BEN İSLAMCININ YİĞİDİNİ SEVERİM
Ahmet Hakan
Hürriyet Gazetesi, 02 Kasım 2009
                         
...................
 
...................

Ben İslamcının yiğidini severim...

BAKTIM, bizim İslami kesimin bilinen bütün radikalleri bir araya gelip korsan eylem koymuşlar.

Özgür-Der, Mazlum-Der, Memur-Sen, Hak-İş, Vakit falan... Hepsi orada...


Yağmur altında... Ellerinde pankartlarla... Koymuşlar eylemi...

Koskocaman bir de afiş hazırlamışlar...

Bağıran harflerle şöyle yazıyor afişte: “CUNTAYA HAYIR”

Altında da bir talep cümlesi yer alıyor: “DARBECİLER YARGILANSIN”

Ne güzel değil mi?
 


 

Yıllardır cuntalardan ve darbecilerden nefret etmiş benim gibi birinin...
 

Bu “eylem” nedeniyle acayip heyecanlanması, bu bilinçli tavırları nedeniyle İslamcıların nur yüzlerini ve gül cemallerini pek bir beğenmesi gerekmez mi?
 

Ama hayır!
 

İçimde acayip “kekremsi” bir duygu... Olmuyor, olamıyor...
 

Eskiden Beyazıt'taki az riskli “cuma eylemleri”nde bile ufaktan da olsa galeyana kapılan ben, yağmur altında yapılan şu “Cuntaya hayır” eylemi karşısında, ne en küçük bir heyecan duyabiliyorum, ne de “Keşke orada olaydım” falan diyebiliyorum...



 

Çünkü...
 

Aklıma 12 Eylül geliyor...
 

O günlerde istisnai dik duruşları bir tarafa bırakırsak...
 

İslamcı delikanlılar, “Cuntaya hayır - Darbeciler yargılansın” konulu korsan eylemler attırmıyorlardı...
 

Bunun yerine İslami kesimin önemli isimleri, cuntanın ideolojisi olan “Türk - İslam Sentezi”nin “İslam” bölümüne sığınıp, “daha fazla imam-hatip / daha fazla Kuran kursu” açılmasını sağlamakla meşguldüler...
 

Mamak zindanlarında solcular ve sağcılar işkenceden geçiriliyormuş, anaları ağlatılıyormuş...
 

Ne gam!
 

Önemli olan geleceğe yatırım yapmaktı... 
 

“Cunta”yla papaz olup maceraya atılmak yerine “Cunta”nın sağlayabileceği imkanlardan azami ölçüde faydalanmak, o zamanlar çok daha “rasyonel” bulunuyordu...
 


 

Hadi 12 Eylül, direkt olarak İslamcıları değil de sokakta kavgaya tutuşmuş solcu ve sağcıları hedef alıyordu...
 

Bizim memlekette de “Bir yumruk seni hedef almıyorsa salla gitsin” diye bir adet vardı...
 

Ve İslamcılar da o dönem bu geleneğe uyuyorlardı...
 

Peki ya 28 Şubat?
 

Sincan'dan tankların geçirildiği... Kebapçıların bile fişlendiği... Demir yumruğun gölgesinin hissedildiği... Yargının siyasileştirildiği... Partilerin kapatıldığı... Bir tiyatro oyunu yüzünden insanlara 25 yıl ceza verildiği... Andıç adı altında iftiraların atıldığı...
 

Kısacası...
 

Ilımlısı, radikali, yumuşağı, serti...
 

Hiç ayırt edilmeksizin bütün bir İslami kesimin hedef tahtasına oturtulduğu 28 Şubat günlerinde ne oldu?
 

Ellerine “CUNTAYA HAYIR - DARBECİLER YARGILANSIN” pankartı alıp sokaklara döküldü mü İslamcılar?
 

Gazetelerinde ve televizyonlarında bugünküne benzer bir cevvaliyet söz konusu oldu mu?
 

Siyasileri direnişe mi geçtiler, yoksa hizaya mı?
 

“Alın bütün okullarımın anahtarlarını da beni rahat bırakın” şeklinde teslimiyet belgelerine imza atılmadı mı?
 


 

Şunu demek istiyorum:
 

Ortada en ufak bir risk yokken...
 

“CUNTAYA HAYIR - DARBECİLER YARGILANSIN” diye pankart taşıyıp eylem koymak çok kolay ve çok ucuz bir tavır gibi geliyor bana...

Sıkıysa sonucunda işkence altında inletilmenin garanti olduğu günlerde bu pankartı taşıyacaksın...
 

Hayatının karartılmasını göze alarak taşıyacaksın o pankartları...
 

Sen 12 Eylül'de Mamak zindanının önünde en gür seda ile haykırdın mı?
 

Sen 28 Şubat'ta Çevik Bir'e posta koydun mu?
 

“Kazıklı Voyvoda”ya yakışır tehditler ortada dolaşırken direnişe geçmeyi başardın mı?
 

Şimdi almışsın Başbakan'ı, hükümeti, bakanları, yargıyı, medyayı, kanaat önderlerini arkana eylem koyuyorsun...
 

Kekremsi duygularımın nedeni budur...

 


 

HAKKIMDA BİLDİRİ YAYINLAMIŞLAR

3 Kasım 2009

 

DÜNKÜ yazım üzerine İslami kesimin en delikanlı örgütü “Özgür-Der”, bir bildiri yayınlayarak beni kınamış...
 

Ben ciddiye alınacak biri değilmişim... Dönekmişim... Acınacak herifin tekiymişim... Dikkat çekmeye çalışıyormuşum... Muhatap bile alınmamalıymışım... Geçmişime sövüyormuşum...
 

Falan filan...
 

Tamam, kardeşim...
 

Eğer sizi rahatlatacaksa söylediklerinizin hepsini kabul ediyorum...
 


 

Ama şöyle bir şey var:
 

Benim “berbat herifin teki” olarak nitelendirilmem, söylediklerimin doğru olmadığı anlamına gelir mi?
 

Ne yani?
 

12 Eylül’de solcular ve sağcılar zindanlarda işkenceden geçirilirken, bu memleketin İslamcıları “Kahrolsun halkın katili faşist cunta” diye eylem koydu da benim mi haberim olmadı?
 

12 Eylül’de Kenan Evren’in kollarına sığınıp “Yaşasın! Paşa’dan iki imam hatip daha koparttık” diye övünen İslami şahsiyetler çıkmadı mı bu memlekette?
 

28 Şubat’ta “Cuntaya hayır” diye gösteri yaptınız mı kardeşim?
 

Hapislerde çürüdünüz mü? İşkenceden geçtiniz mi? Hayatınız karardı mı?

Kaçınız sürgün yedi? Kaçınız bedel ödedi?
 

Bugün çıkmış, “Cuntaya hayır! Darbeciler yargılansın” diye gösteri patlatıyorsunuz...
 

Sırtınıza polis copu yemeyeceğinizden gayet emin olarak... Ne polis copu yahu! Polisten “aferin” alacağınızı bilerek...
 

Bugün “Cuntaya hayır/Darbeciler yargılansın” demek kolay...
 

Çünkü...
 

Amerika da böyle diyor, Tayyip Erdoğan da böyle diyor, hükümet de böyle diyor, polis teşkilatı da böyle diyor, yargı da böyle diyor, YÖK de böyle diyor, Çankaya da böyle diyor, Hikmet Çetinkaya da böyle diyor...
 

Madem kendinize “sivil toplum örgütü” diyorsunuz...
 

Madem delikanlısınız...
 

Sıkıysa...
 

“Ey Başbakan! Sana karşı darbe planlayan İlker Başbuğ’u neden görevden almıyorsun...” diye eylem koysanıza...
 

“Kendisini haklamak isteyen cuntayı çökertemeyen AKP” diye pankart assanıza...
 


 

Hadi hepsini geçeyim... Hepsini ama hepsini...
 

Yaptığınız eylemin gözümde zerre miskal değeri olmamasının bir nedeni de ne biliyor musunuz?
 

Metin Göktepe’yi katleden polisleri...
 

Manisa’da gençlere işkence yapan polisleri...
 

Karanlık katil Mehmet Ali Ağca’yı...
 

Alenen arkalamış ve desteklemiş olan, sağcı ve faşist kafalı “Vakitçiler” ile işbirliği yaparak...
 

İstediğiniz kadar “Cuntaya hayır! Darbeciler yargılansın” diye feryat edin...
 

Bende en küçük bir saygı bile uyandıramazsınız...

 

Daral geldi

 

TURGUT /ROJİN - Hülya Avşar, son noktayı en şahane bir şekilde koymuş... “Esas ben Serdar Turgut’u dağa kaldırırım” demiş... Keşke Rojin de ağlak bir mağdure olmak yerine, “Serdar Turgut’u dağa kaldırmaya bile tenezzül etmem” falan diyerek lafını budaktan sakınmasaydı... İş bu kadar uzamazdı...

ERCAN SAATÇİ OLAYI - Önce “mahrem alan”da edilmiş bir lafı, sanki canlı yayında söylenmiş gibi yansıttılar... Ardından da “eldeki malzeme”yi haset, kıskançlık, yok etme, ortadan kaldırma, köşeye sıkıştırma amacıyla kullandılar... Bence artık yeter... Bundan sonrası “nefret suçu”na girer...

ÖZGE UZUN - “Uzun bacak” ya da “güzel bacak” üzerinden haddinden fazla gitti... Haddinden fazla prim yaptı... Şimdi de kalkmış, “Ben aslında bacaklarımdan söz edilmesine çok ulvi bir nedenden dolayı izin verdim” geyiği yapıyor... Yapabiliyor... Tabii yerseniz...

 

 

Nihayet Ümit Besen

 

PlanImIzI uygulamaya soktuk: Bir grup Ümit Besen hayranı olarak, Yenikapı Sahili’nde “Yeni Mercan” isimli restorana gittik...
 

Anadolu şehirlerindeki düğün salonlarını andıran restoranın kendine özgü raconları var. Müdavimler racona vâkıf.
 

İzmir uçağının geç kalkması nedeniyle gecenin çok geç bir saatinde havaalanından koşturarak geldi Ümit Besen... En büyük tezahürat bizim masadan yükseldi. Ümit Besen’i bile şaşırtan bir ilgi...
 

Ve hemen şarkılar başladı.
 

“Islak Mendil”... Gittik işte siyah beyaz yıllara... “Çakıl Taşları”... Gittik işte o bezgin Ege kasabasına... “Okul Yolunda”... Gittik işte o umutsuz ve çaresiz lise yıllarına...
 

Ve Ümit Besen’den harika bir sürpriz:
 

Sırf bizim için tam üç kez seslendiriyor “Nikâh Masası”nı...
 

Hareketli şarkılarda piste fırlama konusunda herkes acayip atak... Naz yok, eda yok, kibir yok...
 

Ümit Besen’de de bunlardan hiçbiri yok...
 

Mütevazı, kafa dengi, sahici, hakiki, yapaylığa zerre kadar prim vermeyen bir sanatçı o...
 

Demek ki boşuna sevmemişiz...