Çabuk büyüyordu Sosruko. Yaşıtları daha
beşikteydiler. O ise, avluda koşup duruyor, aşık
oynamakla vakit geçiriyordu. Döşeği topraktı,
yorganı gökyüzü, çakmak taşlarıyla besleniyordu, dağ
arılarının balıyla beslenen öteki çocuklar, bu
kuvvetli, benzeri görülmemiş sağlam çocuktan
korkuyorlardı.
Onu
öfkelendirdikleri zaman kıvılcımlar saçıyordu çünkü.
Küçük Sosruko bıkmıştı aşık oynamaktan: Tlepş’in
demirhanesine dadandı. Sık, sık Demirciler Tanrısı
Tlepş’i ziyaret eder oldu. Günün birinde Tlepş
ona: ’’Oğlum çek bakayım şu körüğü’’ dedi. Sosruko bir
körükledi, alt üst oldu demir hanenin içi, demirden
yapılmış ne varsa havaya uçuverdi. Sadece ağır örs
yerinden kımıldamadı.
Tlepş önce ürktü, sonra sevindi. Sosruko’nun gücünü
denemeye karar verdi. ‘’Peki, oğlum. Bir de şu benim
örsü topraktan çıkarabilecek misin bir bak bakalım?’’
Tlepş'in örsü çok derin çakılmıştı toprağa. Ayağı yedi
kat yerin dibindeydi. Onu hiç değilse birazcık
kımıldatan ancak «Ben bir Nart’ım» diyebilirdi.
Sosruko körpe kollarıyla örse sarıldı; zorladı, zorladı
ama örs bana mısın demedi. Tekrar asıldı, oynatamadı.
Üçüncü denemesinde de başaramayınca. Tlepş üzgün bir
sesle: ‘’Yok, Sosruko görülüyor ki, daha zayıf bir
çocuksun. Ananın yanına dönsen. Sıcak ocağın başına otur
da çakmak taşı kemir! Nartlara yaraşır büyük
işler düşünmek, senin için biraz erken.’’
Eve dönünce, annesi onun keyifsiz ve üzgün olduğunu fark
etti. Sosruko annenin sorularına cevap vermeden ocak
başına çöktü, bir çakmak taşı alıp kıvılcımlar
sıçratarak hırsla kemirmeğe koyuldu. Ertesi gün, sabahın
köründe, gizlice, daha Tlepş gelmeden demirhaneye girdi.
Koca örse sarıldı asıldı. Örs azıcık kımıldamıştı.
‘’Bugünlük bu kadarı yeter bana’’ dedi. ‘’Gidip biraz
serinlemeli.’’ Aşağı, nehir boyunca indi. Yattı buzun
üzerine, buz eridi, çünkü yaptığı işten, çelik vücudu
ateş gibi olmuştu. Buzlar çözülünce, nehir, kış
manzarası içinde, ilk bahardaki gibi gürül, gürül akmağa
başladı.
Sosruko, ertesi sabah daha Tlepş gelmeden yeniden
demirhaneye gitti. Yeniden sarıldı koca örse. Çekti,
yedi kat yerin dibinden söktü, çıkardı. Demirhanenin
kapısının önüne fırlatıp döndü evine. Tlepş demirhaneye
girmek isteyince giriş yolunu tıkalı buldu, çünkü örs
vardı orada. Nart ülkesinin en güçlüleri onu ancak biraz
oynatabilirdi. Fakat böyle kaldırmağa Tlepş bile gücü
yetmezdi. Örs demirhane kapısı önünde ayağı yedi kat
yerin tozu ile kaplı devrilmiş duruyordu. Tlepş,
‘’benzeri görülmemiş bir insan gelmiş yeryüzüne. Bu
güçte bir insanı dünya hiç görmemiştim. Ey, Yaşama
Tanrısı Psatha, bu insan iyiliğin dostu bir yiğit
olsun, kötülük elçisi olmasın! Onun hayatının
başlangıcı, bütün kötü insanların sonu olsun!’’
Bu sırada demirhaneye üç Nart yaklaşmıştı. Kardeşti
bunlar. ‘’Ömrün ateş gibi sürekli olsun!’’ diye;
Demirciler Tanrısı Tlepş'i selamladılar. ‘’Ben de sizin
için ayni şeyi dilerim’’ diye selama karşılık verdi
Tlepş.
‘’Aramızda bir sorun var, yargıyı sen ver Tlepş’’ diye
kardeşlerin en yaşlısı söze başladı. ‘’Bizler aynı günde
doğmuşuz. Sabah ben, ortancamız öğle, en küçüğümüz de
akşam. Kalkmış; kardeş, kardeş dağda ot biçiyorduk.
Fakat hep küçüğümüz geçiyordu bizi ot biçmekte, bizimle
aynı hizada başlıyordu, iki üç kere salladı mı tırpanı
bizi iyice geçiyordu. Onu arkamızda başlatıyorduk, bir
de ne görelim beş altı sallayışta bize yetişmemiş mi?
Kaçıştık önünden, olur ya bizi de biçiverirdi. ‘En
küçüğümüz amma da yamanmış ha’ dedik kendi aramızda
dedik ya gene de ağrımıza gitti. Benim de ortancanın
da’’.
’’Nasıl ağrıma gitmez’’ diye ortanca sözü aldı. ‘’Tutsun
en küçük kardeş büyüklerini yensin. Müsaadenle, Tlepş,
bak bir öğle vakti ne oldu anlatayım. Tırpanları toprağa
sokmuştuk sapına değin. Oturmuş öğle yemeğini yiyorduk.
Bir de baktık ki en küçüğümüzün tırpanı işe koyulmuş,
biçer de biçer, yoluna bir ağaç mı çıkmış biçiyor, bir
taşla mı karşılaşmış, onu da bölüyor ikiye.’’
Tlepş, ‘’desenize marifet ondaymış. kardeşinizde
değil.’’
’’Hayır marifet bende değil’’ diye kardeşlerin küçüğü
onadı, ‘’işte bu yüzden bu güçlü tırpandan iyi bir kılıç
dövdürmek istiyoruz. Yalnız anlaşamadığımız bir şey var.
Hangimizin alacak bu kılıç? Benim hakkım değil mi
Tlepş?’’
Tlepş, sesini çıkarmadan tırpanı aldı, hemen kimin
elinden çıktığını anladı. Debec, ustası ve
Nartların ilk demircisi bu tırpanı Bereket Tanrısı
Thagoleç için yapmıştı. Tlepş bu tırpan için
kardeşlerin kavgaya tutuşacaklarını pek iyi anlıyordu.
Üç Nart’a dedi ki: ‘’Elbette bu tırpan ve sizin için
yapacağım bir kılıç yüzünden tartışırsınız. Tartışmanın
sonu dövüştür. Dövüş düşmanlığa götürür. Düşmanlıksa
insanlığı boğar, yok eder. Bu tırpan size babanızdan
kaldı. Üzerinde hepinizin eşit hakkı var. Bakın, ne
düşündüm. Demirhanenin kapısı önündeki örsü görüyor
musunuz? Yolumu kapıyor. Yerine götürmek, yine eskisi
gibi derin çakmak gerek. Kim yaparsa bunu, tırpandan
döveceğim kılıç onun olur. Kabul mu?’’ ’’Kabul’’ diye
yanıtladılar. ‘’Kabulse koyulun işe’’ diye kükredi
Tlepş, «En büyüğünüz başlasın!’’
Kardeşlerin en yaşlısı örsü kavradı, ancak yerinden
oynatamadı. Tekrar asıldı, nafile. Üçüncüsünde
başaramadı. Sonra ortanca kardeş geldi örsün başına.
Asıldı. Kımıldamadı bile örs. Yine çekti. Olmadı,
üçüncüsünde birazcık kımıldadı. Sonunda en küçük kardeş
geldi, bir kez çekti örsü. Kımıldatamadı. Yeniden denedi
birazcık kaldırabildi. Üçüncü kez şöyle bir adım kadar
sürükledi. Ancak örsü düşürdü, kendisi de üstüne
kapaklandı. ‘’Sende örsümü kaldıracak güçte değilsin’’
dedi Tlepş ‘’Kılıç üzerinde hakkınızı yitirdiniz
kardeşler’’ Biz gücümüzün yettiğini yaptık, diye cevap
verdi üç kardeşler. ‘’Fakat bir Nart’ın sözü çelikten
sağlamdır. İraden önünde saygıyla eğiliriz Tlepş. Demek
içimizden hiç biri iyi bir kılıca layık değil.’’
Bu sırada demirhaneye Sosruko yaklaştı. Uzun zamandan
beri öteden üç kardeşin boşuna uğraşmalarını
seyretmişti. Geldi. Demirciler Tanrısı’na yakardı:
‘’Bırak bir de ben deneyim gücümü, Tlepş’’
Kardeşlerin en yaşlısı Tlepş'ten önce atıldı, bağırarak:
‘’Deneyecek ne işin varmış burada? Git ananın sütünü iç
sen!’’ Orta kardeş de söze katıldı ‘’Amma da büyük
görüyorsun kendini bacaksız. Yaşın başın ne? Hadi dön
evine!’’. En küçük kardeş kahkahayı bastı: ‘’Hah hah
hah! Sen daha yumurtadan yeni çıktın, hadi git gücünü
Mejace’de (1) (yemekte) dene!’’
Bu sözlere fena kızdı Sosruko, örse koştu, tutup
kaldırıverdi havaya. Eski yerine götürüp çaktı toprağa.
Öyle, hızlı soktu ki, örsün ayağı yedi kat yerin dibini
geçti, dokuzuncu katta durdu. Sonra üç kardeşlere
bakmaya bile tenezzül etmeden eve annesinin yanına
gitti.
’’Vay bacaksız vay’’ diye hayretler içinde kalmışlardı
kardeşler. Nartların Chasesinde gördükleri bu
mucizeyi anlatacaklarına yemin ettiler. Onların bu
yemini Tlepş'in hoşuna gitti, dedi ki ‘’Nart kardeşler;
bu mucizenin şerefine, iyi çelikten hepinize birer kılıç
döveceğim, fakat Bereket Tanrısı için yapılmış Dabec'in
tırpanından döveceğim kılıcı. Nartlardan buna en layık
olan alacaktır. Yarın sabah içinizden demirhaneye en
erken kim gelirse ilkin o alacak kılıcını. Anlaşıldı
mı?’’ Kardeşler sevinçle cevap verdiler: ‘’Anlaşıldı
Bilge Tlepş’’. Atlarına atlayıp yeni yiğit Sosruko'nun
gücünü anlatmak için dolu dizgin Nartların Chasesine
yöneldiler.
Tlepş; en iyi çelikten, hemen kılıç yapmağa koyuldu. Üç
gün içinde üç kılıç yaptı, her birini bir kardeşe verdi.
Sonra dokuz gün, dokuz gece demirhanesinden çıkmadı.
Dokuz gün, dokuz gece Bereket Tanrısı’nın tırpanından
bir kılıç doğdu. Kılıç tamamlanınca, demirhanede duvara
astı.
Sosruko eninde keyifsiz, keyifsiz ocak başında oturuyor,
can sıkıntısından için içini yiyordu. Sataney: ‘Oğlum’’
dedi, derdini paylaşmak için «Niye üzgünsün böyle’?’’
Sosruko: ‘’Üzülmek için ne gerekirse hepsi benim
başımda’’ diye cevap verdi. ‘’Ne arkadaşım var benim, ne
de yararlı bir şey yapıyorum. Boyuna ocak başında
oturuyor, gözlerimi küle dikmiş bakıp duruyorum. Yaptığı
işler için doğrusu şu bizim köpeği bile kıskanıyorum.
Hiç olmazsa yabancı sokmuyor avluya, her geçen atlıya
havlıyor. Şurada burada oturuyorum bense, iyi şeyler
yapmak için gereken hiç bir şeyim yok.’’ Sataney
haykırdı: ‘’Biricik yavrum, bir gün insan oğullarından
kimsenin gücü benzemeyecek seninkine. Sen daha gençsin,
düşman edinmen için biraz erken, gerçek bir dost bulacak
çapta da değilsin şimdilik. Hem bir arkadaş nerden
bulayım ben sana? Yetişkin hep bütün Nartlar, dengin yok
ki aralarında. Yaşıtlarınsa daha beşikte yatıyorlar.’’
‘’Anneciğim’’ diye konuştu Sosruko «sadece bir arkadaş
değil benim istediğim. Nart çocuklarından da bir şey
istemiyorum. Savaşta gevşemeyen, hızlı konuşmaktan
yılmayan dostlar gerek bana.’’
Anlamıştı Sataney, Sosruko'nun sözlerini. Doğru Tlepş'e
gitti. Demirciler Tanrısına yalvardı, yakardı: ‘’Rahat
vermiyor bana oğlum. Dünyayı dolaşmak, bütün Nart
ülkesinin kıyısını bilmek isteği ile yanıp tutuşuyor.
Bir atla bir kılıç diledi benden. Öğüt ver bana Tlepş.
Ne yapayım ben şimdi? Korkarım ki, oğlum henüz pek genç.
Gücü yetmez daha.’’
Tlepş alevlerin şavkı ile ışıltılı yüzünü Sataney’e
çevirdi, gök gürültüsünü andıran sesi ile konuştu:
‘’Yanılıyorsun Sataney, gerçek gücüne erişti gayri
oğlun. Yüzüne baksan daha çocuk ama ruhu ile tam olgun
bir adam. Nart ülkesini tanımaksa isteği; güzel,
koyulsun yola. Bir kılıç gerekiyorsa; gönder oğlunu
bana!’’
Sosruko; sevinçten uçarak demirhaneye gelince, Tlepş
sordu ona: ‘’Nasıl bir kılıç gerek sana?’’, ‘’Ne çok
uzun olmalı. Ne çok kısa. Yakındaki düşmanı rahatça
vurmalı, uzaktaki düşmana korku salmalı.’’ O zaman
Tlepş; Bereket Tanrısı’nın tırpanından dövdüğü kılıcı
aldı duvardan, Sosruko'ya uzattı ve dedi ki ‘’Nart
ülkesinde bu kılıcı taşımaya layık yalnız sensin. Ünle,
onurla taşı onu!’’
Sosruko sevinçle bağırdı: ‘’Ömrün uzun olsun Tlepş, ant
içerim şimdi sana, tırpandan dövdüğün bu kılıcı
lekelemeyeceğim.’’ Tlepş mutlu oldu; ‘’Ne lazım daha
sana? Başka var mı dileğin?’’, ‘’Bir de atım olmalıydı,
Tlepş!’’, ‘’Öyleyse dinle: Sataney'in iyi bir atı
vardır. Söyle annene tüm iyilikler onunladır. O zaman
verir atı sana.’’
Belinde Tlepş'in kılıcı, eve koştu Sosruko. Sataney onu
böyle Tlepş'in kılıcı ile görünce yumuşak, üzgün bir
sesle: ‘’Ne istediğini biliyorum oğlum. Tlepş, soylu
kılıcı sana lâyık gördüyse, ben de seni bir attan yoksun
etmem. Gel benimle!’’ dedi.
Sosruko'yu karanlık bir geçitten bir mağaranın önüne
götürdü. Mağaranın deliği koskoca bir kaya ile
kapanmıştı. Abramıve bir taştı bu. Sataney:
‘’Sosruko, gözümün nuru’’ dedi. ‘’Bu taşı çekebilir,
içeri girersen, bir at bulacaksın orada. Üstüne binmeyi
de başarırsan at senindir artık.’’ Genç çocuk bir itişle
Abramıve taşı kenara fırlatıverdi, girdi mağaraya. Atın
öfkeli kişnemeleri onu bir an için sanki sağır etmişti.
Çakmak taşı kaplı yeri eşmesinden çıkan kıvılcımlar
sanki kör etmişti. Dağlar yıkılıyor, dünya zangır zangır
titriyordu sanki. Nart töresine göre Sosruko atın soluna
yanaştı. Şaha kalktı at, genci bir
vuruşta ezip öldürmek istedi. Sosruko bu kez sağdan
denedi. At yine üstüne bindirmedi. O zaman Sataney
fısıldadı, ‘’Sosruko. Gözümün nuru! Seni yetişkin bir
erkek bulmadığı için istemiyor’’. Sosruko bu sözleri
işitir işitmez, yüreği öfke ile doldu. Çılgın gibi atın
yanına gitti, bir sıçrayışta atladı üstüne, yelelerini
tutup haykırdı.’’ Koruyun kendinizi Ciğitler
(2).’’ Sonra yıldırım gibi geçide dalıp uzaklaştı
oradan.
’’Ah başıma gelenler’’ diye dövündü zavallı Sataney.
‘’At öldürecek oğulcuğumu.’’ Fakat Sataney oğlunun
arkasından bakana dek, at çoktan bir yıldız gibi göğe
çıkmıştı bile, bir yıldız gibi bulutlar içinde
kaybolmuştu. Orada gök kubbenin üstünde at, binicisini
atmayı düşündü. Düşsün de yere, paramparça olsun! Neler
yapmadı bunun için at. Şahlara mı kalkmadı, yıldırım
gibi derinlere mi dalmadı. Fakat Sosruko sımsıkı
tutuyordu yelesinden, düşmüyordu. At yükseldi, olmadı,
aşağı indi, olmadı. Sonunda çok çok yukarılardan, yedi
denizin sularının kavuştuğu bir yerde okyanusa daldı.
Korkunç akıntılar, küçük binicisini sırtından sürükler
sanmıştı. Fakat nerede, Sosruko sımsıkı tutuyordu
yelesini, düşmüyordu. O zaman sarp yamaçlara, dik
kayalara vurdu, kara yarlardan geçti fırtına azısı.
Ancak kırlangıçlara yol veren yüzük kadar bir dağ
geçidinde, şimdi düşer artık binici diye düşündü. Fakat
nerde? Oğlancık sımsıkı tutuyordu yelesini, düşmüyordu.
Yedi gün, yedi gece sürdü bu korkunç koşu. Sonunda at
yoruldu. O zaman Sosruko haykırdı: ‘’Ee? Ne duruyorsun?
Kımılda biraz! Senin yapacak bir şeyin yok, benimse
şimdi geldi hevesim’’. Atın binicisini dinleyecek hali
yoktu. Soluk soluğa durdu, kaldı. Burun deliklerinden
çıkan duman sis gibi çalılara iniyordu.
Sosruko çalılardan dallar kesti. Parçaladı atın
sırtında. At ‘’Hayvanların Tanrısı Amış adına
yemin ederim ki, sen gerçek bir Nart kaldıkça ben de
senin sadık atın olacağım’’ diye konuştu. Sosruko:
‘’Öyleyse, yürü bakalım!’’ diye buyurdu ve böylece eve
döndüler. Genç biniciye karşıcı çıktı Sataney.
Gözlerinden sevinç yaşları akıyordu. «Oğlum benim,
gözümün nuru!» diye bağırdı. ‘’Ben çoktan yasını
tutmuştum senin.’’
Sosruko indi. Atı bağladı bir kazığa. Annesine döndü:
«Anne, bırak ağlama! Yolluk hazırla bana. Öyle pek ağır
olmasın. Fakat uzun süre yetsin. Zaman geldi artık.
İnsanları tanımak için gurbete çıkacağım.’’
Sosruko böyle konuştu işte. Sataney’in mutluluktan
ışıldı gözleri, gururla oğluna baktı.
|