KARDA KAYBOLAN KENT
O sabah, Marcovaldo'yu sessizlik uyandırdı.
Havada tuhaf bir şey olduğu duygusuyla
yataktan kalktı. Saatin kaç olduğunu
anlayamıyordu, panjurların çubukları
arasındaki ışık, günün, gecenin bütün
saatlerindeki ışıktan başkaydı. Pencereyi
açtı, kent yok olmuştu, yerini beyaz bir kağıt
almıştı. Bakışını yoğunlaştırınca, beyazın
ortasında neredeyse silinmiş kimi çizgiler
seçti, çevredeki pencereler, damlar, sokak
lambaları gibi olağan görünüşün çizgilerinin
karşılıklarıydı, ama gece üzerlerine yağan
karın altında kaybolmuşlardı.
"Kar!" diye bağırdı Marcovaldo karısına, daha
doğrusu bağırmak istedi, ama sesi yavaş çıktı.
Tıpkı çizgilerin, renklerin, perspektiflerin
üzerine olduğu gibi gürültülerin, daha doğrusu
gürültü yapma olanağının üzerine de kar
yağmıştı; pamuk döşeli bir ortamda, sesler
titreşemiyorlardı.
İşine yaya gitti; kar nedeniyle tramvay
çalışmıyordu. Sokakta geçecek yol açarken,
daha önce hiç duyumsamadığı gibi özgür
buluyordu kendini. Kent sokaklarında
kaldırımla taşıt yolu arasındaki yükseklik
farkı yok olmuştu, taşıtlar yoldan
geçemiyorlardı; Marcovaldo her adımda
bacaklarının yarısına kadar kara batsada,
çoraplarının içine kar suyu sızsada, yolun
ortasından yürümek, çimenlere basmak, trafik
çizgilerinin dışından karşıya geçmek, zikzak
yaparak gitmek özgürlüğüne kavuşmuştu.
Sokaklar, caddeler, dağların kayaları
arasındaki bitmek bilmeyen ıssız boğazlar gibi
uzanıyorlardı.
Kimbilir bu örtünün altında gizlenen kent yine
aynı kent miydi, yoksa gece bir başka kentle
mi yer değiştirilmişti? Kimbilir şu beyaz
yükseltilerin altında yine benzin pompaları,
gazeteci kulübeleri, tramvay durakları mı
vardı, yoksa yalnızca çuval çuval kar mı?
Marcovaldo yürürken değişik bir kentte
kaybolduğunu düşlüyordu; oysa adımları onu
yine her günkü iş yerine, her zamanki ambara
götürüyorlardı; eşikten içeri adım atar atmaz,
dış dünyayı yok etmiş olan değişiklik,
yalnızca çalıştığı firmayı esirgemiş gibi
kendini yine aynı duvarların arasında bulunca
şaşırdı.
Boyundan daha uzun bir kürek bekliyordu
kendini. Ambar şefi Sinyor Viligelmo küreği
uzatıp "kapının önündeki kaldırımı temizlemek
bize düşüyor," dedi, "yani sana". Marcovaldo
küreği koltuğunun altına alıp çıkmak için geri
döndü.
Kar küremek çocuk oyuncağı değildi, hele
midesi boş birisi için, ama Marcovaldo karı
bir dost, yaşamının içine hapis edildiği
kafesin duvarlarını yok eden bir etken
sayıyordu. Büyük bir hevesle çalışmaya
koyuldu, kaldırımdan sokağın ortasına kürek
dolusu kar atmaya başladı.
Boşta gezen Sigismondo da kara gönül borcu
duyuyordu; çünkü o sabah kar temizleyicisi
olarak Belediyeye kaydını yaptırdığından,
sonunda bir kaç günlüğüne de olsa işe
kavuşmuştu. Ama bu duygu onu Marcovaldo gibi
belirsiz hevesler yerine, şu kadar metrekare
yeri temizleyebilmek için ne kadar metreküp
kar kaldırması gerektiği gibi kesin hesaplara
götürüyordu; kısaca ekip şefinin gözüne
girmeyi ve -gönlünde yatan aslan buydu- işinde
ilerlemeyi amaçlıyordu.
Sigismondo geriye dönünce ne görsün? Yolun
daha yeni temizlediği bölümü, ötede,
kaldırımdaki soluk soluğa bir adamın rastgele
boşalttığı küreklerle yeniden karla örtülmeye
başlamıştı. Tepesi attı. Kar dolu küreğini
adamın göğsüne yönelterek ona doğru koştu.
"Bana baksana! Sen mi atıyorsun bu karı?"
"Ne? Neyi?" dedi, irkilen Marcovaldo; sonra
kabullendi:
"Belki, evet."
"Öyleyse hemen küreğinle temizle, yoksa
hepsini yediririm sana."
"Ama kaldırımı temizliyorum ben."
"Ben de sokağı."
"Nereye atayım peki?"
"Belediyede misin sen de?
"Yo. Sbav firmasındayım."
Sigismondo ona, karı kenara yığmayı
öğretti, Marcovaldo'da onun bölgesini
temizledi. Hoşnut, kürekleri kara saplı,
yaptıkları işi seyre koyuldular.
"Yarım sigaran var mı?" diye sordu Sigismondo.
İkisi de birer yarım sigara yakarken, bir kar
temizleme aracı, yanlarına düşen iki büyük
beyaz dalga kaldırarak sokaktan geçti. O sabah
her gürültü yumuşacıktı; ikisi de bakışlarını
kaldırdıklarında, temizledikleri yerler
yeniden karla örtülmüştü. "Ne oldu? Kar mı
başladı?" Gözlerini gökyüzüne kaldırdılar.
Makine süpürgelerini döndürerek köşeden
dönmüştü bile.
Marcovaldo karı tıkız bir duvar gibi
yığmayı öğrendi. Böyle küçük duvarlar
oluşturmayı sürdürürse sadece kendisi için
sokaklar yapabilecek, nereye gittiğini sadece
kendisi bilecek, başka herkes bu sokaklarda
yolunu şaşıracaktı. Kenti yeni baştan
düzenleyecek, kimsenin gerçek evlerden ayırt
edemeyeceği, evler gibi yüksek tepeler
dikecekti. Belki de artık bütün evlerin dışı
da içi de kara dönüşecekti; anıtlarıyla, çan
kuleleriyle, ağaçlarıyla kardan bir kent,
kürek vuruşlarıyla yıkıp bir başka biçimde
yeniden yapılabilen bir kent.
Kaldırımın kenarında bir yerde büyükçe bir
kar birikintisi vardı. Marcovaldo onu da
duvarlarıyla aynı yüksekliğe getirmek için
düzeltmeye başlamıştı ki, bir otomobil
olduğunu anladı; yönetim kurulu başkanı
Kommendatore Alboino'nun arabasıydı, her
tarafı karla kaplıydı, Bir otomobille bir kar
yığını arasındaki ayrımın bu kadar az
olduğunu görünce, Marcovaldo kürekle bir
otomobil biçimlendirmeye koyuldu. Sonuç
başarılı oldu; doğrusu ikisinden hangisinin
gerçek olduğu anlaşılmıyordu. Son düzeltmeleri
yaparken Marcovaldo küreğe takılan
döküntülerden yararlandı; paslı bir teneke
kutu bir farın biçimlendirilmesini sağladı;
bir musluk parçası da kapının kolu oldu.
Sıra sıra kapıcılar, odacılar, postalar selam
durdular, başkan Kommendatore Alboino büyük
kapıdan çıktı. Miyoptu, aceleciydi, kararlı
bir biçimde süratle otomobiline doğru yürüdü,
sarkan musluğu kavradı,çekti, başını eğdi ve
boynuna kadar kara saplandı.
Marcovaldo çoktan köşeden kıvrılmıştı,
avluyu kürüyordu.
Avluda ki çocuklar kardan adam
yapmışlardı.
"Burnu eksik!" dedi içlerinden biri.
"Ne koyalım oraya? Havuç!" Hepsi kendi
mutfağına, sebzelerin arasında havuç aramaya
koştu.
Marcovaldo kardan adamı seyre dalmıştı.
"Karın altında, neyin kar neyin karla kaplı
olduğu ayırt edilemiyor; bir insan uymuyor
buna, çünkü benim şu karşıdaki değil, ben
olduğum biliniyor."
Düşüncelere daldığı için damdan iki kişinin
bağırdığını duymadı: "Hey, kardeş, çekilsene
biraz oradan!" Dam temizliyicileriydi. Birden,
üç kental kar başından aşağıya indi.
Çocuklar ele geçirdikleri havuçlarla döndüler.
"A, bir kardan adam daha yapmışlar!" Avlunun
ortasında, yan yana, birbirinin aynı iki
kardan adam vardı.
"İkisine de burun takalım!" deyip, iki kardan
adamın kafalarına birer havuç batırdılar.
Diriden çok ölü gibi olan Marcovaldo,
içine gömülüp buz kestiği kılıfı yaran bir
yiyeceğin geldiğini duyumsadı. Hemen ağzına
attı.
"Anne havuç yok oldu!" Çocuklar çok
korkmuşlardı.
En yüreklileri umudunu yitirmedi. Yedek bir
burnu vardı, bir biberdi; biberi kardan adama
taktı. Kardan adam biberi de yuttu.
Bunun üzerine kardan adama burun olarak bir
mangal kömürü takmayı denediler. Marcovaldo
olanca gücüyle kömürü tükürdü. "İmdat! Canlı!
Canlı!" Çocuklar kaçıştılar.
Avlunun bir köşesinde bir ısı bulutunun
yükseldiği bir parmaklık vardı. Marcovaldo,
ağır kardan adam adımlarıyla oraya gidip
durdu. Kar sırtından aşağı eridi, oluk oluk
giysilerinden aktı; soğuktan şişmiş, buz
kesmiş bir Marcovaldo çıktı ortaya.
Küreği aldı ısınmak için avluda çalışmaya
koyuldu. Bir hapşırık burnunun ucuna gelmiş,
orada duruyor, dışarı çıkmaya karar
veremiyordu. Marcovaldo gözleri yarı kapalı
yürüyordu, hapşırık hep burnunun ucuna tünemiş
duruyordu. Birden sanki homurdanır gibi "Haaaap..."
yaptı, "...şu" ise bir mayın patlamasından
daha güçlü oldu. Havanın yer değiştirmesi
nedeniyle Marcovaldo duvara çarptı.
Hapşırma havanın yer değiştirmesinin ötesinde,
gerçek bir hortum oluşturmuştu. Avludaki bütün
kar havalandı, bir kasırgada olduğu gibi
savruldu, yukarıya çekilip gökyüzünde
billurlaştı.
Baygın Marcovaldo gözlerini açtığında, avlunun
her yeri temizlenmişti, bir tek kar tanesi
bile kalmamıştı. Marcovaldo'nun gözleri
önünde, gri duvarları, ambarın sandıkları,
sıkıcı, itici bütün günlerin nesneleri ile,
her zamanki avlu belirdi.
Yazan: Italo Calvino
Türkçesi: Rekin Teksoy
Can yayınları,1991
|