|
|
................... |
|
................... |
HİTİT
MİTOLOJİSİ
|
Vildan Selvil
|
|
|
................... |
|
................... |
Hititlerde özgün bir
mitolojiden söz etmek oldukça güçtür. Hitit efsaneleri
çok güçlü o bir şekilde Hurri, Hatti ve Mezopotamya
etkisinde kalmıştır. Hititlerden günümüze gelen
efsanelerde bu etki açıkça görülmektedir. Ancak bir
başka gerçek de Hitit efsanelerinin Yunan mitolojisine
kadar sürekliliğini koruduğudur.
Günümüze gelen belli başlı Hitit
mitoslarına göz atarsak bu etkileri daha iyi görebiliriz.
Kaybolan Tanrı Efsaneleri
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hititler bir çok doğa olayını
tanrılara bağlamakta, ancak onları, insan şekilli (antropomorfik)
olarak düşünmekteydiler.
Buna göre bir tanrı canı isterse çekip gidebiliyordu. Ancak
tanrının gitmesiyle ona bağlı olan doğa olayları da etkileniyordu.
Ele geçen metinlerden biri de Fırtına tanrısının oğlu Telipinu’nun
kaybolması ile ilgili olandır. Hatti kökenli bu efsanenin
kahramanı Telipinu aslında bir tarım tanrısıdır. Tohum ekmek,
tarla sürmek, sulamak, ürünü yetiştirmek ve toplamak gibi tarım
işleri ile ilgilidir. Doğal olarak bu tanrının kaybolması bütün
hayatı etkilemiştir. Farklı versiyonlardan derlenen efsanenin
ilginç bir konusu vardır.
Tanrı o kadar sinirlidir ki elbisesini ve ayakkabılarını ters
giyecek kadar sinirlenmiştir ve fırlar gider. Tanrının gitmesiyle
beraber ülkede her şey değişir. Sıkıntılar başlar:
“Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu. Ocakta odunlar
boğuldu, ağılda koyunlar boğuldu. Koyun kuzusunu istemedi, inek
buzağısını istemedi. (…) Arpa ve buğday yetişmez oldu, sığırlar
koyunlar ve insanlar gebe kalmadılar, gebe kalanlar ise
doğurmadılar. Dağlar kurudu, ağaçlar kurudu ve çiçek açmaz oldu;
otlaklar kurudu, kaynaklar kurudu.”
Tanrının gidişi o kadar etkili olmuştu ki diğer tanrılar da bundan
etkilenmişti, hatta bütün tanrıların katıldıkları bir ziyafette
yiyip içmelerine rağmen açlık ve susuzlukları geçmemişti. Bu
pasajın açıklaması şu şekilde olabilir , burada tanrıların yemesi
ve içmesi kendilerine sunulan sunular olabilir, ancak bu sunuların
fayda etmedikleri görülmektedir.
En sonunda Fırtına tanrısının aklına oğlu Telipinu gelir ve iyi
olan her şeyi alıp götürdüğünü söyler, ve yüksek dağlarda
Telipinu’yu araması için kartalı gönderir. Ancak kartal
Telipinu’yu bulamaz. O zaman bütün tanrıların annesi tanrıça
Hannahanna Fırtına tanrısı’na bizzat aramasını söyler. Ancak
fırtına tanrısı da başarılı olamaz. Hannahanna en sonunda bir arı
gönderir. Arı sonunda tanrıyı bulur ve onu sokarak uyandırır (bu
bölüm değişik versiyonlarda farklıdır). Telipinu daha da öfkelenir
. En sonunda bir ayin yaparak öfkesini dindirmeye karar verilir.
Bu işi büyü tanrıçası Kamrušepa yapar:
“Ey tanrılar gidin! Şimdi tanrı Hapantali için Güneş Tanrısı’nın
koyunlarını güdün.
Telipinu’nun Karaš-hububatlarını iyileştirebilmem için on iki koç
seçin.
Bin küçük deliği olan bir sepeti kendim için aldım.
Ve onun üstüne ben karaš-hububatı ve Kamrušepa’nın koçlarını
döktüm. Ve ben Telipinu’nun üzerinde, şurasında burasında ateş
yaktım.
Ve onun kötülüğünü Telipinu’nun vücudundan aldım.
Onun günahını aldım.
Onun kızgınlığını aldım.
Onun hiddetini aldım.
Onun dargınlığını aldım.
Onun küskünlüğünü aldım.
(…) Telipinu hiddeti bırak. Öfkeyi bırak. Küskünlüğü bırak. Ve
kanaldaki su nasıl geriye akmazsa, Telipinu’nun hiddeti, öfkesi ve
küskünlüğü aynı şekilde geri gelmesin. (…) Telipinu’nun hiddeti,
öfkesi, günahı ve küskülüğü gitsin. Ev onu bıraksın. İçindeki
ondan kurtulsun. Pencere ondan kurtulsun. Menteşe (ondan
kurtul)sun. İç avlu ondan kurtulsun. Şehir kapısı ondan kurtulsun.
Kapı ondan kurtulsun. Kral yolu ondan kurtulsun. Meyve bahçesine,
tarlaya ya da ormana o girmesin. (Karanlık) toprağın Güneş
tanrısının yoluna o gitsin. Kapıcı yedi kapıyı açtı. Yedi (kapı)
sürgüsünü çekti. Karanlık toprağın altında bronzdan palhi kapları
durur. Kapakları kurşundandır. Tutamakları ise demirdendir.
İçlerine giren bir şey, bir daha geri çıkamaz. İçlerinde mahvolur.
Bundan dolayı onlar Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve
küskünlüğünü yakalasın ve onlar (buraya) geri dönmesin.”
Sonuçta bu büyü etkili olur . (Başka versiyonda bu büyüyü bir
insan yapmıştır.) Telipinu’nun öfkesi diner ve evine döner.
Böylece ortaklık yatışır ve eski haline döner.
Bu efsaneye çok benzeyen bir de Fırtına Tanrısı’nın kaybolması
efsanesi vardır. Ancak ikisini aynı efsanenin değişik anlatımları
olarak kabul edebiliriz.
Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı’nın, Hannahanna’nın ve başka
tanrıların da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı
efsanelerin farklı yorumları olarak düşünebiliriz.
Bu konuya dahil edebileceğimiz ilginç bir motif de Ay’ın düşme
mitosudur. Hatti kökenli bu mitosun bir ay tutulmasını mı
anlattığı yolksa farklı bir ritüelden mi bahsettiği
bilinmemektedir:
“ Kaşku (Ay tanrısı) gökten düştü. Şimdi o Kilammar (tapınak)
üstüne düştü. Ancak onu kimse görmedi. Şimdi tanrı (Gök/Fırtına
tanrısı) onun arkasından yağmur saldı. Ve arkasından yağmur
sağanakları gönderdi.Onu korku aldı. Hapantalli aşağıya onun
yanına gitti, o zaman onunla konuştu. Gidiyor musun? Ne
yapıyorsun?“
İlluyanka Efsanesi
Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile
yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini
Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de
izleri daha da derindir . Bu konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle
yazmaktadır:
“Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin
savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır.
Yılanlarla kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı
budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı
değişmiş, Anadolu Türkçe'sinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha
diyor. (…) İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlayışlarına,
dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadolu'da büyük bir
yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olalar,
boğuşmalar bu eskiçağ anadolu masalının değişikliğe uğramış
kalıntılarıdır. “
Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi
motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini
belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı
öldürmesi motifi olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması
da olabileceğini düşündürtmektedir.
Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da
anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar:
“Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu)
göğün Fırtına Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir
(sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : “Ülkede büyüme
(bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede)
büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar.“
Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile
Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir.
Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım
ister.
Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler.
Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia
adında bir ölümlü ile anlaşır ve planın anlatır. Hupašiia,
karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder.
İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve
onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka
oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de
geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına
tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına tanrısının sorunu
çözüme bağlanır.
İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa
eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını
görmemesi için Hupašiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak
yirmi gün geçince Hupašiia pencereden bakarak karısını ve
çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara
da Hupašiia’ı öldürür.
Bu efsanenin ele geçen bir versiyonu daha vardır.
Bu versiyonda da efsane, İlluianka’nın Fırtana tanrısını yenmesi
ile başlar. Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve
gözlerini de alır.
Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir ve
bir oğlu olur. Oğlan büyüdüğünde İlluianka’nın kızını alır.
Fırtına tanrısı öcünü almanın peşindedir:
“Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder :
«Karının evine (yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak)
kalbi(mi) ve gözleri(mi) onlardan iste.»“
Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile kalbini
geri alır. Bunun üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur.
Ancak bu kez oğlu da yılandan yanadır.
Fırtına tanrısı İlluianka’yı ve kendi öz oğlunu öldürür.
Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı
öldürmesidir. Bu efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı
kültürlerde farklı şekillerde yaşamıştır.
Kumarbi Efsanesi
Hurri kökenli bu efsane, daha sonra Yunan mitolojisinde de
izleri görülecek ilginç bir efsanedir.
Bu destan bir kaç kompozisyon halinde işlenmiştir. Ancak
tablelerin çoğunda büyük kırıklar olduğu için parça parça günümüze
gelmiştir.
Bu efsane , Hesiodos’un Theogonia’sını andıracak biçimde tanrı
soyarından bahsetmektedir.
“İlk (eski) tanrılar, (…) kuvvetli tanrılar işitsinler: (…) Geçmiş
yıllarda Alalu (gökyüzünde) kral idi. Alalu tathta oturuyordu ve
tanrıların önde geleni, güçlü Anu, (hizmetçi olarak) onun
huzurunda duruyordu. O, (Alalu’nun) ayaklarına kapanıyor ve içki
kaplarını, içmek için, onun eline veriyordu.“
Ancak bu durum çok uzun sürmez. Alalu gökte dokuz yıl krallık
yapar. Anu, Alalu’ya karşı ayaklanır ve onu yenerek aşağıya,
karanlık toprağa gönderir ve tahta geçer. Bu kez Kumarbi ona
hizmet etmeye başlar.
Anu da dokuz yıl boyunca tahtta kalır. Dokuzuncu yılda bu kez
Kumarbi Anu’ya karşı ayaklanır ve onunla savaşmaya başlar. Anu,
Kumarbi’ye karşı koyamaz, kaçar:
“ Anu, Kumarbi’nin el ve ayaklarından kendini sıyırdı ve kaçtı.
Anu, gökyüzüne çıktı. (Fakat) Kumarbi onun arkasından koştu.
Anu’nun ayaklarından yakaladı ve Anu’yu gökyüzünden aşağıya çekti.
(Kumarbi Anu’nun) dizini (bel altını) ve bronza benzer Kumarbi’nin
karnına bitişik erkeklik organını ısırdı. Kumarbi, Anu’nun
erkekliğini yutunca, o sevinde ve yüksek sesle güldü. Anu döndü ve
Kumarbi’ye (şöyle) söylenmeye başladı:
«Erkekliğimi yuttuğun için kendi içinden seviniyor musun? Kendi
kendine sevinme! Ben sana yük (tohum) yükledim. İlk olarak soylu
Fırtına Tanrısı ile seni aşıladım (gebe bıraktım). İkincisi
dayanılmaz Aranzah nehriyle seni aşıladım. Üçüncüsü soylu Tašmišu
ile seni aşıladım. Üç dehşet tanrıyı ben sana bir yük olarak
yerleştirdim.“
Anu böyle diyerek gökyüzüne gizlenir. Kumarbi ise hemen tükürür ve
daha sonra da Nippur şehrine gider. Kumarbi burada doğum için
ayları sayar ve tanrıları dünyaya getirir. Metinin buraları çok
kırık olduğundan efsanenin bu bölüm hakkında ayrıntılı bilgimiz
yoktur. Ancak çıkan tanrılar da savaşa tutuşurlar. En kuvvetlisi
Teşup’tur. Hatta Teşup boğası Šeri’ye şöyle der :
“(Artık kim benim) karşıma kavga etmeye gelebilir? (Şimdi beni
kim) yenebilir? Kumarbi bile (bana karşı çıkamaz)“
Kırık parçalardan Anu’nun Kumarbi’nin öldürülmesini istemediğini
öğreniyoruz. Ayrıca yeryüzü de hamiledir ve ay saymaktadır ve
tabletin sonunda iki çocuk doğurur.
Tabletlerin kırık olması yüzünden efsanenin tam bir versiyonu
elimizde yoktur. Yalnız anlaşıldığı kadar, efsane Mezopotamya
kökenlidir. Hitilere Hurriler yoluyla girmiştir.
Metnin Hesiodos’un Theogonia’sıyla benzerliği dikkat çekicidir.
Hesiodos’un bu efsaneleri Anadolu’dan aldığı düşünülebilinir.
Güterbock (bkz. Kaynakça) ise bunların Hesiodos’a Fenikeliler
yoluyla da geçebileceğine dikkat çekmektedir.
Güterbock Kumarbi ismini ise şöyle açıklamaktadır:
“Bu tanrının adı hakikî Hurrice'dir: Sondaki –bi, Hurrice aidiyet
eki –ve’dir. Kumar sözcüğünün cins ismi mi yoksa yer adı mı olduğu
ve Kumar adlı şehrin nerede aranacağı bilinmiyor.“
Güterbock aynı zamanda Allau-anu ve Anu-Kumarbi, arasında baba
oğul ilşkisi olabileceğinin de altını çizmektedir.
Köken ne olursa olsun bu efsane Hihitlerde, daha doğrusu
anadolu’da bir nalam kazanmış ve belki de “Yunan Mucizesi” denilen
safsatanın doğuşunda rol oynamıştır.
Ullikummi Şarkısı
Ullikummi Şarkısı , konu olarak Kumarbi efsanesinin devamında
Teşup’un krallığında geçmektedir.
Burada bir parantez açıp, “şarkı” sözcüğü üzerinde durmak
gerekmektedir. Dinçol bunu şöyle açıklamaktadır:
“Yabancı kökenli metinlerin bir özelliği, onların anadolu
kökenliler gibi ayinler içinde yer almaması, baş bölümlerinde
belirtildiği gibi birer bağımsız şarkı sayılmasıdır. Şarkı terimi
bu tür edebiyat ürünleri için Ortaçağ’a kadar kullanılmış bir
sözcüktür. Germen efsanelerinden en ünlüsüne Neibelungen Şarkısı
denildiği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu bakımdan, şarkı sözcüğünün
destan anlamında kullanılmış olduğunu söylemekte bir sakınca
yoktur.“
Şarkı sözcüğünü de açıkladıktan sonra efsanenin konusuna
bakabiliriz :
Anlaşıldığına göre Kumarbi yenilmiş ve tahtta Teşup oturmaktadır.
Ancak Kumarbi bunu hazmedemez:
“Kumarbi aklını toparlar (düşünür). Uğursuz bir günde kötü bir
insan yetiştirir. O Teşup’a karşı kötülük planlar. O Teşup’ a
karşı bir asi çıkarır. (…) (Kumarbi) eline bir asa aldı.
[Ayaklarına ayakkabı olarak] hızlı rüzgarları koydu. O Urkiš
şehrine yola çıktı ve Soğuk Pınar’a vardı. Şimdi Soğuk Pınar’da
bir kaya bulunur : onun boyu üç fersah ve genişliği (…) ve yarın
fersahtır. Onun vaginası ise [(…) fersahtır. Onu görünce] aklı
başından fırladı ve o kaya ile sevişti. Erkeklik organını onun
içine batırdı. O beş kez oldu. O on kez oldu.“
Tabletteki kırıklardan metnin devamı tam anlaşılamamaktadır ancak,
Deniz tanrısının yardım ettiğini ve çocuğun doğduğunu
öğrenebiliyoruz.
Kumarbi bu çocuğa Ullikummi adını verir:
“Kumarbi kendi kendine söylenmeye başladı: Kader tanrıçaları ve
ana tanrıçaların bana verdiği çocuğa ne isim koyacağım. (…) Varsın
onun ismi Ullikummi olsun. O krallığa gökyüzüne gitsin. Güzel
Kummiia şehrini sıkıştırsın. Teşup’a vursun. Onu saman gibi
doğrasın. Onu bir karınca [gibi] ayakları ile ezsin.“
Ullikummi sözcük olarak Kummiia’nın yıkıcısı anlamına gelmektedir.
Kummiia ise Fırtına Tanrısının kentidir. Metinden de anlaşılacağı
gibi Kumarbi bu doğan çocuğun Teşup’tan kendi intikamını almasını
beklemektedir.
Kumarbi, bu çocuğun Teşup’un haberi olmadan yetişmesi için gizler,
nacak güneş tanrı vbu süratle büyüyen ve canavarlaşan çocuğu görür
ve Teşup’a haber verir.
Teşup erkek kardeşi Tašmišu ve kız kardeşi Šaušga ile Hazzi dağına
gider ve canavarı bulur. Ancak Ullikummi alt edilebilecek gibi
değildir.
Kırık tabletlerden anlaşılabildiği kadarı ile Teşup savaş
hazırlıkların başlamıştır. Savaşa tutuşur, ancak başarılı olamaz.
Taş canavar Ullikummi Teşup’u ve yanındaki yetmiş tanrıyı yener.
Teşup’un kardeşi Tašmišu yenilginin haberibi Teşup’un karısı
Hepat’a bildirir ve yeniden Teşup’un yanına döner. Tašmišu,
Teşup’a tanrı Ea’dan yardım istemesini söyler. İki kardeş Ea’ya
gederler. Tablet buralarda kırıktır. Ancak onları Ubelluri ile
konuşurken buluruz. Ubelluri Atlas gibi dünyayı sırtında taşıyan
bir devdir. Ullikummi de onun omuzunda büyümüştür. Ubelluri sağ
omzunda bir şey olduğunu söyleyince Ullikummi’nin orada büyüdüğü
anlaşılır ve Ea eski tanrılara seslenir :
“Eski sözleri bilen ilk tanrılar sözümü duyun. Eskiden, babadan,
büyükbabadan olan mühür evlerini tekrar açın. Ecdadımın
mühürlerini getirsinler. Onu orada mühürlesinler. Yeryüzü ve
gökyüzünü ayırdıkları (kestikleri) bakırdan eski kesici aleti
getirsinler. Biz, Kumarbi’nin bir asi olarak tanrılara karşı
yücelttiği (büyüttüğü) bazalt Ullikummi’nin ayaklarını keseceğiz.“
Ullikummi’nin ayakları kesilince güçsüz kalır. Teşup ve tanrılar
Ullikummi ile savaşmaya başlar. Metnin sonu kırıktır ama burada
Teşup’un zaferinin anlatıldığı düşünülmektedir.
Bu efsane de Yunan mitolojisindeki bazı motifleri anımsatmaktadır.
Hitit mitolojisini de kırık tabletlerle günümüze ulaşan başka
efsaneler de vardır. Biz burada en önemlilerini aldık. İleride
bunlara da yer verebileceğimizi ummaktayız. Yulaf ya da çavdar
olabilir. |
|
|
|
|
|
|
|