yolcuları Rus pasaportu taşısalar bile Abhazya’dan
Türkiye’ye gitmek isteyen bir geminin önce Karadeniz’deki bir Rus
limanına uğraması, Abhazya’dan geldiğini gizlemesi gerekiyor.
Çünkü uluslararası seyahat anlaşmaları ''işgal altındaki“
bölgelerden -ki, Gürcü tarafının tanımına göre bugün Abhazya böyle
bir bölge olarak kabul ediliyor- direk seyahatlere izin vermiyor.
Rusya
tarafının böylesi gelecek planlarına nasıl baktıkları biliniyor
ama Rusya’dan bir ''Njet“ (hayır) gelirse Abhaz tarafının nasıl
yanıt vereceğini kimse bilmiyor. Avrupa Birliği’nin Abhazya ile
ciddi ilişkiler kurmak istediklerinde, ABD ve Tiflis tarafından
yüksek sesle protesto edilecekleri ve AB’nin politik olarak
pısırık kalacağı ise aşikar.
(…)
Moskova’nın 26
Ağustos’ta Abhazya’nın bağımsızlığını tanıması büyük ihtimalle
Polonya’nın 20 Ağustos’ta ABD ile füze anlaşmasını imzalamasına
karşı duyduğu öfkenin de tetiklemesi sonucuydu. Teorik olarak bu
adımla Abhazya’nın bağımsızlığı bir gerçeklik olarak biraz daha
yakınlaştı ve artik Abhazya’nın kapılarını dış dünyaya açma şansı
var. Fakat böyle bir adim kararlılık ve hayal gücü gerektiriyor;
istiyor, hem de mümkün olduğunca hızlı bir değişikliği ama
politikacılar haddinden fazla dikkatli ve uyuşuk.
(…)
Birçok Abhaz
tarihsel fırsatları yakalamada usta olmadıklarını kendileri itiraf
ediyorlar. Abhazlar -bunların sayısı bugün yaklaşık olarak 80
bin- şehirlerin çalışma temposuna ve renkli yaşamına hiçbir zaman
ilgi duymamış köylü bir toplum. Sohum’daki Abhaz gençleri bütün
gün cafe’lerde oturuyor ve saatlerce cep telefonlarıyla
konuşuyorlar. Yeniden inşa isinde çalışanlar çoğunlukla
Ermenistan’dan ve Özbekistan’dan gelen ''misafir isçiler“. Kuzey
Kafkasya’nın diğer dik kafalı komsu halklarıyla
karşılaştırıldıklarında, Abhazlar hiçbir zaman fanatik bir halk
olmadılar. Abhazya’da Ortodoks Hıristiyanlar, Müslümanlar ve
''geleneksel“ (ilkel) bir inanışa sahip olanlar birlikte
yaşıyorlar…
(…)
Gürcüler de
tuzağa düşmüş durumdalar- güney Kafkasya’ya egemen olmak isteyen
Rusya ve ABD gibi büyük güçler tarafından kurulan tuzağa. ''Toprak
bütünlüğü ve egemenliği“ hakkında ısrar eden ve Güney Osetye ile
Abhazya’nın ayrılmasını kabul edemeyen Tiflis, bu kurt kapanının
daha da sıkışmasına neden oluyor.
AB ülkeleri ve
ABD Tiflis’i ''toprak bütünlüğü ve egemenliği“ konusunda hararetle
desteklediler, ama 2008 Ağustos’unda yaşanan faciadan sonra
-Gürcülerin ''toprak bütünlükleri“ni askeri güç kullanarak yeniden
sağlamaya yönelik en az üç girişimleri oldu-Avrupa ve Amerika’nın
en azından su üç şeyi anlamış olması gerekiyor:
Birincisi,
Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü askeri yöntemlerle sağlaması
mümkün değildir. İkincisi, böylesi girişimlerin aslında tam tersi;
istenmedik sonuçları oluyor: Yani Rusya tarafından gelen
tehditleri büyüterek, Gürcistan’ın zayıflamasına neden oluyor ve
üçüncüsü, Gürcistan’ın gerçekçi olmayan toprak taleplerine destek
veren Batı’nın Rusya ile olan çelişkilerinin derinleşmesine neden
olmakta. Tiflis’in bu girişimlerinin tek sonucu var, o da
Gürcistan’ın ABD’ye askeri, ekonomik ve diplomatik açıdan daha
bağımlı olması.
Gürcistan
Politikacılarının Şimdi Kendi ''Oder-Neiße Sorunu“nu Çözmeleri
Gerekiyor
Tarihte benim
kuşağımın gazetecilerinin hafızalarından hala silinmemiş olan
benzeri bir durum var: 50 yıl önce nedenleri ve arka planı üzerine
bitmek bilmez tartışmalara, analizler yapılmasına neden olan ''Oder-Neiße
Sorunu“…
Neydi bu ''Oder-Neise
Sorunu“? İkinci dünya savaşından sonra Polonya, Potsdam Konferansı
kararlarına dayanarak (tarihsel olarak Almanya’ya ait olan. -HS)
Schlesien, Pommern ve Ostpreußen bölgelerini ilhak etti. Burada
yasayan ve henüz Kızıl Ordu’dan kaçmamış olan Almanlar
topraklarından sürüldüler. Yaklaşık olarak 8 milyon Alman Bati
Almanya’ya sığındı. 1949’dan sonra kurulan Alman Cumhuriyeti bu
yeni Doğu sınırlarını tanımayı reddetti. Bonn ''1937 sınırları“nın
geçerli olduğunda ısrar ediyor ve dünyanın Almanya’nın ''toprak
bütünlüğü’’nün yeniden sağlanmasında sorumluluğu olduğunu iddia
ediyordu. Bu topraklardan sürülen Almanların kurdukları güçlü
politik örgütlenmeler Alman politikacıları esir almıştı: Bu yeni
Oder-Neiße sinirini tanımak politikacılar için intihar ile eş
anlamlıydı ve televizyonlarda hava durumu haberleri bu bölgeleri
de içerisine alacak şekilde verilmeye devam edildi.
Resmi
görüşmelerde Batılı müttefikler Almanya’ya destek vermeye devam
ettiler ama özel görüşmelerde bütün İngiliz ve Fransız diplomatlar
Almanlara tutumlarının aptalca ve gerçekçi olmadığını
söylüyorlardı. Gerçekte tam da buydu müttefiklerin istedikleri:
Böyle gerçekleşmesi mümkün olmayan bir talebi ''dogma“ haline
getiren bir Alman Devleti. Böylece Almanya Sovyetler Birliği ile
kimi sorunlarını görüşemez olmuştu Mesela Almanya’nın NATO’dan
çıkmasına karşılık, Doğu Almanya ile yeniden birleşme gibi. Oder-Neiße
sınırı ancak 1970 yılında Willy Brandt tarafından tanındı da
Almanya içerisine düşürüldüğü bu tuzaktan kurtulabildi.
Gürcistan’ın
Willy Brandt’ını görebilecek miyiz acaba? Bu soru Sohum’da
gülümsemeyle karşılanıyor. Pek de inanmıyorlar böyle bir şeye.
Gürcü politikacıları hala Abhazya’nın Gürcü toprakları olduğunu
iddia ediyor ve hala ''Ayrılıkçılığa Karşı Mücadele“den söz ediyor
ve Abhazların da davet edildikleri konferanslara katılmayı
reddediyorlar ama bu gerçekliği görememe tavrı, tıpkı bir zamanlar
Alman Devletini olduğu gibi, Gürcistan’ı da daha bağımlı kılmaktan
başka bir işe yaramıyor.
Ruslar,
Tiflis’in birbiri ardına sunduğu bu provokasyonlara seviniyor ve
bunları Gürcistan’ı daha da sıkıştırmak, diğer küçük Kafkas
uluslarını daha sıkı kontrol edebilmek için bahane olarak
kullanıyorlar. Gürcü önderleri bu gerçekçi olmayan toprak
bütünlüğü konusunda ısrar ettikçe ABD de Gürcistan’ı güvenilir bir
partner olarak görmeyecektir.
Tam açık
olmayan AB’nin Gürcistan’ı desteklerken ne sözü verdiği. 2008
yılının Ekim ayında AB, Gürcistan’a savaşın zararlarını telafi
etmek için toplam 1,1 milyar Dolar yardım sözü verdi ve
Gürcistan’ın ''Toprak Bütünlüğü“ne verdiği desteği bir kez daha
tekrarladı. Uzun vadede bakıldığında AB, Tiflis için iyi olanı
yapmıyor.
Kafkasya’da
krizin çözülmesi icin henüz hala çok geç değil. Çünkü Ağustos
ayındaki savaş kapattığından daha çok kapıyı da açtı. Sorunun dört
asıl tarafının direk görüşmelere başlama cesaretini göstermeleri
gerekiyor. Bu, Gürcistan için daha zor olacaktır, çünkü var olan
gerçekliği kabul etmek zorunda olanlar onlar. Güney Osetya’ya için
yapabilecekleri bir şey yok ama Abhazya’ya adım adım açılmaları
mümkündür: Şiddeti reddetme, ekonomik ilişkilerin ve ulaşımın
yeniden kurulması, diplomatik boykota son verilmesi ve sonunda
defacto-bağımsızlığın Gürcü ve Megrel mültecilerin yeniden
Abhazya’ya dönmelerine izin verilmesi karşılığında tanınması gibi.
Bütün bunlar Abhazya’nın da Rus kıskacından kurtulmasına yardımcı
olacaktır.
İkinci aktör
durumundaki AB’nin de böyle bir yakınlaşmayı desteklemesi ve
Abhazya ile alt düzeyde de olsa ilişki kurması gerekiyor. Üçüncü
aktör olarak Abhazya hükümetinin uluslararası izolasyonu kırmak
için eskisinden daha kararlı olması gerekiyor. Dördüncü aktör olan
ABD’nin yeni hükümeti ise Güney Kafkasya’da da ''Değişim“
programını uygulamaya koyması ve Gürcü milleyiciliğini artık
desteklememesi gerekiyor.
Tüm
düşmanlıklara rağmen Abhaz politikacıları Gürcistan’ın
geleceğinden büyük kaygı duyuyorlar. Komşularının bir azınlıklar
sorunu nedeniyle veya Rusya’nın baskılarıyla çözülmeleri
Abhazların korkulu rüyası. En büyük istekleri, yakın tarihte
yaşananlara rağmen Abhazya’nın istikrarlı ve gelişen bir Gürcistan
ile yakın ilişkiler kurabilmesi: AB, Türkiye ve diğer dünya
ülkeleri karşısında ortak çıkarlarla birbirine kenetlenmiş iki
komsu Kafkas ülkesi.
Kültürel
anlamda ortak birçok yani ve dışarıdan bakanların kolay kolay
anlayamayacağı espri anlayışları olan bu iki ülkenin eğer
kendilerine bu fırsat tanınırsa yeniden karşılıklı güveni tesis
etmeleri mümkündür. Bir Abhaz parlamenteri bana eski bir Gürcü
arkadaşını görmek için nasıl Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gitmek
zorunda kaldığını anlatmıştı. Otelin resepsiyonunda çalışan bayan
pasaportlarını inceledikten sonra biraz şaşırarak '' Neden
buradasınız“ diye sormuş? Biraz düşündükten sonra, '' Biz iki
sevgiliyiz ve bizim ülkelerimizde buluşmamız mümkün değil, yasak!“
demiş.
(1)
Etnik-dile dayalı tanımlar elbette ki önemli ama bazen
abartılırlar. Kartwel ve Kuzey Kafkas dilleri (Abhazca ikicisine
dahildir) birbirinden bağımsız lehçelerdir. Gürcü dili Kartwel
(Güney Kafkas) dil ailesine dahildir. Megreller (Kolhi’lerin
devamı olan halk) Gürcistan’ın batısında yaşıyor, kendi
diyalektleri olduğu halde çoğunlukla kendilerini Gürcü olarak
görüyorlar. |