|
|
................... |
|
................... |
DİASPORADA ÇEÇEN
DEPREMİ! DEVAM EDİYOR |
Novaya Zemlya
28 Şubat 2007 |
|
|
................... |
|
................... |
Çok bildiğimden değil asla!
Ancak herkesin bildiklerini de tekrar etmemek açısından fazla
ayrıntıya girmeden konu başlığı hakkında ki görüşlerimi söylemeye
çalışacağım izninizle... Peşinen kabul ederim ki, yanlış ya da
eksik yazdıklarım olabilir.
Hepimizin bildiği gibi 70'li
yıllarda Türkiye'yi ve dolayısıyla halkımızı saran ideolojik
gerilimler, çatışmalar vs... 80'li yıllarda halkımızda
''çölleşme''yle sonuçlanan bir sosyal politikasızlık doğurdu.
Gitgide çölleştik, hep birlikte doğal yapımızdan hızla uzaklaşarak
kuraklaştık.
90'lara bu şekilde hazırlıksız çöl ikliminde yakalandık. Anavatan
ve sunduğu fırsatları değerlendirmemiş olmamızın asıl nedeni
80'lerin bizde bıraktığı kendi sorunlarımıza çözüm üretmekten aciz
kaldığımız çöl iklimiydi.
Ne var ki, bununla kalmadı. Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik
değişim süreci gereği, bizde olağan toplu yaşam alanlarımızdan
süratle çıkarak, sağa sola göç etmeye başladık.
Artık çalışmak için yeni yerlere gittiğimiz gibi, eğlenmek içinde
başka mekanlar, sevmek içinde başka insanlar bulmuştuk. Ekonomik
göçün faturası bizim sosyo-psikolojimize 'çözülme' olarak
yansıdı. Zaten 10-15 yıldır çölleşmiş olan siyasi-sosyal bünyemiz
sert esen ilk rüzgarla beraber halkımızı kum taneleri gibi
sağa-sola savurmaya yetti. İşin aslı en zayıf halkamız kadar
güçlüydük ve bu en zayıf halka koptuğunda artık birbirimize bağlı
bir zincir olma iddiasında bulunabilir miydik? Bir kez yola çıkan,
artık eskisi gibi olmuyordu...
Asıl değinmek istediğim konu, başlıkta da yazdığım üzere, 90'lı
yılların bu çetrefil durumunda bir tutamak olarak sarıldığımız
kimi obje ve olayların bizi 2000'li yıllarda ''çöküş''le
neticelenecek tutumlara sürüklemesidir. Şöyle ki; şehirli olsun
kentli olsun, hemen hemen her Çerkes genci gerek okudukları gerek
duydukları -ki duydukları daha ağır basmaktadır- geçmiş yılların
üzerlerine yıktığı kimlik açmazlarını, Kafkasya da olup biten
olaylara bakarak bir çözüm bulmaya girişti.
Ekranlara fazla yansımayan Abhaz savaşı bunun ilk örneği olmuş
olsa bile, 94-96 yılları arasında meydana gelen ilk Çeçen-Rus
savaşı, çözülmenin son raddesindeki kimlik yoksunu Çerkes gençliği
için bir kurtarıcı vazifesi gördü.
Eskilerin eksik de olsa yazıldığı kitaplardaki tarife uygun bir
mücadeleydi bu.
Önünü arkasını görmeyen, göremeyen diaspora gençliği bu olay
karşısında aldığı tutum kendini birebir Çeçen savaşıyla
özdeşleştirme şeklindeydi.
Ancak, ne yazık ki savaş ertesinde 3 yıllık bağımsız Çeçenistan'da
yaşananlar, gerekse ikinci savaşın sebepleri ve savaş sırasında
olup bitenler, diaspora gençliğinin gözünden kaçmayan kimi olaylar
vs... gereğinden fazla psikolojisini bu savaşa entegre etmiş
gençlik üzerinde çok olumsuz etkiler yarattı.
Kafkas-Çerkes tipolojisinin yerine, ayağında şalvar başında takke,
koy vermiş uzun sakalıyla Arapça konuşan savaşçılar motifi bu
sahiplenmeyi alt üst etti ve 7-8 yıllık sönük geçen direnişin
akabinde gelen askeri yenilgi, geri döndü denilen efsaneyi
bitirdi.
Şimdi gençlik, bir zaman önce, sonuna kadar sahiplendiği olayların
ne kadar yanlış ve kendi düşlerinin hilafında cereyan ettiğini
gördükçe, sinir uçları zonaya tutulmuş hasta gibi acı içinde
kıvranmakta.
Bu psikolojiyi üzerinden atamadığı ve savunduğunun yanlış olduğunu
ifade etmekte bir hayli zorladığı için, bu ezikliği suçu başka
yerlere -kendi milletine- atmaya gayri nizami ve bilinçsizce
çabalamakta.
Son umut-çiğ tanelerinin de, doğan güneşle beraber buhar olup
uçtuğunu gören gençliğimiz, psikolojik yıkımın eşiğinde tedaviye
ihtiyaç duymaktadır.
Onlara sosyal olarak güvenli ve zinde bir ortamı bu güne kadar
sağlayamayan kurumlarımız ve büyüklerimiz, şimdiden sonra birazda
haklı olarak çeşitli yönlerden gelecek olan acımasız eleştirilere
hazırlıklı olmalıdır.
Örnek vermek gerekirse geçenlerde Marje mail gurubundaki bir
tartışmayı söylemek isterim. İsmi önemli değil, bir gençlik
gurubu; ''Benim oraya (Kafkasya) vatan diyebilmem için bağımsız
olması gerekir...'' diye yazmışlar.
Bunun neresi ilginç diyebilirsiniz, bu sözlerin bende uyandırdığı
anlam şu: Gençler; bilinç altlarına işleyen psikolojik yıkımı,
Kafkasya'yı zihinlerinden silmekle giderebileceklerini zannetmeye
çalışıyorlar!
Yani çölleştik, çözüldük artık çöküyoruz... |
|
|
06
Mart 2007 |
Nart
Peterez |
|
Önceki yazınızın (Kafkasya
Biz-Siz Daha Güzel...)
dayanak noktası bir yalan olmasaydı sanırım yazdıklarınız daha
ciddiye alınabilirdi. Ben diğer yazınızdan bağımsız olarak sadece
bu yazınızı yorumlamak istiyorum.
Bence tespitleriniz yerinde. Bireyselleşen, bencilleşen insan
tipine Kafkas derneklerinde de rastlıyoruz artık. Çerkes
siyasetlerini işleyen ve ulusal mücadeleyi güçlendirme taraftarı
insanların derneklerde dışlandığını, bu kurumların yönetimlerinde
yer alan kişilerin sosyal dayanışma dışında bir mücadeleye taraf
olamadığını üzülerek görüyorum. Kaldı ki sosyal dayanışma amacı
bile tam olarak gerçekleştirilemiyor.
Halen dernek gecelerinin davetiyelerinde "hemşehrilerimiz"
ifadesi kullanılıyor. "Halk" bile diyemiyoruz kendimize.
Verilen mücadelenin zayıflığı sizin de bahsettiğiniz gibi bir
politikasızlık olarak çıktı karşımıza.
Ancak bu noktada, iğneyi kendimize batırırken, çuvaldızı da
başkasına batırmalıyız. Yani, bu durumun sorumlusu sadece
mücadeleyi yürüten kadrolar olamaz. Sistemin katı kurumsal baskısı
da göz önünde bulundurulmalı. 80 senelik cumhuriyet rejiminin
uyguladığı baskıcı politikalar, ulusal eziklik ve kompleks yaratma
çabaları sanırım bir hayli başarılı oldu.
Uzun yıllara yayılan dernekçilik yaşantım boyunca, Çerkesce
kelimelerle dalga geçen bir yeni nesille karşılaştım sürekli
olarak. Kendileriyle bu konuda tartışmaya girdiğim de oluyordu ama
elden bir şey gelmiyor işte, asimile olmuşuz, kendi değerlerimize
acımasız bir küçümseme ile yaklaşıyoruz. Çerkes çocuğu, Çerkesce
kelimeler ile dalga geçecek? Bence son derece vahim bir durum.
Diliyle övünmüyor, dilini küçümsüyor, bu durumda aslında kendisini
küçümsemiş oluyor. Dili onun kimliği çünkü.
Bu küçümsemeyi, daha doğrusu oluşan bu kompleksli gençliği yeniden
yaratabilecek düzeyde önemli bir mücadeleydi Çeçen direnişi. Ancak
sizin de bahsettiğiniz gibi, oradaki direnişçi bildik Çerkes
tipine uymuyordu. Ayağında şalvar, başında takke, koyvermiş uzun
sakalıyla Arapça konuşan savaşçılar motifi...
Maalesef, yine gücümüzün/güçsüzlüğümüzün farkında olamayışımız,
bizi yeni bir işbirlikçilik serüvenine sürüklemişti. Batı, Türk ve
Arap emperyalizminin çabalarıyla Çeçenya'daki direnişin
anti-emperyalist bir rotaya girmesi engellenmişti. Hep söylüyorum;
Kürtler Güney Kürdistan'da aşireti devlet haline getiriyorlar,
bizse Çeçenya'da devleti aşirete çeviriyoruz.
Önderlik çok önemli.
Bir o kadar da önemli olan gücümüzün/güçsüzlüğümüzün farkında
olmak.
300 yıl savaşan bir halk daha fazla savaşmamalıdır. Geliştireceği
siyasetler barış ilkesi temelinde şekillenmelidir.
Yaşadığı tüm coğrafyalarda azınlık durumunda olan bir halk savaşı
herkesten fazla lanetlemelidir. Çerkes halkı için barış, ulusal
gelecek açısından olmazsa olmaz koşuldur.
Çeçenya'da ilerici ve demokrat bir önderlik oluşsaydı, tüm bunlar
yaşanmazdı. Çünkü bu durumda dünya kamuoyu bizim tarafımızda
olurdu. Bugüne kadar aldığımız desteğin (!) daha fazlasını
alabilirdik dünyadan. 11 Eylül sonrası Vahabiler pek sevilmiyor,
malum..
Çeçenya'daki mücadelenin bu niteliği, Abhazya'nın kurtuluş
savaşından sonraki süreçte kitlede oluşan dinamizmi frenlemiştir.
Ters etki yapmıştır. Diasporadaki kitlenin uyutulmasına sebep
olmuştur. Sistem; hem Çeçen halkını soykırıma tabi tutmuş oluyor,
hem de bu mücadele kullanılarak diasporadaki kitle uyutuluyor.
Bilinç kazanması engelleniyor. Bir taşla iki kuş diye buna
derler..
İşte, sizin sözünü ettiğiniz gençlik de bu koşullarda oluştu.
Vahabi özentisi bir önderliğin desteklenmesi genç kitlede kimlik
bunalımı yarattı. Kafkasya'yı vatanı olarak görmesi için oranın
bağımsız olması şartını ileri süren bir gençlik. İyi de, orayı
bağımsızlığına kavuşturması gereken kitle sensin zaten.. Onlar
için böylesi daha kolay oluyor sanırım. Sorumluluk almadan
Çerkescilik oynamış oluyorlar.
Ancak, her şeye rağmen, Millet Yıldızları var. Çok az olsa
da, hiç yok değiller. İzzet Aydemir'in yazdığı gibi; sayıları bir
hayli azdır Millet Yıldızları'nın ama hiç yok da
değillerdir.
Almanya'dan Çerkes ozan sesleniyor, sanırım Degumkho Orhan: "Ar
sesi Xeku, ar sesi Xeku.. Ayemi, daxemi ar sesi Xeku..."
"O benim vatanım, o benim vatanım. Kötüyse de, iyiyse de o
benim vatanım..."
Fazla söze gerek yok aslında, ozan söylemiş yüreğimizdekileri.
Bize de bu duyguyu yaygınlaştırmak kalıyor... |
|
|
06
Mart 2007 |
Novaya Zemlya |
|
''Kafkasya
Biz-Siz Daha Güzel...''
konu başlığı hakkında söylediklerinize karşılık olarak:
Ben yalan söylemedim. Kaldı ki, diğer konu başlığı, açan kişi
tarafından kapatıldı, buyurun tartışmak isteyen buyursun gelsin.
Ben hazırım!
İkicisi, bu konu başlığına yazdıklarınıza taraf olmakla beraber,
düşüncenin temeli olan toplumsal diriliş öykünmenizdeki çok mühim
ve etkileri çok derine inen büyük hatalarınızı yüzünüze
vurmak istiyorum.
Yazınızdan anladığım kadarıyla Çeçen Savaşı'na tarafsınız ve
yaşanan savaş süresince çevrenizdeki Çerkes gençliğini savaş
sonunda amorti ikramiyesi kabilinden, 'milli bilinç'
kazanırlar diyerek peşinizden sürüklediniz.
HATA 1: Çeçen Savaşı bizim gerçeğimiz değildir. İki taraflı
olarak değil. Hem biz Çerkesler, hem Çeçenler için bu böyle. Onlar
kendi mücadelelerini yalnız ve yalnız kendileri için verdiler.
HATA 2: Başta biz Çerkesler, Çeçen değiliz! Başka bir
milletin savaşından nasıl bir pratik milli bilinç elde
etmeyi umuyordunuz ki? Bu çok yanlıştı. Nitekim olaylara yön
vermek şöyle dursun, hep peşinden sürüklendiniz.
HATA 3: Öteden beridir milli bilinci Rus
düşmanlığının diri tutulması olarak gördünüz. Bunun biz Çerkesler
hariç herkesin işine yaradığını biliyorsunuz. Ne ideolojik ne de
siyasi davranıyorsunuz. Sizin gibiler için soruna yaklaşım sadece
psikolojik. Getirdiğiniz yıkımın altında sizde kalacaksınız.
HATA 4: Kafkas milletleri arasında vücuda getirmeye
çalıştığınız aslen iyi ama bir türlü temellendiremediğiniz birlik
düşüncesini de, ortak düşmana karşı ortak dostluk olarak aldınız.
Halkların çıkarları çeliştiği veya Rusya ile çakıştığı zaman bir
yanınız hep yarım kaldı.
Bu birlik düşüncesini yaymak için Çerkes tarihini ve tarih
bilincinde çarpıtma yapmaya da utanmadınız ayrıca.
HATA 5: Asıl yapılması gerekeni hep göz ardı ederek
-sığlık, politikasızlık- neticesinde var olanı değerlendiremediniz
harcayıp tükettiniz. Bunun gerçek nedeni Çerkes milliyetçiliğini
geliştirememenizdir.
Çerkes adını küçük tuttunuz, içini boşaltıp sığlaştırdınız. Şimdi
sadece kültürünü dilini bilincini değil 'adını' dahi
kaybettirdiğiniz bir milletle uğraşmak zorundasınız.
Ne demek istediğimi de gayet iyi anlıyorsunuz. Sizin sözleriniz,
savunduğunuz türden bir yapılanma gayretleriniz Çerkes milleti
için değil, ucu bu milletin dışında yaşayan odaklara dayanmakta.
Bir taşla iki kuş vurmak diye ben buna derim işte!
Hem Türkiye'deki yekpare Çerkes kimliğini bitirdiniz, hem de
diasporadan Kafkasya'ya yapılabilecek olumlu girişimlerin önünü
kesmeyi başardınız....
Teşekkürler 'Nart Peterez'ler... |
|
|
07
Mart 2007 |
Nart
Peterez |
|
Merhaba Tekrar;
GERÇEK 1: Çeçenya savaşıyla başlayalım isterseniz... Kuzey
Kafkasya'nın en sıcak bölgesi Çeçenya, 250 bin insanın
katledildiği, 1 milyon nüfuslu Çeçen halkının topyekün imha
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı, 21. yüzyılın en duyulmadık ama
belki de en vahşi soykırımı. İnsanlık adına bir utanç tablosu.
Olayın sorumlularına gelince, en başta Rus emperyalizmi elbette.
Ancak diğer sorumlu da tamamen kişisel bir görüş olarak Çeçen
önderliğidir. Dünyaya kafa tutan bir SSCB'nin ardından, onun tüm
askeri mirasına konan Rus emperyalizmine bu soykırım fırsatını
vermiş olan bir önderlik. "Savaşmamalıyız" diyoruz sürekli.
Barışı yüksek bir sorumluluk duygusuyla en hararetli şekilde
savunması gereken insanlarız Kuzey Kafkasyalılar ve Çerkesler
olarak. 300 yıllık bir savaşın ardından dünyanın 40'tan fazla
ülkesine dağıtılmış olmamız siyasetlerimizi barışçıl temelde
oluşturmamız için yeterli bir neden olmalı.
Peki ne yapılmalıydı? Bence, tıpkı Tataristan ve Başkurdistan
gibi, özgürlük alanı siyasal-demokratik mücadeleler ile
genişletilmeliydi. Bu anlamda Çeçen önderliği yanlış bir yol
seçmiştir. Halkını soykırıma itmiştir.
"Bağımsızlık Çeçenlerin hakkı değil mi?" sorusu... Evet hakkı ama
bağımsızlığa giden yol her ülkenin, her ulusun, her bölgenin kendi
özgül koşulları ile belirlenir. Türkiye’de 70 milyon içindeki
20-30 milyonluk Kürt nüfus silahlı mücadeleyi seçmiştir ama siz
150 milyon nüfuslu Rusya’da 1 milyon Çeçen’i silahlı direniş ile
bağımsızlığa kavuşturmak isterseniz, üstelik de Rusya, SSCB’nin
tüm askeri mirasına konmuş bir nükleer güç ise, birileri de çıkar,
önderliğin siyasetini sonuna kadar sorgular. Bu ne Çeçen halkına
yapılmış bir saygısızlık ne de Rus işbirlikçiliğidir. Aksine, tam
anlamıyla Çeçen halkının yanında olmaktır. Bir halk için diğer
halklarla barış içinde bir arada yaşamaktan daha güzel ne olabilir
ki?
Karşımıza ciddi bir sorun çıkıyor bu noktada: Rus emperyalizmi ve
gerici Çeçen önderliği arasında tercih yapılmalı mı? Elbette
hayır. İnsanlığın yarattığı en evrensel ve en güzel kavram olarak
barış (halk) savunulmalıdır. Bosna-Hersek’te, Afganistan’da ve
Irak’taki çatışmalarda savunduğumuz gibi bir barış anlayışı ama,
konunun bizi direkt ilgilendirmesi ve tam anlamıyla yüreğimizi
yakması nedeniyle en hararetli şekilde, çok çok yüksek bir
sorumluluk duygusuyla savunulmalıdır.
Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri devlet yetkililerinin birçok kez
dile getirdiği, siyasal diyaloga dayalı barışçıl çözüm önerisi...
“Kayıtsız şartsız ve Çeçen halkı adına onurlu bir barış”
talebi... İnsan olarak, Kuzey Kafkasyalılar olarak, Çerkesler
olarak talebimiz bu olmalıdır.
Çeçenya’da önderliğin işbirlikçi, ajan ve provokatörlerden
arındırılması da son derece önemlidir. Barış talebiyle birbirini
tamamlar.
GERÇEK 2: Sayın Zemlya, isteseniz de istemeseniz de, Kuzey
Kafkasya’daki gelişmeler, gerilimler ve çatışmalar diasporayı
etkiliyor. Hatta diaspora Çerkesliğinde ulusal bilincin oluşması
anlamında temel bir rol oynuyor. Bu Abhazya savaşında böyleydi,
Çeçen savaşında da böyle. Abhazya savaşında özgürlükçü-demokratik
bir içerikle oluşmaya başlayan bilinç, Çeçen savaşıyla
örseleniyor. Gerici bir niteliğe kavuşuyor. Kitlenin uyutulmasına
yol açıyor. Bu anlamda Çeçenya’daki direniş diasporada Çerkeslik
bilincinin gelişimi açısından ters etki yapıyor. Çerkesliğini,
Ülkü Ocakları'nın mitinglerinde, “Ya Allah, Bismillah, Allahu
Ekber!” nidalarıyla savunan bir gençlik yetişiyor. Yanılıyor
muyum sizce ya da siz de aynı fikirde değil misiniz?
GERÇEK 3: Açıkça ifade edeyim, bir dönüşçü olarak hiçbir
zaman Rus düşmanlığı ile Çerkes ulusal bilinci oluşturmak gibi bir
çabam olmadı. Dönüşçüleri bilmeniz gerekir. “Anayurt Kafkasya’ya
Dönüş”, Çerkes halkının kendi topraklarında kendi kaderini kendisi
tayin etmesi anlamına gelir. Bu nedenle en kısa zamanda
dönebilecek her Çerkes Kafkasya’ya dönmelidir. Bu Çerkeslik adına
benim temel siyasetimdir ve dönüş hareketi demokratik açılımlarını
yaptığı 1960’lı ve 1970’li yıllardan itibaren hiçbir zaman
Ruslardan intikam almaya yönelmemiştir. Barışçıl bir dönüş
anlayışı benimsenmiştir. Çünkü çok iyi bilinir ki; tarlada,
fabrikada çalışan Rus insanının Çerkeslerin dönüşü ve Çerkes
özgürlükçü düşünceleri ile bir sorunları yoktur. Eğer olsaydı,
Kosovalı Çerkeslerin anayurda dönüş töreninde izleyici Rus
yaşlılar ağlarlar mıydı? Dolayısıyla, benim hangi görüşe sahip
olduğumu bilmeden direkt suçlamaya yönelmeniz çok yanlış olmuş.
GERÇEK 4: Prensip olarak Kuzey Kafkasya halklarının
birlikteliğinden yanayım. Ortak tarih, kültür, coğrafya ve ideal
elbette bunun temel nedenleri. Ancak bu durum, her Kuzey Kafkasya
ulusunun kendi sorunlarını çözmek için çaba göstermesini
engellememeli. Çeçenya savaşında barıştan yana oluşum, Adigelerin
dönüşü için veya Abhazya bağımsızlığının korunup geliştirilmesi
için emek vermemi engellemez. Her ulus daha çok kendi sorunlarına
angaje olacaktır doğal olarak. Ancak, bu ulusların dayanışması da
önemlidir. Bugüne kadar savunulan birlik düşünceleri genel olarak
işbirlikçi bir çizgide varlıklarını sürdürdüler. Bugün Kuzey
Kafkasya halklarının birlikteliği ve tüm halklarla barış içinde
bir arada yaşaması savunulacaksa, geçmişten ciddi bir kopuş
yaşanmalıdır. Bu kopuş teorik anlamda olmalıdır ve açıkça ilan
edilmelidir. Eğer bu yapılmazsa, ben bir dönüşçü olarak söz konusu
birlik düşüncelerine her zaman şüpheyle bakarım, bakmak da
hakkımdır, hatta görevimdir..
GERÇEK 5: Kuzey Kafkasya’da insanın kesintisiz varlığı
14-15 bin yıl geriye gidiyor. Proto-Çerkes boylarının etnik
pekişmelerini sağlamalarının ardından Çerkesler 1400’lü hatta
1500’lü yıllara kadar komünal bir toplum olarak yaşadılar. Bu
yıllardan itibaren köleci ve feodal yapı daha çok ovalık
bölgelerde olmak üzere tedricen gelişti ve Kafkas-Rus
Savaşları’nın en yoğun yaşandığı yıllarda feodalizm ülkede hakim
sistem durumuna geldi. Ancak bu dönemde bile bazı bölgelerde
komünal yapı görülebiliyor ve arkaik demokrasi yaşatılıyordu.
Yani; Kafkas-Rus Savaşları yıllarında Kuzey Kafkasya’da komünal,
köleci ve feodal yapı bir aradaydı. Halk İslamiyet’le tanışıyordu
ve ayrıca özgürlük mücadelesinden doğan aydınlanma hareketleri
oluşmaya başlamıştı. Aydınlanma öncüleri, halka İslami öğreti ve
Arapça dil çalışmaları dayatan feodallerin baskıları nedeniyle
aydınlanma hareketini halka mal edemediler. Bu koşullar altında
Ekim Devrimi’ne gelindi. Devrim sonrası, ulusal kültür ve
aydınlanmayı savunan öncü insanların çalışmalarına Çerkes Sovyet
iktidarları tarafından her türlü destek sunuldu, aydınlanmanın önü
açıldı ve Çerkes aydınlanması bu şekilde halka mal edilebildi.
Çerkes yazılı edebiyatının ve ulusal-kültürel gelişmenin önünü
Sovyet geleneği açmıştı.
Çerkesler, yaşanan soykırım ve sürgün süreçleri nedeniyle
uluslaşamadılar devletleşemediler. Bildiğim kadarıyla hiçbir ulus
kendi devletini kurmamıştır. Önce devlet kurulur, ardından bu
devlet içinde ulus/ulusal kimlik yaratılır. Devleti kuran da
milliyetçilik ideolojisidir. Yani milliyetçilik ideolojisi
oluşuyor, devletini kuruyor ve ardından kurduğu bu devletin
bünyesinde ulus/millet meydana getiriliyor.
Yaşanan soykırımlar, sürgünler ve feodal baskılar nedeniyle ulusal
kültürden yana olan aydınların çabaları sonuçsuz kalmıştır. Halk;
kendi içinde, kendi iç dinamikleriyle kendine özgü bir
milliyetçilik yaratamamıştır. Dış destek arayan kadrolar ise,
Turancılarla işbirliği yapmış, bu işbirliğinde temel etken ise Rus
düşmanlığı ve İslam dini olmuştur. Dolayısıyla tarihsel süreç
içinde oluşmuş bir Çerkes milliyetçiliğinden, bu tür bir
ideolojiden bahsetmek son derece güçtür. Kendilerini milliyetçi
olarak lanse edenler genelde Türkçü-Turancı-İslamcı kesimlerle
işbirliği yapanlardır. Kısaca özetlemek gerekirse; Çerkeslerde
milliyetçilik oluşmamış, işbirlikçilik oluşmuştur. “Peki,
Çerkeslerde ulus bilinci nasıl oluştu” diye sorarsanız,
sosyalist devrim ile bütünleşen aydınlanma hareketi ile ve kısmen
diasporada dönüşçü hareketin çabalarıyla diyebiliriz.
Sayın Novaya Zemlya, düşüncelerimi bilmeden beni neden
yargıladığınızı ve Çeçenya konusunda hemen hemen aynı görüşleri
ifade etmeme rağmen beni neden suçlamaya giriştiğinizi
anlayamadım. Fevri bir çıkış yaptığınızı bilmenizi isterim.
Ayrıca; önceki yazınıza (Kafkasya Biz-Siz Daha Güzel) Adigeyli
gençler cevap da yazdılar, yakın tarihte böyle bir kavga olmamış.
Ben o asılsız kavga iddianıza aldırmadan bu başlıkta sizinle
tartışmaya girdim. Sizi ciddiye aldım zira Çeçenya konusundaki
tespitlerinizi yerinde buldum ve görüş alışverişini
zenginleştirmek istedim. Bence biraz daha sakin olalım. Tartışma
güzel bir noktaya geldi ama lütfen siz-biz diyerek birbirimizi
suçlamayalım. Demokrat kimliğiniz saygıdeğerdir. Bu saygınlığa
yakışır tarzda görüş alışverişine devam edelim diyorum. |
|
|
07
Mart 2007 |
Novaya Zemlya |
|
Gerçekten 2+2 = Kafkasya da olup
bitenler elbette diasporayı etkileyecektir, zaten kimse bunu
engelleyemez. Burada sözü edilebilecek olan 'olup
bitenlerin' ardından sürüklenmeme dirayetini gösterebilmekte.
Ve sonu itibari ile kolektif zihniyeti Kafkasya'ya hazırlarken,
mihenk taşı olarak bilinmesi gereken tek düstur, başkaları için
değil, kendimiz için bir şeyler yapabilme gayreti içinde
olduğumuza inanmamızdır. Etnik veya ülkesel değil şahsi olarak
kendimiz için bir şeyler yapabilmeyi de düşünmeliyiz.
Önce diaspora kitlesi muhacerette kendi varlığını ispat etmek
zorundadır.
Yani Kafkasya'yı şekillendirme gayreti bir sonraya bırakılmalıdır.
Bununda yolu öncelikle Türkiye içinde Çerkes milletinin kendi
düşünce sistematiğini kurması gerekir.
Yoksa sürüklenmeye devam edersiniz. Nitekim bakınız bu
CircassianCanada sitesinin girişindeki Aslanlı amblemdeki
mavi-beyaz şeritler Karaçay bayrağından alıntıdır. Yani biz
kendimiz için değil başkaları için konuşmayı bırakmalıyız.
Gerçek 4+4 = Kafkasya'nın birliği hiç bir zaman vukuu bulmamış bir
düşüncedir. Lafzı bahsettiğiniz kültür, coğrafya gibi unsurlar
bile homojen bir bütünlük göstermez. Bakın bakalım Çerkesya ile
Dağıstan arasında ne gibi bir coğrafi benzerlik var ya da
Çerkesler ile Çeçenler arasında siyasal yöneliş olarak ne kadar
benzerlik var ya da Çerkesler ile Osetler arasıdan dini olarak ne
kadar benzerlik var?
Kültür dediğiniz bir halkın yaşam formu değil midir, yoksa başka
bir yorumu var mıdır? Milletlerin kültürü yaşadıkları coğrafya,
soysal, siyasi ekonomik, edebi iklimleri de etkilemez mi?
İdealizme gelince; idealler güzel olabilir ama milli olamaz,
elbette her halk özgür ve mutlu yaşasın ama kendi toprağında kendi
havasında.
Kaldı ki, Çerkes ve diğer Kafkas halklarının sosyo-psikolojisini
bu idealler kısmında es geçmişsiniz.
Ben Kafkasya'nın birliği düşüncesinin karşısındayım.
Geçmiş olmadan anlam üretmezsiniz. Benim bu halklarla ortak bir
geçmişim olduğunu düşünmüyorum. Gerek siyasi yönelişler gerekse
diğer etmenleri de üst üste toplarsak gelecekte de iyi komşuluk
ilişkisinin dışında daha sıkı bir birlikteliğimiz olacağını da
düşünmüyorum.
Gerçek 5+5 = Çerkes halkını ne olarak görüyorsunuz bilmek isterim.
Çerkes kelimsi size neyi anlatıyor?
Circas= Sirkas veya Kirkas, Kas kökünü esas kabul ederseniz, Cir-Sir
eki eski Latince hakim,sahip,efendi; eski Yunanca -lı, -li
anlamına geliyor Kas-lı. Yani CİRCAS kelimesi, KAS topraklarının
efendisi, sahibi anlamına geliyor.
Pek çok millette olduğu gibi Çerkesler de ismini diğer milletlerin
kendilerine hitabından almışlardır. Bugün Çerkesler dışında diğer
tüm Kafkas halkları Kafkasya'ya Çerkeslerden sonra gelmişlerdir ve
bu CİRCAS adını Çerkeslere vermişlerdir.
Bunları neden söylediğimi merak ediyorsanız şunu söyleyeyim;
Çerkes halkının toplumsal gelişimine binaen yazdıklarınız için
yazdım.
Birde şunu eklemeyiz: Basit halk kültür üretemez. Feodalite
gerekliydi ve yararlıydı, zamanın şartlarına göre uygundu, bunu
yadırgamanızı ironik bir durum.
Feodaller olmasaydı Çerkes halkının xhabzesini kim üretecekti,
kültürü kim üretecekti?
Ne yani her gündoğumunda ahırdan sürüsünü otlatmaya götüren çoban,
tarlasına çapaya giden rençber mi bu kültürü üretecekti? Hayır
kesinlikle imkansız.
Kültür üst sınıflar tarafından üretilir, normal halk bu değerleri
kendi zaman-mekan süzgecinden geçirerek benimser.
Çerkeslerin sınıfsız imtiyazsız vb. toplum olduğu bir ütopyadır.
Bizim temel sorunlarımızdan birisi de budur altını çizelim.
Sosyalleşememek, sosyal tabaka yaratamamak... Bu da gelişimin
olmaması demek.
Çerkeslerin milliyetçiliği seçici olmaktır, ırk üstünlüğüne
dayanan bir söylem değildir. Bunu geçmişte pekala yaratmışlardır,
sadece son zamanlarda hırpalanan gençliğe ne olduğunu unutturmayı
başarmışlardır. Bunun nedenleri açıktır, en önemlisi Türkiye'nin
kendi kaygılarından kurtulamaması sebebi iledir. İkincisi Çerkes
aydınlarının gericiliğidir. Üretimsizliğidir. Zaten böyle bir
aydın kitlenin mevcut olduğu söylemek dahi biraz yersiz
durmaktadır. Yazılan çizilen kitap,dergi vs'nin büyük çoğunluğu
Çerkeslerin dışındaki diğer Kafkaslı halkların insanları
tarafından çıkartılır, yazılır. Zihin canlı bir varlıktır,
düşünceyi kalıba dökmenin en kolay ve etkili yolu bir edebiyat
dili yaratmaktır. Çerkes zihinsel yapısındaki değişimi böylece
gerçekleştirdiler.
Sürekli tekrar edilen Son Wubıh, İmam Şamil, Musa Kundukh
efsaneleri Çeçen savaşı, Abhazya savaşı günlükleri vs.. ile
devşirme Çerkes gençliği yaratıldı. Oysa bizim esaslı bir edebiyat
literatürümüz yok. Kendi gerçeğimizi dillendiremiyoruz,
dolayısıyla kendi gerçeğimize de hizmet edemiyoruz. Uzun yıllar
süren dernekçiliğinizde bunları düşünmek için yeterli zamanınız
olmuştur galiba.
Sonuç olarak:
Sözlerinizin çok önemli bir kısmına katılıyorum. Çatışmadan
tartışılmaz, ben siz bana yalancı dediğiniz halde kırılmadığımı
belirtmek isterim. Size fevri davranmıyorum, ama sizde yeni bir
şey söylememek konusunda direniyorsunuz üstadım.
Başta da değindiğim gibi benim asıl derdim diaspora. Kafkasya
kendi başını çaresine bakabilir, bakmıştır da... |
|
|
08
Mart 2007 |
Nart
Peterez |
|
Yazdıklarınızın çoğuna katılıyorum.
Çerkesler öncelikle kendi sorunlarına eğilmeliler. Nevtokho
Şeriliko, Negume Şora, Betal Kalmık, Şocentsuk Aliy, Şahan-Girey
Hakurate, Hadeğatler Asker vb. Çerkes aydınlarını diasporada kaç
Çerkes genci bilmektedir? Belinde silahla düğünlerde
"kahramanlık" yapan gençleri saymayalım zaten, okuyan ve
düşünmeye çalışan gençlerimizden kaç tanesi bu isimleri tanıyor?
Çeçenya konusunda hamaset nutukları atmaktan sanırım kendi
halklarının sorunlarına, gelişen Çerkes edebiyatına ve
ulusal-kültürel konulara eğilmek fırsatı bulamadılar.
"Devşirme gençlik" ifadenizin biraz ağır olduğunu düşünüyorum.
Ben de bir Çerkes genciyim, kendimi devşirme olarak
görmüyorum. Siyasal bilincin önemini yadsımamalıyız. Sevda
Alankuş’un kullandığı terimle Yeniden-Çerkesleşme’nin
mümkün olduğunu ve bunun ancak Kafkasya’ya dönüşle
gerçekleşeceğini düşünüyorum.
Dönüşçülüğün bir kelime olarak sadece Kafkasya’ya dönüşü
çağrıştırıyor olması bu ideolojinin içeriği konusunda yanıltıcı
olabiliyor. Bu ideoloji kapsamında temel olarak Kafkasya’ya geri
dönüş fikri savunulmakla birlikte, diasporada da demokratik
mücadele verilmesi ve diasporada da güçlü olunması gerektiği
savunulmaktadır. Dolayısıyla, ulusal kurtuluşa ulaşmayı savunan
bir ideoloji olarak dönüş bir ulusal bilinçtir, bulunulan tüm
coğrafyalarda mücadele vermek, direnmek anlamına gelir.
Onun dışındaki söylemleriniz, okuyucuda benim "Birleşik
Kafkasya" fikriyatının savunucusu olduğum izlenimi
bırakabilir. Bu nedenle çok kısa olarak görüşlerime açıklık
getirmek istiyorum. Kuzey Kafkasya halkları aynı coğrafyanın
halkları olarak dayanışma halinde olmak zorundadırlar. Bu
dayanışma konusunda ise; Kafkasya’nın bağımsız olması, Rusya’ya
savaş açmak, Rusların kovulması vs. şartlar ileri sürmüyorum.
Mevcut Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri sosyal, kültürel, ticari,
ekonomik ve politik ilişkilerini geliştirmelidirler. Dayanışma
halinde olmalıdırlar. Bu düşüncemin, Kuzey Kafkasya’ya dışardan
import edilmeye çalışılan "Birleşik Kafkasya" fikriyatı ile bir
alakası yoktur. Cumhuriyetler arasında zaten var olan ilişkilerin
geliştirilmesini son derece önemli buluyorum. En azından aynı
coğrafyanın insanları birbirine bıçak bilememelidir.
Zaten Kuzey Kafkasya insanı gerek eğitim düzeyi, gerekse yaşama
bakış açısı itibariyle diasporadan çok ileri bir konumdadır.
Onların olayları yorumlama biçimini her zaman takdir etmişimdir.
Adigey ve Kabardey-Balkar’da çıkarılan dönüş yasaları, Abhazya
Cumhuriyeti’nin dünyadaki tüm Abhazlara vatandaşlık veren yasayı
çıkartması, Abhaz-Gürcü savaşı sırasında Dağıstan’daki destek
mitingleri vs. bölgenin kendi iç dinamikleriyle oluşan ve siyasal
anlamda çok önemli, tutarlı, sağlam politikalardır.
Görüldüğü gibi, artık çoğunluğu Türk gibi düşünen bizlerden
bağımsız olarak anayurt insanı son derece doğru kararlar
verebilmektedir. Dolayısıyla, Kuzey Kafkasya’nın dışardan
kendisine enjekte edilecek herhangi bir siyasi görüşe ihtiyacı
yoktur.
Kültürün üretilmesi konusundaki görüşlerinizi burjuva ideologlara
benzettim. Ahırdan sürüsünü otlatmaya götüren Çerkes çoban ve
tarlasına çapaya giden rençber yaratmıştır Çerkes kültürünü. "Adıgağer
Tsıfığe" (Çerkeslik İnsanlıktır) sözünü söyleyen o küçümsediğiniz
çoban ve rençberdir. Elbette benim burada bahsettiğim demokratik
ve hümanist değerler üzerine kurulu, insan merkezli Çerkes
kültürüdür. Yani, insana saygı temelinde şekillenen Çerkes
kültürü, yozlaşmış değerlerle istila edilmiş kültür değil.
Yaşlının (prensin değil) ortada, daha gencin (soylunun değil)
solda, en gencin (hür köylünün veya kölenin değil) ise en sağda
yürüdüğü kültür. Kapıya yakın oturmayı kölelik sayan bir kültür
değil, insanlığı ve eşitliği kutsayan bir kültür. Çerkes
çocuklarını köleleştirerek Osmanlı köle tacirlerine satan
feodallerin kültürü değil, özgürlüğü kutsayan, M.Y. Lermontov’a
"Onların tanrıları özgürlüktür" dedirten halk kültürü. Çerkes
komünal kültürü. Komünal kültürü benimsemek
Çerkesleşmektir. Bence Çerkes kültürüne bakışınızı
değiştirmelisiniz.
Bu noktada, hariçten bir katılım olarak Ahıskalı arkadaşa da yanıt
vermek istiyorum. 80 yıllık Kemalist sistemin uyguladığı
asimilasyoncu baskı ve yok etme metotları konusunda sadece şunu
söyleyebilirim: Benim burada sizinle Türkçe görüş alışverişinde
bulunuyor olmam aslında bu konuda tartışmayı gereksiz kılıyor..
1977’de katledilen Tsey Mahmut Özden, askeri darbelerle kapısına
kilit vurulan Kafkas kültür dernekleri, işkence gören
aydınlarımız, 12 Mart ara rejimi süresince sorgulama geçiren
babam, köylerimizde düzenlenen "Vatandaş Türkçe Konuş"
kampanyaları ve asılan "Çerkesçe Konuşmak Yasaktır"
tabelaları, halkımda ulusal eziklik ve kompleks yaratılması
amacıyla kullanılan filmler ve daha önemlisi, ihanetiyle(!)
birlikte Çerkesliğine vurgu yapılmaya başlanan Ethem Bey..
"Kürdistan" kelimesini coğrafi anlamda kullandığımı belirtmek
istiyorum. Bu kelime ilk olarak, söz konusu bölge için Büyük
Selçuklu Sultanı Sancar tarafından kullanılmıştır. Kürdistan’ın
isim babası Türkler olmasına rağmen, halen bu kavramı coğrafik
anlamda bile kullanmanın, Türkiye’de tepkilere yol açması tarihin
bir ironisi olsa gerek. |
|
|
09
Mart 2007 |
Novaya Zemlya |
|
Anlayışımızda genel bir paralellik
olması sevindirici, yorum farkı olması doğal.
Kültürün üretimi meselesinde Pşı-Work takımına neden karşı
olduğunuzu pek anlamadım doğrusu, zaten genel olarak diaspora
Çerkeslerinde bu konuda bir antipati mevcut. Bu göreceli
sevimsizliğin kaynağının da eski SSCB döneminde yazılan ütopik
sınıfsız toplum savunucularının yanlı tarihi yayınlara bağlamak
pekala mümkün.
Onlarda bizim insanımızdı. Hayatın her alanında da önderliklerini
göstermişlerdir. Mesela Çerkesler genel anlamda Rus işgaline
direnişi sınıfsız halkın yaptığını buna binaen feodal takımın
çekimser davrandığını dile getirenler çoktur ki, bu doğruda
değildir. Mesela Ferzeps Zawe (1838) savaşını Pşiler savaşı olarak
da adlandırırlar. 1 ay süren savaşta 300'den fazla soylu toprağa
düşmüştür.
Kültür üretiminde asilzadelerin payını Oscar Wilde'nin şu sözü ile
açıklamaya çalışayım: ''Romantik aşk zenginlerin ayrıcalığıdır,
işsiz olanların değil, fakirler sıradan ve pratik zekalı olmak
zorundadır.''
Yani sizinde değindiğiniz toplumda ferdi davranış kalıplarının
gelişmesi, kaçınma adetlerinin icadı, cesaret, feragat ve belagat
yeteneklerinin ortaya çıkması için belli bir maddi birikime ve
insanların arasında sürekli iletişime ve seyahat özgürlüğüne sahip
bireylerin olması gerekir.
Bu bakımdan asilzadeler maddi birikimleri ve boş vakitleri ile
bunları geliştirmeye daha elverişlidirler.
Kastım budur. Yoksa ne burjuvayım ne de ideologum, hatta yarın işe
gitmezsem açım...
Birde şunu belli etmek gerekir. İyi bir Çerkes olmak yani
Adiğağe sahibi olmakla, toplumsal hukuka (xhabze)
riayet etmek arasında az da olsa fark vardır.
Çerkes kültürü Adiğağe, Çerkes hukukunu ise xhabze
olarak değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Gerçi ikisi
arasında pratikte fark çok az görünmektedir. Birisi kişisel
vasıflara diğeri sosyal ve toplumsal ödevlerin yükümlülüğüdür.
Her Çerkes Adiğağe sahibi olmayabilir (iyi Adige olmaya
bilir) ama toplu yaşamda herkes xhabzeye uymak zorundadır.
Benim düşünüşüme göre, Adigeliğin güzel ahlak ve terbiye öğretisi,
Çerkeslerin atı eğitmeye başladığı ve at binicisi olduğu
kadim tarih zamanlarına kadar gider. Çünkü at binmek, yetiştirmek
ve at üstünde savaşmak engin medeni birikimi gerektiren bir
olgudur.
Avrupalılar şövalyeliği 1200'lerde Müslümanlardan Kudüs'ü geri
almak için düzenledikleri Haçlı Seferleri'nde Araplardan
öğrendiler. Aslan Yürekli lakaplı Kral Richard'ın pek çok Arap
prensini damat olarak veya çeşitli imtiyaz mukabilinde sarayına
almaya çalışması bunun eseridir.
Orta Doğu'ya atı ilk sokan ulus Hattiler ve onlarla akraba bir kol
olan ve ikinci Babil krallığını kuran Babil Kas'larıdır. At
biniciliği ve atlı savaş teknikleri Hattilerle Mısır'a ve
Arabistan'a taşınmıştır.
Kültür üretimine dönecek olursak; zaten at yetiştiriciliği ve cins
at soyu üretimi Çerkes soylularının elinde olan bir uğraştır, bir
zenginlik ve itibar kaynağıdır.
Diğer konularda söylemden, çok çalışmaya ihtiyacımız vardır, iyi
dil bilen insanlarımızın Kafkasya Çerkes edebiyatından acil olarak
yararlanmamızı mümkün kılmaları gerekmektedir.
Kavramlarla düşünmek birleştirir, kavramsızlık böler... Ortak
düşünce ikliminin gelişmesi için bizden daha ileri seviyede olduğu
kesin olan, Kafkasya Çerkeslerinin düşün tarzına ve edebi iletişim
dizinine sahip olmamız elzemdir. Yoksa konuşsa da birbirini
yeterli düzeyde anlamayan insanlar topluluğu olarak kalmaya devam
ederiz.
Nitekim son Çeçen olayları karşısında takındığımız açmaz tavrın,
Kafkasya Çerkesleri tarafından neden anlaşılamadığını sorgular
dururuz.
Ki, Çeçenistan'ı desteklemeyen diğer hiçbir Kafkaslı milletin
yöneticileri hainlik, Russeverlik veya işbirlikçilikle
suçlanmadığı halde, Kafkasya Çerkeslerinin yöneticilerini bununla
dahi itham eden diaspora Çerkesleri çıkmıştır. Üzüntü vericidir.
Bu türden sapmaların yaşanmaması için, Kafkasya'dan Türkiye ve
Ortadoğu'ya uzanan bir Çerkes edebi literatürü yaratmak
gerekmektedir.
İngilizler 19 ncu yy.da Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluklarını
sadece o günün en güçlü ve mükemmel deniz donanma gücünü kurarak
değil, diyalektik iletişimde kullandıkları ve Londra da yazılan
bir emri, Hindistan'da eksiksiz uygulayan valiye öğrettikleri
Latince'ye de borçludurlar.
Anlaşabilmek için kavramlara hükmeden, imgeleri herkesin
anlayacağı ortak bir şekilde zihnimizde canlandıran edebi
literatürümüzü kurmak zorundayız.
Bunu gerçekleştirmek içinde önce tarihimizle konuşup, hesaplaşıp,
karar vermek durumundayız. Ortak dile giden yol, tarih mevzuatının
birikmiş sorunlarını ortak bünyede halledilip, gelecek için
pencere aralamaktan geçmektedir... |
|
|
|
|
|
|
|