LÜTFEN KULAKLARINI AÇ VE BİZİ DİNLE BİZİ DUY, VARLIĞIMIZI KABUL ET      
Ayşe Arman  
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Hürriyet Gazetesi, 22 Haziran 2013 
                         
...................
 
...................

Beklemedik bir anda, beklemedik bir şekilde, beklenmedik insanlar tarafından bir tarih yazıldı İstanbul’da, Gezi Parkı’nda…

Ve uygulanan orantısız şiddetten sonra çığ gibi çoğaldı bir sürü şehirde, bir sürü semtte. İnanılmaz şeyler yaşandı… İnanılmaz sertlikte şiddet vakaları…

Ne gerek vardı? Ne olurdu Brezilya gibi küt diye tatlıya bağlanıverseydi… Ne olurdu ‘Çapulcular’ denmeseydi, gaz bombaları, plastik mermiler kullanılmasaydı, ne olurdu gençler çadırlarında protestolarını yapıp gitselerdi… Olmadı. Bize de geleceğe dair umutlu ama acılı ve hüzünlü hikâyeleri derleyip toparlamak kaldı. Günlerdir devam eden gençlerin tanıklığı bugün de devam ediyor…

"KEŞKE GÖZÜME DEĞİL BACAĞIMA SIKSALARDI"

Adın?
- Mahir.

Yaşın?
- 22. Aydın’da Ziraat Fakültesi’nde okuyorum. Birkaç günlüğüne İstanbul’a geldim. Çocukluk arkadaşım Serkan Gezi’ye gideceğini söyledi, “Ben de geleyim” dedim. Arkadaşımı yalnız bırakmak istemedim. Gittik.

Parkın içinde miydiniz?
- Evet. Kalabalıktı. Cıvıl cıvıldı. Şenlik havasındaydı. Bir arkadaşımızı arıyorduk. Ne olur ne olmaz diye deniz gözlüklerimiz vardı. Gezi’nin 30 metre yanındaydık. Önümüzde kalabalık bir grup vardı, biz o kalabalığın en arkasındaydık. Herkesin mutlu olduğu bir ortamdı, gülen, şakalaşan gençler, üniversite kantini gibi. Birden ara sokakların birinden polisler fırladı. Biz de grubun en arkasında olduğumuz için ne olduğunu anlayamadık. Muazzam bir panik oldu, herkes kaçışmaya başladı. Bir anda plastik mermi ve gaz bombası saldırısı altında kalıverdik. O arada deniz gözlüğümü taktım.

Serkan neredeydi?
- Tam önümde. Derken “çatırt” diye bir ses duydum, birden bir şey çarptı deniz gözlüğüme ve parçalandı. Bedenime giren bıçak gibi ince acı hissettim ama nereme ne olduğunu anlayamadım. Yüzümden kan boşanmaya başladı. Yüzümü görenler dehşet içindeydi. Benimse tek derdim ölmemekti. Ne yapacağımı bilmeden ölmemek için sağa sola koşuşturuyordum.

Ateş eden polisi gördün mü?
- Yüzünü seçemedim ama çok yakından ateş ettiğini gördüm. Serkan’la bu yaylım ateşinden kurtulmak için deli gibi koşmaya başladık. Barikatın üzerinden atladık.

Gözün o haldeyken nasıl yapabiliyorsun? 
- Canın söz konusu olunca, yapıyorsun. O anda tek derdin hayatta kalabilmek. Bir ara fark ettim ki, bütün tişörtüm baştan aşağı kan. Barikatın arkasında sedye vardı, beni hemen koydular, “Yaralı, yaralı” diye bağırarak ambulansa taşıdılar. Tam o sırada polis yine Gezi’ye saldırdı. Üstelik Serkan da astımlı. Onlar beni sedyeye ambulansa yetiştirmeye çalışırken, saldırıdan kaçanlar da üzerime gelmeye başladılar. Sonra kendimi Taksim İlk Yardım’da buldum.

Hastanede ne yaptılar?
- Yüzü temizlediler. Gözüme ışık tuttular. Görüyor musun dediler? “Hayır” dedim. Beyin tomografisi ve akciğer filmi çekildi, sonra yapabilecekleri bir şey yoktu ki Beyoğlu Göz’e naklettiler. Orada bir doktor tekrar muayene etti. Gençten biriydi. Dünyanın en normal şeyiymiş gibi bana, “Bir daha görmeyeceksin!” dedi. Allah’tan sakin biriyim. Kimseyi üzmek de istemem. Zaten Serkan perişan durumda yanımda, bayıldı, ona da serum bağlandı.

Sana “Gözünü kaybettin” dediklerinde, aklından ilk geçen neydi?
- Anneme ve babama bunu nasıl anlatacağım. Çok üzüleceklerini biliyorum çünkü. Ama bunu insanları üzmeden anlatmanın da bir yolu yok ki. Anneme değil, babama söyledi Serkan, o geldi. Ama o günden beri kendilerine gelemediler.

Ameliyat oldun mu?
- Evet orada, Beyoğlu Göz’de ertesi gün ameliyat ettiler. Çok anlayışlı bir hocaydı. Bana ikinci bir ameliyattan sonra görme ümidimin bile olabileceğini söyledi. Hayatını kaybedenlerin olduğunu düşünürsek, yine de kendimi şanslı sayabilirim. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey: Keşke gözüme değil de, bacağıma sıksalardı…

"SADECE ELEKTRİK FATURAMI YATIRACAKTIM"

İsim?
- Selim.

Yaş?
- 23.

Sen neler yaşadın?
- Benim başıma gelenler biraz tuhaf. Geçen pazartesi elektrik faturamı yatırmaya gidecektim, gözaltına alındım.

Nasıl yani?
- Yeri bilmiyordum, yanımda iki arkadaşım vardı. “Habertürk’ün arkasında bir yerde” dediler, arıyoruz. Orada birilerini gördük sordum: “Abi, Bedaş nerede?” “Ne yapacaksınız?” dedi, “Fatura yatıracağız” dedim. Birdenbire, “Kimliklerinizi gösterin!” dedi. Meğer onlar sivil polismiş. Gösterdik. Üzerimizde de şüphe çekecek hiçbir şey yok ne gaz maskesi ne başka bir şey… Gözaltına aldılar!

Hangi gerekçeyle?
- Cebimden LGBT kartı çıktı. Gezi’de de standımız olduğu gerekçesiyle apar topar götürdüler.

“Ne alaka?” demedin mi?
- Dedim de, dinleyen kim. O gün evinden ekmek almaya çıkanlar bile gözaltına alındı. Tabii ne yapacağımızı şaşırdık. Yanımdaki arkadaşımı da tartakladılar, ensesine vurdular.
 

Niye?
- “Herhangi bir örgüte dahil değiliz, LGBT’yiz” dediği için. “Sen nasıl i.ne olursun? Nasıl böyle onursuz bir yaşam sürersin!” diye çocuğa giriştiler. Sonra da üçümüzü Vatan Caddesi’ndeki Emniyet binasına götürdüler. Orada tekrar sordular, “Hangi örgüt? “Örgüt değil, parti de değil, LGBT” dedim. Oradaki görevli, “LGBT nedir?” dedi, “Lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin kurduğu bir dayanışma” dedim. Birden sinirlendi, “Sen erkek değil misin? Bir erkeğe nasıl ilgi duyabilirsin!” dedi. Sonra, “Siz eşcinselsiniz, birlikte filan olursunuz” dediler, herkes aynı nezarette kalırken, bizi üç farklı yere koydular. Çok aşağılayıcıydı. Normalde gözaltı süresi 24 saat, bizi 36 saat tuttular. Aç, susuz bıraktılar. Hadi o neyse teröristmişiz gibi davrandılar. Psikolojik şiddet uyguladılar. Avukatlarımız gelince bıraktılar. Şimdi düşünüyorum da neydi benim suçum? Sadece elektrik faturamı yatırmak istemiştim…

"ÖTEKİNİN DİBİYİM"

Adın?
- Kaya.

Eğitim?
- Tıp fakültesi mezunuyum. Pratisyen hekimim. Şu anda da Taksim’de aile hekimliği yapıyorum.

Bu eyleme nasıl, ne zaman dahil oldun?
- Başından beri içindeyim. Park, evimin dibi. Ağaçların kesildiğini duydum. Her gün mesaiden sonra gitmeye başladım. Sonra, herkesin bildiği şiddet olayları yaşandı. Ben gaz bombalarından nasibimi 31 Mayıs’ta aldım. Kronik bronşitim var, ayrıca KOAH’lıyım. Gazla ilk temasım, Talimhane tarafında oldu. Bir anda nefes alamadım. Kendimi ölecekmişim gibi hissettim. Sığınacak bir yer buldum da, zor kurtuldum. O güne kadar sadece ‘dayanışmacı’ydım, o günden sonra ‘direnişçi’ oldum.

Peki doktor olarak da destek vermeye ne zaman karar verdin?
- İnsanların bu orantısız saldırılar karşısında ne kadar çaresiz olduğunu gördüğümde. Talimhane’de çalıştığım bir klinik vardı. Sahibine, “Bir sürü insan mağduriyet yaşıyor, onlara yardım etmemiz gerekiyor, kliniği kullanabilir miyiz?” dedim. “Tabii” dedi. Ben de o bölgede kıstırılmış insanlara o klinikte müdahale ettim.

Kimlere?
- Mesela, 50 yaşlarında astımlı bir kadına. Feci şekilde gaza maruz kalmıştı, boğulmak üzereydi, onu kliniğe taşıdım, oksijene bağladım. Sonra bacağına, koluna plastik mermi isabet edenlere. Kulak memesi kopmuş birine dikiş attım, kulağı içine doğru kanıyordu, kapama dikişi attıktan sonra onu acilen hastaneye yolladım. Yakın mesafeden polisin direkt yüzüne gaz sıktığı birine ilk yardım yaptım. Bu insanlar ne gözlerini açabiliyordu ne nefes alabiliyordu. Bir sürü yanık, kırık, solunum sorunu yaşayan genç... Sonra elmacık kemiği kırılanlar, gözünü kaybedenler... Kendimi din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş ayırmadan herkese bakmak mecburiyetinde hissettim. Polis de gelse yardım edecektim. Ki ettim…

Bu kadar büyük bir şiddet bekliyor muydun?
- Tabii ki hayır.

Gezi’deki atmosferi sen nasıl tarif edersin?
- Olağanüstüydü. Herkes kendi içinde bir renk olarak oradaydı. Herkesin farklı alt kimlikleri vardı. Asla empati yapabileceğimi düşünmediğim gruplarla orada bir araya geldim.

Mesela?

- Mesela ulusalcılar. Birbirimize tolerans gösterebileceğimizi, birbirimizi anlayabileceğimizi rüyamda görsem inanmazdım. Ama oldu. Ben Kürtüm, eşcinselim, Hıristiyanım. Anlayacağın, ‘ötekinin dibi’yim! Ulusalcılarla bir arada olmak, beni ilk günlerde rahatsız etti. Ama sonra yakınlaşınca, aslında o kadar da kötü olmadıklarını gördüm. Birbirimizi dinledik, sohbet ettik. LGBT bireyler olarak orada yarattığımız sempati önemliydi. İnsanlar eşcinsellerin, ‘cinsel’ bir şeyden ibaret olmadığını fark ettiler. Gezi, hepimiz için bir eğitim süreci oldu. Hepimizin, birbirine karşı toleransı, doğa ve çevre bilinci, dayanışma bilinci gelişti. Bunu çok önemli buluyorum. Hayatımda görmediğim düzeyde bir paylaşım vardı.

Bir tür ‘bilinç devrimi’ mi?

- Evet. Klasik anlamda, sosyalistlerin, komünistlerin sözünü ettiği ‘devrim’den farklı bir şey. ‘Devrim’, illa siyasal iktidarı devirmek değildir. Siyasal iktidarı uyandırmak da bir devrimdir aslında. Bizim yapmaya çalıştığımız da buydu. Söylemeye çalıştığımız şey çok basitti: “Lütfen sadece kulaklarını aç ve bizi de dinle! Bizi duy, varlığımızı kabul et. Politikalarınla bizi sürekli öteliyorsun, eziyorsun. Artık buna son ver!”

Ya geçen cumartesi…
- Yine aynı senaryo. Kimsenin saldırı beklediği yoktu. Taksim Dayanışması, Başbakan’la görüştükten sonra, sabaha karşı 3’te meydana canlı bağlandı. “Hükümetle görüştük. Görüşme neticesinde Yüksek Mahkeme kararı açıklanmadan ya da referandum sonucu netleşmeden Gezi’ye hiçbir müdahale olmayacak” dedi. Bunun rehavetiyle insanlar, kendilerini koruyacakları malzemeleri bile sağa sola attılar. Gaz saldırısının daha çok insanı yaralamasının sebebi de bu. Tamamen hazırlıksız yakalanmaları. İki saat sabredebilselerdi, zaten her şey bitmiş olacaktı. “Kısmetse gelip çayınızı içerim” diyen bir vali var. Flamalar indirilmiş, şenlik havasına dönülmüş, o anda saldırılıyor…

Sen ne yaptın peki?
- Çantamı kaptım ama oksijen tüpünü alamadım. Fırsat olmadı. Direkt çadırın içine girdiler çünkü. Biz parkın tam ortasındaydık, iki taraftan da saldırdılar. Göz gözü görmüyordu. Maskesi olmayanlar vardı. Millet, birbirini ezecekti. Allah’tan oradaki insanlar, 20 gündür gaz yiye yiye, nasıl davranmaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Herkes birbirini uyarıyordu. “Aman koşmayın, sakin olun!” Parkın dışına çıktıklarında bir daha şiddete maruz kaldılar. Her taraf insan kaynıyordu. Orada bir otele sığındık. Önce aldılar, sonra “Dışarı çıkmanız gerekiyor” dediler. “Polisle konuştuk, müdahale edilmeyecekmiş” dediler. Madem alıyorsun, niye çıkarıyorsun? Ben o arada tonla insana yardım ettim. Sonra çıkarıldık. Biraz yürüdük yine gaz saldırısı. Bir ucu Elmadağ’da, bir ucu Şişli’de, o kadar gaz sıktılar ki, binlerce insan perişan oldu. Biz Harbiye’de bir arkadaşın evine sığınmak zorunda kaldık. Bütün gece sokak aralarında gaz bombası atıldı.

Peki sen hiç mi korkmadın?
- Korkmaz olur muyum! Korktum tabii. Ama aşağıda sokağın içinde bir yaralı vardı. Yan yatmıştı. Baldırında hem yanık hem kesik vardı. Arkadaşımın evinde ne bulduysam, antibiyotik krem, birkaç parça bez, indim, yarasını temizledim, bezle sardım. Ayağa kaldırdım, daha emniyetli bir yere taşıdım...

Kafalarına dikiş atılırken annelerini arayıp “Anne ben iyiyim, merak etme” diyorlardı

Gençlerin tanıklığına devam ediyoruz…

Bugün karşınızda İstanbul Hukuk mezunu, gözü kara bir avukat var. Başından sonuna kadar hem direnişçi hem avukat olarak olayların içindeydi. Anlattıkları birebir yaşadıklarıdır. Dinleyelim…

Adın?
- Rozerin Kip.

Kaç yaşındasın?
- 32.

Meslek?
- Avukatım.

Kaç yıldır avukatlık yapıyorsun?
- Sekiz. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nin İnsan Hakları Bölümü’nde yüksek lisans yapıyorum.

Ne tür davalara bakıyorsun?

- Çalışma hayatında, ötekileştirilen kadınların ve LGBT bireylerin yaşadığı hak ihlallerine…

Gezi’de olma gerekçen…
- Hem direnişçi hem de hukukçu olarak yer aldım. 17 gün boyunca sokaklarda ve meydanlardaydım. O gençlerle birlikte direnmek beni çok onurlandırdı. Hukukçu olmak istemedim. Çünkü o ilk süreçte direnmek gerekiyordu. O mücadelenin içinde olmak, ruhuma anlatamayacağım kadar iyi geldi. Yeniden doğmak, yeniden umutlanmak, yeniden hayata sarılmak gibi. Parktaki direnişçilere malzeme taşıdım, yemek götürdüm, temizlik yaptım, onlarla birlikte zaman geçirdim.

Sonra peki…
- Bir an geldi, direnişçiden avukatlığa geçtim. Hukuki bilgilendirmelerde bulundum. Olası gözaltı durumlarında ne yapmaları gerektiğini anlattım. Polisin müdahalesinde kendilerini nasıl ifade edeceklerini izah ettim. O kadar saf ve apolitik ki o gençlerin bir kısmı, “Bir kere üzerinizde kimliğinizin olması gerekiyor” dedim. “Gözaltına alınırsanız, sebebini sorun” dedim. Elimden gelen hukuki desteği sundum. Sonraki aşamalarda hastanelerde görev aldım.

Gönüllü avukat olarak mı?
- Evet. Taksim İlk Yardım’da mesela. Gelen hastaların tedavi esnasında fotoğraflarını çekip, tutanak tutuyordum, nasıl bir darbeye maruz kaldıklarını, şikâyetçi olup olmadıklarını tespit ediyordum. Fotoğraflar, bizim için çok önemli. İstanbul Barosu olarak topluyoruz. Bunlar bizim delillerimiz. Çok ciddi mağduriyetler söz konusu çünkü.

Tanık olduğun en feci olay?
- Beşiktaş’taki mücadelede, kafasına fişek isabet etmiş bir genç adamın evine gittim. 10 gün komada kalmış. O gelemediği için baro, beni onun evine yolladı. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Korkunçtu hali. Algısı yok, konuşma yeteneğini kaybetmiş. Küçücük bir çocuğu var, ondan daha çocuk olmuş. Sonra gözü çıkan gençler gördüm. Biri hastaneye geldi. Doktor dedi ki, “O kadar yakın mesafeden plastik mermiye maruz kalmış ki, gözü sokakta akmıştır!” Bunu duyunca o gün iptal oldum, hiçbir şey yapamadım. Bu nasıl bir vahşilik! Burun burunasın, aranda üç metre var, adamın gözüne nişan alıp, plastik mermi sıkıyor. Senin gözünün önünde, adamın gözü akıyor! Bu açıklanabilecek bir şey midir?

Başka böyle tanık olduğun ve seni etkileyen olay var mıydı?
- Kafaları kanlar içinde geliyordu çocuklar, annelerini arıyorlardı hemen. Kafalarına dikiş atılırken, “Anne, ben iyiyim merak etme” diyorlardı. Hepsine saygı duydum. Onların cesareti, o cesur bakışlar, beni inanılmaz heyecanlandırdı. Dikişleri tamamlandıktan sonra da tekrar sokağa çıkıyorlardı.

Bütün bu olup bitenden sen nasıl etkilendin peki?
- Kendimi korkusuz zannederdim. Gerçekten de cesur ve mücadeleciyimdir. Ama günlerdir duyduğum bomba sesleri sanki bir savaşın içindeymişim hissini verdi. Ve beni kötü etkiledi. Panik atak başladı. Her an kötü bir şey olacakmış zannediyorum, arkamdan bir polis gelecek, orantısız şiddetle müdahale edecek zannediyorum. Normal bir yaşama bir daha hiç kavuşamayacakmışım gibi geliyor. Tabii ki öyle değil. Ama yaşadıklarımızın hepimizi sarstığı da muhakkak…

400’ün üzerinde gözaltı, 9 kayıp var

Kaç gözaltı oldu?
- 400’ün üzerinde. Tam rakam veremeyeceğim. Çünkü hâlâ sürüyor. Bunun dışında, kayıp gözaltılarımız var. Medyada yanlış bir bilgi dolaşıyor. 32 diye. Hayır, İstanbul Barosu’nun bildirdiği sayı dokuz. Aileler bildiriyor zaten. Gözaltı diye gitmişler. Ama emniyet kayıtlarında yok. Ne oldu bilmiyoruz. Araştırıyoruz.

Gönüllü olarak çalışan avukat sayısı…
- 900 avukat işini gücünü bıraktı, onlara hukuki destek sağlıyor. Ben de 20 gündür işimi bıraktım, hem savcılık hem mahkeme ifadelerinde yanlarındayım.

Doktorlar ve hukukçular hangi gerekçeyle alındı?
- Doktorlarınki iki şekilde. Birinci gerekçe, doktor olmayan şahısların varlığıydı. Hadi bu neyse de ikinci gerekçe asla kabul edilebilecek bir şey değil: Doktorların, mesai saatleri dahilinde Gezi’deki revirlerde çalışması. Muazzam bir tahammülsüzlük örneği.

Peki ya avukatlar?
- Gezi dağıtılınca biz de avukatlar olarak Çağlayan Adliyesi’nde protesto etmek istedik. Önce beş avukattık. Bize yapılan müdahalelerin sonrasında sayı 1100’e çıktı. O gün polis saçımdan tuttu, kalkanla vurdu, yere düştüm. Ayakkabım ayağımdan fırladı. Bayağı şiddet gördüm. Buna engel olmak isteyen iki arkadaşım, polisle tartışmaya başladı. Onlar da gözaltına alındı. Bu gözaltı sırasında, oturma eylemi yaptık. Sonra yaklaşık 300 çevik kuvvet polisi tarafından yaka paça cüppelerimizle alındık. Ben buna gözaltı demiyorum, gözaltı bir şüphe halinde alınır ve bir gerekçesi vardır. Bu bir ‘alı koyma’ydı. Zaten bizim tutanaklarımız tutulmadı, polis de haksız olduğunu biliyordu. Polise, “Bizi neden götürdüğünüzü biliyor musunuz?” dedim. “Hayır bilmiyoruz, bize gelen talimat bu yöndeydi” dedi. Ne yaptıklarını gerçekten bilmiyorlardı. Kanunsuz bir eylemdi, tabii ki suç duyurusunda bulunacağız.

AVUKAT GELMEDEN KONUŞMAYIN

Gezi’deki gençlere de söyledim: Kesinlikle hiçbir belgeye imza atmıyorsunuz. Hiçbir tutanağı imzalamıyorsunuz. “Derhal avukat istiyorum” diyorsunuz. Avukat istediğiniz takdirde, avukat gelmeden sizin ifadenizi kimse alamaz. Ve tabii şunu da unutmamak lazım: Emniyette ve savcılıkta, susma hakkı var insanların. Avukat gelmediği takdirde, susma hakkınızı kullanabilirsiniz.

O park küçük bir dünyaydı

Gezi’de seni çok şaşırtan neydi?
- O heyecan, o coşku, o paylaşım, o dayanışma. Rüya gibi bir yerdi. O park, küçük bir dünyaydı. Herkesin güler yüzlü olduğu, birbirini koruduğu, sakındığı... Her şeyden, siyasetten, bu hükümetten, baskıdan, alınan yargı kararlarından, ülkenin gidişatından, umutsuz olduğum bir anda, orası beni inanılmaz umutlandırdı. Ve insanların sokakta olması, baskı şiddete rağmen, istemediği şeyleri protesto etmesi beni geleceğimiz için umutlandırdı.

Her şeyin bittiğini düşündüm

‘Cadı avı’ gibi herkes evinden alınabilir mi?
- Olabilir. Bu halk direnişini, örgüt faaliyeti içine sokmaya çalışıyorlar. Peki bu örgüt faaliyetini gösteren kişilerin silahları ne dersiniz? Kask, baret, deniz gözlükleri, eldiven, gaz maskesi! Ya da evinde patlamış bir gaz bombası kapsülü var diye örgüt elemanı ilan ediyorlar! Basbayağı hayali bir örgüt oluşturulmak isteniyor. Ama gözaltılar devam edecek. Bundan daha fazlasını da bekliyoruz. Evet bu bir cadı avı. Ama yapacaklar…

O durumda ne yapılması gerekiyor?
- Bizler, gözaltı süreçlerinde şunu söyledik: Sokaktan alınıyorsanız, o anda isminizi bağırarak söyleyin, sonra sizi bulamıyoruz. Üzerinizde kimliğiniz yoksa alınabilirsiniz. Alınırsanız, neden gözaltına alındığınızı sorun. Hükümet şu anda olağanüstü hal uygulattığı için, insanları palaspandıras göz altına alıyor. O kadar çok insanı aldılar ki, talimatın kimden ve nereden geldiği de belli değil, birilerini toplamışlar, nereye götüreceklerini bilmedikleri için de bir yere bırakmışlar…

Nasıl yani?
- Tarlabaşı’nda bir otobüs dolusu insanı bırakmışlar mesela. Ne yapacağını bilmediklerinden, dolaştırıp dolaştırıp serbest bırakmışlar. Böyle başka olaylar da var.

Senin en korktuğun an hangisiydi?
- Geçen cumartesi Ramada Oteli’nde sıkıştık kaldık. Biz içerideydik, dışarısı büyük bir gaz bulutu altındaydı. Korkunçtu. Dışarıda polisler resmen gaz bombalı silahlarını bize doğrulttular. AKUT’a yardım etmek için de ordaydım, bir süre sonra kendimi sokağa attım ve direnişçilerle polis arasında kaldım. Yüzümde profesyonel bir gaz maskesi vardı. O anda elinde silah olan polisle göz göze geldim. Her şeyin bittiğini düşündüm. Ve çok korktum. O sesler hiç gitmiyor kulağımdan. Küçük çocuklar da vardı. Yüzlerce insan kaçışıyordu. “Biz bunları hak edecek ne yaptık?” dedim. Gerçekten ne yaptık?

 
 
SANKİ SAVAŞTAYIZ

Benim adım Ferda...
 Ferda, ‘yarın’ anlamına geliyor, ‘gelecek’ anlamına geliyor. Zaten o yüzden Gezi’deki direnişçilerden biriydim. Güzel günler, güneşli yarınlar ve özgür bir gelecek için. Bu 17 gün içinde, orada, Gezi’de erkek kardeşimin kurduğu çadırda muhteşem günler geçirdik. Kardeşim Mehmet, tıp öğrencisi, Gezi’deki revirde görevliydi.

11 Haziran’da kardeşimi arıyorum, telefonunu açmıyor, açmıyor. Tam işten çıkıp Taksim’e gidecekken mesajı geldi, “İyiyim ama burası kötü. Sakın gelme, yaralılar var…” Mümkün mü gitmemem? İşten çıktım, doğru Gezi’ye. Divan Oteli’nin önünde, baktım polis, bir grup gençle resmen savaşıyor! En az 2000 kişi de Divan’ın önünde slogan atıyor, Gezi’nin Divan Oteli girişine sürekli gaz bombaları geliyor, o sırada bir araba ateşe veriliyor. Ortalık gaz, duman. Gittim maske, gözlük aldım bir satıcıdan.

Dumanların içinden Gezi’ye daldım, doğru revire gittim. Kardeşim, solunum tüpüyle nefes almaya çalışan bir hastanın başındaydı. Beni görünce biraz kızar gibi oldu ama ona bile zamanı yoktu. Hâlâ müdahale bekleyen hastalar, yeni yaralılar vardı. “Sabah bir çocuk geldi. Adı Evren, kafatası paramparçaydı. Boynundan künye çıktı. Organlarını bağışladığını yazmış. İlk müdahaleyi ben yaptım, hastaneye kaldırıldı. İnşallah düzelir, çok fenaydı” dedi. Dokunsam ağlayacak, dokunamıyorum...

Gözümün önünde kafası yarılmış bir kız, bacağına dikiş atılan bir çocuk, diğeri TOMA’nın asitli suyundan yanmış… Derken daha önce revirde gönüllü olarak çalıştığım günlerden kalan bir-iki ilaç ismi bilgimle, ben de kardeşimin asistanı gibi, ona yardım etmeye başladım. “Soğutucu getir, Talcidli su bitmiş, Talcidli su hazırla!” O sırada annem arıyor, “Halk TV’de izliyoruz, meydana bombalar atıyorlar, Gezi’ye giren polisler de var. Kütüphaneyi dağıttılar. Neredesiniz çıkın oradan, eve gelin!” diyor. “İyiyiz anne, biz revirdeyiz” diyorum. “E revire de gaz atmışlar…” derken kapıyorum telefonu. “Sedyee, sedyeee…” diye bağrışmalar…

Yaralılar, yağmaya başlıyor, kafalar gözler yarılmış… “Dikiş… Dikiş atacak kim var?” “Tüp getirin… Yere mat serin… Yataklarda yer kalmadı… Sargı bezi… Boyunluk…” Duyduğum sesler bunlar. Gerçekten savaştayız sanki! Benim yaşlarımda bir çocuk geliyor, kollarını yana açmış, “Dokunmayın, yanıyorum” diyor. Tişörtünü kesip alıyorlar. Soğutucu spreyler sıkılıyor, krem sürülüyor. Çocuk, hâlâ yanıyor, her yeri. İçeri alıyorlar, çocuk şortunu da çıkarıyor. Çırılçıplak kalıyor. Asıl önemli yanık, belinin altında… Ambulans çağırıyoruz, arkadaşları geliyor, çocuğa ince bir örtü sarıp, götürüyorlar.

Gazlar, tam gaz devam ediyor. Kardeşim o sırada Çarşılı bir çocuğun bacağına giren plastik mermiyi çıkarıyor, yine oluk oluk kan. Çocuğun kafası da yarılmış farkında değil, saçları kan, nereyi dikeceğini şaşırıyor kardeşim. İnsanlar şaşırmış, polisler, Başbakan, bakanlar… “Müdahale olmayacak!” deyip parkı, savaş alanına çeviren vali de şaşırmış… Biz ona inandık, güvendik, o ne yaptı, nasıl bir vicdan kuruması bu! Öfkem onun koltuğundan, parasından, dünyasından daha büyük! Bana, binlerce insana, bu acıyı yaşattığı için…

Telefonun başında, annemi ağlattığı için... Ethem için, Evren için, ölenler, yaralanan binler için… Saat 12 olmuş, Gezi direniyor, insanlık ölüyor… Bir yandan meydan girişinde, revirdeki malzemeler, ilaçlar, Divan Oteli önüne kurulan revire, elden ele taşınıyor. Şarkılar, alkışlar sloganlar eşliğinde… Gaz atılıyor, kimse umursamıyor artık. Direndik tüm gece, böyle geçti gitti, yaralılar, ambulanslar… Ağlayan doktorlar gördüm… Ağladım, güzel ülkeme, geleceğime… Ama sonra dik durdum, “Özgür bir gelecek istiyorsan, direnmeye devam!” dedim, “Adım Ferda benim, gelecek benim, biziz…”
 

PROVOKATÖRLER

Ayşe Arman: Sadece göstericilerden değil, provokatörlerden de söz ediliyor?

Doktor Kaya: Bu kadar büyük toplumsal olaylarda, bu kadar büyük şiddet uygulanan yerlerde, araya şiddet yanlısı örgütlerin mensupları da karışabilir. Çünkü orası herkese açık. Bunu ne biz engelleyebiliriz ne polis. Ama polis müdahale edene kadar, orada hiçbir şekilde şiddet yoktu. Şiddeti yaratan polisin kendisi. Etmeseydi, olaylar asla bu hale gelmeyecekti. Hâlâ ‘iç mihrak’lar, ‘dış mihrak’lar deniyor, olayların başından beri içinde olan biri olarak bunun tamamen palavra olduğunu söyleyebilirim. Bizlere birtakım sözler verdiler, “Sizin güvenliğiniz için oradayız!” dediler, “Gelip arı vızıltıları ve ıhlamur kokuları eşliğinde, sizlerle çimlerde yatmak istiyoruz” dediler, bu lafları söyleyip, tekrar üzerimize gaz bombaları yağdırınca, insanlar güven krizi yaşadı. Onların inadına karşılık, bir inat meselesine dönüştü. Şiddet daha da büyüdü. Herkes otomatikman dayanışmacıyken, direnişçi oldu.