BAŞBAKAN ERDOĞAN’A: TUTTUĞUN YOL
YOL DEĞİL; BU KAFAYLA NE BARIŞ, NE DE DEMOKRASİ GELİR!
Hasan Cemal T24
Gazetesi, 16 Haziran 2013
...................
...................
Bu köşede dünkü yazıma şu başlığı koymuştum:
Erdoğan yapabilir mi?
İhtimal vermiyordum.
Tayyip Erdoğan’ın dilini, söylemini değiştirip,
Türkiye’yi yeniden
normalleşme yoluna sokabileceğine dair pek bir umudum yoktu.
Ama yine de umut beslemek istiyordum. Belki diyordum.
Başbakan Erdoğan belki barış ve huzuru daha beter
dinamitleyecek dayatmacı bir tavırdan kaçınabilir,
yakın çevresinde kendisine böyle bir telkinde
bulunabilecek
akil insanlar
belki kalmıştır, belki Erdoğan sonunda onlara kulak
verir diye düşünüyordum.
Ama boşunaymış.
Ankara Sincan mitingi,
bu zayıf beklentimi tümüyle boşa çıkardı. Tayyip
Erdoğan olanca kibri ve öfkesiyle kürsüdeydi çünkü.
Dili hiç barışçı değildi.
Kışkırtıcıydı.
Cephelere bölücüydü.
Kutuplaştırıcıydı.
Provokatifdi.
Meydanı sürekli dolduruyordu.
Çünkü, dönüp dolaşıp sözü camiye ayakkabıyla
girenlere, camide içki içenlere, başörtülü anneye
saldıranlara getiriyordu.
Bunlar elbette kınanması gereken, lanetlenmesi gereken
davranışlardı, ama büyük bir kitlenin karşısında
bunların sürekli vurgulanması herhalde kışkırtmanın
daniskasıydı.
Ağırbaşlılıktan, vakardan, edepten söz ederken de dili
kışkırtıcıydı. Demokrasiden, seçim sandığından, milli
iradeden, ahlaktan söz ederken de öyleydi.
Başbakan’ın öylesine sivri ve kışkırtıcı bir dili ve
söylemi vardı ki, kendi hayat tarzını paylaşmayanlara,
hayatın bin bir türlü hallerine kendisi gibi
bakmayanlara karşı, anlaşılan, hayatı boyunca beslemiş
olduğu sonsuz öfke ve kompleksini artık hiçbir fren
koyma ihtiyacı hissetmeden ifade ediyordu kürsüde...
Bu arada bir noktayı daha,
yoksulları
varsıllara karşı kışkırtmayı
hiç ama hiç ihmal etmiyordu.
Ne yazık ki,
intikamcı
bir üslubun tüm sinyalleri yanıp sönüyordu
konuşmasında...
Bir başka deyişle:
Kendisi gibi düşünmeyenlere - özellikle de iş
dünyasına - korku salmayı, onları sindirmeyi amaçlayan
motiflerle süslemişti konuşması...
Kendisini dinlerken tek bir not aldım:
Bir başbakan, böylesine bir dil ve söylemle ülkesine
barış getiremez, ancak böler ve cepheleştirir.
Teşvikiye`de mahalleli polise isyan etti:
ÇIKIN MAHALLEMİZDEN!
Mahalle
Sakini: İçki içen terbiyesiz mi? Polis Memuru: Evet
Terbiyesiz.
Mahalle Sakini:
Sensin terbiyesiz! Çıkın mahallemizden!
Yazı günüm değildi.
Üst üste
tweet
atmaya başladım.
Erdoğan’ın
cepheleştirme
pedalından ayağını maalesef çekmediğini, bu dil ve
söylemiyle Türkiye’ye
barış
ve huzur
gelemeyeceğini, Türkiye’nin normalleşme
rayına oturamayacağını tweetlerimde söylemeye
başladım.
Ama sonra tweetle yetinemedim.
Çünkü İstanbul’da polis, Erdoğan’ın talimatıyla, gece
vakti
Gezi Parkı’nı
bastı.
Ve televizyonda, özellikle
Halk TV’de
baskını izlemeye başladım. Gece yarısına doğru da
dayanamadım, bilgisayarımın başına oturup bu yazımı
yazmaya başladım.
İçim acıyor.
Çapulcu kardeşlerimi yine saygıyla, sevgiyle
selamlıyorum.
Canınızı sakın sıkmayın.
Bu ülkenin kapısını da eninde sonunda demokrasi ve
barış çalacak. Sizin güzel direnişiniz de bu yolda
büyük bir umut ışığı yaktı. Kendi hayat tarzınızı
savunurken, tüm farklılıkların, tüm renklerin
özgürlüğünü savundunuz çünkü...
Yinelemek istiyorum.
İktidar sahiplerini uyarmak istiyorum.
Başbakan Erdoğan’ı
uyarıyorum.
Tuttuğun yol, yol değildir.
Bu kadar acımasızlıkla, bu kadar hoşgörüsüzlükle,
devletin böylesine hoyratlığıyla ne barış olur, ne
demokrasi olur, ne de hukuk olur bir ülkede.
Başbakan Erdoğan
şunu iyi bilsin:
Türkiye’yi bu krize kendisi soktu.
Bakalım nasıl çıkaracak?..
Yazık günah!
Dilimin ucuna daha ağır sözler geliyor
Başbakan Erdoğan’a
yönelik ama şimdilik kendimi frenliyorum.
Dediğim şu:
Allah Türkiye’ye kolaylık ve sabır versin.
Bu ülkede gerçekten barış ve demokrasi isteyenlerin
işi biraz daha zorlaşmış durumda çünkü...