Günlük hayatta 'serbestlikten yana' ama 'tutucu' biri
olduğunuzu söyleseniz, size kendini bilmez derler.
Israrla bu iki niteliği aynı anda taşıdığınızı
savunarak yaşarsanız, iki temel iktidar aygıtı 'para'
ile 'silah'ı da elinizde bulunduruyorsanız, kendini
bilmezliği yaşam biçimine dönüştürebilirsiniz.
80'lerde Margaret Thatcher rüzgârıyla İngiltere'den
başlayıp tüm dünyayı saran, bugün AKP'nin kendini
tanımlamakta kullandığı 'liberal muhafazakârlık'
(neoliberalizm) budur. Bütün karmaşık pratiğinin ve
teorik tartışmaların ötesinde, 'kendini bilmezlikle'
özetlenebilir. Değer yargılarını alt üst eder,
toplumsal zemini ortadan kaldırır, kendi
anlamsızlığını muhalefete yansıtır, yapı güdükleşir.
'Demir Lady' Margaret Thatcher öldü. Mirası
Türkiye'de yaşıyor. Başbakan Erdoğan'ın iktidarı
Thatcher'ınkine o kadar çok benziyor ki, insanın
'politik reenkarnasyon' diye bir kavram üretip, ona
inanası geliyor!
Thatcher, Birleşik Krallık'ta
1979-1990 arasında iktidardaydı.
Başbakanlık
öncesinde Muhafazakâr Parti'de çeşitli görevler aldı.
Sonra başkanını devirdi.
Seçimleri üç kez
kazandı. İktidarda en uzun dönem kalan başbakan oldu.
Çıraklık döneminde dolaylı vergileri artırdı.
Kalfalık döneminde özelleştirme ve
sendikasızlaştırmaya hız verdi.
Ustalık dönemini,
emek karşıtı ve antidemokratik uygulamalarını
kalıcılaştıracak bir 'sistem' kurmaya adadı.
Demir Lady, "Büyük bir ekonomik krizin
(!) ardından dümenini devraldığı İngiltere'yi 10 yılda
'muhafazakar bir özgürlükle serbestleştirerek'
(!) 'monarşi' günlerindeki
(!) gücüne kavuşturmayı hedefledi!"
Sonra ne
oldu? Demir Lady dönemi, partisinin içten çatlaması
sonucu bitti. Sadece 20 yıl sonra İngiltere ekonomisi
çöktü. Artık daha da işsiz, daha da düşük gelirli,
daha borçlu, bütçe açığı daha yüksek bir İngiltere
var. Küresel gücü eriyor. Elde satıp savuracak mal da
kalmadı. Bakalım, 'politik reenkarnasyon' süreci
nereye kadar doğrulanacak?
'Yeni Osmanlıcı
liberal muhafazakâr' AKP'nin lideri Başbakan
Erdoğan'ın, Erbakan'ın siyaset sahnesinden silinmesini
takiben iktidara gelmesinden 24 yıl önce iktidar
günleri başlayan Margaret Thatcher'ın dönemi, 8 temel
ekonomik sonuçla özetlenebilir:
-Dolaylı
vergiler artırıldı, vergi yükü 'malvarlığı
sahiplerinden' emekçilere doğru kaydı.
-1979'da
1.5 milyon olan işsiz sayısı 1990'da 3 milyonu aştı.
İşsizlik oranı yüzde 5,3'ten yüzde 9,5'e çıktı.
-Çalışma yaşamında yapılan düzenlemelerle
sendikaların gücü kırıldı. Sendikalılık oranı düştü.
-Kamu kuruluşlarının 'verimsiz' ve 'zarar üreten'
yapıları özelleştirme seferberliğiyle 'sona
erdirildi.' Enerji en büyük hedefi oldu.
-Hükümet harcamaları yüzde 42.7'den yüzde 39.2'ye
düştü.
-Kişi başına düşen milli gelir yüzde 181
arttı ama zenginler lehine. En zengin yüzde 1'lik
kesimin milli gelirden aldığı pay yüzde 6'dan yüzde
10'a yükseldi.
-Enflasyon yüzde 22'den yüzde
9.7'ye geriledi.
-Yüksek faiz politikası
izlendi. 1979'da yüzde 14 olan faizler, 1990'da
enflasyon tek hanedeykenbile yüzde 15 düzeyindeydi.
10 yıllık AKP iktidarında yaşananlar aynı değil
mi? Sendikalar can çekişiyor. Baskı, siyasi
operasyonlara kadar uzandı. AKP'ye yakın
konfederasyonlar 10 yılda hem özel sektörde hem de
kamuda hakimiyet elde etti. Esnek çalışmadan 4+4+4
eğitim sistemine ve taşeronlaşmaya, çalışma yaşamında
geniş hak kayıplarına ve örgütsüzlüğe sebep olan bir
dizi değişikliğe gidildi. Meslek odaları seçimle ele
geçirilemeyince tümden işlevsizleştirildi. İşsizlik
oranının yapısal düzeyi çift hanelere yakınsadı.
Telekom, TÜPRAŞ, elektrik dağıtımı, elektrik üretimi,
Hazine arazileri, belediye arazileri, köprü ve
otoyollar, Milli Piyango ya özelleştirildi ya
özelleştirme kuyruğuna alındı. Sağlık, sosyal
sigortalar, istihdam alanları 'liberalleşti.' Milli
gelirdeki artış Türkiye'nin 80 yıllık ortalamasıyla
aynı düzeyde kalırken, zenginlerin refah düzeyinde
sıçrama görüldü. Dolaylı vergilerin toplam vergi
gelirine payı yüzde 70'e çıktı (OECD ortalaması yüzde
30.)
Tüm bu gelişmeler içinde, tıpkı Thatcher
döneminde olduğu gibi, enflasyon geriledi, hükümet
harcamaları düştü.
Sadece, 'faiz' konusunda
kafalar karışık. AKP döneminde faiz oranları üç haneli
rakamlardan tek haneye indi. Ancak bu, 'düşük faiz'
anlamına mı geliyor? Türkiye, geçen on yıl boyunca
kendisiyle aynı kategorideki ülkeler arasında hep en
yüksek faizi veren ülke oldu. Bugün gösterge faiz
yüzde 6 civarında seyrediyor, hâlâ en yüksek faiz
bizde. Yabancı sermaye için 'faiz cenneti'yiz.
İçeride ise durum farklı. Merkez Bankası'nın deneysel
politikası, içeride halkın borçlanma faizlerini
enflasyonun iki katına kadar yükseltirken, borç verme
faizlerini enflasyonun altına -hatta yarısına kadar-
indirdi. Buna, amiyane tabirle 'halkı kazıklamak'
deniyor. Kibar tabiri 'resmi soygun' olabilir.
Thatcher'ın gurur duyacağı bir tablo.
Thatcher
öldü.
Binlerce İngiliz sokaklara dökülüp 'Bitch
is dead' (Kibar çevirisi 'şirret öldü.' Ama öyle de
demeyelim biz, ne olur ne olmaz, 'cadı öldü' diyelim)
sloganlarıyla şenlik yaptı.
Thatcher öldü.
'Ustası' olduğu sisteme uygun biçimde, 'Cenazesini
en ucuz fiyatı veren firmanın kaldırması' için ironik
bir imza kampanyası başlatıldı. 'Liberal muhafazakar'
bileşkesinin kusursuz örneği bu teklife 24 saat içinde
30 bini aşkın kişi imza attı.
'Bu ne kendini
bilmezlik' mi dediniz Sayın Başbakan, ama sisteminiz
budur!
|