Genelde paranoyak değilimdir,
kişisel veya toplumsal meselelerde kolay paniklemem.
Ama son günlerde öylesine olaylar yaşandı ve yaşanıyor
ki, ben de kendimi bir tür korku çemberinin içinde
buldum.
Nasıl, nereden başlayayım?
Emin Çölaşan gibi “sevgili okuyucularım” hitabıyla mı
başlamalı? Zeynep Oral gibi “Korkuyorum” başlığını
atıp ”bu ülkede olup bitenlerden artık korkuyorum” mu
demeli? Yoksa bir RTE hitabeti üslubuyla “Eyyy okur!”
diye mi lafa girmeli?
Elbette temel sorun bizi
Ortadoğu batağının derinlerine ve bitmeyen mezhep
savaşlarının ortasına çekme basireti gösteren
hükümetin o görkemli dış politikası. Ve ülkenin her
gün her dakika daha büyük belalara bulaşması korkusu.
Ama basındaki sayısız değerli
kalemin ve siyasal düşünürlerin layıkıyla eğildiği bu
konuya benim de değinmeme gerek yok. Ben kendi
mütevazı alanımdaki korkularımı dile getireyim.
Örneğin dine, inanca ve ibadete olan sonsuz hoşgörüme
karşın, üst üste gelen kimi haberlerin beni nasıl
şaşırttığından dem vurayım.
Nasıl olmasın ki… Şu olanlara
bakınız... Büyükada gibi bir sayfiye cennetinde,
restoranların hemen yanına cami izni veriliyor. Hem de
Koruma Kurulu’ndan da izin alınarak... Camiye karşı
çıkan yok!.. Ama yasalar camilerin 100 metre yakınına
kadar içki ruhsatı vermiyor. Oysa cami için istenen
yer, içkili restoranların komşusu. Zaten dört cami ve
bir mescit sahibi adada yeni bir cami gerekse bile,
orası olması şart mı?
Benzer biçimde, bir diğer
cennet sayfiye Alaçatı’da, il özel idarelerine ait
mülklerin son dönemde yeni uygulamayla çokluk
bakanlıklara, birazcık da belediyelere tahsis edilmesi
uygulaması dahilinde, 22 işyeri Diyanet İşleri
Başkanlığı’na devrediliyor. Ve bunlardan 14’ü de
içkili lokanta!.. Yani, İslam dininin temelde içkiye
karşı olması durumuyla birleşince, hepsi
kapatılacak!...
Elbette her dinin kendi
kuralları var. Şarabı kendi tarihinin ve kendi
uygulamalarının ayrılmaz bir parçası olarak gören
Hıristiyanlık’a karşı, İslam’ın alkolün hiçbir türünü
hoş görmemesi anlaşılabilir. Ama burası her şeye
karşın hala laik bir ülke... Bir yanda isteyen dini
inancını tüm gerekleriyle yerine getirebilir. Öte
yanda ise inanmayanlar, başka şeylere inananlar ya da
inançla gündelik hayatı içki dahil belli bir senteze
ulaştırmak isteyenler, kendi bildiklerini okur. Öyle
değil mi?
Bu gibi durumlarda tüm sorun,
katı inanç sahibiyle az veya çok inançsızları karşı
karşıya getirecek tutum ve kararlardan kaçınmaktır.
Bırakınız artık ulusal sanayimiz sayılan turizmin
özellikle bu tür yerlerdeki evrensel taleplerini...
Ama sırf kendi insanımız için düşünsek bile, siz
kalkıp içkili lokantaların yanına cami yaparsanız veya
bir turistik kıyı kentinin içkili lokantalarını toptan
Diyanet İşleri’ne tahsis ederseniz, çıngar çıkması
kaçınılmazdır.
Ve izninizle, bundan büyük bir
bölücülük örneği de olamaz... İki farklı yaşam
biçimini barış içinde bir arada yaşamaya teşvik etmek
yerine, üç arazi parçası için karşı karşıya getirmek,
tam bir vatan düşmanlığıdır. Bu gibi şeyleri planlayıp
uygulayanlar, en hafif tabiriyle ancak ham softalardır
ve gerçek devlet adamlığı veya kamu hizmetkârlığıyla
hiçbir alakaları olamaz.
Ayni tutucu kafanın eğitimde
de sinsi sinsi çaba gösterdiği görülüyor. Yalçın
Bayer’in geçenlerde Her Yer İmam Hatip yazısında
ayrıntılı biçimde belirttiği gibi, liselere öğrenci
yerleştirme sisteminde yapılan çeşitli değişiklikler
sonucu, Bayer’in deyişiyle “Bakanlık, velileri
çocuklarını İmam Hatip’te okutsun diye kıskaç içine
almakta”. Devlet okulları sürekli İmam Hatip’e
dönüştürülüyor, örneğin ailelerin bağışlarıyla
yenilenen Profilo Bağış İlköğretim Okulu İmam Hatip
oluyor. Daha birçok böyle örnek var. İmam Hatip’ler en
modern binalara taşınarak cazip kılınıyor. Ve Anadolu
Lisesi’nden fazla İmam Hatip Okulu olan ilçelerin
sayısı hızla artıyor.
Ne ziyanı mı var? Valla benim
için de yoktu. Düne kadar... O okullardan da bilgili,
bilinçli, eğitimli insanlar çıkacağına inanırdım. Tüm
İmam-Hatip’lileri tenzih ederim, ama artık bu RTE
felaketinden sonra ayni biçimde düşünebilir miyiz?
Ülkede daha yüzlerce, binlerce Tayyip görmek isteyen
var mı? Umarım en azından bu satırları okuyanların
arasında yoktur!..
Ve işte bu konudaki son haber
ve son perde. Yeni çıkan ve önceki gün yürürlüğe giren
Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği’nde AVM’lerden SİT
alanlarına, kentsel dönüşümden siluet sorunlarına her
şey bakanlıklara devrediliyor. Bu arada, planlarda 150
metre arayla mescit, 250 metre arayla küçük, 400 metre
arayla büyük cami yapılabilecek.
Oysa ilkokullar için 500,
ortaokullar için 1000, liseler içinse 2500 metre
asgari mesafe şart!.. Böylece her yer camiyle
dolarken, çevrelerinde içki içmek mümkün olmayacak!..
İnsanın aklına gelmiyor değil: 40 madde ve yüzlerce
fıkra içeren bu yeni planı sessiz sedasız yürürlüğe
koymak, acaba bizleri içki denen o beladan korumak
için özellikle mi çıkarıldı diye...
Evet dostlar, artık ben de
korkuyorum. Büyükada veya Alaçatı’da deniz kıyısında
oturup gönlümce rakı veya şarap içerek balık
yiyemeyeceksem... Beyoğlu’nun Asmalımescit’inde bir
akşam yorgunluğunu kaldırım masalarında sere-serpe
oturup atamayacaksam... Çocuğumu istediğim liseye
değil, İmam Hatip’e göndermek için zorlanacaksam...
Bunların başka şeylerle
birlikte en doğal hak olduğu ve artık 100. yılına
yaklaşan bir Cumhuriyet rejiminde, tüm bunlar için
yeniden mücadele vermem gerekecekse... Ve uzun
zamandır söylendiği gibi, her alanda hayat tarzımıza
müdahale, artık kapının hemen ardındaki bir
olasılıksa...
Bu korkularım, bambaşka bir
olayla destekleniyor. Bir medya olayı bu... Radikal
gazetesinin 21 Haziran’da son kez yayınlanacağı ve
sonrasında sadece internette bir sanal gazeteye
dönüşeceği haberi... Çağdaş medyanın tüm dünyada
yaşadığı bunalımın bir diğer örneği (Bakınız: 50 yıla
yakın gazetecilikten sonra, bu internet sitesine
sığınan bendeniz!)
Ama çok normal da olsa,
Radikal haberi beni incitiyor. Özellikle yukarda
anlattığım gelişmelerin ışığında... Çünkü Radikal
çevre ve doğa korumacılığı konularındaki özel
tavrıyla, bu konularda hep en büyük destek ve
güvencelerimizden biri olmuştu. Örnekse, yukarıdaki
Büyükada ve Alaçatı haberlerini oradan alıp kullandım.
Üzülmemek mümkün mü?
İşte böyle. Tüm korku ve
kaygılarımda haklı değil miyim, söyler misiniz?
İki küçük not:
Sevgili dostum, harikulade bir hayatın sahibi
yazar-düşünür Ayşe Şasa aramızdan ayrıldı. Onu
rahmetle uğurluyorum.
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu
için de bir minik notum var. Onun diğer işleri
arasında Nazım Hikmet’i de Arapça’ya çevirdiğini
bilmek önemli. Hem Nazım’a gönül vermiş, hem de içine
düştüğümüz şu Ortadoğu batağında Arapça’yı böylesine
bilen bir Cumhurbaşkanı size de ideal gözükmüyor mu?
|