|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
HUKUK TOPLUMU OLMAK... |
Ali Selim Kuşçu
Hukukçu Cumhuriyet Gazetesi, 10.07.2009
|
|
|
................... |
Toplumun demokrasiye sahip
çıkma bilinci ve kararlılığı şüphelidir. Bu ülkede,
bugünlerde yeniden gündeme getirilen askeri darbe
söylentilerinin, her zaman bu ülke insanının
bilinçaltında olduğunu bilmemek safdillik olur.
Kamuoyunda ne yazık ki,
bugüne kadar varlığını sürdüren bir yanlış anlayış ve
algı her dönemde egemen olmuştur. Nedir bu? Eğer bir
kişi, kendisine yöneltilen bir suçlamadan dolayı
tutuklanmışsa, o kişi suçludur. Bu hâlâ daha bir hukuk
toplumu için gereken asgari hukuk kültürüne sahip
olamadığımızın bir göstergesidir. Bu toplumda, hukukun
evrensel ilkesi olan “masumiyet karinesi”,
kamuoyu algısında, sosyal alanda geçerli değildir.
Oysa, bu ülkede yargılama aşamasında
tutuklananların çoğunun davanın sonucunda beraat
ettiği, cezaevlerindeki tutuklu sayısının hükümlü
sayısından çok olduğu gibi olgular dikkate alınırsa,
tutuklama kurumunun, yargı görevlilerinin
uygulamasından kaynaklanan sosyal bir yara haline
dönüştüğü açıkça görülmektedir.
Tutuklama cezaya dönüşüyor
Bu ülkede
insanlar, yasalarla pek haşır neşir olmadıkları için,
kendisine bir suçlama yöneltilen herkesin kendisine
bir suçlama yöneltilmemiş kişilerle hiçbir farkının
olmadığını, tutuklamanın bir ceza olarak
görülemeyeceğini ve yalnızca çok zorunlu durumlarda
başvurulabilecek bir geçici önlem olduğunu bilmezler.
Bırakınız toplumun bütününü, bu toplumun aydınları,
hatta hukukçuları bile anlam olarak bu gerçekleri
bilmezler ya da unuturlar. Bu ülkede olması gereken
ile olan arasında dağlar kadar farklılık vardır.
Yasada yazan ile uygulamada olan, kişi özgürlüğü
gündeme geldiğinde çoğu zaman örtüşmez.
Bu
ülke, anayasasının bir maddesinde öyle yazdığı için
kendini demokratik hukuk devleti olarak tanımlar.
Oysa, önemli olan yasada ne yazdığı değil, yaşamda ne
olduğudur. Aslolan yaşamdır. Bu ülkede insanlar, eğer
bir savcı tarafından kendilerine bir suçlama
yöneltilmişse, ortada bir eylem olup olmadığı, o
eylemin suç olup olmadığı ya da o eylemden dolayı
sorumlu olup olmadığı araştırılıp tartışılıncaya ve
sonucunda da karara ulaşıncaya kadar yıllarca
cezaevinde yatar, hayatı kararır. Sonuçta, bu hayatı
karartılan insanların yarısından fazlasının suçsuz
olduğuna hükmedilir.
Bu ülkede insan
özgürlüğüne, yaşamına çok değer verilmez. Bazıları
bunu kan davası, töre, ekonomik çıkar vb. gibi
saiklerle yapar. Bazıları ise yasanın kendilerine
tanıdığı yetkiyi kötüye kullanarak, istismar ederek
yapar.
Tuz kokunca
Bütün
bunlar, başlı başına sosyal bir sorundur. Ama, ya tuz
kokarsa... İnsanların özgürlüklerini, yaşamlarını
korusun, sahip çıksın düşüncesiyle sistemde bir
emniyet supabı olarak yer verilen yargı kurumu da,
kişi özgürlükleri karşısında yeterli duyarlılığı
göstermeyip, sanki bir kıyma makinesi imişçesine,
önüne geleni cezaevine yollamaya başlamışsa... Artık o
toplumsal sistemden yarar umulamaz, çürümüş,
tükenmiştir. Sonunun nereye varacağı bilinemez. Her
geçen gün daha kötüye gitmektedir. Eğer, bir toplumun
aydın kesimleri bile, hukukun evrensel ilkelerini bir
yana bırakıp, vurun abalıya diyerek, histerik
çığlıklarla “tutukla”, “hapset”, “hayatını
karart”, “infaz et” çığırtkanlığı
yapıyor ve bundan zevk alıyorsa vay halimize.
İşlenen suç ne kadar ağır olursa olsun, bir topluma,
suçluların cezalandırılamamasından daha çok,
masumların cezalandırılmasının zarar vereceğini
bilerek, içselleştirerek davranmak zorundayız. Bu
görev en başta savcılara, yargıçlara düşüyor. Bir
savcı, bir yargıç önüne konulan dosyayı, bir belge
yığını olarak görmek alışkanlığı ve zihniyetini aşıp,
o dosyanın içinde bir insanın bulunduğunu, bir insanın
özgürlüğü, yaşamı hakkında karar vereceğini
duyumsayabilmelidir.
Türlü çeşit kaygı ve
bahanelerle, toplumdan ve sosyal yaşamdan koparılarak,
bir fanus içinde kapalı bir klan olarak yaşamaya
mahkûm edilmiş yargı görevlilerinin, sosyal, yaşayan,
somut insandan etkilenmeleri de söz konusu değildir.
Demokrasinin sahte yandaşları
Böyle bir toplumun demokrasiye sahip çıkma bilinci ve
kararlılığı şüphelidir. Bu ülkede, bugünlerde yeniden
gündeme getirilen askeri darbe söylentilerinin, her
zaman bu ülke insanının bilinçaltında olduğunu
bilmemek safdillik olur. Yakın geçmişteki acı
deneyimler, askeri darbelerin ve sonrasında
yaşananların bu ülkeye ne kadar büyük zararlar
verdiğini gösteriyor.
Bunun yanı sıra,
insanların da darbeler karşısındaki direncinin ne
derecede olduğu sır değil. Olağan dönemlerde ve rahat
zamanlarda demokrasi şampiyonluğunu kimseye
bırakmayanların, askeri darbe dönemlerinde ve hemen
sonrasında nasıl askeri darbe taraftarlığına geçtiğini
de biliyoruz. Öyleyse, sırtımızı hiç kimseye
yaslamadan demokratik bir toplumu inşa etmenin
mücadelesini göstermek zorundayız. Zor bir süreç
olduğunu unutmadan ve yılmadan. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|