KARAMSAR BİR YAZI
Fatih Altaylı
HaberTürk Gazetesi 06 Ekim 2009
                         
...................
Bu ülkede işler giderek zorlaşıyor.

Acaba her şeyi bırakıp gitmenin zamanı geldi de geçiyor mu?

Bu ortamda ruh sağlığımızı nasıl koruyacak, nasıl evlat yetiştireceğiz?

Hep iyimser oldum, içimde hep geleceğe ilişkin umutlar taşıdım.

Acaba ben salak mıyım?

Pazar akşamı Murat Bardakçı ile birlikte yaptığımız Teke Tek Özel'de, Başbakan'ın konuşmasından hareketle Said-i Nursi'yi sordum Murat'a.
Samimi olarak.

Dinle imanla bir işim olmadığı için Said-i Nursi'yi tarihsel kimliğiyle biliyordum ancak yazdıklarıyla, fikirleri ve inançlarıyla hiç ama hiç ilgilenmemiştim.

Murat Bardakçı, sorum üzerine Said-i Nursi'yi anlattı. Said-i Kürdi olarak da bilindiğini, Nurs Köyü'nden olduğu için soyadının Nursi olduğunu, fikirleriyle etki ettiğini, yolundan giden epey bir adam bulunduğunu anlattı. Sonra da kendi fikrini ekledi, "Ben yazdıklarını okumaya çalıştım. Anlatımı, yazısı, Türkçe’si çok kötüydü, bir şey anlamadım" dedi ve bazı yazılarındaki tutarsızlıklardan söz etti.

Tarihçi Erhan Afyoncu da öğrenciliği döneminde okulda pek çok Nurcu talebe olduğunu, kendisinin buna hiç ilgi duymadığını ve Said-i Nursi'nin hiçbir kitabını okumadığını söyledi.

Biz konuyu kapattık geçtik.

Bu arada Said-i Nursi ile Şeyh Said isyanının birbirine karıştırıldığını, her ikisinin farklı kişiler olduğunu da anlattık.

Ardından kıyamet koptu.

Bir grup izleyici, "Said-i Nursi'nin reklamını yapıyorsunuz" diye e-posta yağdırmaya başladı, bir başka grup ise "Said-i Nursi'ye hakaret ediyorsunuz" diye.

Dün bu yazıyı yazdığım akşam üzeri saatlerinde e-posta yağmuru aynı ikilem içinde devam ediyordu.

Murat Bardakçı ile bir yıla yakın süredir Teke Tek Özel'i yapıyoruz.
Siyasetten uzak, tarihi, kültürü, yaşamı konuşuyoruz konuklarımızla.
Hem biz, hem de bizi izleyenler yeni bir şeyler duyalım, yeni bir şeyler öğrenelim diye.

Ama anlıyorum ki, kimsenin yeni bir şey duymaya tahammülü kalmamış.
Herkes kendi bildiğinin, kendi inandığının tekrarını istiyor.

Hem de hiçbir nüans olmadan, kelimesi kelimesine.

Ne bilgiye ihtiyaç var, ne öğrenmeye.

Herkes her şeyi biliyor ve o bilgiyle kamplar oluşmuş.

En zoru ise hiç kampa dahil olmadan yaşamak. Bir yere yanaşmadan, yandaş olmadan, "Bu ülke medeni olsun. İnsanları mutlu olsun, özgür olsun" diye düşünerek ayakta kalmaya çalışmak.

Ben Türkiye'yi hiç böyle görmemiştim.

Emin olun silahların patladığı, görüşlerin silah zoruyla kabul ettirilmeye çalışıldığı 1970'lerde bile böyle bir şey yaşamadım.

Bu ülke için gerçekten çok korkuyorum.

İlk defa bu kadar karamsarım.

İlk defa.

Not: Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu programda "Osmanlı'nın açılımlarıyla" ilgili soruma çok ilginç yanıtlar verdiler.
Osmanlı'nın da pek çok açılım yaptığını anlatıp, imparatorluğun güçlü olduğu dönemde yaptığı açılımların başarılı olduğunu, zaten ülke güçlüyken hiç kimsenin bir açılım beklentisine girmediğini ama ülke zayıf düşünce, özellikle de Batı'nın dayatmasıyla yapılan açılımların hep Osmanlı'nın toprak kaybıyla sonuçlandığını örnekleriyle anlattılar.
İzleyicilerin programın bu bölümüne değil de Said-i Nursi bölümüne takılıp kalmalarını anlamak mümkün değil.