SİLOPİ’DE BİR GÜN: ‘YA BARIŞ GELİR YA DA BİZİ TOPYEKUN KATLEDERLER…’

Mevheş Evin 
Milliyet Gazetesi, 27 Ağustos 2015

                         
...................
 
...................

CC Notu: Gazeteci Mehveş Evin aşağıdaki makalenin yayınlanmasından bir gün sonra Milliyet Gazetesi'ndeki işinden çıkarılmıştır.

Her gün yeni çatışma, operasyon, sokağa çıkma yasağı, ölüm ve yaralanma haberleri geliyor. Ancak hem sansür, hem derin kutuplaşma nedeniyle Güneydoğu ve Doğu hakkında basında yanlı, eksik, bazen de çarpıtılmış bilgi bombardımanı altındayız.

Yerel bir gazetecinin şahane tespitiyle “Biz, olan bir şeyi veremezken onlar (havuz medyası) olmayan haberi veriyorlar…”

İşte tam bu nedenle gazeteci meslek örgütü temsilcileriyle (ÇGS, Basın-İş, TGS) olup bitenleri yerinde görüp değerlendirmek üzere Diyarbakır ve Şırnak’a gittik.

24 Ağustos’ta Silvan Belediyesi’ne vardığımızda, Diyarbakır valiliğinin sokağa çıkma yasağı ilanıyla karşılandık. İletişim kanalları (cep telefonları, internet) yine kapatılmıştı. Oysa geçen haftadan bu yana HDP’lilerin kurduğu diyalogla hendekler kapatılmış, çatışmalar bitme noktasına gelmişti.  Ancak barikatlar duruyordu.

Silvan Belediyesi Eş Başkanı Yüksel Boydak’ın verdiği bilgiye göre sabah saatlerinde askeri araçlar ilçeyi kuşatmıştı. HDP ve DBP’liler, kaymakama ‘gençlerle görüşüp tansiyonu düşürmek istediklerini’ söylese de buna izin verilmemişti.

Vali: Emre gerek yok

TOMA’larla sokağa çıkma yasağı ilan edilirken ortalık ıssızlaştı. O sırada Tekel Mahallesi’nden silah, hatta havan topu sesleri gelmeye başladı.

Son kalan esnaf dükkanını kapatırken çarşıya indik. Bir TOMA ve akrep, “Dağılın, daha hızlı, daha hızlı” anonsuyla bizi kovalamaya başlayınca kendimizi tarihi Selahattin Eyyubi Camii’nin bahçesine atarak zor kurtardık.

Böylece bir haftada ikinci kez Silvan’da ‘ohal’ uygulamasının şahidi oldum.

Diyarbakır Valisi Hüseyin Aksoy’la iki gün sonra yaptığımız görüşmede gözlemlerimizi aktardık. Aksoy, “Hiçbir sivilin zarar görmemesi için büyük çaba sarf ediyoruz. Sokağa çıkma yasağı, sınırlı olarak üç mahallede uygulanıyor. Kurtarılmış bölge algısı yaratılıyor, bu kabul edilebilir şey değil. İletişim kesilmesine dair bilgim yok” karşılığını verdi.

Valiye, “Operasyon nereden yönetiliyor?” diye sorduğumuzda, “Emre gerek yok. Kapatılan sokakları açmak emniyet güçlerinin görevidir” dedi.

Kilometrelerce yolda sıfır kontrol

Ertesi sabah, Cizre ve Silopi’ye gitmek üzere yola çıktık… ‘Barış’ zamanında bile yollarda mutlaka devlet kimlik kontrolü yapardı. Silvan ve Lice’de de dikkatimizi çektmişi; 215 km’lik Diyarbakır-Cizre karayolunda da hiçbir kontrol noktasına rastlamadık…

Bunda, son zamanlarda güvenlik güçlerine yönelik mayın ve bombalarla yapılan saldırıların etkisi olmalı.

Diyarbakır’ın aksine Şırnak’a bağlı Cizre ve Silopi’de, Ağustos başında pek çok sivil öldü ve yaralanmıştı. Silopi HDP İlçe Eş Başkanı Ali Alın, 7 Ağustos sabahı mahalleden gelen telefonlarla uyandıklarını aktardı: “Sabaha karşı özel harekat timi basmış. Başak Mahallesi’nde açılan ateşte bazı evlerde yangın çıktı. İkisi tamamen, altısı kısmen yandı. İtfaiye ve ambulansların olay yerine ulaşmasına izin verilmedi.  Yaralılarını hastaneye taşıyanlar, polisin doktora ‘Önce bizim yaralılarımıza bak’ diye zor kullandığını anlattı. Zaten o doktor görevden alındı. Yaralılardan birini polis hastanede infaz etti. Gelen vekillere bile silah çekildi.”

Peki ne olmuştu da işler bu noktaya gelmişti? İHD Silopi raporuna göre sokaklarda hendek kazılması üzerine polis, Başak Mahallesi’ne baskın yapmıştı. Gerginlik çatışmaya dönüşmüş ve olaylarda bir polis ve üç sivil hayatını kaybetti.

Karşıdan evine ateş açılmış

 

Fakirlikten bile can yakıcı olan, savunmasız insanların ne zaman kendilerine doğrultulacağını bilmedikleri bir namlunun ucunda yaşamaya alışmaları…

Silopi’nin Başak (Zap) Mahallesi’nde çatışmalar durulsa da taşları sökük, bazıları yıkılmış duvarları sloganlarla dolu sokaklarda tek tük insan var. Kimi sokakların başı, taşlarla, hatta kamyonla kapatılmış.

 

Bazı duvar ve kapılarda çok sayıda mermi deliği göze çarpıyor.



Pencerelerden meraklı kadın başları uzanıyor, derken çocuklar çıkmaya başlıyor. Evleri ziyaret ederken peşimize takılan çocuk sayısı, fareli köyün kavalcısı misali, 20-30’u buluyor.

Çocuklar fotoğraf çekmemizi istiyor, slogan atıyor, neşeyle etrafımzıda koşturuyor. Meğer aileler, haftalardır korkudan çocukları sokağa bırakmıyormuş.

 

Yanan evlerden birine giriyoruz. Evin sahibi Hüseyin Aşula, 7 Ağustos’ta 10 çocuğuyla birlikte silah seslerine uyandıklarını anlatıyor. Karşı evin kapısının koçbaşı ile kırılmış, üst kata çıkan keskin nişancının etrafa ve evine ateş açmış.

Ateş fişeğinin, damdaki erzak ve yatak döşeği tutuşturmasıyla ev yanmaya başlamış. 17 yaşındaki Kader, kardeşlerini önce hemen yanda evi bulunan amcasına, orası da hedef alınınca arka sokaklara geçtiklerini anlatırken, “Çok korktuk… IŞİD’li gibi tipler vardı” diyor.

‘Söyle yatsı kaç rekatt?’

IŞİD’li benzetmesini farklı tanıkların ağzından da dinlemek mümkün: Sadece Silopi’deki olaylarda değil, başka bölgelerde de ‘sakallı, orta yaşlı, IŞİD görünümlü’ olarak tarif edilen silahlı güçlerin ‘bölgeye özel olarak yollanan, farklı, özellikle bu iş getirilmiş bir ekip’ olduğuna dair iddialar, kayıtlarda yer alıyor.

Gözaltında işkence göre Ferman Aytış’ın İHD yetkililerine o güne dair anlattığı olaylar şöyle: “Amcaoğlum Hasan Aşula, kardeşi Nahide ve komşumuz yaralandı, hastaneye götürdük. Hastanede etrafımızı sardılar, yaralıları hatta annesini dövmeye başladılar. Hastanede beni tanıyan bir polis yanıma gelip ağzıma vurup dişlerimi kırdı. Bir taraftan da yangın tüpüyle başıma vuruyordu. Sonra yaralıları emniyete götürdüler. Sırayla bizi dövmeye başladılar. Yemin ederek ‘Benim suçum yok, ben bir şey yapmadım’ diyordum. Onlar da bağırarak ‘Sus, sen Müslüman değilsin, Kuran ve Allah adına yemin etme’ dediler. ‘Yatsı namazı kaç rekât’ diye sordular. Cevap verdiğim halde, ‘Yok yanlış’ deyip vuruyorlardı.”

 

İlginçtir, özel timlerin girdiği bir başka evde –o gece neyse ki aile başka yerde kalıyormuş- duvarda asılı duran Kuran ve dolaplara bile kurşunlar isabet etmiş.

‘Hepiniz teröristsiniz, kökünüzü kazıyacağız’

 

Nahide’nin abisi Hasan, Silopi hastanesinde stajyer öğrenci. Sabah çıkıyor, ancak telefonunu evde unutunca geri dönüyor. Kardeşi Nahide’den telefonunu alırken, sağ bacağından vuruluyor.



Nahide’nin ise sağ kulağına ve sırtına mermi isabet ediyor.

Hasan hastaneye kaldırıldığında bir polis, “Hepiniz teröristsiniz, kökünüzü kazıyacağız” diyerek silahın kabzasıyla başına vuruyor (İHD raporundan).

Maalesef o gün sağ çıkamayanlar da var. Hamdin Ulaş (58), mahallenin taranması üzerine trafoda çıkan ve evlere sıçrayan yangını söndürmeye gidiyor. Ancak zırhlı araçtan açılan ateş sonucu yaralanıyor. Komşusu Celal Kanat (50) onu hastaneye götürmek üzere araca bindiriyor…

Sonrasını Celal Kanat’tan dinleyelim: “Hastanenin Acil kapısına vardık. Zırhlı araçtan inen polisler gelip kapıyı açtı. Hamdi’nin başı bacağımın üzerinde, yaralı yatıyordu. Önce beni tekmelediler, sonra kapıyı kapatıp silahla taradılar. Durun, sivildir, yaralıdır dediğim halde durmadılar. Sonra kırık olan camdan Hamdin’e iki üç el ateş ettiler. Beni sedyeye bindirdiklerini hatırlıyorum. Acilde polisler silah sıkıyordu. Milletvekilleri geldi, onların yardımıyla Şırnak hastanesine götürüldüm. Sol karın bölgemden yaralandım.”

Silopi’de sivillerin ifadeleri ve tanıklıkları, bunlarla sınırlı değil. 

‘Sistem değiştiyse biz de bu devleti tanımıyoruz’

 

Ne yazık ki hem şahit olduklarımız, hem duyduklarımız 1990’ların başında yaşananları fazlasıyla andırıyor…

HDP ve DBP’li yetkililerle yaptığımız görüşmelerde, açılan barikat ve hendeklerin bu şiddetteki rolünün ne olduğunu, Erdoğan’ın kendilerine savaş açtığına inandıkları bir ortamda ‘öz yönetim‘ ilanlarının ne kadar kabul edilebilir olduğunu sorduk. Çoğu, gençlerle diyalog yolu açıldığında barikat ve hendekler konusunda ikna edici olabildiklerini söyledi.

Öte yandan, “Halkımıza bu saldırılar yapılırken, evler gece baskılıp kurşunlanırken,  yaralılar hastanede bile saldırıya uğrarken… Erdoğan’ın alenen sistemin değiştiğini söylediği, halkın iradesini tanımadığı bir ortamda biz de bu devleti tanımıyoruz” diyorlar.

Kürtler, seslerini ‘Batı basınına duyuramamak‘tan mustarip. 7 Haziran seçimlerinden sonra kendilerinden öc alındığına inanıyorlar. Öz yönetimin sadece Güneydoğu illerine mahsus olmadığını, İstanbul ve Ankara’ya da uygulanması gerektiğini ve merkezi sistemle yönetimin iflas ettiğini vurguluyorlar.

Abdullah Öcalan’la görüşülse çatışmaların bu boyutta olmayacağını, demokratik hakları verilene kadar da direnmeye devam edeceklerini söylüyorlar: “Ya barış gelir, ya da bizi topyekun katlederler…”