...................
...................
TÜRKAN ŞORAY

lidya.hacettepe.edu.tr

                         
...................
 
...................

Şoray’ın Türk Sineması’ndaki Yeri (Şoray Farkı)

1960’larda 4 büyükler saltanatı söz konusudur. Temsil ettikleri kişilikler vardı. Fatma Girik; baştan itibaren dinamik canlı, “acul”, girişken kolay yılmayan, daha erkeksi, yeni yaşama kültürüyle dalga geçen, alt kültüre yakın bir tip, Filiz Akın; daha modern, toplumun Batı’ya dönük yüzüydü. O ince sarışın ve kırılgan kişiliğiyle halk kızlarını oynasa da pek inandırıcı olmayacak, daha çok zengin kızlarını, “burjuva güllerini” temsil ederek biraz farklı bir alana geçecekti. Hülya Koçyiğit, geniş bir canlandırma yelpazesi ve çok farklı kimliklere bürünme yeteneği olan, her kalıba giren, her sınıfa ait olabilen, ama nedense yanlış anlamlarla, ayrılıp birleşmeler dolu kederli aşklar yaşaman kibar evin kızı.

Türkan Şoray ise; güzel, çekici, alımlı bir kadın kişiliği yaratacak ve bunu hem güldürü, hem dramda aynı başarıyla sürdürecekti. Sosyal kökenler itibarıyla bir uçtan öbürüne, bir kutuptan diğerine kolaylıkla gidip gelebilecekti. Türk toplumu, sanatçının halk kızı veya burjuva dilberi tiplemelerini aynı ilgiyle ve onayla kabul edip bağrına basacaktı. Oynadığı rollerle simgeleşecekti. Türk kadınını simgeleyecektir.

Tip olarak da Türk kadınını yansıtmaktadır. Türk sinemasının en güzel resim veren kadın oyuncusudur. Sinemasal açıdan zengin, seyirciyi çarpan bir görüntüsü vardır. Halkın içinde gelmesi zor şartlarda büyümesi onu halka daha yakın kılacaktır. Türk sinemasında hiçbir kadın oyuncu onun gibi çevresinde yaygın bir etkinliğe sahip olmamıştır. Ayrıca “İkinci efsane“ boyutlarına ulaşan bir yıldızdır. Güzelliği hep abartılıdır ama sıcaklığı da tartışılmaz.

Bu özellikleriyle sinemamızda farklı bir yer açacaktır. Böylece sinemada hep zirvede kalmayı başarmıştır. Diğer kadın sanatçılara örnek olmuş, uygulamalarıyla da takip edilmiştir. Sinemada en yüksek fiyata sahip oyuncu oluşu, en çok aşık olunan kadın oluşu, kendine has yasaklar koyuşu, her rolün altından başarıyla kalkması, farklı güzelliği, sıcaklığı, bir sultan, bir efsane oluşuyla ve yukarıda saydığım diğer yönleriyle sinemada bir numara haline gelmiş ve böylece sinemadaki yerini de belirlemiştir.

1970’ler Şoray,  Sinema ve Toplum

Şoray, değişir gözüken bir şeylere karşın, 1970’lerin başlarında da sinema siyasetini hemen hemen aynen sürdürür. Yılda yine 10-12 film yapıyordu. Ünlü yazarların eserlerine el atılır. Fakat çokta başarılı olunmaz. Sultan Gelin, Cemo gibi yarım başarılar elde edilirken, Vukuat Var, Asiye Nasıl Kurtulur gibi filmlerde fiyaskoyla sonuçlanır. Ünlü yönetmenlerle (Atıf Yılmaz, Osman Seden, Halit Refiğ) çalışmakta pek bir şey değiştirmiyordu. (Arada istisnalar çıkmıyor değildi. “Güllü“ ve devamı “Güllü Geliyor Güllü“ o dönem iş yapan filmleri arasında yer alacaktı. O düzen ve mantık içinde gerçekten  iyi ve kalıcı bir şey yapılamıyordu.  

70’lerin başında yine zirvede gözükmektedir. Fakat o artık daha değişik, daha farklı bir şeyleri arama  çabasındadır. 1972 yılıyla birlikte mesleki yaşamında yeni bir dönem açılır. Film sayısını ciddi anlamda azaltır. Bu yıla iki filmi damgasını vuracaktır. Biri Cemo’dur. Filmin olay olması kalitesinden değildir. Bu filmin çekimlerinde Şoray attan düşer ve felç olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Olay, filme iyi bir reklam aracı olur. Asıl büyük tepkilere yol açan olay ise bir diğer filmi “Dönüş”tür. Çünkü Şoray’ın yönetmenlik  denemesi yaptığı ilk filmdir. Şoray birçok çevrenin eleştirisine maruz kalır. (Türkan Şoray’ı destekleyen ender kişilerden biri de o sıralar hapiste olan “Yılmaz Güney”dir. Gönderdiği vizörde Şoray’ın rejisörlüğünü kutlar ve bu olayla Sultanın kendine güveni daha da artar.) Film bin bir güçlüğün ardından tamamlanır. Filmin başarılı olmayacağı düşünülmektedir. Fakat beklenenin aksine dikkat çekmiş ve başarılı olmuştur. Şoray, eleştirmenlerin, sinema uzmanlarının ve de “ciddi basın”ın dikkatini çeker.

Film yılın en büyük iş yapan filmi olur. Şoray’a daha önce yüz çevirenler, bu kez onu sahiplenirler. Ayrıca “Dönüş” 1973’te “Moskova Film Festivali”nde   özel bir ödül alır. “Azap’ta (1973) ikinci yönetmenlik denemesini gerçekleştirir fakat bu filmde başarılı olamaz.

70’lerin başlarında; o hepsi birbirinin aynı, en azından benzeri dram veya komedilerden daha kişilikli, daha gerçekçi filmlere doğru kaymasında, belki yıllardır süre gelen aklı başında, sorumlu ve oldukça politize bir eleştirinin katkısı olmuştur. Ama temel neden, Türk toplumunun o yıllardaki genel havasıdır. 1960 sonlarındaki kilitlenmiş bir siyaset hayatı, ülkeyi karışıklığa, hatta anarşiye götürmüş ve 12 Mart 1971 muhtırasını hazırlayan şartları yaratmıştır. Ülkede sokak eylemleri, kardeş kavgasına  doğru yol açan çatışmalar, kaçırma, suikast vs. gibi olaylarla hemen her kesim bu hareketli çalkantının içinde şöyle veya böyle yol alıyordu.

Artık sinemada o uzun yıllar sürdürdüğü pembe rüyadan uyanıyordu. Yönetmenler ilk defa gerçekçi konulara el atmakta, Anadolu bozkırlarında mekan bakmakta, köylü kadınların dramını keşfetmektedirler. Başta Türkan Şoray ve diğer ünlü starlar, gerçekten yaşamış ve yaşayan kadın portreleri çizmeye sıvanmıştır. Konfeksiyon usulü yapılan filmlerin yerini daha gerçekçi konular, daha kapsamlı yaklaşımlar, daha bütüncül çabalar  almaktadır. Fakat bu da işe yaramamış Yeşilçam’ın sonunu hazırlamıştır.

74-75 yıllarındaki seks filmleri ise Yeşilçam’a gerçek anlamda büyük bir darbe vuracaktır. Sinemaya birden porno filmler gelmeye başlamıştır. Yeşilçam’da  da bu yön doğrultusunda bir sektör oluşur. Ayrıca bu dönem de TRT yayın hayatına başlar ve halk sinemaya gitmek yerine evlerini tercih eder hale geleceklerdir. Bu da büyük bir krize yol açacaktır.  Şoray’da bundan nasibini alacak ve 1974’te sadece dört filmde rol alacaktır. 1975’te ise tek bir filmde. 1976’da porno film furyası birden toplumun gündeminden çıkar. Ancak Yeşilçam artık bitmiştir. Şoray sinemaya döner ama 70’lerin son yıllarını sadece üçer filme geçirir. (80’lerde bu daha azalacaktır.)

Artık her film ayrı bir proje olup, çok daha dikkatle üzerinde durulacaktır. 76’da 3. Şoray yönetmenliği ürünü olan “Bodrum Hakimi”ni  çeker ve yeniden sahnededir. Yerini yeniden sağlamlaştırmıştır. 1977’de en güzel filmlerinden biri olan “Selvi Boylum al Yazmalım” da oynar. Bu filmle Ruslardan Şoray’a en iyi kadın oyuncu ödülü gelir.

1976’dan beri çektiği filmlerle Şoray 2-3 yıl içinde eski popülerliğini geri getirmiştir. 74-75 bunalımı atlatılmış, yeniden setlere dönülmüş ve yeniden Sultanlık tahtına oturulmuştu. Ama artık çok daha az film yapılıyor, her film için uzun ön hazırlıklar gerçekleştiriliyor, her bir proje ayrı ve farklı bir çabayı gerektiriyordu. Türk sinemasında  artık farklı bir dönem başlamıştır. Şoray yine zirvedeydi. Üstelik TV’yi kullanıyordu. TRT ekranlarına gelen eski filmleri büyük ilgi çekiyor, genç kuşakta onu keşfediyordu. Ayrıca reklamlarda da boy göstermeye başlamıştı. Yaşanılan ekonomik koşullar ve vb. nedenlerden dolayı da Şoray 70’li yılları iki filmle noktaladı.

1980’ler ve Sonrası Şoray, Toplum ve Sinema

Bu hızlı dönemden sonra Şoray bir süre setlerden uzak kalır. 80’de film yapmaz. 1981’de ise son yönetmenlik ürünü olan “Yılanı Öldürseler” ile geri döner. Bu arada halk sinemaya gitmeyi reddeder. Artık yeni bir kuşak, yeni yönetmenler, yeni bir anlayış doğuyordu. (80’li –90’lı yıllar boyunca Şoray’da bir çok yeni yönetmene destek verdi.) Zaten Türk Sineması’nda  Bilinçlilik Dönemi / Yeni Sinema Hareketi 1970’lerden sonra, 1980’lerde ise bağımsız sinemanın önü açılır.  80’lerde sinemamızda artık daha aydın, daha incelmiş ürünler, büyük kentin orta sınıflarına dönük hikayeler vermeye başlayan daha özel bir alan olmaya doğru gidecektir.

1983’te şarkıcı ve türkücülerin oynadığı arabesk ağırlıklı filmler Türk Sineması’ndaki yerini ne kadar korumaya çalışsa da, kadın dünyalarını sorgulayan “kadın filmleri” öne çıkmaya başlayacaktır. Yine bu yıl da yasal boşlukların egemen olduğu bir dönemdi. Patlama sürecine geçen “video olayı” ciddi bir tehlike oluşturacaktır. Bir yanda “video korsanları”  tarafından hakları çiğnenen film sahipleri, diğer yanda birahane, kahvehane gibi halka açık umumiyetlerde video gösterilerinin yaygınlaşması, Türk sineması için büyük bir darbeydi. Bu dönem Türkan Şoray içinde inişli çıkışlı geçmiştir.

Değişen koşullar ve yaşanan ekonomik krizler nedeniyle 1980-86 yıllarında ikişer filmle yetinmek zorunda kalan Türkan Şoray 1987’de bu sayıyı dörde çıkarır.

80’li yıllar Şoray’ın hem mesleğinde hem de özel yaşamında önemli değişikliklere sahne olacaktır. Şoray kanunları yıkılacak, oynadığı “mine” adlı filmiyle “kadın filmleri” akımını da açacaktır. Özel yaşamında ise yirmi yılını feda ettiği Rüçhan Adlı’yı 1983’te terk edecek, aynı yıl sinema ve tiyatro sanatçısı Cihan Ünal ile evlenecektir.  84’te annesini kaybedecek ve bir süre sonra kızı dünyaya gelecektir. Şoray Ünal çifti  beraber birkaç filmde beraber oynarlar fakat beklenin işi yapmaz. 87’de çift ayrılır. 90’lı yıllarda birkaç filmle kapatır Şoray. 94’te babasını, 95’te de büyük aşkı Rüçhan Adlı’yı  kaybeder. Bu yıllarda seyircisinin  karşısına  birkaç dizi filmle gelmeyi de ihmal etmez. 2000 yılında çevirdiği “İkinci Bahar” adlı dizi ise diğerlerinden çok farklı bir yere sahip olacaktı.