CC
Notu:
Gazeteci Mehveş Evin aşağıdaki
makalenin yayınlanmasından bir
gün sonra Milliyet
Gazetesi'ndeki işinden
çıkarılmıştır.
Her gün yeni çatışma,
operasyon, sokağa çıkma
yasağı, ölüm ve yaralanma
haberleri geliyor. Ancak hem
sansür, hem derin kutuplaşma
nedeniyle Güneydoğu ve Doğu
hakkında basında yanlı, eksik,
bazen de çarpıtılmış bilgi
bombardımanı altındayız.
Yerel bir gazetecinin
şahane tespitiyle
“Biz, olan bir şeyi veremezken
onlar (havuz medyası) olmayan
haberi veriyorlar…”
İşte tam bu nedenle
gazeteci meslek örgütü
temsilcileriyle (ÇGS,
Basın-İş, TGS) olup bitenleri
yerinde görüp değerlendirmek
üzere Diyarbakır ve Şırnak’a
gittik.
24 Ağustos’ta Silvan
Belediyesi’ne vardığımızda,
Diyarbakır valiliğinin sokağa
çıkma yasağı ilanıyla
karşılandık. İletişim
kanalları (cep telefonları,
internet) yine kapatılmıştı.
Oysa geçen haftadan bu yana
HDP’lilerin kurduğu diyalogla
hendekler kapatılmış,
çatışmalar bitme noktasına
gelmişti. Ancak
barikatlar duruyordu.
Silvan Belediyesi Eş
Başkanı Yüksel Boydak’ın
verdiği bilgiye göre sabah
saatlerinde askeri araçlar
ilçeyi kuşatmıştı. HDP ve
DBP’liler, kaymakama
‘gençlerle görüşüp tansiyonu
düşürmek istediklerini’
söylese de buna izin
verilmemişti.
Vali:
Emre gerek yok
TOMA’larla sokağa çıkma
yasağı ilan edilirken ortalık
ıssızlaştı. O sırada Tekel
Mahallesi’nden silah, hatta
havan topu sesleri gelmeye
başladı.
Son kalan esnaf dükkanını
kapatırken çarşıya indik. Bir
TOMA ve akrep,
“Dağılın, daha hızlı, daha
hızlı” anonsuyla bizi
kovalamaya başlayınca
kendimizi tarihi Selahattin
Eyyubi Camii’nin bahçesine
atarak zor kurtardık.
Böylece bir haftada ikinci
kez Silvan’da ‘ohal’
uygulamasının şahidi oldum.
Diyarbakır Valisi Hüseyin
Aksoy’la iki gün sonra
yaptığımız görüşmede
gözlemlerimizi aktardık.
Aksoy,
“Hiçbir sivilin
zarar görmemesi için büyük
çaba sarf ediyoruz. Sokağa
çıkma yasağı, sınırlı olarak
üç mahallede uygulanıyor.
Kurtarılmış bölge algısı
yaratılıyor, bu kabul
edilebilir şey değil. İletişim
kesilmesine dair bilgim yok” karşılığını verdi.
Valiye, “Operasyon
nereden yönetiliyor?”
diye sorduğumuzda,
“Emre gerek yok. Kapatılan
sokakları açmak emniyet
güçlerinin görevidir”
dedi.
Kilometrelerce yolda sıfır
kontrol
Ertesi sabah, Cizre ve
Silopi’ye gitmek üzere yola
çıktık…
‘Barış’
zamanında bile yollarda
mutlaka devlet kimlik kontrolü
yapardı. Silvan ve Lice’de de
dikkatimizi çektmişi; 215
km’lik Diyarbakır-Cizre
karayolunda da hiçbir kontrol
noktasına rastlamadık…
Bunda, son zamanlarda
güvenlik güçlerine yönelik
mayın ve bombalarla yapılan
saldırıların etkisi olmalı.
Diyarbakır’ın aksine
Şırnak’a bağlı Cizre ve
Silopi’de, Ağustos başında pek
çok sivil öldü ve
yaralanmıştı. Silopi HDP İlçe
Eş Başkanı Ali Alın, 7 Ağustos
sabahı mahalleden gelen
telefonlarla uyandıklarını
aktardı: “Sabaha karşı
özel harekat timi basmış.
Başak Mahallesi’nde açılan
ateşte bazı evlerde yangın
çıktı. İkisi tamamen, altısı
kısmen yandı. İtfaiye ve
ambulansların olay yerine
ulaşmasına izin verilmedi.
Yaralılarını hastaneye
taşıyanlar, polisin doktora
‘Önce bizim yaralılarımıza
bak’ diye zor kullandığını
anlattı. Zaten o doktor
görevden alındı. Yaralılardan
birini polis hastanede infaz
etti. Gelen vekillere bile
silah çekildi.”
Peki ne olmuştu da işler bu
noktaya gelmişti? İHD Silopi
raporuna göre sokaklarda
hendek kazılması üzerine
polis, Başak Mahallesi’ne
baskın yapmıştı. Gerginlik
çatışmaya dönüşmüş ve
olaylarda bir polis ve üç
sivil hayatını kaybetti.
Karşıdan evine ateş açılmış
Fakirlikten bile can yakıcı
olan, savunmasız insanların ne
zaman kendilerine
doğrultulacağını bilmedikleri
bir namlunun ucunda yaşamaya
alışmaları…
Silopi’nin Başak (Zap)
Mahallesi’nde çatışmalar
durulsa da taşları sökük,
bazıları yıkılmış duvarları
sloganlarla dolu sokaklarda
tek tük insan var. Kimi
sokakların başı, taşlarla,
hatta kamyonla kapatılmış.
Bazı duvar ve kapılarda çok
sayıda mermi deliği göze
çarpıyor.
Pencerelerden meraklı
kadın başları uzanıyor, derken
çocuklar çıkmaya başlıyor.
Evleri ziyaret ederken
peşimize takılan çocuk sayısı,
fareli köyün kavalcısı misali,
20-30’u buluyor.
Çocuklar fotoğraf çekmemizi
istiyor, slogan atıyor,
neşeyle etrafımzıda
koşturuyor. Meğer aileler,
haftalardır korkudan çocukları
sokağa bırakmıyormuş.
Yanan evlerden birine
giriyoruz. Evin sahibi Hüseyin
Aşula, 7 Ağustos’ta 10
çocuğuyla birlikte silah
seslerine uyandıklarını
anlatıyor. Karşı evin
kapısının koçbaşı ile
kırılmış, üst kata çıkan
keskin nişancının etrafa ve
evine ateş açmış.
Ateş fişeğinin, damdaki
erzak ve yatak döşeği
tutuşturmasıyla ev yanmaya
başlamış. 17 yaşındaki Kader,
kardeşlerini önce hemen yanda
evi bulunan amcasına, orası da
hedef alınınca arka sokaklara
geçtiklerini anlatırken,
“Çok korktuk… IŞİD’li gibi
tipler vardı” diyor.
‘Söyle yatsı kaç rekatt?’
IŞİD’li benzetmesini farklı
tanıkların ağzından da
dinlemek mümkün: Sadece
Silopi’deki olaylarda değil,
başka bölgelerde de
‘sakallı, orta yaşlı, IŞİD
görünümlü’ olarak
tarif edilen silahlı güçlerin
‘bölgeye özel olarak
yollanan, farklı, özellikle bu
iş getirilmiş bir ekip’
olduğuna dair iddialar,
kayıtlarda yer alıyor.
Gözaltında işkence göre
Ferman Aytış’ın İHD
yetkililerine o güne dair
anlattığı olaylar şöyle: “Amcaoğlum
Hasan Aşula, kardeşi Nahide ve
komşumuz yaralandı, hastaneye
götürdük. Hastanede etrafımızı
sardılar, yaralıları hatta
annesini dövmeye başladılar.
Hastanede beni tanıyan bir
polis yanıma gelip ağzıma
vurup dişlerimi kırdı. Bir
taraftan da yangın tüpüyle
başıma vuruyordu. Sonra
yaralıları emniyete
götürdüler. Sırayla bizi
dövmeye başladılar. Yemin
ederek
‘Benim suçum
yok, ben bir şey yapmadım’
diyordum. Onlar da bağırarak
‘Sus, sen Müslüman
değilsin, Kuran ve Allah
adına yemin etme’
dediler. ‘Yatsı namazı kaç
rekât’ diye sordular. Cevap
verdiğim halde,
‘Yok
yanlış’ deyip
vuruyorlardı.”
İlginçtir, özel timlerin
girdiği bir başka evde –o gece
neyse ki aile başka yerde
kalıyormuş- duvarda asılı
duran Kuran ve dolaplara bile
kurşunlar isabet etmiş.
‘Hepiniz teröristsiniz,
kökünüzü kazıyacağız’
Nahide’nin abisi Hasan,
Silopi hastanesinde stajyer
öğrenci. Sabah çıkıyor, ancak
telefonunu evde unutunca geri
dönüyor. Kardeşi Nahide’den
telefonunu alırken, sağ
bacağından vuruluyor.
Nahide’nin ise sağ
kulağına ve sırtına mermi
isabet ediyor.
Hasan hastaneye
kaldırıldığında bir polis, “Hepiniz
teröristsiniz, kökünüzü
kazıyacağız” diyerek
silahın kabzasıyla başına
vuruyor (İHD raporundan).
Maalesef o gün sağ
çıkamayanlar da var. Hamdin
Ulaş (58), mahallenin
taranması üzerine trafoda
çıkan ve evlere sıçrayan
yangını söndürmeye gidiyor.
Ancak zırhlı araçtan açılan
ateş sonucu yaralanıyor.
Komşusu Celal Kanat (50) onu
hastaneye götürmek üzere araca
bindiriyor…
Sonrasını Celal Kanat’tan
dinleyelim: “Hastanenin
Acil kapısına vardık. Zırhlı
araçtan inen polisler gelip
kapıyı açtı. Hamdi’nin başı
bacağımın üzerinde, yaralı
yatıyordu. Önce beni
tekmelediler, sonra kapıyı
kapatıp silahla taradılar.
Durun, sivildir, yaralıdır
dediğim halde durmadılar.
Sonra kırık olan camdan
Hamdin’e iki üç el ateş
ettiler. Beni sedyeye
bindirdiklerini hatırlıyorum.
Acilde polisler silah
sıkıyordu. Milletvekilleri
geldi, onların yardımıyla
Şırnak hastanesine götürüldüm.
Sol karın bölgemden
yaralandım.”
Silopi’de sivillerin ifadeleri
ve tanıklıkları, bunlarla
sınırlı değil.
‘Sistem değiştiyse biz de bu
devleti tanımıyoruz’
Ne yazık ki hem şahit
olduklarımız, hem
duyduklarımız 1990’ların
başında yaşananları fazlasıyla
andırıyor…
HDP ve DBP’li yetkililerle
yaptığımız görüşmelerde,
açılan barikat ve hendeklerin
bu şiddetteki rolünün ne
olduğunu, Erdoğan’ın
kendilerine savaş açtığına
inandıkları bir ortamda
‘öz yönetim‘
ilanlarının ne kadar kabul
edilebilir olduğunu
sorduk. Çoğu, gençlerle
diyalog yolu açıldığında
barikat ve hendekler konusunda
ikna edici olabildiklerini
söyledi.
Öte yandan,
“Halkımıza bu saldırılar
yapılırken, evler gece
baskılıp kurşunlanırken,
yaralılar hastanede bile
saldırıya uğrarken… Erdoğan’ın
alenen sistemin değiştiğini
söylediği, halkın iradesini
tanımadığı bir ortamda biz de
bu devleti tanımıyoruz”
diyorlar.
Kürtler, seslerini
‘Batı basınına duyuramamak‘tan
mustarip. 7 Haziran
seçimlerinden sonra
kendilerinden öc alındığına
inanıyorlar. Öz yönetimin
sadece Güneydoğu illerine
mahsus olmadığını, İstanbul ve
Ankara’ya da uygulanması
gerektiğini ve merkezi
sistemle yönetimin iflas
ettiğini vurguluyorlar.
Abdullah Öcalan’la
görüşülse çatışmaların bu
boyutta olmayacağını,
demokratik hakları verilene
kadar da direnmeye devam
edeceklerini söylüyorlar: “Ya
barış gelir, ya da bizi
topyekun katlederler…”
|