O 18'di, ben 19.
Aktüel’de tanıştık.
Hey gidi Ercan Arıklı. Anlata, anlata bitiremedi, işte
Boğaziçili, şöyle parlak, şöyle zeki... Öyleydi de. Ve hep
güzeldi. Komikti. Sarkastikti. Nazikti. Ama bir
lafıyla insanı eşekten düşmüşe çevirirdi, öyle de kendine
güvenliydi, sonra da tatlı tatlı gülümserdi. Columbia
Üniversitesi’ne master’a gitti, New York’ta sinema okudu.
Döndü, önce Esquire’ın, sonra da Harpers Bazaar’ın yayın yönetmeni
oldu. Gülse’nin anlamadığı bir halt yoktur, moda da bilir,
gazetecilik de bilir, dergiciliğin âlâsını bilir. Ama sonra
dümeni televizyona çevirdi, G.A.G’la başladı, o iki şahane dizi;
Avrupa Yakası ve Yalan Dünya ile devam etti. Gerisini
biliyorsunuz zaten. Son 13-14 senesi manyak bir tempoyla geçti.
Geçen haziranda dizi bitti. O bir süredir de Hürriyet yazarı.
Şimdi Gülse yeni bir kitapla karşımızda, Doğan Kitap’tan
çıktı: ‘Memleketi Ben Kurtaracağım!’ Röportaj için
buluştuğumuzda baktım taşşş, inanılmaz güzel, asıl güzel olan da
onun bunun farkında olmaması. Böyle muzip, zeki, sorgulayan,
kendine güvenen, hiçbir zaman pes etmeyen, inadına hep hayat ve
yaşamak diyen kadınlara çok ihtiyacımız var. Seni seviyoruz
Gülse. Kim tutar seni. Uzun metraj filmini de bekliyoruz!
Hayırlı uğurlu olsun! Yeni kitabın çıktı: ‘Memleketi Ben
Kurtaracağım!’ Ya Gülse sana mı kaldı memleketi kurtarmak?
- Bana da kaldı, sana da kaldı, ona da! Bence eskiden beri
hepimizin üzerine düşen bir görev bu. Kim kurtaracak başka?
“Büyüklerimiz” desen, bence yeteri kadar büyüdük. Bir de
çocukluğumdan beri büyüklerimizin bir mucizeye imza attığını
görmedim. Zaten onun için sokakta, kahvede memleketi kurtarıp
duruyoruz. Kitabın arkasına da yazdım. Tamamen kurtarmasam da en
azından denerim diyorum. Durumumuz daha iyi olur mu bilmiyorum ama
daha kötü olmaz bence. Seçim sonuçlarını nasıl
değerlendiriyorsun? - Bizde her belirsiz duruma uyan, her
ihtimali öngörse de hep umut taşıyan fevkalade iki laf var:
“Hayırlısı” ve “Kısmet”. Benim hislerim de pek farklı değil. Dev
bir şok, panik veya neşe patlaması yaşamıyorum bu sonuçlar
karşısında. Ama çok şaşırdığımı da söyleyemem. Nasıl yani?
Böyle bir sonuç bekliyor muydun yani? Hayal kırıklığı yok mu?
- Öyle şıkır şıkır hayallerim yoktu. Sonuç geçen seçimdeki gibi
çıksaydı da müthiş bir belirsizlik olacaktı. Televizyonda, sokakta
dans eden ve çok sevinen vatandaşları görünce o yüzde 50 adına
mutlu olmaya çalıştım. Bardağın yarısı çok mutlu, ben de o tarafı
görmeye uğraşıyorum. Demek ne kadar tedirgin olmuşlar ki, böyle
bir rahatlama ve sevinç yaşadılar. Hepimiz gidişattan tedirgindik
esasen. Ama çözümü onlarla aynı yerde görmedik. Umarım onlar haklı
çıkar. Aslında hepimizin istediği aynı şey: Refah, mutluluk,
özgürlük, güven, şu bu. Sende ‘gideyim buralardan sendromu’
yok, öyle mi? - Asla. Nereye gidiyorum yahu? Ülke benim!
Elimde kapı gibi Türkiye Cumhuriyeti kimliği var, tapu bende yani!
Bu ülkeyi çok seviyorum, e burası da beni seviyor. Başında bir
bela vardır, hapse düşmemek için gidersin, ekmeğini burada
kazanamıyorsundur, gurbette çalışırsın veya ülkede savaş vardır,
kapını kurşunlarlar, kaçar gidersin. İktidardaki ekip tam senin
kafana uymuyor, demokrasi istediğin gibi değil diye memleket terk
etmek ne? Esas o zaman kalacaksın ülkende! Daha iyi olsun diye
uğraşacaksın. Gir bir siyasi partiye çalış, sivil toplum örgütüne
katıl, yaz çiz, konuş. Elâlemin ülkesine gidip garip garip
oturulur mu? Tatile git, eğitime git, gezmeye görmeye git, o
başka... Vatan bizim ya, niye gidiyoruz?
Yola devam
etmekten yanayım
Sonuca kadınların daha çok üzüldüğü
söyleniyor. Ne diyorsun? - “Dökülen süte ağlanmaz” manasına
gelen bir İngiliz atasözü vardır. Yani geçmiş bitmiş artık,
arkasından el salla. Üzülmenin faydası yok, üzülenler bundan sonra
haklarını daha aktif korusunlar. Taleplerini daha yüksek sesle
dile getirsinler. Oy vermeyenler mesela, gitsinler versinler...
Mizahın geleceğini nasıl görüyorsun? Bir sürü şeye müdahale
ediliyor, mizaha da edilebilir mi? - Medyanın durumu iyi
değil. Feci bir baskı ve onun getirdiği sansür ve otosansür var.
Özellikle geniş kitlelerin takip ettiği gazetelerde ve televizyon
kanallarında... Bu durum, mizaha dokunur elbette. Özellikle siyasi
mizaha. Levent Kırca’yı kaybettik. Espri anlayışını beğenmeyen
olabilir ama ‘Olacak O Kadar’ı hangi kanalda nasıl yapabilirsin
şimdi? Peki sen ne yapmayı öneriyorsun? - Valla
dünyanın geri kalanıyla karşılaştırdığımızda bir acı veya kahırdan
söz etmek haksızlık olur. O kadar da değil... Fransa’yla, İsveç’le
karşılaştırdığımızda durumumuz parlak değil ama bu ülkede savaş ve
açlık yok en azından. Az olmayan sayıda iyi yetişmiş aklı başında
insanlar var. İyi kötü bir demokrasi geleneği var. Laiklik gibi
pamuklar içinde korumamız gereken, Ortadoğu hastalıklarının
bulaşmasını engelleyebilecek bir temel var. ‘Yenilgi’ gibi görünen
her anda, kalkıp, üstünü silkeleyip yürümeye devam etmekten
yanayım! Kutuplaşma sence sertleşecek mi? - AK Parti
tabanı ve kadrosu bu zaferden sonra daha sakin, daha soğukkanlı ve
paylaşımcı olabilir. Veya ikinci şık: Daha kibirli ve otoriter de
olabilirler. Birinci tavrı benimserlerse, ortak geleceğimiz için
şahane bir yol haritasının ilk çizgisi olur. İkinci ihtimale
kapılırlarsa tarihin hatası olur ve kutuplaşma zirve yapar.
Devlet bize huni değil değer versin!
Sen genellikle
mesafeli birisin. Neden? - Karakterim herhalde. Ama kime ne
yahu? Avukat, doktor, herkes kendini anlattığı kadar etrafa açar.
Ben komedi yazarı ve oyuncuyum diye sabah ne yediğimi bilmeleri mi
lazım? Kitapta bir miktar anlattım ama... 7 makaleden oluşan kısa
bir otobiyografik bölüm oldu... Genç bir kız olduğum için
otobiyografim kısa sürdü tabii! Yaşlanmaktan korkmuyor
musun? - Yok. Ben gençlik işinden bir tık sıkıldım
esasında. Döpiyes giyip kendimi salmak ve sokaktaki çocuklara, “Aa
susun be başım tuttu” filan diye bağırmak istiyorum. Ama elimizde
değil, biz daha çok genciz! Bizim kuşak böyle. Bir mecburiyet.
Heidi Klum benden yaşlı, kadın top model. Sıkılıyor insan haliyle.
Ben 120 yaşına kadar yaşamayı hedeflediğim için, bizden önceki
kuşağın 25 yaşına filan denk düşüyorum! Gülmek için sen
kimi izliyorsun? - İngiliz mizahı seviyorum. Çok gişe yapan
Amerikan komedilerini poker suratla seyrediyorum ve bitiremiyorum.
Yazılardan biri de “Devlet bize huni versin”di. Nasıl
olacak bundan sonra sence? - Devlet bize huni vermesin, o
yazının şakası! Devlet bize değer versin. Yıllardır bunun
kavgasını yapıyoruz. Olmak istediğimiz demokrasilerde yapılan
belli işte... Bize değer versin.
Döküle saçıla, düşe
kalka, Bir gün güzel günler göreceğiz
Bir mizahçı
olarak durumu nasıl değerlendiriyorsun? Yazdıkların, “Güleriz
ağlanacak halimize” mi?
- Kitabı teslim ettiğim günler Ankara katliamının hemen sonrasına
denk geldi. Çok karamsar bir dönemdi. Onun için, “Kahkahanızı
kaybettiniz biliyorum, ama ben belki bulup geri verebilirim!” diye
yazdım kitabın arkasına. O günlerdeki kadar akut bir karanlık
duygusu yok şu an. Ama hâlâ o yaralar sarılmadı. Ekonomi, şu, bu,
genel durum da çok iç açıcı değil. Çok sorun var. Ama döküle
saçıla, düşe kalka, bir gün daha güzel günler göreceğiz. Şaka
yapamadığımız günler de olacak, hep birlikte gözümüzden yaş aka
aka güldüğümüz günler de. Mizah bitmez. Ara verir. Peki
kadınların daha fazla endişelenmesini nasıl açıklıyorsun? Sence
abartılıyor mu? - Yoo. Elbette yaşam tarzı söz konusuysa,
olan önce kadınlara oluyor. Cumhuriyet’in kazanımlarından en çok
faydalanan kesimlerden biri Türkiye’nin kadınları. Ortadoğu’da bir
vaha Türkiye. Bu konuda bir geriye gidiş, bir hak kaybı
hissettiğimiz an tırnaklarımızı çıkarıyoruz tabii. Ve çıkarmalıyız
da...
Teröre en güzel tepki hayatı asla durdurmamak
“Acılar karşısında hayatı durdurmayacağım” diye yazı
yazdın, çok da olumlu tepki aldın. Hâlâ öyle mi düşünüyorsun?
- Yas ve acıyı anlıyorum ve çok saygı duyuyorum. Ama bir terör
saldırısı karşısında hayatı durdursan ne olacak? Kim fayda
sağlayacak bundan? Önlemlerin eksikliğine vs’ye tepki göstermek
istiyorsan daha aktif, daha sonuç alıcı bir tavır ve talep lazım.
Terörü protesto ediyorsan da, en güzeli hayatı asla durdurmamak.
Milli seferberlik yazın da çok sevildi... - Şu an ülkede
dört dörtlük çalışan veya çalıştığına inanılan bir kurum yok. En
fecisi, mesela adalete güven yok. Eğitim karmakarışık. Ordunun
başına gelmeyen kalmadı. Hiçbir şeye itimadımız yok. Herkes, her
şeyin altında bir çapanoğlu arıyor. Komplo teorileri dizboyu. Bize
bir milli seferberlik lazım. Eski Türkiye diye sürekli haksızca
laf edilen sistemde sağlam kurumlar vardı en azından. Mesela
çocuklar sınava girdiğinde kimsenin aklından “Bir üçkâğıt dönüyor
mu?” sorusu geçmezdi. Hâkime, polise, TÜBİTAK gibi kurumlara bir
güven ve saygı vardı. Son zamanlarda edindiğimiz bazı Ortadoğu
alışkanlıklarından kurtulmamız lazım.
Hayatımla
ilgili neşeli fotoğrafları niye sosyal medyada paylaşmam gerekiyor
ki?
Senin bir tarafın hep gizemli. Özel hayatın
özellikle. Nasıl bu kadar ketum olabiliyorsun? Nasıl oluyor da biz
sana dair hiçbir şey bilmiyoruz? - Sosyal medyayla ilişkim
çok mesafeli, belki ondandır. Twitter hesabı açalı bir yıl olmadı.
Instagram’ı bir ay önce filan açtım. Hâlâ anlamıyorum niye sıradan
ve sıkıcı hayatımla ilgili neşeli fotoğraflar paylaşmam
gerektiğini. Londra’daki ödülün fotoğrafını filan koydum, herhalde
usul budur diye. Çok acemisiyim oraların. Twitter’a biraz daha
alıştım. Yazıları paylaşıyorum, arada espri filan yapıyorum. Ama
zaten kendini yazarak anlatmayı meslek olarak seçmiş birisi, bir
de niye hayatından fotoğraflar koysun, orada bir kafa karışıklığım
var. Röportaj yapmayı da sevmiyorum aynı sebepten. Hiç mi
sokağa çıkmıyorsun, hiç mi bir yerde fotoğrafın çekilmiyor?
- Çılgın bir gece hayatım yok. Sinema, tiyatro ve
arkadaşlarımın evinin önüne kamera gelmiyor. Yemeğe gitmeyi
seviyorum, oraların kapısında da çok basın olmuyor. Bazen
çekiyorlar ama bana sempatik davranıyor paparazziler. “Yeni proje
var mı, dizileri özledik“ filan diyorlar. Ben de “Arkadaşlar
lütfen yaaa, rahat bırakın” filan diye atarlanmıyorum. Proje varsa
tatlı tatlı anlatıyorum. Düzeyli bir ilişkim var paparazzilerle.
İDEAL DOZDA MEŞHURUM
Bence yeterince meşhurum.
Benim için ideali bu doz meşhurluk. Şarkıcı olsam mesela, işlerimi
duysunlar, şarkılarımı bilsinler diye medyayla daha yakın olmak
zorunda kalabilirdim. Halbuki yaptığım işler 13-14 yıldır zaten
her hafta televizyonda prime time’da yayınlanıyor. Daha ne kadar
görecek insanlar beni. Fazlası fazla olur.
BURNUMU
BIRAKTIM DAĞINIK KALSIN!
Burnu kemerli ve falsolu
olanlara ameliyatı önerir misin? - Kendime önermiyorum!
Olmaz artık, bıraktım dağınık kalsın. Bir ameliyat tecrübem
olmadığı için kimseye tavsiye veremem. Kendini çirkin hisseden
yaptırsın, ne bileyim. Ben hep burnuma rağmen fena görünmediğimi
düşündüm. Bu şuursuzluk beni çirkin burunlu fakat kendine güvenli
biri yaptı.
Seneye yine sitcom yapacağım
Yalan Dünya ve Avrupa Yakası’yla bir çığır açtın. Biraz da senin
sayende dizilerde seviye yükselmesi oldu. Yeni dizi var mı?
- Bir yıldan önce imkânsız! Şimdi kitap çıktı. Bir film yazacağım.
O yazın çekilecek. Diziyi kurmaya başlamam ağustos. Seyirciye
çıkması en erken ekim-kasım. Ne tür bir dizi? - Ben
yine sitcom yaparım. Kafamda inceden şekillenmeye de başladı ama
söylemem! Bugünün Türkiyesi’nde ne izlenir? - Reyting
sistemi çok sağlıklı değil. Doğru bir örneklem mi herkesin
şüpheleri var. Eskiden reyting denekleri eğitime göre de
seçilirdi. Şimdi o kriter yok. AB grubu zaten çok küçültüldü. Aynı
programda bir hafta içinde dramatik oynamalar görünüyor filan.
Reklam verenler de şikâyetçi. Onun için bence 5-10 yıl öncenin
Türkiyesi’nde seyredilen dizi, güncelliğini koruduğu sürece
aslında bugün de seyredilir. Ama bu yeni reytinglerde seyredildiği
görünür mü bilmem!
Dizi izleyemiyorum Hafakanlar
basıyor!
Sen hangi dizileri seyrediyorsun? -
Ben haber kanallarına sardım son zamanlarda. Diziler 130 dakika!
En kaliteli hikâye bile 10’uncu bölümde pembe diziye bağlamak
zorunda kalıyor. Hafakanlar basıyor. Yabancı dizi dersen, Louie’yi
seviyorum. Bütün o karakterleri nasıl yaratıyorsun?
Yaşadıklarının payı ne kadar? - Benim, arkadaşlarımın
yaşadıkları, ama çoğunlukla hayal gücü. Bir karakterde bazen
tanıdığım birkaç kişinin karışımı, bir o kadar da kafadan
uydurduklarım oluyor... Gerçekten bir kahve içip,
bilgisayarın önüne oturduğunda şakur şukur yazmaya başlıyor musun?
- Yok. İki saatlik diziyse, sıkıla sıkıla yazıyorsun. Yazdığını
beğenmiyorsun ama revizyona vakit olmuyor. Avrupa Yakası 50
dakikayla başladı. 100 dakikayla bitti. Yalan Dünya bittiğinde 135
dakika filandı. Ama genelde, evet, hikâye ve sahnelerimi kurduysam
kahvemi içip saatte 3-4 sayfa diyaloglayabiliyorum...
Yaş alma konusuyla bir tema olarak ilgileniyorum
40’lı yaşlar sana nasıl geldi? - Valla çok farkında
olmadım. Fiziksel veya ruhsal olarak bir dramatik değişiklik
olmayınca anlamadım ben o işi. Ama yaş alma konusu beni bir tema
olarak ilgilendiriyor. Arkadaşlarımın bu konuya nasıl baktığı,
nasıl yaşadıklarını filan izliyorum. Bir gün buna dair hikâyeler
yazmak için. Her zaman güzelsin ve fitsin, bunun için ne
bedeller ödüyorsun? - O senin güzel görüşün. Bir bedel
ödemedim valla. Sadece bu sene yaz başı detoksa gittim bir hafta.
İlginç bir tecrübeydi, çok şey öğrendim. Mesela proteini ne kadar
sevdiğimi. Yumurtayla olan aşkımı, pirzolaya, iskendere sevdamı
anladım! Yazın her gün yarım saat yürüdüm bir de. Hayatımın en
spor dolu dönemiydi. Üç ayda dört kilo filan verdim. İyi işte,
daha ne.
Kadınlar mizah yapamaz geyiği bayat bir şaka
gibi artık
Türk mizah hayatına adın nasıl yazılsın
istersin? - “Yazdıklarına hâlâ gülüyoruz” filan densin
isterim. Şu an Avrupa Yakası ve Yalan Dünya’ya hâlâ gülüyorlar.
Şimdilik plan tıkır tıkır işliyor yani. “Kadınlar mizah
yapamaz” diye bir geyik var, ne diyorsun bu konuda? - Çok
eskimedi mi o ya? Bayat bir şaka gibi artık. “Amaaan yine mi bu
muhabbet” duygusu veriyor. Mizahçı olunca insan kendini
sürekli espri yapmak zorunda hissediyor mu? Ya da insanlar senden
sürekli espri yapmanı mı bekliyor? - Ya evet, bazen öyle
oluyor. Ben yazarken daha komik biriyim aslında. Hazırcevap filan
değilimdir hiç. Hatta “Mesafelisin” derler. Çok yakın
arkadaşlarımın yanında mood’umu bulursam komik oluyorum.
Troller Türkçe bilmeyen cahil, işsiz güçsüz küfürbazlar
‘Aktroller’le aran nasıl? - Aram maram yok. Fikir
belirten, karşı görüş sunan AK Parti taraftarı kitleden
bahsetmiyorum tabii. Troller kaba, kafası çalışmayan, Türkçe
bilmeyen, cahil, işsiz güçsüz küfürbazlar. Onları ciddiye mi
alacağız? |