“Ülkede ve dünyada insanlığın içinde bulunduğu ağır dram,
yaşamlarla örneklenen insanlıkları çok düşündürüyor.
Hele hele insanlığın ve insanlık değerlerinin ekonomik, siyasal,
toplumsal, kültürel alanlarda her soydan ve her boydan kırımlara,
kıyımlara uğratıldığı Türkiye gibi düşünmenin bile
‘suç’ sayıldığı
bir ülkede; ‘düşünüyorsun
o halde yoksun’la çarptırılmış insanlarını değil
görmek, unutmamak bile çoğu kişinin göze alamadığı bir eylem
biçimidir ne yazık ki...”
Bu tırnak içi satırlar bana ait. Bundan on yıl önce... gazeteden
iletilen istek üzerine kaleme aldığım 12 Ekim 1995 günlü
Evrensel
gazetesinde (s.12) yayımlanan yazımdan alınmadır.
12 Eylül’ün (1980-2005)
25’nci (artık herkes
biliyor ki, solkırım-solkıyım, dolayısıyla toplum-yıkım)
yıldönümünde ulaşılan 3 Ekim AB- Derinlikleri
(sürüklenmeleri) önünde, kişilerden oluşan ‘Toplum(lar)
hakkında nasıl mı karar
vereceksiniz?’sorusu tarihi bir önem kazanıyor
kanımca...
Bu yazımın tamamının okunmasını sizlerin dileğine sunmak
istiyorum. Bilge bir ‘muhtar
çakmağı’ kabilinden bir yalımlık düşünme şeraresi
tüttürebilir mi, incecikten bir değerbilim eylemi çaktırır
mı? Nasıl bir karar verirsiniz?
Bunun sabrını göze alabileceklerin bilgisine sunuyorum:
“Behice Boran’ı Anarken...
İnsanın, kaçınılmaz olan ölüm olgusunu yenme, değiştirme, aşma
alanında insanlık tarihiyle özdeş bir uğraş verdiği bilinir:
İnsanın insanlaşma eylemi...
Göksel bir beklentinin egemenliğine karşı, yaşamayı bir eylem
biçimine dönüştüren
‘ölümlü’ için ölüm de sonuçta, diyalektik bir
değişimdir; sonsuzluğa karışıp yaşama eylemini sürdürmedir.
Yaşamak bir eylemdir.
Ölüm de, yaşamın bir parçası olduğuna göre, ölüm de öyle...
Sonsuzluğa karışımının 8. yıldönümünde
Behice Boran’ı anmak
için daha başka gerçekçi bir giriş usuma gelmiyor.
Aslında Behice Boran, 19 Kasım 1962 günü Vatan gazetesinde
yayımlanan “Gençlik, Halk
ve Eski Nesil” başlıklı yazısında,
“Kişiler hakkında hasıl mı karar
vereceksiniz?” diye soruyor ve kendisi hakkında
bugün nasıl bir karar vermemiz gerektiğine bir anlamda yardımcı
oluyor. Okuyalım:
“Kişiler hakkında nasıl mı karar vereceksiniz? Hayatlarına
bakarak... Bir insan yaşadığı hayatın insanıdır. Doğru bulduğumuz
fikirleri öyle benimsemiş, öyle içimize sindirmiş olmalıyız ki,
bunlar davranışlarımızı biz farkında olmadan dahi etkilemeli,
tayin etmeli, yöneltmelidir.
Denilebilir ki, bir anlamda şahsiyetin de bir üst yapısı vardır;
yani bir aklımızla, mantığımızla doğru bulduğumuz, düşündüğümüze
konu olan fikirler vardır. Bir de, belirli objektif şartlar
altında belirli uyarıcılara karşı yaptığımız tepkileri tayin eden,
düzenleyen değerler, inançlar vardır.
Bir kişinin gerçek şahsiyet yapısının çizgilerini, vasıflarını bu
ikinciler tayin eder. Aklın konusu olan fikirleri, sinir
sistemimizin uyarıcılara karşı yaptığı hissi tepkileri düzenler
hale getirdik mi, bu fikirler gerçekten yaşayan fikirler olur. Ama
o zaman da fikirler fikir olmaktan çıkıp fizyolojik bir kuvvet,
maddi kuvvet niteliğini kazanır. Bu da diyalektik bir olaydır...”
Behice Boran’ın
77 yıllık yaşamının katıksız 50 yılı bilim, düşün, siyasa kadını
olarak, böyle bir yaklaşımla değerlendirilirse kendisi hakkında en
gerçekçi kanıya ulaşılabilir kanısındayım.
Ben, insanın insanlaşma eylemi, diyorum;
Boran’ın yaşamına
bakarak.
Saydam ve çok insanca bir yaşamdır bu.
Güzel şarkılar, güzel şiirler, güzel öyküler, güzel romanlar,
güzel resimler, güzel yontular, dediğimiz yaratıcılıklar, bilinir
ki, ta başta ve sonuçta yalındırlar.
İnsanın ‘Ben de söylerim,
ben de yazarım, ben de çizerim...’ deyip keşke
‘ben söyleseydim, keşke
ben yazsaydım, keşke ben de çizseydim’ diye
insanca paylaştığı hatta kıskandığı ama sonuçta onurlandığı
yaratıcılıklardır.
Behice Boran’ın
yaşamı da işte böylesine bir yalınlık, açıklık ve yaratıcılıktır;
‘Ben de yaşarım’
dedirtecek bir eylemdir.
İnsan soyunun görkemli bir düşün köprübaşı olan Marks’ın kalkış ve
varış noktası da ‘yaşam’
ve ‘insan’,
insanlaşma değil midir?
Behice Boran
yaşam eylemciliğinin iki sorusu vardır:
- Nesnel koşullarla öznel olanakların bağlamı içinde insanca bir
yaşamın geliştirilmesi nasıl olacaktır?
- İnsanlığı savunan bir
kişiliğin önünde duran engellerin niteliği ve bunları aşma
olanakları nelerdir?..
Bilim kadını niteliğiyle, düşün kadını kimliğiyle,
siyasacı kimliğiyle
Behice Boran bu iki soruya insanlığın bir üyesi
olarak çok değerli, çok görkemli, çok insanca yanıtlar
vermiştir. Bu sorular ne denli yalın, açık, anlaşılır olsa da,
yanıtlar öylesine güç ve karmaşıktır oysa. Boran’ın
yanıtları ise gerçekten çok yalın olmuştur.
Yanıt, deyince aklıma geldi.
Yıl 1979. Mayıs’ın sonu ya da Haziran başı.
Boran, İstanbul
Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanıyor.
Suçu?
1 Mayıs’ta sokağa çıkma yasağına karşın Merter’de sokağa çıkmak,
arkadaşlarıyla Taksim’e kadar yürüyüp, İşçi
Bayramı’nı kutlamaya teşebbüs...
İlk duruşma. Yargıç soruyor:
- Sokağa çıkmışsınız?
-
Çıktım.
-
Sıkıyönetim yasağı
olduğunu biliyor muydunuz?
-
Biliyordum.
-
Peki niçin çıktınız?
-
Taksim’e yürümek için.
-
Ne yapacaktınız orada?
-
İşçi sınıfının bayramını kutlayacaktım.
Evet, sorgulama böyle gidiyor...
Yargıç, 70 yaşındaki
Behice Boran’ın sokağa çıktığı Merter’den Taksim’e
kadar nasıl yürüyeceğini merak etmiş olmalı ki sordu:
- Merter’den Taksim’e kadar yürüyecektiniz demek.
-
Evet yürüyecektim.
-
Merter ile Taksim
arası çok uzak değil mi?
-
Uzak.
-
Nasıl gidecektiniz
peki?
Behice Boran’ın,
elini şöyle havada dolaştırarak;
- Dinlene dinlene tabii, dediğini gülümseyerek anımsıyorum....
Ne kaçarak, ne koşarak, ne de uçarak... Hamaset yok, dinlene
dinlene...
Yürüyüşü, yaşamına bakıldığında hiç de öyle olmadı oysa. Koşa koşa
ve kan-ter içinde bir yaşam uğraşısı...
Yılların gazetecisi Cüneyt
Arcayürek, bir yazısında şöyle söylüyor:
‘1940’ların ortalarında henüz bilinçlenme
çağındaydık. Nazım Hikmet’in değil şiirlerini okumak, adını anmak,
okuldan, işten atılmaya, fişlenmeye yeterdi. Masa altında
birbirimize pelür kağıdına yazılı şiirlerini verdiğimiz dönemde
Mehmet Ali Aybar, Behice Boran ve arkadaşları açıkça sosyalizm
türküleri söyleyebiliyorlardı. Zincirli Hürriyet gazetesi,
aklımda kalan Yığın dergisi gibi yayımları izlerdik. Yıllar
geçti, ister yasaklı, ister az buçuk özgürlüğün geldiği dönemlerde
hiç değişmediler. Aralarında uygulama, olaylara, odak noktalara
bakışta belki ayrılmalar oldu. Fakat sosyalizm çizgisinden hiç
sapmadılar...’
Aybar
ve Boran,
insanın insanlaşması ereği olarak tanımlanabilecek sosyalizm
amacından sapmadılar. Model konusundaki
‘ayrılmalar’ ise,
onları, haklı çıkan tarafa sevinç vermeyen tarihsel bir dramın
insaniliğinde, insancıllığında buluşturuyor bugün.
Ülkede ve dünyada insanlığın içinde bulunduğu ağır dram,
yaşamlarla örneklenen insanlıkları çok düşündürüyor.
Hele hele insanlığın ve insanlık değerlerinin ekonomik, siyasal,
toplumsal, kültürel alanlarda her soydan ve her boydan kırımlara,
kıyımlara uğratıldığı Türkiye gibi düşünmenin bile
‘suç’ sayıldığı
bir ülkede; ‘düşünüyorsun
o halde yoksun’la çarptırılmış insanlarını değil
görmek, unutmamak bile çoğu kişinin göze alamadığı bir eylem
biçimidir ne yazık ki...
8. ölüm yıldönümünde
Behice Boran’ın anısı bana insanlık savaşımı veren
tüm yaşam eylemcilerini, düşün emekçilerini anımsatıyor bugün.”
Bugün 18 yıl sonra...
Bu yazının konusu olan Behice
Boran’ın (1 Mayıs 1910-10 Ekim 1987) anısını;
. Bugün bu yaşamı doğum ve ölüm tarihleri dahil
‘ideolojik’
bulup okuduğuna ve andığına bin pişman sağdan-soldan her boydan
medyada egemen
(laik nasyonal
cumhuriyetçi-muhafazakar liberal cumhuriyetçi)
ne ulusal-ne evrensel, uluscu-çürümeci,
sonuçta 12 Eylül mirasçılığında tencere-kapak global mezarcılar
olduğu kadar,
. O’nun
bilimci, siyasacı, birey uğraşısına
“Milliyetçiliğe, ırkçılığa,
şovenizme, cinsiyetçiliğe, mezhepçiliğe karşı eşitlik, özgürlük,
kardeşlik arayışına bilimin ışığıyla güç katmak” (bence
Bilim ve Sanat-Sanat ve Hayat dergileri) anlamında
toplumcu evrensel boyutlandırma enerjileri de bulunuyor...
Sorun, yazının başlığı:
(Kişiler) Toplum(lar)
hakkında nasıl mı karar vereceksiniz? |