Ben İslamcının yiğidini severim...
BAKTIM, bizim
İslami kesimin bilinen bütün radikalleri bir
araya gelip korsan eylem koymuşlar.
Özgür-Der, Mazlum-Der, Memur-Sen, Hak-İş,
Vakit falan... Hepsi orada...
Yağmur altında... Ellerinde
pankartlarla... Koymuşlar eylemi...
Koskocaman bir de afiş
hazırlamışlar...
Bağıran harflerle şöyle yazıyor
afişte: “CUNTAYA
HAYIR”
Altında da bir talep cümlesi
yer alıyor:
“DARBECİLER YARGILANSIN”
Ne güzel değil mi?
Yıllardır cuntalardan ve
darbecilerden nefret etmiş benim gibi
birinin...
Bu “eylem” nedeniyle
acayip heyecanlanması, bu bilinçli tavırları
nedeniyle İslamcıların nur yüzlerini ve gül
cemallerini pek bir beğenmesi gerekmez mi?
Ama hayır!
İçimde acayip “kekremsi”
bir duygu... Olmuyor, olamıyor...
Eskiden Beyazıt'taki az riskli
“cuma eylemleri”nde bile ufaktan da
olsa galeyana kapılan ben, yağmur altında
yapılan şu “Cuntaya hayır” eylemi
karşısında, ne en küçük bir heyecan
duyabiliyorum, ne de “Keşke orada olaydım”
falan diyebiliyorum...
Çünkü...
Aklıma 12 Eylül
geliyor...
O günlerde istisnai dik
duruşları bir tarafa bırakırsak...
İslamcı delikanlılar,
“Cuntaya hayır - Darbeciler yargılansın”
konulu korsan eylemler attırmıyorlardı...
Bunun yerine İslami kesimin
önemli isimleri, cuntanın ideolojisi olan
“Türk - İslam Sentezi”nin “İslam”
bölümüne sığınıp, “daha fazla imam-hatip /
daha fazla Kuran kursu” açılmasını
sağlamakla meşguldüler...
Mamak
zindanlarında solcular ve sağcılar işkenceden
geçiriliyormuş, anaları ağlatılıyormuş...
Ne gam!
Önemli olan geleceğe yatırım
yapmaktı...
“Cunta”yla
papaz olup maceraya atılmak yerine “Cunta”nın
sağlayabileceği imkanlardan azami ölçüde
faydalanmak, o zamanlar çok daha “rasyonel”
bulunuyordu...
Hadi 12 Eylül, direkt
olarak İslamcıları değil de sokakta kavgaya
tutuşmuş solcu ve sağcıları hedef alıyordu...
Bizim memlekette de “Bir
yumruk seni hedef almıyorsa salla gitsin”
diye bir adet vardı...
Ve İslamcılar da o dönem bu
geleneğe uyuyorlardı...
Peki ya 28 Şubat?
Sincan'dan tankların
geçirildiği... Kebapçıların bile fişlendiği...
Demir yumruğun gölgesinin hissedildiği...
Yargının siyasileştirildiği... Partilerin
kapatıldığı... Bir tiyatro oyunu yüzünden
insanlara 25 yıl ceza verildiği... Andıç adı
altında iftiraların atıldığı...
Kısacası...
Ilımlısı, radikali, yumuşağı,
serti...
Hiç ayırt edilmeksizin bütün
bir İslami kesimin hedef tahtasına oturtulduğu
28 Şubat günlerinde ne oldu?
Ellerine “CUNTAYA HAYIR -
DARBECİLER YARGILANSIN” pankartı alıp
sokaklara döküldü mü İslamcılar?
Gazetelerinde ve
televizyonlarında bugünküne benzer bir
cevvaliyet söz konusu oldu mu?
Siyasileri direnişe mi
geçtiler, yoksa hizaya mı?
“Alın bütün okullarımın
anahtarlarını da beni rahat bırakın”
şeklinde teslimiyet belgelerine
imza atılmadı mı?
Şunu demek istiyorum:
Ortada en ufak bir risk
yokken...
“CUNTAYA HAYIR - DARBECİLER
YARGILANSIN”
diye pankart taşıyıp eylem
koymak çok kolay ve çok ucuz bir tavır gibi
geliyor bana...
Sıkıysa sonucunda işkence
altında inletilmenin garanti olduğu günlerde
bu pankartı taşıyacaksın...
Hayatının karartılmasını göze
alarak taşıyacaksın o pankartları...
Sen 12 Eylül'de Mamak
zindanının önünde en gür seda ile haykırdın
mı?
Sen 28 Şubat'ta Çevik Bir'e
posta koydun mu?
“Kazıklı Voyvoda”ya
yakışır tehditler ortada dolaşırken direnişe
geçmeyi başardın mı?
Şimdi almışsın Başbakan'ı,
hükümeti, bakanları, yargıyı, medyayı, kanaat
önderlerini arkana eylem koyuyorsun...
Kekremsi duygularımın nedeni
budur...
HAKKIMDA BİLDİRİ YAYINLAMIŞLAR
3 Kasım 2009
DÜNKÜ yazım üzerine İslami
kesimin en delikanlı örgütü “Özgür-Der”, bir
bildiri yayınlayarak beni kınamış...
Ben
ciddiye alınacak biri değilmişim...
Dönekmişim... Acınacak herifin tekiymişim...
Dikkat çekmeye çalışıyormuşum... Muhatap bile
alınmamalıymışım... Geçmişime sövüyormuşum...
Falan filan...
Tamam, kardeşim...
Eğer
sizi rahatlatacaksa söylediklerinizin hepsini
kabul ediyorum...
Ama
şöyle bir şey var:
Benim “berbat herifin teki” olarak
nitelendirilmem, söylediklerimin doğru
olmadığı anlamına gelir mi?
Ne
yani?
12 Eylül’de
solcular ve sağcılar zindanlarda işkenceden
geçirilirken, bu memleketin İslamcıları
“Kahrolsun halkın katili faşist cunta”
diye eylem koydu da benim mi haberim olmadı?
12 Eylül’de
Kenan Evren’in kollarına sığınıp “Yaşasın!
Paşa’dan iki imam hatip daha koparttık”
diye övünen İslami şahsiyetler çıkmadı mı bu
memlekette?
28
Şubat’ta “Cuntaya hayır” diye gösteri
yaptınız mı kardeşim?
Hapislerde çürüdünüz mü? İşkenceden geçtiniz
mi? Hayatınız karardı mı?
Kaçınız sürgün yedi? Kaçınız bedel ödedi?
Bugün çıkmış, “Cuntaya hayır! Darbeciler
yargılansın” diye gösteri
patlatıyorsunuz...
Sırtınıza polis copu yemeyeceğinizden gayet
emin olarak... Ne polis copu yahu! Polisten
“aferin” alacağınızı bilerek...
Bugün “Cuntaya
hayır/Darbeciler yargılansın” demek
kolay...
Çünkü...
Amerika da böyle diyor, Tayyip Erdoğan da
böyle diyor, hükümet de böyle diyor, polis
teşkilatı da böyle diyor, yargı da böyle
diyor, YÖK de böyle diyor, Çankaya da böyle
diyor, Hikmet Çetinkaya da böyle diyor...
Madem kendinize “sivil toplum örgütü”
diyorsunuz...
Madem delikanlısınız...
Sıkıysa...
“Ey Başbakan! Sana karşı darbe planlayan İlker
Başbuğ’u neden görevden almıyorsun...”
diye eylem koysanıza...
“Kendisini haklamak isteyen cuntayı
çökertemeyen AKP”
diye pankart assanıza...
Hadi
hepsini geçeyim... Hepsini ama hepsini...
Yaptığınız eylemin gözümde zerre miskal değeri
olmamasının bir nedeni de ne biliyor musunuz?
Metin Göktepe’yi
katleden polisleri...
Manisa’da
gençlere işkence yapan polisleri...
Karanlık katil Mehmet Ali Ağca’yı...
Alenen arkalamış ve desteklemiş olan, sağcı ve
faşist kafalı “Vakitçiler” ile
işbirliği yaparak...
İstediğiniz kadar “Cuntaya hayır!
Darbeciler yargılansın” diye feryat
edin...
Bende en küçük bir saygı bile
uyandıramazsınız...
Daral geldi
TURGUT /ROJİN -
Hülya Avşar, son noktayı en şahane bir şekilde
koymuş... “Esas ben Serdar Turgut’u dağa
kaldırırım” demiş... Keşke Rojin de ağlak bir
mağdure olmak yerine, “Serdar Turgut’u dağa
kaldırmaya bile tenezzül etmem” falan diyerek
lafını budaktan sakınmasaydı... İş bu kadar
uzamazdı...
ERCAN SAATÇİ OLAYI
- Önce “mahrem alan”da edilmiş bir lafı, sanki
canlı yayında söylenmiş gibi yansıttılar...
Ardından da “eldeki malzeme”yi haset,
kıskançlık, yok etme, ortadan kaldırma, köşeye
sıkıştırma amacıyla kullandılar... Bence artık
yeter... Bundan sonrası “nefret suçu”na
girer...
ÖZGE UZUN
- “Uzun bacak” ya da “güzel bacak” üzerinden
haddinden fazla gitti... Haddinden fazla prim
yaptı... Şimdi de kalkmış, “Ben aslında
bacaklarımdan söz edilmesine çok ulvi bir
nedenden dolayı izin verdim” geyiği yapıyor...
Yapabiliyor... Tabii yerseniz...
Nihayet Ümit Besen
PlanImIzI
uygulamaya soktuk: Bir grup
Ümit Besen hayranı olarak, Yenikapı
Sahili’nde “Yeni Mercan” isimli
restorana gittik...
Anadolu şehirlerindeki düğün
salonlarını andıran restoranın kendine özgü
raconları var. Müdavimler racona vâkıf.
İzmir uçağının geç kalkması
nedeniyle gecenin çok geç bir saatinde
havaalanından koşturarak geldi Ümit Besen...
En büyük tezahürat bizim masadan yükseldi.
Ümit Besen’i bile şaşırtan bir ilgi...
Ve hemen şarkılar başladı.
“Islak Mendil”...
Gittik işte siyah beyaz yıllara... “Çakıl
Taşları”... Gittik işte o bezgin Ege
kasabasına... “Okul Yolunda”... Gittik
işte o umutsuz ve çaresiz lise yıllarına...
Ve Ümit Besen’den harika bir
sürpriz:
Sırf bizim için tam üç kez
seslendiriyor “Nikâh Masası”nı...
Hareketli şarkılarda piste
fırlama konusunda herkes acayip atak... Naz
yok, eda yok, kibir yok...
Ümit Besen’de
de bunlardan hiçbiri yok...
Mütevazı, kafa dengi, sahici,
hakiki, yapaylığa zerre kadar prim vermeyen
bir sanatçı o...