|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
LEFTER, HRANT; “BU ÜLKENİN GÜZEL
YÜZÜ”... |
Cengiz Çandar
Radikal Gazetesi, 17 Ocak 2012 |
|
|
................... |
|
................... |
Cuma akşamı ölüm
haberi üzerine bağlandığım Fenerbahçe
Televizyonu’na onu futbolu bırakana dek 10
yıla yakın süre defalarca seyretmiş olmaktan
ötürü kendimi şanslı ve talihli saydığımı
söyledim.
Ankara’da küçücük bir
çocukken, 19 Mayıs Stadyumu’nun gişelerinde
eksi 20 dereceye yaklaşan bilet kuyruklarında
sırf onu görebilmek için zevkli bir çile
çekerdik. Bizim kuşak, Lefter’le büyüdü.
Fenerbahçe Stadı’nda önceki gün başlayan,
Büyükada’da Aya Dimitri Kilisesi’nde süren ve
Büyükada Rum Ortodoks Mezarlığı’nda noktalanan
son yürüyüşüne katılan gözyaşı döken on
binlerce, televizyon ekranlarından
cenaze törenini izleyen yüz
binlerce kişi, onu ömürlerine hiç
görmemişlerdi. Onun adı her gün hayatlarının
içinde de değildi. Bu genç yığınların içinde
sadece Fenerbahçeliler de yoktu üstelik.
Fenerbahçe tribünlerinde ona son görevini
yapmaya koşup gelen genç insanların bazıları
sarı-kırmızı, bazıları siyah-beyaz ve çeşitli
Anadolu spor kulüplerinin kaşkol ya da
formalarını taşıyorlardı.
Bir
Fenerbahçeli olan Tayyip Erdoğan da cenazeye
geldi. Sadece Fenerbahçeli olarak değil.
Türkiye Başbakanı olarak geldi. Çok iyi yaptı.
Lefter’in bir “ortak değer” halinde
bu ülkede pek az kişiye nasip olacak şekilde
ortaya çıkartan “ruh iklimi”ni nasıl
anlamalıyız? Nasıl yorumlamalıyız?
En
az 200 bin kişinin katılımıyla, o gün
-bundan beş yıl
kadar önce- Hrant Dink’in cenazesinde
beklenmedik biçimde ve boyutta kendisini
gösteren o vakur ve dimdik insan topluluğunun
sahip olduğu “ruh iklimi” ile herhalde.
Hrant Dink, 1915’te yaklaşık bir buçuk
milyon kişi olarak varolan, bugün ise sayısı,
hepsi de İstanbul’da kalmış yaklaşık 60 bin
kişilik bir Hıristiyan azınlığın mensubu, bir
Ermeni idi.
Lefter ise bir zamanlar
daha da kalabalık bir azınlığın, bugün sayısı
2000-3000’e inmiş bir mensubu. Lefter bir Rum
idi.
Hrant, bu topraklara ne kadar ait
ise ve ne kadar bağlı ise Lefter de öyleydi.
Lefter’e de çok çektirdiler...
Hrant, ölümün kendisine adım adım
yaklaştığının farkında olmasına rağmen bu
topraklarda kalmakta ısrar etti. Lefter ise
başına gelen ve getirilen her şeye rağmen,
Büyükada’dan ayrılmadı. Orada doğdu. Orada
yaşadı. Orada gömüldü.
Başına neyin,
nasıl geldiğini ölümünün ertesinde,
cenazesinin kalkacağı gün Can Dündar,
Milliyet’te yazdı. 1941 yılındaki Varlık
Vergisi, o sırada 17 yaşındaki Lefter’i ve
ailesini de vurmuş. Ölümünden bir yıl önce
onun belgeseli yapılırken, kamera arkasından
bir anı anlatmış:
“Bu bahis açılınca
87 yaşındaki Lefter, ‘Şu kamerayı kapat hele
evlat’ demiş. Kameranın kapalı olduğundan emin
olunca da Nebil’in (Özgentürk) kulağına
eğilip, ‘Babama da çok çektirdiler. O,
yoksulluğu sayesinde sürgüne gitmekten
kurtuldu, ama bütün akrabalarım Türkiye’yi
terk etmek zorunda kaldı” demiş.”
Yakın tarihimizin en büyük utanç belgelerinden
olan 6-7 Eylül’de (1955) devamı var Lefter’in
öyküsünün. Can Dündar’dan izleyelim:
''... Lefter’e
1955’de hayatının en büyük acısını yaşattık.
6-7 Eylül’de Büyükada’daki evini basan
çapulcular taşlayıp, ‘Vurun şu gavura’ diye
bağırdılar... Ne yapmış diye sordum Nebil’e.
Yine kapattırmış kamerayı. Sadece ‘Günlerce
ağladım’ demiş. Ayrıntılara girmeye
çekinmiş...
Bir de güzel yüzü
var bu ülkenin. Lefter’in evinin basıldığını
duyan Fenerbahçeliler hemen Kartal’dan
motorlara binip Ada’ya koşturmuşlar. Lefter’in
evinin önüne barikat kurmuşlar. ‘Sana bunu kim
yaptıysa söyle, haddini bildirelim’ diye isim
sormuşlar. Hepsini isim isim tanıdığı halde
kimseyi ihbar etmemiş Lefter...
Fenerbahçeliler verdiği o destekten güç
bulmuş. ‘Her toplumda olur böyle şeyler’
demiş, susmuş...”
Lefter’in ismi
çevresinde ölümüyle birlikte ortaya çıkan ve
cenazesinde sergilenen “büyük buluşma” Türkiye
toplumunun “utanma duygusu”nu
yitirmediğinin, “vicdanı”nın var
olduğunun görkemli bir kanıtıdır.
Hayatında onu seyretmemiş, görmemiş, günlük
hayatında onun ismiyle birlikte yaşamamış onca
Galatasaraylı, Beşiktaşlı ve nicelerinin
Fenerbahçelilerin yanında acı ve saygıyla saf
tutmalarını başka nasıl açıklayabiliriz?
“Bu ülkenin güzel yüzü” dışında?
Hrant davası bitmeyecek
Lefter’i toprağına defnettik. Tam 48 saat
sonra bugün Hrant Dink cinayetinin kararının
verilmesi bekleniyor. “Hrant’ın Arkadaşları”
şu açıklamayı yaptılar:
“Emniyetiyle, jandarmasıyla, istihbaratıyla,
medyasıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle Hrant’ı
aramızdan almaya karar vermiş olanlar şimdi de
adalet saraylarında bir karar daha verecekler.
Diyecekler ki, ‘Biz masumuz, suçlu bu üç
tetikçidir!’ Bilmedikleri bir şey var; biz
bitti demeden bu dava bitmeyecek!
Yine
oradayız! Hrant için! 17 Ocak Salı, saat
10.00’da Beşiktaş İskele Meydanı’nda.”
Bir 48 saat sonra ise Hrant’ın
öldürülmesinin beşinci yıldönümü
(19 Ocak
Perşembe).
Bu kez saat 13:00’de Taksim’de toplanılıp,
Agos’a yürünecek.
Yani, “dava”
bugünkü muhtemel “karar”la bitmeyecek.
“Biz bitti demeden, bu dava bitmeyecek!”
Peki, nedir bu “biz”?
Bu
ülkenin güzel yüzü!
Not: Bugün benim
hayatımda özel bir yeri alan, bir dönem bana
“evinin evladı” gibi davranmış olan Rauf
Denktaş’ın toprağa verileceği gün aynı
zamanda. Onu, küçücük bir toplumun bu çok
büyük ismini, geçen yüzyılın unutulmaz tarihi
şahsiyetini ayrıca anmam gerekiyor. Allah
Rahmetini senden de esirgemesin Başkan! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|