BENİM AHLAKIM SENİN AHLAKINI DÖVER KAVGASI...
İsmet Berkan
Hürriyet Gazetesi, 16 Temmuz 2012
                         
...................
 
...................

Hafta sonunda İstanbul’da Haliç kıyısındaki eski Silahtarağa Elektrik Santralında kurulu Bilgi Üniversite’nin ‘Santral İstanbul’ kampusunda yaşananlara basit bir ‘hayat tarzı kavgası’ demek yanlış olur.

Bu Osmanlı’dan bize miraz kalmış olan ve bir türlü birlikte yaşayacak bir olgunluğa gelemediğimiz bir ahlaki sistem kavgasıdır. Daha doğrusu, birilerinin kendi benimseyip hayatlarında uyguladıkları ahlakı diğer bütün ahlaklardan üstün görüp herkesi aynı ahlakın içinde yaşatmaya çalışma kavgasının son tezahürüdür.

Önce haftasonu ne olduğunu bir hatırlayalım:

Santral İstanbul kampusuna kilometrelerce ötedeki Eyüp Sultan türbesini ve camisini bahane eden birileri, ‘Eyüp’te bira festivali yaptırmayız’ dedi.

Oysa festival bira değil müzik festivaliydi ama ana destekçisi bir bira firmasıydı, oraya müzik dinlemeye gelecek gençlerin eğer isterlerse ne içebilecekleri de belliydi. Festival ilk kez yapılmıyordu; kaldı ki festival alanı olan üniversite kampusunda zaten müzikli gece kulübü olarak hizmet veren ve 365 gün içki satışı yapılabilen üç tane de mekan vardı.

Sonuçta, büyük ölçüde İstanbul’daki yerel yöneticilerin ve Ankara’daki yöneticilerin de desteğini alan ‘Eyüp’te bira festivali yaptırmayız’ diyenler galip geldi. İçki ruhsatı olan o üç işletme gördükleri baskılardan ötürü festival sırasında içki vermeyi reddetti.

Bir ahlak diğerini dövmüş oldu.

Buna yerel bir kavga gözüyle bakabilir ve olan biteni çok da fazla önemsemeyebilirsiniz ama öyle değil. Aslında Silahtarağa Santralında yaşanan, bu topraklarda en az 200 yıldır yaşanan daha büyük kavganın bir parçası. Büyük resmi göremezsek, küçük resmin önemini anlamayabiliriz.
Çoğulcu olma iddiasındaki toplumların çoğulluğu, sadece ekonomik sınıf farklarından, etnik farklılıklardan veya dini farklılıklardan doğmaz; farklı ahlak anlayışlarından da doğar. Hatta genellikle çoğulluk, çoğul ahlak anlayışı anlamına gelir.

Elbette ortak bir ahlak da vardır; hiçbir ahlak öldürmeyi, yalan söylemeyi, hırsızlığı onaylamaz. Ama zaten fark da küçük gibi gözüken meselelerdedir.

Mesela, bir ahlak kızların evlilik öncesi flört etmesini onaylamaz, diğeri umursamaz. Bir ahlak içkiyi her durumda zararlı bulur, diğeri ölçülü içilmesini öğütler. Bir ahlak için erkeklerin dizden yukarısını gösteren şort giymesi kötüdür, diğeri için hiç önemli değildir. Bir ahlak, kadınların şort giymesine bir şey demez, diğeri saçının bile gözükmesini istemez.
Mesele, bir ahlakın diğerinden üstün görülmesi, kendi kurallarını herkese (gerekirse zorla) uygulatmak istemesidir.

Türkiye, bir ahlakın diğerine zorla dayatıldığı bir kötü totaliter dönemi 30’lu ve 40’lı yıllarda bir kez yaşadı. Bugünün Başbakanı hala o dönemin kötü hatıraları üzerinden oy toplamaya çalışıyor.

Başka bir açıdan benzer bir totaliter dönemi yeniden yaşamaya bu toplumun ihtiyacı yok.

İşe tek bir ahlak olmadığını kabulle başlamak gerek

tün toplumu bir tek ahlak anlayışına uymaya zorlamak totaliterizmdir. Faşizmdir.

‘Benim ahlakım, inancım budur, herkes de benim gibi olmalıdır’ diyen her siyasi anlayış da son kertede totaliterdir, faşisttir.

Bizim Cumhuriyetimiz iyi, adil ve herkese açık bir Cumhuriyet olarak kurulmuş olsaydı, Osmanlı’dan devraldığımız en büyük kavga olan ahlak kavgasını bugüne kadar bir çözüme kavuşturmuş olur, birden fazla ahlak anlayışının bir arada yaşamasını sağlamış olurdu.

Ama hayır, öyle olmadı. Onun yerine bir ahlak diğerlerine üstün tutuldu, diğer ahlaklar susturuldu, yer altına itildi, direnişe zorlandı.

Bugün ucundan ucundan ortaya çıkan, bir zamanların hakim ahlak anlayışının sahiplerinin direnişe geçmeye başlamaları, bir zamanlar yer altına itilmiş olanların da ‘Biz çoğunluğuz’ kibiriyle gelip kendi ahlaklarını yegane ahlak olarak herkese dayatmak istemeleri.

Bu kavgaya sadece din-laiklik ekseninden bakanlar fena halde yanılırlar. Bu optik yanılgı çok feci sonuçlara da yol açabilir.

Mesele, hakimiyet kavgası vermekte olan ahlak anlayışlarının kendilerinden başka ahlaklar da olabileceğini kabullenmesiyle bir çözüm yoluna girebilir ancak. Çözmek de kolay değildir ama çözüm yoluna girebilmiş olmak bile bir aşama olacaktır.

Unutulmaması gereken şu: Hakimiyet kavgası veren iki ahlak anlayışının dışında da ahlak anlayışları yaşıyor bu ülkede. Ve aslında bu kavga gürültüde, her zaman en ağır biçimde baskılanan, zulme uğrayan anlayışlar da bunlar.

Rumlar neden barınamadı da gitti, Yahudiler neden kayboluyor, Ermeniler neden yaşayamıyor bizimle birlikte? Romanlar neşeli olmazlarsa görülmüyorlar bile. Aleviler hâlâ ibadethanelerinin varlığını kabul ettiremiyor?

Sadece dini ahlaklar değil. Bu ülkede hayatını ateist olarak yaşayanlar bile neden camiden uğurlanır? Neden homoseksüeller gizlidir?
Bir kez daha tekrar edeyim: Biz yakın tarihimizde bir totaliter ahlak dönemi yaşadık, benzerini yeniden yaşamaya ihtiyacımız yok.