Geçen
yılın son ayıydı.
Bazılarının “Cihanşümul,
süper güç Türkiye” naraları attığı günlerdi.
Şöyle bir yazı yazdım: “Türkiye’nin ‘dünya
gücü’ olduğunu söylüyor bazıları.
Türlü
örnekle.
Emin olun, aşağılık kompleksine sahip
falan değilim ama bunu söyleyenlere gülüyorum sürekli
olarak.
Aklıma ‘öküze benzemek isteyen
kurbağanın” hikâyesi geliyor, belki ondandır.
Ben dünya gücü olmayı lafta aramam.
Çünkü
lafta bulamazsınız.
Yapılana bakmak lazım.
Geçen gün birisi geldi yanıma bu teraneyle. ‘Şöyle
olduk, böyle olduk’ diye anlatıyordu.
Basit
bir soru sordum.
Çok basit: ‘Ulan anlatıp
duruyorsun. Sana küçük bir soru sorayım. Diyelim ki,
Dünya’ya yaklaşan bir göktaşı var. Dünya’ya çarpacak
ve sonunu getirecek. Bu göktaşını Dünya’ya
çarptırmamak için yapılması gerekenler konusunda
Türkiye’ye mi güvenirsin? Türkiye, dünyaya dönüp
‘Merak etmeyin biz halledebiliriz’ derse inanır mısın?
Hadi sen inanırsın. Dünya inanır mı?’
Türkiye’nin biraz daha hızlı geliştiğini, Türkiye’de
işlerin eskisine göre daha iyi gittiğini söylemek
başka bir şey, Türkiye’nin ‘süper güç’ haline gelmekte
olduğunu, hatta geldiğini söylemek başka bir şey.
Bakın siz de böyle rüyalar görenlerdenseniz Allah
aşkına açın Discovery Channel’ı seyredin ya da
National Geographic’i.
Adamlar ‘Jüpiter’in
uydusunda nasıl sondaj yaparız’ diye proje üretiyorlar
en basitinden.
Evrenin dibini görmeye
çalışıyorlar, uzaya yolladıkları teleskoplarla.
Evrenin derken aslında zamanın.
Mars’a
yolculuk hesapları yapıyorlar.
Uzayı
dinliyorlar binlerce radyoteleskopla, oralarda yaşam
var mı diye. Bunlar çok mu yukarıda.
Peki yere
inelim o zaman.
Tanrı parçacığını arıyorlar
mesela.
Kutuplardaki buzların erimesini
inceliyorlar. Ozonu gözlüyorlar sürekli.
Bütün
hayvanları inceliyorlar mesela, belki insanlığa
faydalı bir şey buluruz diye.
Genleri
çözüyorlar.
Asabınız bozuldu mu yeterince,
yoksa daha sayayım mı?
Biz neredeyiz peki?
İcadının üzerinden 150 yıl geçtikten sonra ‘Yerli
otomobil yapabilir miyiz’ diye hesap yapmaya başladık
misal.
Deprem ülkesiyiz ama denizlerimizi
inceleyecek sismik araç gereci yapmayı bıraktım,
yapandan satın almaktan aciziz. Kızdığımız
Fransızların gemisi çıkarıyor fay haritamızı.
Bu yüzden gülüyorum ‘Dünya gücü olduk’ diyenlere.
Kış geldi, havalar iyice
soğudu.
Bu arkadaşlara daha kalın bir yorgan
tavsiye ediyorum.
İyice örtünmeleri için.”
Şimdi diyeceksiniz ki, “Bunu zaten okumuştuk, niye
tekrarladın?”.
Kötü bir niyetim yok vallahi.
Bizim bir hafta boyunca su üzerinden bakarak
aradığımız uçağımızı ve ne yazık ki içindeki
şehitlerimizi, elin gemisi gelip 24 saat geçmeden
buldu da.
Oradan aklıma geldi.
75
milyonluk süper gücün, kendi şehidini bulacak bir
gemisi, o derinliğe göz atacak bir batiskafı bile
olmaması sizce de biraz acayip değil mi!
Ecdad
kubbenize gülerdi amma...
BAŞBAKAN Erdoğan,
Kahramanmaraş'ta bir cami gezdi, mimarının hayatı
değişti.
Belediyedeki görevinden alındı ve
Şehircilik Bakanlığı'na transfer edildi. Çamlıca'ya da
süper bir cami yapmak için.
İşin o tarafına
girecek değilim.
Başbakan Erdoğan da
ecdadımız gibi İstanbul'un siluetinde unutulmazlar
arasına girmek istiyor olabilir.
Karışmam.
Ama mimarın "ecdatla" ilgili sözlerine
karışırım.
Kahramanmaraş Belediyesi'nden
transfer mimarımız olaya "iddialı" girmiş ve
demiş ki: "Kubbe genişliği olarak ecdadımızın
eserlerinin önüne geçecek bir kubbe yapacağız
inşallah."
Ecdat hayatta olsaydı, ki ne
yazık ki mümkün değil, mimarımızın bu iddialı çıkışına
ağzıyla gülmezdi emin olun.
Çünkü mimarımız
belki farkında değil ama "ecdat" diye
kastettiği Mimar Sinan'ın döneminde ve eğer
ecdattan sayılırsa Ayasofya'nın yapıldığı dönemde,
henüz "beton" diye bir malzeme icat
edilmemişti.
Hele hele öngerilimlisi, esneği
falan gibi şeyler hiç yoktu.
Ecdat o kubbeleri
taş topraktan özel karışımlarla, türlü icatlarla
yapıyor, hassas bir denge içinde, yerleştirdiği yarım
kubbelerin ve küçük kubbelerin arasına özenle
yerleştirilmiş fil ayakları üzerine oturtuyordu.
Şimdiki gibi kalıbı yap, demiri çat, betonu dök
durumu yoktu yani. Eğer bugünkü imkânlar o gün
olsaydı Mimar Sinan'ın neler yapabileceğini,
aklına neler geleceğini bizim hayal etmemiz bile
mümkün değil.
Ama transfer mimarın anlayacağı
dilden anlatmak gerekirse, eğer bugünkü teknoloji o
gün olsaydı, Sinan büyük bir ihtimalle tüm
Osmanlı mülkünü altına alacak büyüklükte bir kubbe
yapabilirdi.
Sizin yapabileceğiniz her şeye
kapak olacak kadar büyük bir kubbe.
|