Beklemedik bir
anda, beklemedik bir şekilde, beklenmedik
insanlar tarafından bir tarih yazıldı
İstanbul’da, Gezi Parkı’nda…
Ve uygulanan orantısız şiddetten sonra çığ
gibi çoğaldı bir sürü şehirde, bir sürü
semtte. İnanılmaz şeyler yaşandı… İnanılmaz
sertlikte şiddet vakaları…
Ne gerek vardı? Ne olurdu Brezilya gibi küt
diye tatlıya bağlanıverseydi… Ne olurdu
‘Çapulcular’ denmeseydi, gaz bombaları,
plastik mermiler kullanılmasaydı, ne olurdu
gençler çadırlarında protestolarını yapıp
gitselerdi… Olmadı. Bize de geleceğe dair
umutlu ama acılı ve hüzünlü hikâyeleri
derleyip toparlamak kaldı. Günlerdir devam
eden gençlerin tanıklığı bugün de devam
ediyor…
"KEŞKE GÖZÜME DEĞİL BACAĞIMA SIKSALARDI"
Adın?
- Mahir.
Yaşın?
- 22. Aydın’da Ziraat Fakültesi’nde okuyorum.
Birkaç günlüğüne İstanbul’a geldim. Çocukluk
arkadaşım Serkan Gezi’ye gideceğini söyledi,
“Ben de geleyim” dedim. Arkadaşımı yalnız
bırakmak istemedim. Gittik.
Parkın içinde miydiniz?
- Evet. Kalabalıktı. Cıvıl cıvıldı. Şenlik
havasındaydı. Bir arkadaşımızı arıyorduk. Ne
olur ne olmaz diye deniz gözlüklerimiz vardı.
Gezi’nin 30 metre yanındaydık. Önümüzde
kalabalık bir grup vardı, biz o kalabalığın en
arkasındaydık. Herkesin mutlu olduğu bir
ortamdı, gülen, şakalaşan gençler, üniversite
kantini gibi. Birden ara sokakların birinden
polisler fırladı. Biz de grubun en arkasında
olduğumuz için ne olduğunu anlayamadık.
Muazzam bir panik oldu, herkes kaçışmaya
başladı. Bir anda plastik mermi ve gaz bombası
saldırısı altında kalıverdik. O arada deniz
gözlüğümü taktım.
Serkan neredeydi?
- Tam önümde. Derken “çatırt” diye bir ses
duydum, birden bir şey çarptı deniz gözlüğüme
ve parçalandı. Bedenime giren bıçak gibi ince
acı hissettim ama nereme ne olduğunu
anlayamadım. Yüzümden kan boşanmaya başladı.
Yüzümü görenler dehşet içindeydi. Benimse tek
derdim ölmemekti. Ne yapacağımı bilmeden
ölmemek için sağa sola koşuşturuyordum.
Ateş eden polisi gördün mü?
- Yüzünü seçemedim ama çok yakından ateş
ettiğini gördüm. Serkan’la bu yaylım ateşinden
kurtulmak için deli gibi koşmaya başladık.
Barikatın üzerinden atladık.
Gözün o haldeyken nasıl yapabiliyorsun?
- Canın söz konusu olunca, yapıyorsun. O anda
tek derdin hayatta kalabilmek. Bir ara fark
ettim ki, bütün tişörtüm baştan aşağı kan.
Barikatın arkasında sedye vardı, beni hemen
koydular, “Yaralı, yaralı” diye bağırarak
ambulansa taşıdılar. Tam o sırada polis yine
Gezi’ye saldırdı. Üstelik Serkan da astımlı.
Onlar beni sedyeye ambulansa yetiştirmeye
çalışırken, saldırıdan kaçanlar da üzerime
gelmeye başladılar. Sonra kendimi Taksim İlk
Yardım’da buldum.
Hastanede ne yaptılar?
- Yüzü temizlediler. Gözüme ışık tuttular.
Görüyor musun dediler? “Hayır” dedim. Beyin
tomografisi ve akciğer filmi çekildi, sonra
yapabilecekleri bir şey yoktu ki Beyoğlu Göz’e
naklettiler. Orada bir doktor tekrar muayene
etti. Gençten biriydi. Dünyanın en normal
şeyiymiş gibi bana, “Bir daha görmeyeceksin!”
dedi. Allah’tan sakin biriyim. Kimseyi üzmek
de istemem. Zaten Serkan perişan durumda
yanımda, bayıldı, ona da serum bağlandı.
Sana “Gözünü kaybettin” dediklerinde, aklından
ilk geçen neydi?
- Anneme ve babama bunu nasıl anlatacağım. Çok
üzüleceklerini biliyorum çünkü. Ama bunu
insanları üzmeden anlatmanın da bir yolu yok
ki. Anneme değil, babama söyledi Serkan, o
geldi. Ama o günden beri kendilerine
gelemediler.
Ameliyat oldun mu?
- Evet orada, Beyoğlu Göz’de ertesi gün
ameliyat ettiler. Çok anlayışlı bir hocaydı.
Bana ikinci bir ameliyattan sonra görme
ümidimin bile olabileceğini söyledi. Hayatını
kaybedenlerin olduğunu düşünürsek, yine de
kendimi şanslı sayabilirim. Bu konuda
söyleyebileceğim tek şey: Keşke gözüme değil
de, bacağıma sıksalardı…
"SADECE ELEKTRİK FATURAMI YATIRACAKTIM"
İsim?
- Selim.
Yaş?
- 23.
Sen neler yaşadın?
- Benim başıma gelenler biraz tuhaf. Geçen
pazartesi elektrik faturamı yatırmaya
gidecektim, gözaltına alındım.
Nasıl yani?
- Yeri bilmiyordum, yanımda iki arkadaşım
vardı. “Habertürk’ün arkasında bir yerde”
dediler, arıyoruz. Orada birilerini gördük
sordum: “Abi, Bedaş nerede?” “Ne
yapacaksınız?” dedi, “Fatura yatıracağız”
dedim. Birdenbire, “Kimliklerinizi gösterin!”
dedi. Meğer onlar sivil polismiş. Gösterdik.
Üzerimizde de şüphe çekecek hiçbir şey yok ne
gaz maskesi ne başka bir şey… Gözaltına
aldılar!
Hangi gerekçeyle?
- Cebimden LGBT kartı çıktı. Gezi’de de
standımız olduğu gerekçesiyle apar topar
götürdüler.
“Ne alaka?” demedin mi?
- Dedim de, dinleyen kim. O gün evinden ekmek
almaya çıkanlar bile gözaltına alındı. Tabii
ne yapacağımızı şaşırdık. Yanımdaki arkadaşımı
da tartakladılar, ensesine vurdular.
Niye?
- “Herhangi bir örgüte dahil değiliz,
LGBT’yiz” dediği için. “Sen nasıl i.ne
olursun? Nasıl böyle onursuz bir yaşam
sürersin!” diye çocuğa giriştiler. Sonra da
üçümüzü Vatan Caddesi’ndeki Emniyet binasına
götürdüler. Orada tekrar sordular, “Hangi
örgüt? “Örgüt değil, parti de değil, LGBT”
dedim. Oradaki görevli, “LGBT nedir?” dedi,
“Lezbiyen, gey, biseksüel ve trans bireylerin
kurduğu bir dayanışma” dedim. Birden
sinirlendi, “Sen erkek değil misin? Bir erkeğe
nasıl ilgi duyabilirsin!” dedi. Sonra, “Siz
eşcinselsiniz, birlikte filan olursunuz”
dediler, herkes aynı nezarette kalırken, bizi
üç farklı yere koydular. Çok aşağılayıcıydı.
Normalde gözaltı süresi 24 saat, bizi 36 saat
tuttular. Aç, susuz bıraktılar. Hadi o neyse
teröristmişiz gibi davrandılar. Psikolojik
şiddet uyguladılar. Avukatlarımız gelince
bıraktılar. Şimdi düşünüyorum da neydi benim
suçum? Sadece elektrik faturamı yatırmak
istemiştim…
"ÖTEKİNİN DİBİYİM"
Adın?
- Kaya.
Eğitim?
- Tıp fakültesi mezunuyum. Pratisyen hekimim.
Şu anda da Taksim’de aile hekimliği yapıyorum.
Bu eyleme nasıl, ne zaman dahil oldun?
- Başından beri içindeyim. Park, evimin dibi.
Ağaçların kesildiğini duydum. Her gün mesaiden
sonra gitmeye başladım. Sonra, herkesin
bildiği şiddet olayları yaşandı. Ben gaz
bombalarından nasibimi 31 Mayıs’ta aldım.
Kronik bronşitim var, ayrıca KOAH’lıyım. Gazla
ilk temasım, Talimhane tarafında oldu. Bir
anda nefes alamadım. Kendimi ölecekmişim gibi
hissettim. Sığınacak bir yer buldum da, zor
kurtuldum. O güne kadar sadece
‘dayanışmacı’ydım, o günden sonra ‘direnişçi’
oldum.
Peki doktor olarak da destek vermeye ne zaman
karar verdin?
- İnsanların bu orantısız saldırılar
karşısında ne kadar çaresiz olduğunu
gördüğümde. Talimhane’de çalıştığım bir klinik
vardı. Sahibine, “Bir sürü insan mağduriyet
yaşıyor, onlara yardım etmemiz gerekiyor,
kliniği kullanabilir miyiz?” dedim. “Tabii”
dedi. Ben de o bölgede kıstırılmış insanlara o
klinikte müdahale ettim.
Kimlere?
- Mesela, 50 yaşlarında astımlı bir kadına.
Feci şekilde gaza maruz kalmıştı, boğulmak
üzereydi, onu kliniğe taşıdım, oksijene
bağladım. Sonra bacağına, koluna plastik mermi
isabet edenlere. Kulak memesi kopmuş birine
dikiş attım, kulağı içine doğru kanıyordu,
kapama dikişi attıktan sonra onu acilen
hastaneye yolladım. Yakın mesafeden polisin
direkt yüzüne gaz sıktığı birine ilk yardım
yaptım. Bu insanlar ne gözlerini açabiliyordu
ne nefes alabiliyordu. Bir sürü yanık, kırık,
solunum sorunu yaşayan genç... Sonra elmacık
kemiği kırılanlar, gözünü kaybedenler...
Kendimi din, dil, ırk, cinsiyet, siyasi görüş
ayırmadan herkese bakmak mecburiyetinde
hissettim. Polis de gelse yardım edecektim. Ki
ettim…
Bu kadar büyük bir şiddet bekliyor muydun?
- Tabii ki hayır.
Gezi’deki atmosferi sen nasıl tarif edersin?
- Olağanüstüydü. Herkes kendi içinde bir renk
olarak oradaydı. Herkesin farklı alt
kimlikleri vardı. Asla empati yapabileceğimi
düşünmediğim gruplarla orada bir araya geldim.
Mesela?
- Mesela ulusalcılar. Birbirimize tolerans
gösterebileceğimizi, birbirimizi
anlayabileceğimizi rüyamda görsem inanmazdım.
Ama oldu. Ben Kürtüm, eşcinselim,
Hıristiyanım. Anlayacağın, ‘ötekinin dibi’yim!
Ulusalcılarla bir arada olmak, beni ilk
günlerde rahatsız etti. Ama sonra
yakınlaşınca, aslında o kadar da kötü
olmadıklarını gördüm. Birbirimizi dinledik,
sohbet ettik. LGBT bireyler olarak orada
yarattığımız sempati önemliydi. İnsanlar
eşcinsellerin, ‘cinsel’ bir şeyden ibaret
olmadığını fark ettiler. Gezi, hepimiz için
bir eğitim süreci oldu. Hepimizin, birbirine
karşı toleransı, doğa ve çevre bilinci,
dayanışma bilinci gelişti. Bunu çok önemli
buluyorum. Hayatımda görmediğim düzeyde bir
paylaşım vardı.
Bir tür ‘bilinç devrimi’ mi?
- Evet. Klasik anlamda, sosyalistlerin,
komünistlerin sözünü ettiği ‘devrim’den farklı
bir şey. ‘Devrim’, illa siyasal iktidarı
devirmek değildir. Siyasal iktidarı uyandırmak
da bir devrimdir aslında. Bizim yapmaya
çalıştığımız da buydu. Söylemeye çalıştığımız
şey çok basitti: “Lütfen sadece kulaklarını aç
ve bizi de dinle! Bizi duy, varlığımızı kabul
et. Politikalarınla bizi sürekli öteliyorsun,
eziyorsun. Artık buna son ver!”
Ya geçen cumartesi…
- Yine aynı senaryo. Kimsenin saldırı
beklediği yoktu. Taksim Dayanışması,
Başbakan’la görüştükten sonra, sabaha karşı
3’te meydana canlı bağlandı. “Hükümetle
görüştük. Görüşme neticesinde Yüksek Mahkeme
kararı açıklanmadan ya da referandum sonucu
netleşmeden Gezi’ye hiçbir müdahale olmayacak”
dedi. Bunun rehavetiyle insanlar, kendilerini
koruyacakları malzemeleri bile sağa sola
attılar. Gaz saldırısının daha çok insanı
yaralamasının sebebi de bu. Tamamen
hazırlıksız yakalanmaları. İki saat
sabredebilselerdi, zaten her şey bitmiş
olacaktı. “Kısmetse gelip çayınızı içerim”
diyen bir vali var. Flamalar indirilmiş,
şenlik havasına dönülmüş, o anda saldırılıyor…
Sen ne yaptın peki?
- Çantamı kaptım ama oksijen tüpünü alamadım.
Fırsat olmadı. Direkt çadırın içine girdiler
çünkü. Biz parkın tam ortasındaydık, iki
taraftan da saldırdılar. Göz gözü görmüyordu.
Maskesi olmayanlar vardı. Millet, birbirini
ezecekti. Allah’tan oradaki insanlar, 20
gündür gaz yiye yiye, nasıl davranmaları
gerektiğini öğrenmişlerdi. Herkes birbirini
uyarıyordu. “Aman koşmayın, sakin olun!”
Parkın dışına çıktıklarında bir daha şiddete
maruz kaldılar. Her taraf insan kaynıyordu.
Orada bir otele sığındık. Önce aldılar, sonra
“Dışarı çıkmanız gerekiyor” dediler. “Polisle
konuştuk, müdahale edilmeyecekmiş” dediler.
Madem alıyorsun, niye çıkarıyorsun? Ben o
arada tonla insana yardım ettim. Sonra
çıkarıldık. Biraz yürüdük yine gaz saldırısı.
Bir ucu Elmadağ’da, bir ucu Şişli’de, o kadar
gaz sıktılar ki, binlerce insan perişan oldu.
Biz Harbiye’de bir arkadaşın evine sığınmak
zorunda kaldık. Bütün gece sokak aralarında
gaz bombası atıldı.
Peki sen hiç mi korkmadın?
- Korkmaz olur muyum! Korktum tabii. Ama
aşağıda sokağın içinde bir yaralı vardı. Yan
yatmıştı. Baldırında hem yanık hem kesik
vardı. Arkadaşımın evinde ne bulduysam,
antibiyotik krem, birkaç parça bez, indim,
yarasını temizledim, bezle sardım. Ayağa
kaldırdım, daha emniyetli bir yere taşıdım...
Kafalarına dikiş atılırken annelerini arayıp
“Anne ben iyiyim, merak etme” diyorlardı
Gençlerin
tanıklığına devam ediyoruz…
Bugün karşınızda İstanbul Hukuk mezunu, gözü
kara bir avukat var. Başından sonuna kadar hem
direnişçi hem avukat olarak olayların
içindeydi. Anlattıkları birebir
yaşadıklarıdır. Dinleyelim…
Adın?
- Rozerin Kip.
Kaç yaşındasın?
- 32.
Meslek?
- Avukatım.
Kaç yıldır avukatlık yapıyorsun?
- Sekiz. Aynı zamanda Bilgi Üniversitesi’nin
İnsan Hakları Bölümü’nde yüksek lisans
yapıyorum.
Ne tür davalara bakıyorsun?
- Çalışma hayatında, ötekileştirilen
kadınların ve LGBT bireylerin yaşadığı hak
ihlallerine…
Gezi’de olma gerekçen…
- Hem direnişçi hem de hukukçu olarak yer
aldım. 17 gün boyunca sokaklarda ve
meydanlardaydım. O gençlerle birlikte direnmek
beni çok onurlandırdı. Hukukçu olmak
istemedim. Çünkü o ilk süreçte direnmek
gerekiyordu. O mücadelenin içinde olmak,
ruhuma anlatamayacağım kadar iyi geldi.
Yeniden doğmak, yeniden umutlanmak, yeniden
hayata sarılmak gibi. Parktaki direnişçilere
malzeme taşıdım, yemek götürdüm, temizlik
yaptım, onlarla birlikte zaman geçirdim.
Sonra peki…
- Bir an geldi, direnişçiden avukatlığa
geçtim. Hukuki bilgilendirmelerde bulundum.
Olası gözaltı durumlarında ne yapmaları
gerektiğini anlattım. Polisin müdahalesinde
kendilerini nasıl ifade edeceklerini izah
ettim. O kadar saf ve apolitik ki o gençlerin
bir kısmı, “Bir kere üzerinizde kimliğinizin
olması gerekiyor” dedim. “Gözaltına
alınırsanız, sebebini sorun” dedim. Elimden
gelen hukuki desteği sundum. Sonraki
aşamalarda hastanelerde görev aldım.
Gönüllü avukat olarak mı?
- Evet. Taksim İlk Yardım’da mesela. Gelen
hastaların tedavi esnasında fotoğraflarını
çekip, tutanak tutuyordum, nasıl bir darbeye
maruz kaldıklarını, şikâyetçi olup
olmadıklarını tespit ediyordum. Fotoğraflar,
bizim için çok önemli. İstanbul Barosu olarak
topluyoruz. Bunlar bizim delillerimiz. Çok
ciddi mağduriyetler söz konusu çünkü.
Tanık olduğun en feci olay?
- Beşiktaş’taki mücadelede, kafasına fişek
isabet etmiş bir genç adamın evine gittim. 10
gün komada kalmış. O gelemediği için baro,
beni onun evine yolladı. Ne kadar üzüldüğümü
anlatamam. Korkunçtu hali. Algısı yok, konuşma
yeteneğini kaybetmiş. Küçücük bir çocuğu var,
ondan daha çocuk olmuş. Sonra gözü çıkan
gençler gördüm. Biri hastaneye geldi. Doktor
dedi ki, “O kadar yakın mesafeden plastik
mermiye maruz kalmış ki, gözü sokakta
akmıştır!” Bunu duyunca o gün iptal oldum,
hiçbir şey yapamadım. Bu nasıl bir vahşilik!
Burun burunasın, aranda üç metre var, adamın
gözüne nişan alıp, plastik mermi sıkıyor.
Senin gözünün önünde, adamın gözü akıyor! Bu
açıklanabilecek bir şey midir?
Başka böyle tanık olduğun ve seni etkileyen
olay var mıydı?
- Kafaları kanlar içinde geliyordu çocuklar,
annelerini arıyorlardı hemen. Kafalarına dikiş
atılırken, “Anne, ben iyiyim merak etme”
diyorlardı. Hepsine saygı duydum. Onların
cesareti, o cesur bakışlar, beni inanılmaz
heyecanlandırdı. Dikişleri tamamlandıktan
sonra da tekrar sokağa çıkıyorlardı.
Bütün bu olup bitenden sen nasıl etkilendin
peki?
- Kendimi korkusuz zannederdim. Gerçekten de
cesur ve mücadeleciyimdir. Ama günlerdir
duyduğum bomba sesleri sanki bir savaşın
içindeymişim hissini verdi. Ve beni kötü
etkiledi. Panik atak başladı. Her an kötü bir
şey olacakmış zannediyorum, arkamdan bir polis
gelecek, orantısız şiddetle müdahale edecek
zannediyorum. Normal bir yaşama bir daha hiç
kavuşamayacakmışım gibi geliyor. Tabii ki öyle
değil. Ama yaşadıklarımızın hepimizi sarstığı
da muhakkak…
400’ün üzerinde gözaltı, 9 kayıp var
Kaç gözaltı oldu?
- 400’ün üzerinde. Tam rakam veremeyeceğim.
Çünkü hâlâ sürüyor. Bunun dışında, kayıp
gözaltılarımız var. Medyada yanlış bir bilgi
dolaşıyor. 32 diye. Hayır, İstanbul Barosu’nun
bildirdiği sayı dokuz. Aileler bildiriyor
zaten. Gözaltı diye gitmişler. Ama emniyet
kayıtlarında yok. Ne oldu bilmiyoruz.
Araştırıyoruz.
Gönüllü olarak çalışan avukat sayısı…
- 900 avukat işini gücünü bıraktı, onlara
hukuki destek sağlıyor. Ben de 20 gündür işimi
bıraktım, hem savcılık hem mahkeme
ifadelerinde yanlarındayım.
Doktorlar ve hukukçular hangi gerekçeyle
alındı?
- Doktorlarınki iki şekilde. Birinci gerekçe,
doktor olmayan şahısların varlığıydı. Hadi bu
neyse de ikinci gerekçe asla kabul
edilebilecek bir şey değil: Doktorların, mesai
saatleri dahilinde Gezi’deki revirlerde
çalışması. Muazzam bir tahammülsüzlük örneği.
Peki ya avukatlar?
- Gezi dağıtılınca biz de avukatlar olarak
Çağlayan Adliyesi’nde protesto etmek istedik.
Önce beş avukattık. Bize yapılan müdahalelerin
sonrasında sayı 1100’e çıktı. O gün polis
saçımdan tuttu, kalkanla vurdu, yere düştüm.
Ayakkabım ayağımdan fırladı. Bayağı şiddet
gördüm. Buna engel olmak isteyen iki
arkadaşım, polisle tartışmaya başladı. Onlar
da gözaltına alındı. Bu gözaltı sırasında,
oturma eylemi yaptık. Sonra yaklaşık 300 çevik
kuvvet polisi tarafından yaka paça
cüppelerimizle alındık. Ben buna gözaltı
demiyorum, gözaltı bir şüphe halinde alınır ve
bir gerekçesi vardır. Bu bir ‘alı koyma’ydı.
Zaten bizim tutanaklarımız tutulmadı, polis de
haksız olduğunu biliyordu. Polise, “Bizi neden
götürdüğünüzü biliyor musunuz?” dedim. “Hayır
bilmiyoruz, bize gelen talimat bu yöndeydi”
dedi. Ne yaptıklarını gerçekten bilmiyorlardı.
Kanunsuz bir eylemdi, tabii ki suç duyurusunda
bulunacağız.
AVUKAT GELMEDEN KONUŞMAYIN
Gezi’deki gençlere de söyledim: Kesinlikle
hiçbir belgeye imza atmıyorsunuz. Hiçbir
tutanağı imzalamıyorsunuz. “Derhal avukat
istiyorum” diyorsunuz. Avukat istediğiniz
takdirde, avukat gelmeden sizin ifadenizi
kimse alamaz. Ve tabii şunu da unutmamak
lazım: Emniyette ve savcılıkta, susma hakkı
var insanların. Avukat gelmediği takdirde,
susma hakkınızı kullanabilirsiniz.
O park küçük bir dünyaydı
Gezi’de seni çok şaşırtan neydi?
- O heyecan, o coşku, o paylaşım, o dayanışma.
Rüya gibi bir yerdi. O park, küçük bir
dünyaydı. Herkesin güler yüzlü olduğu,
birbirini koruduğu, sakındığı... Her şeyden,
siyasetten, bu hükümetten, baskıdan, alınan
yargı kararlarından, ülkenin gidişatından,
umutsuz olduğum bir anda, orası beni inanılmaz
umutlandırdı. Ve insanların sokakta olması,
baskı şiddete rağmen, istemediği şeyleri
protesto etmesi beni geleceğimiz için
umutlandırdı.
Her şeyin bittiğini düşündüm
‘Cadı avı’ gibi herkes evinden alınabilir mi?
- Olabilir. Bu halk direnişini, örgüt
faaliyeti içine sokmaya çalışıyorlar. Peki bu
örgüt faaliyetini gösteren kişilerin silahları
ne dersiniz? Kask, baret, deniz gözlükleri,
eldiven, gaz maskesi! Ya da evinde patlamış
bir gaz bombası kapsülü var diye örgüt elemanı
ilan ediyorlar! Basbayağı hayali bir örgüt
oluşturulmak isteniyor. Ama gözaltılar devam
edecek. Bundan daha fazlasını da bekliyoruz.
Evet bu bir cadı avı. Ama yapacaklar…
O durumda ne yapılması gerekiyor?
- Bizler, gözaltı süreçlerinde şunu söyledik:
Sokaktan alınıyorsanız, o anda isminizi
bağırarak söyleyin, sonra sizi bulamıyoruz.
Üzerinizde kimliğiniz yoksa alınabilirsiniz.
Alınırsanız, neden gözaltına alındığınızı
sorun. Hükümet şu anda olağanüstü hal
uygulattığı için, insanları palaspandıras göz
altına alıyor. O kadar çok insanı aldılar ki,
talimatın kimden ve nereden geldiği de belli
değil, birilerini toplamışlar, nereye
götüreceklerini bilmedikleri için de bir yere
bırakmışlar…
Nasıl yani?
- Tarlabaşı’nda bir otobüs dolusu insanı
bırakmışlar mesela. Ne yapacağını
bilmediklerinden, dolaştırıp dolaştırıp
serbest bırakmışlar. Böyle başka olaylar da
var.
Senin en korktuğun an hangisiydi?
- Geçen cumartesi Ramada Oteli’nde sıkıştık
kaldık. Biz içerideydik, dışarısı büyük bir
gaz bulutu altındaydı. Korkunçtu. Dışarıda
polisler resmen gaz bombalı silahlarını bize
doğrulttular. AKUT’a yardım etmek için de
ordaydım, bir süre sonra kendimi sokağa attım
ve direnişçilerle polis arasında kaldım.
Yüzümde profesyonel bir gaz maskesi vardı. O
anda elinde silah olan polisle göz göze
geldim. Her şeyin bittiğini düşündüm. Ve çok
korktum. O sesler hiç gitmiyor kulağımdan.
Küçük çocuklar da vardı. Yüzlerce insan
kaçışıyordu. “Biz bunları hak edecek ne
yaptık?” dedim. Gerçekten ne yaptık?
|