Sizce bugün Türkiye’nin en önemli meselesi nedir?
Ahlaksızlıktır. Riyadır. En önemli meselemiz
riyadır. Yani hayatımızın yalan üstüne kurulu olması ve bundan
ötürü herkesin, aslında ahlaksızlık olan, yalan olan, normalde
insanlar arası ilişkileri bozacağı kabul edilen şeyleri çok
doğal ve hayatın normali saymasıdır. En önemli mesele budur.
Bunun olduğu yerde hiçbir şeyi halledemezsiniz.
Tarihimiz riya üstüne kurulu. Sen birilerini öldürmüşsün,
sürmüşsün, malına mülküne el koyup üstünde oturuyorsun. Ve
bunu da biliyorsun. Sordukları zaman da inkâr ediyorsun. Bu
kompleksle yaşamaya çalışıyorsun. Dolayısıyla hiçbir meseleyi
de halledemiyorsun. Problemli bir ergen olmaktan
kurtulamıyorsun.
Bir milli eğitim sistemi kurmuşsun,
düşünmeyi öğretmen gereken yerde buna karşı çalışıyorsun.
Aydınlanma, çağdaşlık falan diye getirdiğin şey, bunun tam
tersi.
Aydınlanma temelde bireyin özgürlüğü etrafında
dönen bir şeyken sen devlet güdümünde cemaat yaratan bir
ideolojiye bunu kılıf yapmışsın. Orda bir riya var.
İşte öbür tarafta yüzde 99’u Müslüman diye övünüyorsun. Burada
kastettiğin şey aslında “ben bu ülkeden birilerini temizledim”
demek. Bunu da herkes biliyor. Dinin bu kadar yaygın olmasının
biraz ahlaka falan katkısı olacağı varsayılır, hiç öyle bir
şey yok. Beş vakit namazını kılan adam seni kaşla göz arasında
kandırabiliyor. Yani din onu bundan alıkoyan kültürel bir şey
sağlamıyor… Toplum değiliz.
Toplum değiliz!
Evet. Cemaatler var. Sürekli maç yapıyor bunlar
birbirleriyle. Genel olarak önemli meseleler bunlar. Ama riya
olmasa bunların hepsi belki bir şekilde halledilebilir. Mesela
hukuk diye bir şeyin olması bazı şeylerin panzehiridir.
İnsanların hepsini dürüst yapmak mümkün değildir. Ama birarada
iken belli şartlara göre davranmalarını sağlamak mümkündür.
Mesela üçümüz burada mahsur kalsak bir süre sonra şunu
konuşmaya başlarız; “bu yiyecekleri nasıl paylaşalım, nasıl
tüketelim?”. Bir şey üzerinde anlaşacağızdır. Toplum böyle bir
şeydir. Bizde böyle bir şey yok ki. Bizde cemaatler ve
bireyler var. Kendini, aileni, yakın çevreni ve cemaatini
diğerlerine karşı korumak, kendine mümkün olduğunca bir şeyler
koparmak… Çünkü bir de üstte esas eşkıya var…
Devlet?
E tabii. İşte, ondan koparabildiğini ya da onun
sana tanıdığı alanlarda bir şeyler yapmak falan… Bütün hayat
bunun üzerine kurulu.
Bunun da doğru bir teze oturmayan, dürüst bir teze oturmayan
bu devlet projesinden kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz?
Kaynaklanıyor demek iddialı olur. Ama, bir kere,
onun tarafından yeniden-üretiliyor. Her gün
yeniden-üretiliyor. Bakın, bunlar çok vahim insanlık suçları
ve çok vahim durumlar; sen üniversiteni mesela şuna tabi
kılmışsın: “Şu konular konuşulmasın, şu konular konuşulsun,
onlarda da şunlar densin”. Bunu dediğin anda aslında
“üniversitem yok” demiş oluyorsun…
Mesela milli eğitim
sistemi… Yahu, her şeyden önce ülkesini seven bir insan,
ülkesinin gelişmesini isteyen bir insan nasıl bir milli eğitim
sistemi kurmaya çalışır? Der ki, buradan becerikli, girişimci
insanlar çıksın… Bizde öyle değil. Daha baştan ilkokuldan
itibaren adamın düşünce damarlarını kesiyorsun sen. Ona
nedensellik diye bir şeyin olmadığını anlatıyorsun mesela.
Adam düşünmekten, bağlantı kurmaktan yoksun yetişiyor bir
kere.
Bunlar çok vahim şeyler. Çünkü bir insanın solcu
olması, sağcı olması, dinci veya Atatürkçü olması falan bize
esas meseleler gibi gözüküyor, ama farkındaysanız kimse
kimseyle bir şey tartışamıyor bizim ülkemizde.
Bir sorun çözülüp masadan
kalkılamıyor…
Tartışılamıyor. Herkes bir şeyi tebliğ ediyor.
Düşünün ve bana söyleyin; hayatınızda, yani televizyon
tartışması, özel hayat, her şey dâhil… İki-üç kişinin bir şey
tartıştığını, ve bunlardan birinin, tartışmanın bir aşamasında
“a evet, ben yanlış düşünmüşüm” dediğine kaç kere şahit
oldunuz? Öyle bir şey olmaz. Mümkün değil. Çünkü pozisyon
koruyoruz, ve her şey bir araç.
Türkiye’de süregiden bir
mücadele var. Egemenler-arası bir mücadele olarak da
okuyabiliriz bir bakıma. Bunun ideolojik yansımaları, politik
hegemonya savaşı da var. Şimdi bu mücadele, bahsettiğiniz,
kabilelerden müteşekkil, toplum olamamış bir insan grubu olma
özelliğini devam ettirmez mi bu ülke insanının?
Hayır. Çünkü bizim toplum olabilmemiz bir kere şu
andaki devlet-toplum ilişkisinden kurtulmamıza bağlı
öncelikle. Çünkü ordan hiçbir cemaat tek başına kurtulamaz,
böyle bir ihtimal yok. Yani “ordan kurtulalım” diye bir irade
bizim gerçek kurtuluşumuz olacak öncelikle.
Kurtulunca
ne olacağız? Gene işçilerin ezildiği, gene hakların o kadar da
geniş olmadığı, çok da matah olmayan insanlarca
yönetilmediğimiz bir ülke olacağız, ilk etapta… Şimdi bugün
mesela demokrasi mücadelesini desteklememek için, ya da AKP’li
görünmemek için, ya da ne bileyim liberal diye suçlanmamak
için bulunan bahaneler var ya yani… Şimdi onların çoğu o kadar
komik ki aslında. AKP neden iyi bir parti olsun ki? Neden biz
onu sevelim ki? Zoraki demokrattır AKP. Ama aslında zoraki
olması onu daha güvenilir kılar birçok açıdan. Kendisi
istemese de, kendisi o iyilikte olmasa da bir şeyleri yapmak
zorunda.
Peki nüanslı bir mücadele
mümkün değil mi yani? Hem eski statüko ile mücadele edip hem
de…
Mümkün, ben yapıyorum işte. Hayır, “mümkün” değil,
zaten böyle olur. Politika dediğimiz şey kabaca şudur zaten,
senin ne olduğunu iyi anlatman lâzım bir kere. Ben buyum,
bunları istiyorum. Kardeşim ben sosyalistim, ben insanların
şöyle yaşadığı bir düzen istiyorum, bütün bunları bunun için
yapıyorum.
Ya, MHP’li bir apartman yöneticim vardır.
Herif apartmanın bahçesine araba konmasın, biz buraya ağaç
dikelim diye bir şeyler yaparsa, niye ben bu adamla beraber
olmayacağım ki? Faşist mi olacağım bunu yapınca?
Alt
kattaki oğlan da, Kardeş Türküler konserine beraber gittiğim
bir çocuktur yani, oraya araba koyan. Ona çıkar arabanı
diyeceğim. O da bana kızacak ve beni sevmeyecek. Ama ben doğru
davranmış olacağım. İstikrarla her durumda bunu yaparsan…
İnsanların şunu demesi lazım; “Abicim solcular hırsızlık
yapmaz. Solcular şunu yapmaz… Ha, solcu mu? Dürüst adamdır ama
enayidir”. Bu ülkede kimse bunları diyebilir mi solcular için?
Birbirini öldürür, her boku yer der yani. Siz mesela, o kadar
çok sol-içi vahamet yaşamadınız. Biz yaşadık. Ben sol örgüt
liderlerinin Mesut Yılmaz, Tayyip Erdoğan ya da Tansu
Çiller’den farklı insanlar olduklarını düşünmüyorum politikacı
olarak.
Türkiye’de yaşanan değişim
süreci nasıl yorumlamalı?
Solcuları çevirip soralım. Ne değişti, mesela hangi
yasa değişti, soralım insanlara. Bir madde, bir şey sayacak
insan çıkar mı? Çıkmaz, değil mi? Biliyoruz. Avukat falan
değilse, özel alanı falan değilse, çıkmaz. Niye? Çünkü bizi
ilgilendirmiyor. Oligarşinin yasaları filan. Emekçilere n’oldu
ki falan diye bakmıyor muyuz hepsine biz? Tamam da bir
tuhaflık yok mu peki burada? Yani mesela polis telaşa düşüyor
bir takım yasa değişikliklerinden dolayı. Ama solcuları hiç
ilgilendirmiyor. Hadi o ilgilendirmiyor, AKP bir fenomen.
Göreceğiz bundan sonra, ki bir sürü Batı üniversitesinde
muhtemelen yapılıyordur, tez konusu oluyordur,
araştırılıyordur... Bu nedir, nasıl, nerden çıktı falan…
Ama bir yerden çıktı mı ki
gerçekten? Türkiye’nin genel merkez sağ geleneğinden AKP’yi
ayıran konjonktürel bir zoraki demokratlığın ötesinde ne var
ki?
Çok şey var. Siyasi insanlar var. AKP Türkiye’nin
belki de, çeşitli sol oluşumlar dışında, ilk siyasi
partisidir. Siyasi hedefleri olan bir partidir.
Nuray Mert’in Vatan’a
verdiği bir röportaj var biliyorsunuz, çok ses getirdi. O
röportajında Andrew Arato adlı, anayasa yapım süreçleri uzmanı
bir siyaset bilimcinin bir tespitini aktarıyor. “Türkiye’de
devrim olmadan devrim yapılmaya çalışılıyor” diye bir tespiti
var Arato’nun. Şimdi, Türkiye’de gerçekten de ne nesnel
koşulları var bir “devrimin”, ne de bunun aktörleri var. Ama
bir şekilde, biraz da mizansen, köpürtme ve makyajla böyle bir
hava yaratılmaya çalışılıyor gibi…
Nerden çıkıyor bu sonuç? Ben niye çıkarmıyorum bu
sonucu? Bakın, binlerce yasa değişti birkaç ay içinde. Ve bir
kısmı önemli şeylerdi onların. Normalde hiçbir parlamento
birkaç ay içerisinde binlerce yasa değiştirmez. Bence 500 yıl
sonra bugünkü Türkiye’yi inceleyen biri “o dönemde Türkiye’de
devrim olmuş galiba” der… Ama yanlış anlaşılmasın, “devrim”
kelimesini yalnızca bu manada kullanıyorum. Ve bunların
hiçbiriyle nasıl ilgilenmediğimize dikkat çekmek istiyorum.
Bugün olan devrim falan değil. Ama, hani nerdeyse “ulan bu
devrim gibi bir şey” dedirtecek olaylar oldu.
MGK
Genel Sekreteri olan adam ifadeye çağrılıyor, ve bize göre
hiçbir şey olmuyor, oyun oynuyorlar sadece… Veli Küçük içerde
nihayet. Hadi Veli Küçük’ü falan bırak, Sabih Kanadoğlu ifade
vermeye gitti bu ülkede. Kozmik Oda’da arama yapılıyor. Bizim
hepimizin oraya toplanması lazım.
Sorun tam da bu değil mi? O
Kozmik Oda’da arama yapılıyor ama biz biliyoruz ki ordan ne 1
Mayıs 1977 çıkacak, ne suikastlar çıkacak…
Oradan o çıkmaz. Oradan onun çıkması için “Kozmik
Oda’da arama yapılıyor” denilecek, doluşacağız oraya, binlerce
kişi çadır kurup bekleyeceğiz, “bilmem neyi de bulmadan
gitmiyoruz” diye mesela. Bizim bunu yapmamız lazımdı. Ha o
arada istiyorsak şunu da söylerdik; görüyorsunuz işte
AKP’liler bu işin sonuna kadar gidemiyor. Ya, benim meselem o
kemiklerin bulunması AKP’den önce… Şimdi, herif yapıyor, sen
diyorsun ki “sen bizim meselemizi çaldın, sen zaten
yapamazsın”. İyi o zaman abi, ölmeye devam et.
“AKP sen benim meselemi
çaldın”dan ziyade orada şöyle bir kuşku yok mu sizce; AKP bunu
yalnızca önceden belirlenmiş belli bir yere kadar
götürebilecek. Asıl meseleye giremeyecek…
Bunları söyleyebilmemiz için bizim de bir şey
yapmamız lazım. Yani gidip talep edeceğiz, tamam mı? Şuna ne
engel var; başından beri söylüyorum, tek başıma yapmaya
kalktım, beceremeyip bıraktım tabii üçüncü ayda: Ergenekon
davası mı açılıyor… Alırsın bütün iddianameyi, bütün o
dosyaları. Ben oralarda neler buldum… Ekipler kurarsın, “bu
niye yok, şu niye yok?” dersin. Orda mesela bazı şeyler var ki
onları bizim dönemin insanları çok daha iyi çözer savcıdan.
Hemen anlıyorsun çünkü.
Müthiş bir şey
söylüyorsunuz, çok doğru bir şey bu… Somut bir şey varsa
aklınızda şimdi bizimle paylaşır mısınız?
Hiçbir şey söylemeyeceğim ağabey. Çok şey var yani.
500 sayfa not var elimde.
Kitabını mı yazacaksınız?
Hayır. Yapamam yani, tek başına yapılacak bir iş
değil. Günlerce Facebooklarda falan isim aradım, internette.
Bir sürü bağlantı, bir sürü şey buluyorsun…
Bu söylediğiniz, solun
ataletine güzel bir örnek…
Atalet değil ağabeyciğim… Şimdi, Ergenekon işi
başladığında solcuların tavrını unutmayalım yani. Ben girdiğim
bütün ortamlarda azımsanmayacak sayıda insanın “bu da tam
nedir, anlayamadık ki, kafamız karıştı” tavrında olduğuna
tanık oldum. Ulan senin nasıl kafan karışıyor ya Veli Küçük’ü
görünce? Veli Küçük’ü görünce kafası karışan adam kötü
niyetlidir arkadaş.
Ümit bey, gelin tam da bu
noktada şunu Susurluk’la kıyaslayın. Susurluk’ta ne fark
vardı? Susurluk’ta bütün sol birleşti…
Gafletine gelmiş (gülerek). Fark AKP’ydi herhalde…
Ayrıca şunu da unutmayın, Susurluk bir süre sonra hükümete
karşı Kemalist gösterilere dönüştürüldü. Manipüle edilmeye
çalışıldı.
Hemen arkası da 28 Şubat
zaten…
Evet. Yani, öyle de bir şey oldu. Bu bağlantıyı
şimdi bize gösterip solcuların bir günahı olarak söylüyorlar.
Eh, cevap verirken insan zorlanıyor tabii ki. Sonuçta böyle
bir şey çıkmış ortaya.
Derin Devlet
faaliyetlerinden en çok çeken solcular oldu…
Evet. En çok öldürdükleri biziz ve Kürtler. Bir de
Aleviler… Daha önce de Gayrimüslimler.
Bu kesimlerin taleplerinin
taşıyıcısı da Türkiye Solu olmuştur diyelim, kabaca. Türkiye
Solu bundan çok çekti. Hiçbir akımın çekmediği kadar çekti.
Şimdi iktidardakilerin kökenlerini oluşturan Milli
Selametçiler, Akıncılar, onlar Devlet’le uğraşmadılar…
Uğraşmadılar tabii. Yani Devlet’in kanatları
altındaydılar ama onların da çektiği bir şeyler vardı. Biz
onlarla çok ilgilenmediğimiz için bilmiyoruz ama onlar da
sonuçta hep bir tehdit hissediyordu. Başka türlü yaşamak
istiyorsun ama ona adım attığın anda Devlet tepene dikilecek
biliyorsun. Çünkü sana ayrıcalığı bir şartla vermiş o…
12 Eylül’den sonra, kimi
zaman yalnızca görünürde de olsa, sivil iktidarlar tarafından
yönetilmiş bir ülke… Ama Anayasa değiştirilemedi. Bugün darbe
hâlâ bir ihtimal olarak konuşuluyor. Ve başka şeyler… O gölge
hiç uzaklaşmıyor sistemin üzerinden.
Gölge filan yok, sistem bu zaten. Devletin
yönetildiği bir yer var, orası da meclis, hükümet falan değil.
Esas yönetildiği bir yer var, orası bunlar değil. Ama tabii ki
koca bir devletten bahsediyoruz. Burası 2 milyonluk bir ülke
değil. O koca devletin bir yerlerinde de siyasetçiler yer
alıyorlar. İktidarı bir miktar paylaşıyorlar. Ama şunu
biliyoruz ki iş sıkıya geldiğinde bizzat onlar bile
asılabiliyor yani. Ya da …tirin gidin diye meclisten
atılabiliyor. Partileri kapatılabiliyor. Herşeyine el
konabiliyor.
Biz bir kere sivil politikacıların bir
şeyi neden yapmadıklarının hesabını sorarken buradan hareket
edeceğiz önce. İkincisi, Türkiye’deki sivil politikacı tipine
sen politika olarak nasıl bir alan bırakmışsın? Kardeşim sen
gelirsin buraya. Seçim falan da yaparız. Sen hükümet olursun.
Burdan da işte zengin olursun. Tamam, para ye. Yakınlarına
çıkar sağla. İşte taşrada falan bilmemne ihalesini alan adam
beyaz eşyacı Ahmet Bey değil de müteahhit Mehmet Bey olsun…
Bunlar bırakılmış. Şimdi bu alanı böyle tanımlayıp bizi buna
mahkum edenleri bırakıp, bu alana girmiş bir takım soysuz
adamları mı esas konu kabul etmemiz lazım? Esas sorun onlar
değil ki. Onun için ilk siyasi parti AKP’dir diyorum. AKP bu
alanı kabul etmedi. “Hayır ben Kıbrıs konusunda da karar
vereceğim” falan diyor herifler. Adamın vereceği karar iyi
veya kötü olabilir. O ayrıca tartışılır.
2007 seçimleri öncesindeki
gerilimli günleri hepimiz hatırlıyoruz. Ancak Dolmabahçe
Mutabakatı diye de kritik bir dönemeç var. Bu dönemeçten sonra
hâlâ ordu ile sivil siyaset arasında bir itişmeden söz etmek
mümkün mü?
Ben size sorayım, boşverin Dolmabahçe’yi, şu anda
ordu ile sivil siyaset arasında bir itişme var mı yok mu?
Hem itişiyorlar hem beraber
yürüyorlar.
Beraber yürüyorlar ama polis mesela bir askeri
almaya kalktığında elinden kaçırıp götürüyorlar, savcıya
bırakmıyorlar. Demek ki askerle sivil arasında bir sürtüşme
var yani… Hayır, sizin dediğiniz gibi olursa biz neden
sevineceğiz ben onu anlamıyorum.
Sizin denkleminizde
emperyalizm yer alıyor mu? Emperyalizmi denkleme koyduğunuz
zaman mesele daha anlaşılır olmaz mı?
Emperyalizmi biz o kadar fazla yere koyduk ki biraz
dışarıda bıraksak daha iyi anlayacağız bazı şeyleri.
Emperyalizm sizin sol
tanımınızın neresinde?
Benim sol tanımımda emperyalizm niye olsun ki?
Türkiye solunun antiemperyalizmi milliyetçiliğin kibarca
söylenmesinden başka hiçbir şey değildir ve bu beni uzaktan
yakından ilgilendirmiyor.
Latin Amerika solunun
antiemperyalizmi nedir o zaman?
Latin Amerika’da konuşmuyoruz ki biz bunları.
Antiemperyalizm neden tartışma konusu olsun ki, ben onu
anlamıyorum.
Bugüne kadar darbelerin,
askeri vesayetin, ülkeyi yöneten Kemalist kliğin beraber iş
gördüğü emperyalizmi denklemden bir anda buharlaştırarak
çıkartırsak süreci nasıl okuyabiliriz ki? Bugün de emperyalizm
AKP ile beraber değil mi?
Biz böyle olsun istiyoruz. Böyle olursa rahat
edeceğiz. Emperyalizm tabii ki buharlaşmadı ama bizim
ülkemizde darbeleri Amerika yaptırmadı. Şöyle söyleyeyim;
Amerika’dan onay almadan darbe yapılmadı Türkiye’de. Onay
alındı. Darbe yaptırmakla darbeye onay vermek o kadar farklı
şeyler ki…
Amerika durup dururken Türk ordusuna abicim
siz gidin bir 12 Eylül darbesi yapın demedi. Ama bizimkiler
ABD’den onay almadan onu yapamazlardı. Bu ikisi tamamen farklı
dünyalar yani. ABD niye senin ülkende darbe yaptırsın ki?
ABD’nin bir derdi mi vardı seninle 12 Eylül günü? ABD’nin her
istediği oluyordu zaten Türkiye’de, niye darbe yaptırsın,
manyak mı? Türkiye ABD’nin en sıkı müttefikiydi. Bu şöyle bir
icat ve uydurma; biz (devrimciler) mi Türkiye’ye o sırada
hâkim olmak üzereydik de ABD bunun üzerine darbe yaptırttı?
Birbirimizi öldürüyorduk zaten be.
Biz 1 Mayıs
1977’den sonra kaybettik ve zaten düşüşe geçtik. Gidin namuslu
herhangi bir insan şunu size itiraf edecektir; 11 Eylül günü
bu ülkedeki solcuların hiçbiri ne yapacağını bilmiyordu zaten.
Faşistler de bilmiyordu. Böyle kalmıştık hepimiz. Kitleler
falan da bizim peşimize takılmış değildi. Onları yeterince
mutsuz ettik zaten. Bunlar bir takım efsaneler... Yok böyle
şeyler yani. Allah saklasın, devrim yapsaydık biz en az 5
milyon kişi öldürürdük. 12 Eylül kaç kişi öldürdü? Birkaç yüz
kişidir yani.
Balyoz Planı’nı
duyduğunuzda ne hissettiniz?
Hiç şaşırmadım. Şuna seviniyorum tabii; bunları
birileri sızdırıyor dışarı. O sızdıran insanların çok kararlı
olduğu anlaşılıyor... Çok sinirlendim aslında. Bu ortaya çıkan
kaçıncı şey yani… Bunların henüz ilkinde bütün ortalığın ayağa
kalkması gerekirdi. Kafes Planı haberleştirilmedi. Kafes’te
Hrant Dink Operasyonu diye laf geçiyor ya.
Sahiden, Kafes’e ana-akım
medyanın önemli bir kısmının kayıtsız kalmasının sebebi neydi
sizce? Orada okka altına gidecek olanların Gayrimüslimler
olması mı? Türklük/Müslümanlık mı galebe çaldı medyada? Ya da
Kafes’te Balyoz kadar belge olmaması mı? Neticede Balyoz’da
acayip belgeler var...
Ama Ayışığı ve Sarıkız’da da az değildi ki belgeler.
Konuşturmayın adamı. Sahte bunlar diye yazı yazdı herkes.
Radikal’de bile yazıldı günlükler sahte diye. Ben Alper’e
(Görmüş) sormadım bile bunları. Bak güveniyor musun, sahte mi
bu belgeler, nerden geldi… Tek kelime sormadım, hâlâ da
bilmiyorumdur. Bu son belgeleri de sormam. En küçük bir şüphe
duyarsam çalışmam ki orada (Taraf’ta) zaten.
Öyle diyorsunuz ama NTV
olayında çok fena bir duruma düştü Taraf.
Evet. Yapılmayacak bir hata. Ama ben o psikolojiyi biliyorum.
“Müthiş bir şey yakaladık abi” diye atladılar. Ama onlar zaten
NTV’den biri yaptı bunu manasında yazmamışlardı. Orayı
kullanarak yaptı diye yazdılar. Halbuki NTV’den
arayabilecekleri 40 tane insan var o noktada. Ben olsam
arardım… Sonuçta aramışlar birisini, hiç aramadı değiller.
NTV’den gazeteci birilerini arayıp gelin beraber bakalım bu
işe demeleri daha doğru olurdu bence. Taraf hata etti.
Bu şimdi neyi gösteriyor? Aculluk yaptıklarını. Toyluk
ettiklerini. Biraz ayıp ettiklerini, aramayarak.
Taraf solcu bir gazete mi sizce?
Türkiye’de Taraf solcudur ağabey. Türkiye için solcu
bir gazetedir. Ekonomik konularda solculuğu tartışılır esas.
Yani işçi meselelerinde falan solculuğu tartışılır. Sol
liberal bir gazete diyebiliriz aslında.
Bu arada, ayrı da bir
uzmanlık geliştirdi; belge gazeteciliği.
Evet. Ama Taraf olmasaydı ne olacaktı bu yıllarda? Bu
belgeler hiçbir yerde yayımlanmayacaktı. Bunu net olarak
biliyoruz. Benim önüme Balyoz gibi bir şey gelecek, ben oturup
bu belge neden Mehmet Baransu’ya geldi diye mi düşüneceğim?
İkisi aynı anda yapılamaz
mı? Hem Balyoz’dan dehşete kapılıp hem de n’oluyor yahu demek…
Niye yahu, niye?
Diyorsunuz ki benim için
ikincildir.
İkincil bile değildir. Hiç umurumda değildir. Ben “bu doğru mu
değil mi?” ile ilgilenirim. Şayet doğruysa, manipüle edilmek
ne demektir yani? Nasıl manipüle edilmiş oluyorum yani
doğruysa o? Biz ilk günden beri şunu konuşuyoruz: Bunlar niye
Taraf’a geliyor? Ulan kime gidecek başka! Gazetecilik
yapan herkes bunu adı gibi bilir, bu altın kuraldır, değişmez;
sen şimdi mesela Fethullah Gülen’le ilgili bir yolsuzluk
dosyası bulsan Samanyolu’na mı götürürsün başka bir yere mi?
Taraf’a mı götürürüz?
Bilmem. Taraf’a da götürmem mesela.
Niye?
Götürmem. Çünkü ulan belli mi olur, böyle diyorlar,
bilmemne diye düşünürüm. Bakın, hakikaten şöyle tahammülüm
kalmadı, en azından maaşımızı alırdık değil mi Fethullah Gülen
falan olsaydı… En azından aylıklar falan verilirdi. İnsanlar
gitmezdi, o kadar sıkıntı çekmezlerdi. Başbakan hakkında bir
yazı yazıldı diye gazete malî olarak bloke edilip çökertilmeye
çalışılmazdı.
Türkiye’de 5 yıl önce
olamayacağını düşündüğümüz şeyler oluyor. Sabih Kanadoğlu
sorgulanıyor. Kuvvet komutanları sorgulanıyor. Bunlar
olabiliyor yani. Ama ne hikmetse Hrant Dink davası 3-5
değersiz tetikçinin yargılanması şeklinde gidiyor. İktidara
bağlı olan polisin bu işteki dahli çok açık. Nasıl bir iştir
bu, iktidar mı koruyor polisi?
Benim tahminim şu; devlet hiyerarşisi
içerisinde,“Teşkilat-ı Mahsusa” diyebileceğimiz bir şey,
başından beri var. İttihatçılar’dan beri. Bu tabii ki Ordudan
ibaret bir şey değil. Bizim karşımıza çıkan bir normal polis,
ama yanındaki başka bir yerden mesela. Böyle bir yapı var
yani. Bu yapıda, 2000’lerin başında, ki Ergenekon belgelerinin
tarihleri de o yıllar hep, Hilmi Özkök’ün Genelkurmay
Başkanlığı’na bir şey denk geliyor. Ama ne olduğunu
bilmiyoruz. Ve birileri şu fikre kapılıyor; ulan zaten bütün
teşkilat var elimizde, biz bunun hiyerarşisini devlet dışına,
Genelkurmay dışına kaydıralım. Ergenekon aslında böyle bir
şey. Bu yüzden mevcut devlet içinde de birileri Ergenekon
ortaya çıkarılsın istiyorlar. Çünkü bu hiyerarşi devletin
hiyerarşisidir. O tarihlerde de bu AB işi çok canlanmıştı.
Bunlar “biz kaybediyoruz” diye düşünmüş olabilirler. Çünkü AB
işi olursa Teşkilat-ı Mahsusa falan kalmayacak. Zaten Kafes
Planı’nın da ilginçliği orda. Bu ülkedeki Gayrimüslimleri
öldürerek Gayrimüslimleri hedef almıyorlar aslında.
Türkiye’nin Avrupa ile ilişkisini koparmak için öyle bir şeyi
öngörüyorlar. Üstelik çok kolaylıkla radikal İslamcıların
üzerine atılabilecek bir şey.
Neden Ergenekon Davası ile
Hrant Dink Davası birleştirilmiyor?
Hrant Dink Davası’ndan yalnızca polis çıkacak gibi
bir yanılgı içindesiniz. Değil. Asker de var; jandarma da var.
İkisi beraber var, yalnızca polis değil. Belki Ergenekon’dan
farklı olarak polis çok fazla var. Ama Ergenekon Davası daha
polise bulaşmadı. Hrant’ın katili yakalandı ikinci günde. Bu
zaten başlı başına enteresan bir şey. Herifi götürdüler
Emniyet’e. Bayrağın önüne koyup, fotoğrafını çekip, basına
dağıttılar. Şimdi Türkiye’de aklınıza gelebilecek en faşist
emniyet müdürü veya jandarma komutanını düşünün. Cinayetin
ikinci günü memleketteki havayı hatırlayın. Kimse cesaret
etmezdi öyle bir olaya Türkiye’de. Kimsenin zaten aklına
gelmez. Ordaki iki tane polis yapamaz bunu. Ordaki emniyet
müdürü de yapamaz, jandarma komutanı da yapamaz.
Yapan?
Soruyorum ben de. Ben bilmiyorum, nereden bileyim…
Yukarıdan birileri bunlara dedi ki, bunu yapın. İşin rengini
değiştiren olay buydu. “Bakın bu çocuğa biz sahip çıkıyoruz, o
yalnız değil” gibi… Ama ondan sonra ne oldu? Cenaze oldu. O
bizim yaptığımız iyi bir şey sayılır ya. Aslında biz yapmadık,
normal insanlar geldiği için öyle oldu. Bu tür şeyler çok
önemli faktörler aslında. Bu heriflerin hatt-ı harekatında bir
sürü şeyi değiştiriyor bu olaylar. “Haa, bir dakika” falan
diyor herifler.
Bakın, Hrant Dink Davası öyle bir şey ki,
Ergenekon'dan da farklı. Bu cinayet davasının çözülmesi
halinde hakikaten Devlet değişir Türkiye'de. Kilittir yani.
Ergenekon Davası'ndan daha önemlidir çünkü Ergenekon'dan daha
fazla şeyi kapsamaktadır aslında.
Bunun biraz adını koyalım,
neyi kapsıyor?
Ergenekon'u Devlet içinde bir teşkilat kabul
edersek, Hrant Dink suikastı bu teşkilat dışındaki Devlet
görevlilerinin de katıldığı bir olay. Yani bu suikasttan 7-8
polis, 7-8 jandarma, subaylar, emniyet müdürleri,
bilmemnelerden falan oluşan bir kadronun mahkum edildiğini
düşünün, eh ertesi gün biraz zor olur artık bazı şeyleri
yapmak.
Peki Ergenekoncu olmayan
Devlet görevlileri neden bu suikasta iştirak etmiştir?
Hrant Ermeni olduğu için. Solcu olduğu için. Solcu
öldürmek serbesttir Türkiye'de, mubahtır.
Hele bir de Ermeniyse.
Ermeni olması şeydi... Bir süredir tarihi ve
turistik koruma altında olduğu için dokunulamıyordu. Ama solcu
öldürmek her zaman mubahtır yani.
Hrant'ın eski yazılarına,
durduğu yere baktığınız zaman, mesela bir Doğu
Konferansı'ndaki duruşuna baktığınız zaman, onu öldürmenin bu
adamlar için çok iyi bir fikir olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Çok iyi bir fikirdi. Hrant
milliyetçi bir Ermeni olsaydı ona kimse dokunmazdı... Bakın,
biz hep bu davada polislerin kollanmasını falan konuşuyoruz
da, bir de tersini yazdığı bir şeyden ötürü Hrant'ı mahkum
eden bir Yargıtay var. Niye kimse bunu konuşmuyor? Yargıtay
Başsavcısı "hayır adam bunu yazmamıştır, 8 yazı yazmış,
bunlara da bakıldığında tam aksi çıkıyor" diyor, Yargıtay
Hrant'ı mahkum ediyor.
|