...................
...................
DOĞAN CÜCELOĞLU

www.insankaynakları.com

                         
...................
 
...................

Değişim Bir Varoluş Mücadelesi

Doğan Cüceloğlu ile değişim kavramı, yaşadığı değişimde karşılaştığı sorunlar ve bunu nasıl aşabildiği, ait olma arayışı, yabancılaşma ve varoluş mücadelesi konularında konuştuk.


Değişim kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Ben soruyu insan yaşamında değişim olarak alıyorum. Çünkü değişim bütün varlıkları ilgilendiren bir kavram. Ama insan yaşamı için değişim deyince ilk başta aklıma gelen, planlanmış değişim ile planlanmamış çevrenin zorlamasıyla meydana gelen değişim arasında bir fark görmek istiyorum. Çevrenin zorlanmasıyla değişim, kültürler üstü bir yaşam.

Bütün insanların değişmek zorunda kaldıkları anlar olmuştur. Baba olmuştur, babalığı öğrenmek zorundadır. Aç kalmıştır, değişik türden meyveleri, sebzeleri yetiştirmiştir. Avcılığı öğrenmek zorunda kalmıştır. Savaşı öğrenmek zorunda kalmıştır. Dinlemeyi öğrenmek zorunda kalmıştır. Geçinmeyi öğrenmek zorunda kalmıştır. Duruma göre, bazı gereksinimleri karşılamak zorunda olmuştur.

Bana öyle geliyor ki, her kültürde planlayarak geleceğini yaratmak yoktur; bilinçli bir şekilde, stratejik olarak değişimi denetleyerek yönlendirmek. Bu, her kültürün tanıdığı bir hadise değil. Orijinini bilmiyorum ama çağdaş Batı dünyası dediğimiz bilimsel düşüncenin yaygın olduğu uygarlıklarda, toplumlarda daha çok görülen bir düşünce tarzı. Benim de kitaplarımda okuyucuyu tanıştırmaya çalıştığım, kişinin kendisinin planlayarak, hedefleyerek ortaya getirmek istediği değişim. Değişim A noktasındaki bir kişinin B noktasına, bu anlamda isteyerek, planlayarak gitmesi, kendini götürme hadisesidir.

Sizin değişimle geliştirmeye çalıştığınız vizyonunuz nedir?

Benim aklıma gelen temel kavramlar, boyutlar, faktörler şunlar; Bir, değişim istesek de istemesek de mutlaka olacak. Bence kişi 'Bu benim hayatım, benim anlam verdiğim, seçerek yaşadığım bir hayat' diyebilmesi için, değişimi de kendi kararlarıyla yönlendirmeli, yönlendirebileceğini bilmeli ve bunun farkında olmalıdır. Benim en çok yapmak istediğim de budur. Yoksa her insanın kendi değişim yönünü, hedefini, nereye gitmek istediğini seçmek istemesine muazzam saygım var. Başka birisinin 'Senin şu yönde değişmen lazım, şöyle strateji yap, değiş' demesi bana hiç gerçekçi gelmiyor ve saygısızlık olarak değerlendiriyorum.

Başlatmak istediğim süreç, kişilerin değişmesi değil. Eğer kişiler değişmek isterlerse, onlara yeni olanaklar sağlamak. 'Ben' bilincinden bıkmış birisi eğer ailede 'biz' bilincini başlatmak istiyorsa, ona bir kaynak olmak. Ben bilincinde ısrar ettiği zaman da başına neler geleceği konusunda bilgi vermek. Kısaca benim vizyonum kaynak olmak, pencere açmak ve 'İstersen bakabilirsin, içinde neler olabileceğini görebilirsin' olanaklarını sağlamak.

Benim vizyonum insanlarla kendi inancımı paylaşma. Anlamlı ve coşkulu bir yaşam için, insanoğlu olarak nelerin farkında olmamız, farkındalıklar içinde ne yapmamız lazım konusunda yazdıklarımla, yaşayış tarzımla bir tutarlılık içerisinde varolma.

Sizin değişim geçirmenize ne sebep oldu?

Ailemin 11. çocuğuyum. Fakir bir aile olduğumuzdan dolayı okuyanlar devletin imkanları ile okumuşlar. Üç tane subay, bir öğretmen çıkmış. Ben ortaokulu bitirdiğimde babam dedi ki 'Oğlum sen imam ol. Öbürleri okudu da ne oldu. Ölsem mezarıma gelip bir yasin okuyacak yok.' Onun düşüncesi, dünyası içerisinde anlamlı olan o. Bu bana çok korkutucu geldi. Katiyyen imam olmayı kabul edemedim. İyi bir öğrenciydim, hayallerim vardı. O nedenle de Ankara'ya en büyük ağabeyimin yanına kaçtım.

Silifke'de lise yoktu. Bu çerçeve içerisinde iki yıl liseye gittim. Ankara'ya ilk gidişim, değişimle ilgili ortamdan dolayı zorlandığım yer oldu. Çünkü Silifke'de hiç çatal, bıçak kullanmadım. Yer sofrasında tahta kaşıkla aynı tabaktan yerdik; dıkımlardık bazlamayla. İlk defa Ankara'da oturduk. Peçete vardı. Herkesin bardağı vardı. Bizde tas vardı. Herkes o tasla içerdi. Konuşmamın değişmesi gerekti. Anlayamıyorlardı çünkü. Bu benim zorunlu olarak değişmeye doğru gidişim oldu. Ama 'Ben bir değişim süreci içindeyim, hayatımın değişmesi gerekli.' bilinci yoktu.

Üniversiteyi bitirdikten sonra, Amerika'ya gittim. Orada da aynı şeyleri yaşadım. Yeni bir kültür, birçok şey farklı; davranışlar farklı, anlama farklı.

Orada da değişmek zorunda kaldım. Ama yine de 'Benim de değişmem gerek' fikri yoktu. Öyle bir farkındalık içinde değildim. Bilinçli olarak boşanma devresine girdiğim zaman, 'Benim değişmem gerek'i o zaman yaşamaya başladım. O bakımdan daha önceleri hep çevremden dolayı değişim bana empoze olarak geldi.

Kendimi değiştirme ve hayatımı bu bilinç içerisinde yönlendirme düşüncesi 1975 -1978 yılları arasında gelişti. Çünkü o zaman boşanma, çocuklarımdan ayrılma hadiselerini yaşamaya başladım. Ve o bana yeni bir kapı açtı, şimdi o yolculuk devam ediyor.

İçinde yetişmiş olduğum ortamdan ve eğitim içerisinde elde ettiğim bilgilerle mutlu olamayacağımı gördüm. Yeni şeylerin farkına varmam gerekiyor düşüncesi üzerinde durdum. Çevremde doğal olarak bana mentör olabilecek, bana model olacak insanlar olmadığını gördüm. Onun üzerine, görmüş olduğum modellerin dışında yeni modeller arayarak, kendi kendime oluşturarak ve benden sonra gelecek olanlara model olma hadisesi üzerinde durdum. O gelişim, benim konuştuğum türden gelişimin temeli oldu.

Yaşam, Öğrenme Fırsatıdır

Gerçi biraz çevrenin zorlaması ile değişim geçirdiniz. Karşılaştığınız, sorunları nasıl aşıyordunuz?

Birkaç aşama oldu. İlk aşama, sorunlardan kaçma aşaması. Sonra farkına varıyorsunuz ki sorunlardan kaçamıyorsunuz. Sorunlardan kaçmanın kendisi daha büyük sorun olarak karşınıza çıkıyor.
İkincisi, stratejik olarak sorunlara yaklaşma. Böylelikle, 'Benim gücüm ne, nelerin farkında olarak neyi yapabilirim ve o zaman sorunları nasıl çözebilirim?' sorularını soruyorsunuz.

Şimdi geldiğim noktada ise, esasında sorun diye bir şey yok, öğrenme fırsatları var. Sorun bence yanlış etiketleme. Esasında öğrenme fırsatları var.

Karşılaştığınız sorunları, öğrenme fırsatı olarak gördüğünüzde başka bir heyecan geliyor. 'Hakkını vererek yaşadığım, üzerinde düşündüğüm, etkileşim kurduğum takdirde bitirdiğim zaman nerede olabilirim?' diyorum. Onun farkında olma.
Esasında yaşam muhteşem bir öğrenme fırsatı ve en güzel tarafı, öyle bir müfredat program ki herkese özel. Neye ihtiyacın varsa onu çıkarıyor karşına.
Lüzumsuz yere, başka şeyler çıkarmıyor. Öbür türlü baktığın zaman 'Hep bu tip şeyler başıma geliyor' diyenlere karşı 'Anlamıyor musun, işte bunu öğrenmen gerekiyor. Onun için geliyor' düşüncesi çok kuvvetli bir inanç şimdi bende.
İpuçları da çok güzel ve kuvvetli. Ne zaman kızıyorsan bil ki orada bir öğrenme fırsatı var. Hiç kimsenin söylemesine lüzum yok, kendin bilirsin. Nerede rahatsız oluyorsan, orada bir öğrenme fırsatı var. Onun farkına vardığın andan itibaren yaklaşım tarzın değişiyor. O yaklaşım tarzı içerisinde de değişim kendiliğinden oluyor aslında. Eğer öğrenme, gelişme, farkına varma yer alıyorsa.

Benim en çok gördüğüm hadise şu; farkına varan insan, artık farklı bir insan.

İnsanoğlunun en güçlü yönü o; farkına vardığının farkına varan varlıklarız. O nedenle bizim için çok büyük bir zamanımız bakar körlükle geçiyor. Hepsi gözümüzün önünde, eğer görebilirsek.

Çocuklara bakmasını bilsek öyle muhteşem dersler veriyorlar ki bize. Ama görmediğimiz için o dersleri hiç almıyoruz. Onların her bir ağlayışında, her bir gülüşünde veya sarılışında, muhteşem mesajlar var, öğrenme fırsatları var.

'Bu çocuk niye ağlıyor?' bir düşünecek olursan, orada sana mesajını veriyor. Veya 'Çocuk neden seni öpücüklere boğuyor, neden gülüyor? Anne baba seni seviyorum' diyor. Farkına varsa orada da muazzam öğrenme fırsatları var.

Şimdi çok daha fazla yaşamın bütünlüğü içerisinde bu öğrenme fırsatlarıyla sarılmış olduğumuzu ve esas yolculuğun anlamının da bu olduğunu düşünüyorum.

Bunun için tek bir kural var, o da kıvırmamak. Yaşam sana acı verme durumuna geldiğinde 'Merhaba acı' diyeceksin, o acıyı yaşarken öğreneceksin. Kıvırmaya başladın mı, savunucu oldun mu o acıyı yaşıyorsun ama ders alamıyorsun, öğrenemiyorsun. O bakımdan İngilizce'deki 'integrity' kişisel bütünlük tabiri çok önemli. Kişisel bütünlük içinde kıvırmadan, özü sözü doğru olarak kendini yaşamaya adamış birisi, eninde sonunda bilge bir kişi olur. Mümkün değil kaçamaz çünkü yaşam ona bunu öğretmek üzere sanki programlanmış. Ama bir davranış yaptın, onun sonucunda acı çekmen gerekiyorsa, 'Bir davranış yaptım, şimdi acı çekmem lazım' dememeli. Çünkü yaşamı 'Ben onu hak ettim' bilinci içerisinde kucaklayacaksın ve devam edeceksin.

Ait Olma Arayışı

İnsanın anlam arayışı içerisinde değişimin yeri tam neresi? Ya da değişim, anlam arayışını şekillendirebilir mi?

Benim kendi bakış tarzım içerisinde, kişinin yaşamındaki anlamın kaynağı onun ilişkilerinden geliyor. Anlamın kaynağı ait olmaktan geliyor. Bu insanın doğuşundan getirmiş olduğu bir potansiyel gereksinim. Çocuğa baktığınız zaman o kadar aşikar görüyorsunuz ki, ait olmak istiyor. Ama aynı zamanda da birey olmak istiyor. Eline tutturmak istemiyor. Siz bir tarafa giderken "Gitme" diyor, aynı zamanda da "Burada dur" diyor. Elini tutmaya çalışıyorsunuz, "Tutma" diyor. 'Ben burada yürüyeyim. Sen de burada dur.'
Dikkat ederseniz çok güzel bir denge kuruyor, çocuk orada. Ait olma, birey olma dengesini kurmuş vaziyette. O zaman çok mutlu. Sizin olduğunuz yerde oynar. "Oğlum git odanda oyna", "Hayır burada oynayacağım." "Odan var, niye orada oynamıyorsun?" Çocuk söyleyemez ama "Yok, burada oynayacağım" der. Söylediği şu, "Siz burada varsınız ya, orada ben kendimi ait hissediyorum. Ama bana karışmayın, istediğim oyunu oynayayım."

Ben buna 'yaşam dansı" diyorum. Hayatımızdaki anlamın kaynağı bu. Ait olmaktan geliyor. Hayatımızdaki anlamsızlıkta esasında bu ait olmanın bilincinde körelme oluyor.

Yaratılışımızda ait olma var zaten. Nasıl ki yer çekimi var, bizim de doğamızda ait olma var. Öyle bir evren içerindeyiz ki, 'Interdefensive' dediğimiz karşılıklı etkileme, sürekli etkileşim içerisinde olma yaşamımızın bir parçası. Trafikte görürsünüz, bir kişi hata yapar, kaza olur. "Bana ne ondan kaza yaptıysa yapsın" diyemezsiniz. Tıkanır kalırsınız bir saat. Türkiye dahil olmak üzere bütün dünya ekonomisi böyle bir evreden geçer. Irak'ta savaş çıktı "Bana ne" diyemezsiniz. Irak'taki birisinin düşünüş tarzı, hareket tarzı savaşa yol açıyorda hepimizi etkiler.

Ondan dolayı biz sürekli ait olma ilişkileri içerisindeyiz. Bütün mesele bunun farkına varma. Bu var zaten. Yerçekimi de vardı. Newton bunun adını koydu. Hesabını yaptı, formülünü buldu. Ondan önce yerçekimi etkisini göstermiyor muydu? Daha neler keşfedilecek. Bakar körüz. Ne zaman ki bir kişi, "Hayatım anlamsızlık içerisinde, hayatımın hiçbir anlamı yok, bomboş" diyor. Bu duruma iki türlü bakabilirsiniz. Bir, sıradan insanın bakışı, bunu unutmaya çalışırsın. İki paket sigara, içki ve bu boşluğu doldurmak üzere diğer atılımları yaparsın. Bir diğeri savaşçı gibi bakabilirsiniz. O da şu, "Benim bilincimde körelme var galiba, mesajcı geldi. Diyor ki 'Sen ait olma ilişkilerinde körleştin.' Onun için farkına var, neler oluyor? Bir düşün, hayatını bür gözden geçir. Neden bu anlamsızlık?" Bu tutumla bakacak olursanız, hemen ortaya çıkar. İçinizdeki sistem de hemen söyler zaten. Öyle muhteşem bir sistem vermiş ki Yaratan, hiçbir şey eksik değil.

Çocuk doğduğunda öyle muhteşem ki her şey var ve her şey mükemmel şekilde. Sinir sistemi muhteşem. Bir de merak vermiş, doğuştan meraklı. Meraksız çocuk daha doğmamış hiç. Bilimin bütün yaptığı şey çocuk merakını öldürmeden soru sormaya devam etmektir. Başka bir şey değil. "Neden? Niye böyle olmuş? Böyle olduğu zaman böyle olur mu?" diye sormaya devam etmiş. Bütün yaptığı şey bu.

Anlamsızlık değişimin başlangıcı oluyor. Değişim yeni bir durum getiriyor. O yeni bir durum içinde dengeler bozulursa, bireyci ve bencil bir karar veriyorsunuz.

Kolları sıvıyorsun; ana, baba, kardeş demeden hepsini yıkıp geçiyorsun. Bir yerlere doğru gidiyorsun. Değişim içindesin. Tamamen bencil bir tavır içinde "Yeter bu benim hayatım." Sonra birden anlamsızlık gelmeye başlıyor. Böylelikle değişim anlamsızlığa götürebilir. O zaman da yeni bir değişime ihtiyaç var. Sürekli bir dans, oyun var. Farkında olmak, pusula gibi sizi sürekli götürecek. Dış dünyanın farkında olma, gönlünün farkında olma, kafasının farkında olma. Böylelikle birbiri ardına değişimler birbirini takip edecek diye düşünüyorum

Değişime, var olma ya da oluş mücadelesi demek mümkün mü?

Demek mümkün. Esasında gerçek o. Zannederim, Alman filozofu Husserl, 'Varoluş' felsefesi ile uğraşırken Heidegger 'Varolmak' hadisesi üzerinde durdu.

Esas önemli olan varoluş halidir, süreçtir. Onun felsefesi içerisinde şu anda anlam verişin nasıli onu fark edersin. "Neden ben bu anlamı veriyorum? Neden bu ortamda bu türlü davranıyorum?" Aynı Doğan Cüceloğlu değişik ortamlarda, değişik varoluş hallerine giriyor. Ama benim varlığım aynı insan. Peki neden farklı farklı varoluş hallerine giriyorum? Orada fenomoloji hadisesine çok önem veriliyor. Katılıyorum.

Fenomoloji, dış dünya ne olursa olsun, o dış dünyaya anlam vermedir. Bir anlam veriş hali var. Esasında her şey, onun içinde dönüp bitiyor. 'Bu da böyle yapılır mıydı?' diyemezsiniz.

Yapılması gerektiği için öyle yapıyor. Sürekli bir oluş halindeyiz. O oluş halinin bütünlüğü önemli. O bilnçle oluş hali bütünlük içinde mi yoksa bilinç burada korkudan, baskıdan dolayı siz şu varmı gibi gösterme durumunda mı kalıyorsunuz. Orada bir kopukluk oluyor.

Yabancılaşma

Yabancılaşma; en büyük kopukluk, kendi iç dünyanızdan kopuyorsunuz, ilişkinizi koparıyorsunuz. Çağımızın en büyük mücadelesi o noktada olacak.

Atılımlar, büyük paralarla birleşiyor. Türkiye bütçesine yakın bir bütçeyle iki şirket birleşiyor. Muazzam oluşumlar var. Çalışan 'Ben neredeyim, benim hayatımın anlamı ne?' diye sormaya başlayacak. "Bütün bu para, bu kuruluşlar var ama ben neredeyim insan olarak? Benim bunlarla ilişkim ne? Sadece bir vida mıyım? Bu vida eksilirse farkında olacaklar mı olmayacaklar mı?"

Önümüzdeki 20-30 yılda yabancılaşma çok önemli sorun olarak, çok belirgin olarak insanın karşısına çıkacak. O zaman değişik tepkiler bulacak. Kimisi şeytana tapmaya başlayacak. Kimisi iyice mutaassıp olacak. Kimisi yeni bir farkındalık içinde yeni ilişkiler kurmaya çalışacak. Varoluşu yakalama hadisesi önemli. Onun için yeni filozoflar çıkacak tahmin ediyorum.

Bütün bu büyük olaylar olurken, yabancılaşma olmadan insanoğlu nasıl varolacak, varoluşunu nerede yakalayabilecek. Ben kendim anlamlı bir şekilde bunun içinde yer alıyorum. Bu noktada beş varoluş boyutuyla cevap veriyorum. Beş varoluş boyutunda her gün 3 bin, 3 bin beş yüz kere varoluş anları yaşıyoruz. Ortama göre bu boyutlardan bazıları çok belirgin hale gelebilir.

Varoluş Boyutları

Bir, "Ben var mıyım?" konusunda sezgisel olarak bir şey yapmaya çalışıyoruz. Birisi bakıp 'Günaydın' diyor mu yoksa çekip gidiyor mu? Sıraya girdiğim zaman önüme geçiyor mu yoksa o da sıraya giriyor mu? Araba kullanırken işaret verdiğim zaman bekliyor mu yoksa geçiyor mu? Günde 3 bin, 3 bin beş yüz kere bunu yaşıyoruz.

İkincisi, "Ben doğal mıyım yoksa bende bir acaiplik var mı?" Birisi bana bakarken gülüyor mu yoksa somurtuyor mu? Ben size desem ki "Nerede kestirdiniz saçınızı?" Bu söyleyiş tarzında "Siz varsınız," diyorum. Ama sizde bir acaiplik var. Berberinizde bir acaiplik var. O berberi seçtiğinizden dolayı sizde bir acaiplik var. O izlenimi veriyorum.

Üçüncüsü, özlenmeye sevilmeye layık olma. Adam yerine konma. "Merhaba Arkadaşım. Nasılsın?" veya "Ah kızım! Ne güzel saçın var senin öyle" hadisesi. Her insanın buna ihtiyacı var. Ekip kurmada bu, çok temel bir düşünce. İnsanlar benimle beraber olmak ister mi? Ben beraber olmaya değer miyim?

Dördüncü boyut, değerli olma. Kendinden büyük bir bütünün vazgeçilmez parçası olma. Çok büyük bir ihtiyaç. Çocuk şunu görmek ister: Benim ailem bensiz yapamaz. "Ah yavrum! Sensiz olur mu? Mümkün değil." Bunu duymak ister. Kadın kocasından "Hayatım! Sensiz hayatım anlamsız olur" cümlesini, koca da karısından aynı şeyi duymak ister. Dostlar birbirinden bunu duymak ister. Şirkete gittiğimiz zaman aynı şeyi bekleriz içten içe. "Bu şirket sensiz olmaz. Burada çalışacaksın. Senin yerin burası." Bunu bekler insanlar. Devletin vatandaşına bunu söylemesi gerekmez! "Bir Türk vatandaşı, hiçbir şekilde harcanamaz. Biz hepimiz içiniz. Sensiz olmaz." Bunu duymak istersiniz. Birisinin başı derde girdiğinde devletin kolları sıvayıp sonuna kadar devam etmesini istersiniz. Gönlümüzden geçen o.

Beşincisi de güçlü olmak isteriz. Yapabilmek isteriz, başkalarının gözünde, kendi gözümüzde. Güvenilmek isteriz. 'Yapabilir, elinden iş gelir" denilmesini isteriz.

İşte bunlar yaşatıldığı zaman, insanoğlu için anlamlı olur. Ama 'Sen burada para kazanıyorsun. Sana paradan başka verecek hiçbir şeyim yok' dediği andan itibaren bir işyeri, bence orada yabancılaşma başlar. Ondan sonra aşağı doğru gittikçe gider. Neler götürür onu bilmem.

Değişim Kuşağındakiler kitabından alınmıştır.
Sezik, N. (2000), Hayat Yayınları.