|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KARA PROPAGANDADA SON NOKTA |
Nuray Mert
Milliyet Gazetesi, 03 Ocak 2012 |
|
|
................... |
|
................... |
Ben siyasi tutum
almayı ve siyasi tartışmayı ciddi ve ilkesel
bir mesele olarak görüyorum, doğrusunun bu
olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin geldiği
noktada ise, tam tersi oluyor, iktidarın
kanatları altına sığınanlar, devlet gücüne
sırtını dayayanlar, düşünceleri ile baş
edemediklerine karşı korkunç bir kara
propagandayı kanırtmaya doymuyor. Birçoğunun
adını ağzıma almayı zul sayarım
ama sessiz kaldıkça iftira kampanyası
ön alıyor, amacına ulaştığını, karşısındakini
sıkıştırdığını sanıyor.
Karalama
alanı geniş
Hele de konu Kürt
meselesi gibi, ‘hassas’ bir konu olunca,
karalama alanı geniş ve sonuç vermeye müsait.
Belli ki, hedef alınan insanlar hapsi
boylamadıkça, ‘sürüm sürüm süründürülmedikçe’
intikam duygusu yatışmayacak. Tabir benim
değil, sahipleri kendilerini bilir. Oysa
herkesin elinde kalemi var, cesaretiniz varsa
gelin tartışalım veya size yöneltilen sorulara
cevap verin, olsun bitsin.
Son olarak,
Ali Bulaç Uludere faciası üzerine giriştiği
‘değerlendirme’ yazısında çok sevdiği çamur
atma işini ihmal etmemiş. Dahası, olan bitenin
sorumluluğunun ucu gelmiş bana ve benzer tutum
alanlara (artık kaç kişiyse onlar) kadar
dayanmış. Şöyle ki, gelinen noktanın baş
sorumluları arasında, ‘PKK muhibbanı haline
gelen Beyaz Türkler, Nişantaşı
Cemaati’ni
sıralamış. İddianın ciddiyetsizliği bir yana,
ucuz kurnazlığa bakın, hem çamur atılacak, hem
cevap verme olasılığına karşı ‘neden üzerinize
alınıyorsunuz’ denilecek. Bırakın bu köy
kurnazlığını, kimmiş ‘PKK muhibbanı’
denilenler? Bu laflar, kısa bir süre önce,
‘Kandil muhibbi’ yaftası ile itham edenlerin
kara kampanyasının devamı değilse nedir?
Kimdir ‘Nişantaşı cemaati?’ Ben Nişantaşı’nda
oturup, Kürt meselesinde duyarlı tavır
gösteren benden başka kimseyi tanımıyorum,
varsa söyleyin de, ben de komşularımın
kıymetini bileyim.
(Muhibban: Bir tarikata, tarikattan
olmadıkları halde taraf olanlar. CC)
Şimdiye dek açıkça yanıt vermedi
Ne gerek var lafı böyle dolandırmaya,
Kürt meselesi veya başka bir konuda
beğenmediğiniz yaklaşımları dosdoğru
eleştirirsiniz olur biter. Nedir bu esrarengiz
bağlantılar, karanlık yorumlar? Ben tavrımı
açıkça izah ediyorum, siz de efendi olun, öyle
yapın. Ama efendiliğe layık olanlar kim,
yüzüme söyleyemediğini dedikodu olarak yaymayı
seçenler, kendilerine yönelttiğim soruları
cevaplayamadığı için ‘hassas’ bir konu
üzerinden çamur atmaya girişenler kim?
Ben Kürt meselesi konusunda bana sorulanları,
kendi açımdan açıklıkla yanıtlıyorum
ama Ali Bulaç’ın şimdiye kadar
kendisine yönelttiğim eleştirilere açıkça
yanıt verdiğine şahit olmadım. Kendisi de, bu
camiadaki birçokları da gayet iyi hatırlar,
Ali Bulaç ile aramızdaki fikir farklılıkları
AKP iktidarı ile başlamadı, doksanlı yılların
başlarında başladı. O gün bugündür, açık
güreştiğine hiç şahit olmadım. Bırakalım eski
tartışmaları asıl önemlisi, önce 28 Şubat’tan
hemen sonraki tavrını izah etsin, 27 Nisan
muhtırasından sonra gece yarısı bağlandığı TV
programında söylediklerini yorumlasın. Sonra,
yıllarca ne kadar samimiyetle savunduğumu
gayet iyi bildiği ‘başörtüsü’ konusunda,
utanmadan nasıl ‘beyaz casus’ dokundurması
yapabildiğini izah etsin. Kısa bir süre önce
‘Organizmanın tepkisi’ başlıklı yazısına
yaptığım eleştiriyi cevaplasın.
Kısacası, aslında şimdi dost olduğu birçokları
da dahil herkes, Ali Bulaç’ın karakterini de
biliyor benimkini de, bugün gelinen noktada
sırtını iktidara dayayıp laf etmek kolay.
‘Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi’ derler.
Ali Bulaç iktidarlar karşısında herkes tırsar,
susar sanıyor, oysa gayet iyi bilir ki, ben o
mezhepten değilim. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|