Bu ülkede işler giderek zorlaşıyor.
Acaba her şeyi bırakıp gitmenin zamanı geldi
de geçiyor mu?
Bu ortamda ruh
sağlığımızı nasıl koruyacak, nasıl evlat
yetiştireceğiz?
Hep iyimser oldum, içimde hep geleceğe ilişkin
umutlar taşıdım.
Acaba ben salak mıyım?
Pazar akşamı Murat Bardakçı ile birlikte
yaptığımız Teke Tek Özel'de, Başbakan'ın
konuşmasından hareketle Said-i Nursi'yi sordum
Murat'a. Samimi olarak.
Dinle imanla
bir işim olmadığı için Said-i Nursi'yi
tarihsel kimliğiyle biliyordum ancak
yazdıklarıyla, fikirleri ve inançlarıyla hiç
ama hiç ilgilenmemiştim.
Murat
Bardakçı, sorum üzerine Said-i Nursi'yi
anlattı. Said-i Kürdi olarak da bilindiğini,
Nurs Köyü'nden olduğu için soyadının Nursi
olduğunu, fikirleriyle etki ettiğini, yolundan
giden epey bir adam bulunduğunu anlattı. Sonra
da kendi fikrini ekledi, "Ben yazdıklarını
okumaya çalıştım. Anlatımı, yazısı, Türkçe’si
çok kötüydü, bir şey anlamadım" dedi ve bazı
yazılarındaki tutarsızlıklardan söz etti.
Tarihçi Erhan Afyoncu da öğrenciliği
döneminde okulda pek çok Nurcu talebe
olduğunu, kendisinin buna hiç ilgi duymadığını
ve Said-i Nursi'nin hiçbir kitabını
okumadığını söyledi.
Biz konuyu
kapattık geçtik.
Bu arada Said-i Nursi
ile Şeyh Said isyanının birbirine
karıştırıldığını, her ikisinin farklı kişiler
olduğunu da anlattık.
Ardından kıyamet
koptu.
Bir grup izleyici, "Said-i
Nursi'nin reklamını yapıyorsunuz" diye e-posta
yağdırmaya başladı, bir başka grup ise "Said-i
Nursi'ye hakaret ediyorsunuz" diye.
Dün
bu yazıyı yazdığım akşam üzeri saatlerinde
e-posta yağmuru aynı ikilem içinde devam
ediyordu.
Murat Bardakçı ile bir yıla
yakın süredir Teke Tek Özel'i yapıyoruz.
Siyasetten uzak, tarihi, kültürü, yaşamı
konuşuyoruz konuklarımızla. Hem biz, hem de
bizi izleyenler yeni bir şeyler duyalım, yeni
bir şeyler öğrenelim diye.
Ama
anlıyorum ki, kimsenin yeni bir şey duymaya
tahammülü kalmamış. Herkes kendi
bildiğinin, kendi inandığının tekrarını
istiyor.
Hem de hiçbir nüans olmadan,
kelimesi kelimesine.
Ne bilgiye ihtiyaç
var, ne öğrenmeye.
Herkes her şeyi
biliyor ve o bilgiyle kamplar oluşmuş.
En zoru ise hiç kampa dahil olmadan yaşamak.
Bir yere yanaşmadan, yandaş olmadan, "Bu ülke
medeni olsun. İnsanları mutlu olsun, özgür
olsun" diye düşünerek ayakta kalmaya çalışmak.
Ben Türkiye'yi hiç böyle görmemiştim.
Emin olun silahların patladığı, görüşlerin
silah zoruyla kabul ettirilmeye çalışıldığı
1970'lerde bile böyle bir şey yaşamadım.
Bu ülke için gerçekten çok korkuyorum.
İlk defa bu kadar karamsarım.
İlk
defa.
Not:
Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu programda
"Osmanlı'nın açılımlarıyla" ilgili soruma çok
ilginç yanıtlar verdiler. Osmanlı'nın da
pek çok açılım yaptığını anlatıp,
imparatorluğun güçlü olduğu dönemde yaptığı
açılımların başarılı olduğunu, zaten ülke
güçlüyken hiç kimsenin bir açılım beklentisine
girmediğini ama ülke zayıf düşünce, özellikle
de Batı'nın dayatmasıyla yapılan açılımların
hep Osmanlı'nın toprak kaybıyla sonuçlandığını
örnekleriyle anlattılar. İzleyicilerin
programın bu bölümüne değil de Said-i Nursi
bölümüne takılıp kalmalarını anlamak mümkün
değil.
|