Baskın Oran’ın
editörlüğünü yaptığı Türk Dış Politikası’nın ilk iki cildi
yayımlandığında, Dış Politika dersini bir yıl önce almıştım.
Dersten geçmiş olmama rağmen öğrenci milleti için hiç de ucuz
sayılmayacak bu kitabı çıkar çıkmaz edinmiştim. Kitap, alıştığımız
sıkıcı dış politika kitaplarına benzemiyordu. Kutular,
fotoğraflar, kısa bilgiler ve haritalarla 80 yılı kapsayan bir
konuyu su gibi okumanızı sağlıyordu. Doğal olarak hem
akademisyenlerin hem de uluslararası ilişkilere ilgi duyanların
beğenisini kazandı.
Türk Dış Politikası kitabının üçüncü cildi on bir yıl sonra
raflardaki yerini aldı. 2001-2012 arasını inceleyen bu cildin
farkı, neredeyse tamamen AK Parti iktidarı dönemi politikalarına
odaklanması. Baskın Oran ile Türkiye’nin on bir yıllık dış
politikasından yola çıkıp içeriye dönen bir söyleşi
gerçekleştirdik. Baskın Hoca, Türkiye’nin son 10 yıldaki iç ve dış
politika karnesini çıkardı...
Üçüncü cildin önsözünde “Eğer bu cilt 2010 yılında
tamamlansaydı kitap AKP övgüsüne dönerdi” demişsiniz. Neden?
Bir kere dış politikada çok başarılı olduğu için. Bunun temel
sebebi proaktif politika ilkesine dayanıyor. Uygulama prensibi de
“soft power”, yani yumuşak güç. Bugüne kadar Türkiye hep olayların
arkasından geldi. Davutoğlu bu konuda haklı. Ermeni meselesi gibi
bazı olaylar başından beri izlenmediği için hep Türkiye’nin
aleyhine döndü. Davutoğlu, özellikle Ortadoğu’da izlediği proaktif
politikayla yumuşak gücü devreye soktu. Çok iyi sonuçlar aldı.
Mesela Suriye… Bizim Suriye ile ilişkilerimiz Cemal Paşa’dan tut,
Süveyş krizine kadar hep sorunluydu. Menderes, ABD’den kredi
alamıyor diye 1957’de Suriye’yi işgal ediyorduk. AKP gelene kadar
Ortadoğu’yu ihmal ettik. Ya da çok olumsuz katkılarda bulunduk.
İktidar, 2010 sonuna kadar Esad’la mükemmel ilişkiler kurdu. Mart
2011’de Arap Baharı Suriye’ye sıçrayınca sanki elektrik düğmesini
açar ya da kapar gibi bir değişiklik oldu. Birdenbire kendimizi
Suriye’yi işgal etmek üzere olan bir ülke olarak görmeye başladık.
Peki ne oldu? Statükocu Cumhuriyet dış politikasının yerine
proaktif bir dış politika koyduktan sonra yumuşak güçle
uyguladığın zaman müthiş iyi sonuç aldın. Fakat Esad, Erdoğan’ı
dinlemeyince Erdoğan o inanılmaz öfkesini Esad’a yönlendirdi.
Yumuşak güçten sert güce geçildi.
Kitapta Ahmet Davutoğlu’na hem teşekkür var hem de eleştiri.
Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı için “klasik bir realist
teori kitabı” diyorsunuz. Davutoğlu, teoride realist, pratikte
idealist mi?
Davutoğlu, geldiği ortam bakımından bir Osmanlı fikrine sahip.
Kemalizm tam tersi. Osmanlı’yı atlamak ihtiyacı hissettiği için
Orta Asya’ya gitti. Göktürklere âşık olduğundan değil. Ama
Göktürkler, Hititler Türkiye insanını heyecanlandırmadı. Davutoğlu,
hem Kemalizmin hem Batı’nın aşağıladığı Osmanlı döneminden
bahsedince insanlar heyecanlandı. Okunması çok güç bir kitap
olduğu halde Stratejik Derinlik 50 baskı yaptı. Davutoğlu’nun
kafasındaki bu nostalji, sert güçle yapılacak bir politika
anlamına gelmiyordu. Osmanlı prestijine kavuşmak amacındaydı.
Yumuşak güç kullanarak bunu da büyük ölçüde başardı. Sokaktaki
Arap insanı biraz Nasır özleminden biraz kendi liderlerinin
İsrail’e kafa tutamamasından, Erdoğan’ı yüceltti. Ama yumuşak
güçten sert güce geçince birdenbire değişti.
Sert güç tercihi, konjonktürün bir zorlaması olarak görülebilir
mi?
Konjonktür diyemeyiz. Çünkü Amerika’yı defalarca birlikte hareket
etmeye davet ettik. ABD, iki kez çok önemli adamlarını yollayıp
“Biz orada Kuzey Irak benzeri Güvenli Bölge kuramayız” dedi. Onun
üzerine hiç olmazsa NATO’yu yanımızda görelim diyerek Patriotları
getirdik. Bir buçuk ayağı çukurda olan Esad’ın Türkiye’ye
saldırması mümkün mü? Canının derdinde.
Kitap 11 Eylül saldırılarıyla başlıyor. Saldırı dünyada tüm
dengeleri değiştirdi. Bu yeni dünya düzeni AK Parti’nin elini
kolaylaştıran bir unsur muydu?
Evet, kesinlikle. Kısa bir dönem bile olsa Neocon azgınlığı
dünyayı kasıp kavurdu. ABD’nin Irak’taki kesin yenilgiyle birlikte
Avrupa’ya çıkacak yüzü kalmadı. Dolayısıyla Türkiye’ye muhtaç hale
geldi. İsrail’i kullanamıyor çünkü şeytan. Ama Davutoğlu
politikası sonucu Ortadoğu’da artan sempatisi yüzünden Türkiye’ye
ihtiyaç duydular. Türkiye, ABD’ye çeşitli mecralarda posta
koymasına rağmen, ABD hiç üzerine alınmadı. 11 Eylül’ün getirdiği
sistem biraz dolaylı olarak AKP iktidarına yardımcı oldu.
Siz kitapta, “AK Parti döneminde en kuvvetli ilişkilerin
ABD’yle kurulduğunu” söylüyorsunuz. Ancak bu süreçte önemli
krizler de yaşandı. 1 Mart Tezkeresi krizi bir yol kazası mıydı?
Orada ben kamuoyunun dış politikaya etkisini görüyorum.
Cumhurbaşkanı Sezer’den tut Aydın Engin’lerin Barış Girişimi’ne
kadar öyle muazzam bir tepki çıktı ki… Halk yüzde 90’lara varan
düzeyde buna karşıydı. Eğer sokakta iri bir adam, ufak tefek bir
adamı dövüyorsa, bizim halk “Allah belasını versin” der. Irak
işgali de aynı olay. Müslümanlık, Hıristiyanlıkla ilgisi yok.
Peki kamuoyu iç politikayı belirlemekte aynı etkiyi
gösteremiyor mu?
Gösteremiyor. Bunların net sebepleri var. Bence en etkili sebep
Kürt sorunu ve gayrimüslimleri ilgilendiren vakıf malları
konusunda. Türkiye Cumhuriyeti’nin sicili o kadar kötü ki
Erdoğan’ın yaptığı bazı normal hareketler çok hoş olarak
algılanıyor. Mesela vakıf mallarının iadesi. Kemalist hükümetler
öyle büyük hatalar yaptı ki normal yapılan şeyler çok iyi gözüktü.
İkincisi akademik olarak bir dönemi ele alırken kategorileştirmek
gerekir. Fakat Erdoğan’ın dönemi için böyle bir şey yapmak
fevkalade güç. Çünkü inanılmaz zikzaklar çiziyor. Habur girişini
yapıyor. Kürtler fazla tezahürat yapınca tam tersine dönüyor.
Başbakan bir “Kürt sorununu halledeceğiz” diye çıkıyor, bir “Kürt
sorunu yoktur terör sorunu vardır, benim Kürt kardeşimin sorunu
vardır” diye... Bunlar başkanlık sistemi öncesi botokstur,
ulusalcılar için Şanghay Beşlisi, kadınlar için altı ay hamilelik
izni gibi. Ama en önemlisi halkın AKP’den başka bir alternatifin
olmaması. Muhalefet partisi yok. Kılıçdaroğlu itiraz makinesi
gibi. CHP içindeki ulusalcıları son ferdine kadar temizlemeden
Türkiye’de muhalefet olmayacak.
Ulusalcılık demişken, kitapta ulusalcılığın AK Parti döneminde
zirveye çıktığını söylüyorsunuz. Özellikle de 2007’deki Cumhuriyet
mitingleriyle başlayan süreçte... Ama ardından yapılan iki seçimde
de iktidar oyunu artırdı. Ulusalcılığın bir karşılığı mı yok,
yoksa AK Parti’ye mi yarıyor?
Ulusalcılığın güçlenmesinin en genel sebebi, küreselleşmenin
yükselmesi. İkincisi, AKP’nin gelmesi ve başarı kazanması.
Yükseliyor görünmelerinin sebebi sönmeye başlayan ateşin duman
çıkarması gibi. En önemlisi, yıllardır halının altına süpürmeye
çalıştığımız Ermeni, Kürt sorunları. Ulusalcılar bundan korkuyor.
Son olarak ulusalcılar Türk kavramının tahtından aşağıya aramıza
indiğini görüyorlar.
AK Parti için de ulusalcı bir dönüşüm yaşadığı eleştirileri
yapılıyor?
Bu AKP’yi öldürücü bir şey. Erdoğan’ın bunu bir an önce fark
etmesi gerekiyor ama kendini başkanlığa adadı. Bugün Öcalan dahil
Erdoğan’ın başkanlık ülküsü her şeyin üzerinde gözüküyor. Eğer
Kürtler ve onlarla birlikte 29 bölge özerk olmayacak olursa
Türkiye felakete gider. Sadece Kürtlere özerklik verilmesi
Türkiye’yi böler. Bu durumda Allah’ın belası ulus devlet bir de
yavrular. 29 bölgeye özerklik vererek bir ademi merkeziyetçi
demokratik Türkiye kurulmalı. Bu yeni bir cumhuriyet olarak
algılanmalı, Kürtler de onun bir parçası olmalıdır.
Bu 29 bölgeyi etnik unsurları esas alarak mı söylüyorsunuz?
Hayır. Mesela Orta Anadolu ile Ege’nin hiçbir ilişkisi yoktur.
Yemeğinden tut, insanının tabiatına kadar. Önemli olan Türkiye’ye
ademi merkeziyetçiliğin gelmesi. Kemalist merkeziyetçiliği şimdi
Erdoğan sürdürüyor. Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden geçmeyecek
kararnameler ne demek? Yargıtay’ın, Danıştay’ın, YÖK’ün ve
HSYK’nın yarısını atamak ne demek? Yargıtay Başsavcısı ve
rektörleri seçmek ne demek? Atatürk’te bu yetkilerin yarısı yoktu.
Baskın Oran’ın AKP iktidarı karnesi
DIŞ POLİTİKA
AB ile ilişkiler: 2002 öncesi AB ile ilişkiler kötüydü. Ama
bugün donmuş vaziyette. AKP 2010’a kadar başarılı götürdü. Daha
sonrası ise fena.
Kıbrıs: Annan Planı reddedilene kadar çok rasyonel çok
olumlu bir politika yürütüldü. 2004’ten sonra eski hatalara
dönüldü. Bugün 2002 öncesiyle aynı noktada.
Suriye: 2002 öncesine göre durum daha kötü. Oysa AKP
ilişkileri mükemmelleştirmişti. Arap Baharı’yla birlikte tam
tersine döndü.
Irak: Kuzey Irak’la ilişkiler 2002 öncesine göre çok
iyileşti. Merkezi yönetimle kötüleşti.
Ermenistan: Arka planda yürüyen bilmediğimiz bir şey yoksa
sorunu yüzde 80 halledecek protokollere yaratması sebebiyle beş
yıldız, protokolleri öldürmek nedeniyle sıfır yıldız.
ABD: 2002 öncesine göre ilişkiler çok daha iyi.
İsrail: 2002 öncesiyle mukayese edilemeyecek kadar kötü.
Afrika: İlişkiler sıfırdı. Şu anda muazzam yükselen bir
grafik var.
İÇ POLİTİKA
Ekonomi: 2002 öncesine göre muazzam bir gelişme var. Bir
ekonominin yanına bir ekonomi daha eklendi.
Demokrasi ve ifade özgürlüğü: AB reformları ile 2002
öncesine göre daha iyi durumda. Ama performansı 2010’dan sonra
düşmeye başladı.
Azınlık hakları: Gayrimüslim hakları bakımından çok olumlu.
Kürtler açısından son süreci bilmiyorum ama olumlu değil.
İnsan hakları ve işkence: 2002 öncesine göre daha olumlu. |