Çağımızın ortaya koyduğu
değişimler; bize gözle görünür bir biçimde, halkımızın geçmiş
yıllarda çözemediği ve şimdi de önünde duran sorunları
yanında, bugünlerimizin dağ gibi yükselttiği sorunları da ayrı
bir yaklaşımla ele alma, düşünme, üzerinde daha açık ve özgür
bir biçimde konuşma olanağı veriyor. Yaşantımıza kültürümüze ilişkin
olarak, geride bıraktığımız yıllarda - yüzyıllarda kaybettiğimiz
şeyleri yeniden yerine koymak, bazılarını (hepsini yeniden
kazanmamız mümkün olmasa bile) arayıp bulmamız, kararlılıkla,
akıllılıkla, gerileme olmadan büyük işleri yapma, sorunları
çözümleme olanağımız var oldu.
Kaybettiklerimizden veya yapamadıklarımızdan biri olan ve kalbimi
sızlatan bir şeyden söz edeceğim. Fakat açıkça belli olduğu gibi
dili yaşatan, gelişmesine katkıda bulunan halktır. Dil insanı
yetiştirir, eğitir, dünyasını genişletir. Dil toplumun giysisi,
karakteri, zenginliğidir. Halkın güzelliklerini, anlayışını dil
açığa çıkarır. O küçüklükten itibaren artarak gelişir. "NI" (=
Anne), "TI" ( = Baba), "NAN" (=Anne !) "TYAT" (=Baba!, Babamız), "PSI"(=Su),
"HALIĞHU" (=Ekmek) diye başlar, dünyayı ve yaşamı gözler önüne
serer. İnsanların içine girerek anlamaya çalışır. İnsanlara,
yaşayanlara, iş yapanlara arkadaş olur. Başka bir dilde de bu
sözünü ettiğim sözcükleri söylemek mümkündür. Başka halkların
dilleri de kendilerine güzel gelir. Onlar da bu söylediğimiz
şeyleri anlamlandırırlar. Fakat onlar başka sözdür. Başka
seslerden oluşur.
Bak bir dinleyiverin bu sözcüklerden çıkan sesleri: "Psı" (=su), "Pse"
(=can), "Psıxho" (=ırmak,çay), "Ğhojı" (=sarı), "şxhuant'e"(=yeşil),
"ptlıjı"(=kırmızı), "Ş'utleğhu-mğh"(=sevgi, aşk) ve başkaları.
..Doğrusu yalnız başına bir ses değil bunlar, can taşıyor gibiler.
"voda"(=su), "reka"(=ırmak), "duşa"(=can), "pole"(=tarla) "zelenıy"
(=yeşil), "lyobov"(=aşk, sevgi) bunlar da güzel sözdür. Bu, dili
bulan ve konuşan insanlar için değerlidir. Fakat bunlar bizim için
başka dilden (Rusça) sözcüklerdir. Halkın değer biçemeden koruyup,
arttırarak taşıdığı büyük bir mülktür. Dolayısıyla bu sözcükler
başka bir halkın yarattığı bir dildir.
Değişik dillerin içindeki birkaç sözcüğün söyleniş biçimi,
sesleri, ifade ettiği şeyler birbirine yakın olabilmektedir. Böyle
oluşunu da bilmek mümkün değil. Halklar birbirleriyle ilişki
kurarak, yiyecek, giyecek ve birtakım şeyleri değiştirerek birinin
sözcüğü diğerine geçebilmektedir. İşte aşağıdaki örnek bunu bize
gösteriyor. İngiliz dilindeki "cipsi" sözcüğü ile Adige dilindeki
"şıpsı" anlam bakımından birbirine yakındır. Söyleniş biçimi de
birbirine benzemektedir. İkisi de bir yiyeceği ifade etmektedir.
İngilizce sözcüğün anlamı! pişmiş patatestir. Berikinin: anlamını
söylemek gerekmez. Her Adige onu iyi bilir. İngilizler "cipsi"
dediklerinde; bu sözcüğün anlamını iyi! bilirler. Fakat bizim "şıpsı"den
çıkardığımız anlamın başka bir yiyecek olmadığını, onun bizim
kültürden; olduğunu, Adigelerin sevdiği şey olduğunu herkes
anlıyor. Şıpsı'nm tadı: sarımsak ve kişniş kokusuyla birlikte,
sımsıcak mamırsa'yla ve tavuk eti yanında olduğu, zaman nasıl
iştahımızı kabartır. Ama bu söylenen şeylerin hepsini bizim
anladığımız gibi başka bir halkın anlamasını beklemek yersizdir.
Dolayısıyla yukarıdaki örnekte söylemek istediğim, herkes için
açıkça ortadadır: Her halk kendi başına, kendi yaşamında kat
ettiği yolu kutsal sayarak, koruyarak, değer vererek bir dile
sahip olmuştur. O dili yaşatan halk gibi, dilinin de ayrı bir ismi
olmuştur. O halk o dille dünyada tanınmaktadır.
Dilimizin ismi Adigece'dir. Adige dili Adigeleri dünyada yaşayan
insanların bir kolu yapmıştır.
Bizim için büyük bir anlamı olan dili, canımızın, yaşamımızın bir
parçasını koruma, geliştirme, öğrenme, kullanma konusunda nasıl
davranıyoruz ? Bu çok büyük bir sorudur. Bu büyük sorunun cevabını
vermek de kolay değil. Öyle olsa bile bu sorunun cevabına bugün
ihtiyacımız var. Bütün Adigelerin birbirine daha yakın olması,
kaynaşması için dilimizin korunması, geliştirilmesi ve
kullanılması için çalışmaları gerekiyor.
Ne zaman dilimizin geçmişi hakkında konuşursak, geçmiş yüzyıllarda
halkımızın yazı dili olmadı diyoruz. Onu başlangıç noktası kabul
ediyoruz. Evet gerçekten böyle yapıyoruz, bunun bize büyük ulusal
zararı oluyor. Bu zararın büyüklüğünü anlatmak da kolay değil.
Fakat yazı dilimiz, kitaplarımız, kültürümüz için eğitim görmüş
insanlarımız uğraşmadılar denemez. NEGUMA Şora da, BIRSEY Wumar da
başka birçok kişi de o iş için büyük emek saffettiler. "Okumanın,
yazmanın, kitabın arkasına düşeceğimiz zamanlar bizim için de
gelecektir." Adigelerin övünç kaynağı olan büyük insan NEGUME Şora,
bu ilginç ve anlamlı sözleriyle umutlarını, kalbini sızlatan
gecikmiş beklentilerini bize ulaştırdı. Evet, onun dediği zaman
bizim için geldi. Fakat o gelince işimiz nasıl oldu ? Dilimizin
var olan olanaklarını yeterince kullana bildik mi ? Hayır,
izlememiz gereken yolu terk ettik. Hatalı dönüşümleri hep birlikte
gerçekleştirdik. Konuşma dilimiz, konuşma sanatını içeren dilimiz,
ilginç, sağlam ve oldukça kullanışlı idi. Onu, yazı dilinin yazım
ölçülerine, kuralarına uydurmanın, canlılığını tatlılığını
kaybettirmenin peşine düştük. En fazla gücümüzü harcadığımız
nokta, dilimizin kurallarını Rus-caya benzeterek düzenlemek,
anlamak ve öğrenmek oldu. Onun bize getirdiği 'yararlar' işte
gözümüzün önünde.
Soy isimlerimizin, isimlerimizin, yer isimlerinin, işyeri
isimlerinin ve okul isimlerinin başına bilinen şey geldi. Adige
dilini bildim bileli "Şşhaguaşe"ye Rusça "Belaya" diyoruz. Soy
isimlerini Rusça yazarken Adige dilinin özelliklerini ortadan
kaldırıyoruz. Sözgelimi, "QUNIJJ" KUNIJEV oluyor. Soy ismini (Koşhable,
Şewcenhable, Krasnodar bölgelerinde) "ov" veya "ev" ekleyerek
yazıyoruz. Diğerlerini söylediğimiz şekilde Rusça’da da yazıyoruz
(Daha çok Texhutamıquay ve Tewuçuej bölgelerinde). Geniş yollardan
gelerek ülkemizin sınırlarına yetişince tabelalarda "Adigeyskaya
Avtonomnaya Oblast" (=Adige Özerk Bölgesi)(l) yazısı görülmektedir
(Lebape ve Labinskiy tarafından gelirken). Oysa bu yazı, önce
Adigece'si yazıldıktan sonra yazılsa neden olmaz, anlamıyorum.
Adigelerin kendilerinin verdikleri değişik yer ve şehir isimleri
var: "Beloreçensk = Şıthale", "Vust Labinsk =Lebape", "Labinsk =Çetwun",
"Moskva-=Mezkuw" ve diğerleri. Stanitsa Dondukovske'nin Adigece
ismi vardı: Hacemıqohabl. Adigeler çoğunlukla Krasnodar'ı da
bugüne dek "Qeleç'e" (Yenişehir) ismiyle anıyor. "Armavir"(=Yermelıhabl).
Bunları değiştirmek gerekiyor diye aklıma getirmiyorum. Fakat
benim söz ettiğim başka: Onları Adigece oldukları halde
söylemezsek, yazmazsak, kullanmazsak kendi kendimize dilimizin
duyusunun suyunu kuruturuz. Bir sözcük bile kaybolsa dilimizin
gücü azalacak, değilse artmayacaktır. Onların Rusça olan isimleri
kalacak, onları değiştirmeye gerek yok. Fakat biz Adigeler onları
özgün adlarıyla söylemeli, yazmalıyız. Bunun kimseye zararı da
olmaz. Söylemezsek, yazmazsak, unutursak o zaman dilimize büyük
zarar vermiş oluruz. Şimdi biz bakıp dururken elimizden
çıkanları, kaybolanları bizden sonra yetişenler hiç bulamazlar,
ellerine geçiremezler. Ülkemizde birçok demiryolu istasyonu var, (Koşhable,
Dondukovske, Cace, Mıyequape, Şıncıye ve diğerleri). Fakat onların
hiçbirinde Adigece yazı yok. Bunları Ülke halkının dilinde
söylemek o kadar zor bir iş midir, ne var bunda. Onların
isimlerini o dille yazmaktan, gelen geçenin bunu görmesinden daha
doğru ne olabilir.Bunları düşünmemiz, o sorunları, bizim, bizden
sonra gelecek nesiller için çözmemiz konusunu geçiştiriyoruz.
Adigece'nin okunması, öğrenilmesi, konuşulması -diğer halklardan
olup da dilimizi öğrenmek isteyenler dahil - konusunda noksanımız
çok. Çokça okul (küçükler ve büyükler için) açabilme gücüne
eriştiğimizden bu yana yazı biçimimizi sık sık değiştirdik.
Değiştirme daha iyiye götürmüşse, dile daha uygun yazı biçimi elde
etmişsek iyi, fakat tam tersi daha da ağırlaştırdık. İlk önce Arap
harflerini seçtik, düzenledik. Onunla bir müddet okuttuk. Sonra
ondan vazgeçerek Latin alfabesine yöneldik. Onunla da başka bir
grubu okuttuk, bir kültür oluşturduk, oldukça iyi bir edebiyatımız
oldu. Fakat o bizi tatmin etmeden çabucak bir kenara atarak
birdenbire Rus yazısına (Kiril diye bilinir) daldık.
Ben çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar bizleri ikna etmek için
öğretmenlerimizin gerekçe olarak söylediği hep aynı şeydi:
Rusça’yı daha iyi öğrenebilmek için... Rus alfabesine alışacak,
böylece Rusça öğrenmemiz kolaylaşacak, bu da işlerimizi
kolaylaştıracaktı. Sonuçta hepsinin ulaştığı nokta buydu. Ama
böylece Rusça’nın öğrenilmesiyle Adigece onun etkisi altına
girecekti, ya da başka bir söyleyişle bu uygulamanın işlevi buydu.
Bu açıkça belli olan bir politikaydı. Fakat böyle bir politikaya
güçlü Rusya’nın da, dünyası onun kadar büyük olmayan Adigece’nin
de ihtiyacı yoktu. Konuya daha akılcı olarak yaklaşmak
gerekiyordu.
Ne var ki biz hep sonradan akıllanırız. Bir kültürü diğer bir
kültür için kaybeden, kurban eden politika politika olamaz. O
hiçbir zaman iyiye götürmez. Benim bu konudan söz etmem, aklıma
geliveren bir düşünceye kapılmış olmamdan dolayı değil. Ben
gördüğüm, yaşadığım, özümlediğim bir konudan söz etmek istiyorum:
Dilimize, Latin harfleri temeline dayalı olarak bir zamanlar
kullandığımız alfabeden daha uygun bir alfabemiz hiçbir zaman
olmadı. Yazması, okuması çok kolaydı. Benim görüşüm, benim
kanaatim bu. Ama geri dönüp aynı yolu yeniden kat etmek her zaman
zordur. O yüzden ben bu konudan, sadece kat edilmiş bir yol olarak
söz ediyorum. Zira bugün önümüzde başka görevler duruyor.
Adigece’nin başına sorunlar açan nedenler sadece bu
değiştirmelerden ibaret değil, çok oluyor. Bunu gizlemeye ne gerek
var ! Adige okullarında Adigece öğrenmeyi istememeye, Adigece'yi
bir kenara itivermeye kadar vardırmıştık işi hep birlikte. Ben
yapılan birçok toplantıyı çok iyi hatırlıyorum: Adigece için bu
kadar emek sarf etmeye ne gerek var? Bize şimdi gerekli olan
Rus’çadır diyenler çoktu. Neden Adigece? Labe'yi geçince artık
lazım olmuyor ki, diyenler de vardı.
Rusça’nın anlamını, gücünü, büyüklüğünü, ona olan ihtiyacımızı çok
iyi biliyoruz. Onu yeterince bilmiyor değiliz. Bu konuda kimse
yanılgıya düşmesin. Fakat biz Adige'yiz. Adige dilini kullanması,
koruması, geliştirmesi gerekenler bizleriz, Adigelerdir. Bu iki
hususu unutmak yanılgıya düşmek olur. Bunlardan biri diğerine
engel olmamalı, biri diğerine kurban edilmemeli, birinin iktidarı
diğerinin ecelini getirmemelidir.
Bunların hepsi ulaştığımız yeri, eksikliklerimizi gösteriyor.
Fakat onlardan daha büyük bir engele çarptığımızın sözü edilmezse
konu noksan kalırdı. Belirtmek istediğim şu: Konuşunca Adige'yiz
diyoruz. Bu doğru, bu konuda söylenecek söz yok, Adige'yiz:
Bjeduğh da, Ç'emguy de, Şapsığh da, Kabardey de, Abzax da Besleney
de... Bir araya gelirsek birbirimizi çok iyi anlıyoruz,
birbirimizi sayıyoruz. Açık kalpliyiz, içtiğimiz su bile bir.
Fakat ilginçtir ki, birbirimize karşı olan güzel davranışlarımızı,
kalplerimizin birbirine yakınlığını derinleştirme, kültürümüzü
daha da geliştirme konusuna gelince grup grup ayrılıyoruz,
insanları birbirine yaklaştıran, birbirini anlamasını sağlayan
dildir. Adigelerin dili birdir. Fakat başımıza gelen felaketlerden
ilki, geçmiş yüzyılda, politik olarak Rus Çarlığı'nın bizi
bölmesidir. Bu halkı (Adigeleri) birbirinden uzak başka yerlere
gönderdiler, birbirine erişemeyecek, bir araya gelemeyecek, hiç
kimsenin kendi başına bir işi olamayacak şekilde böldüler. Bunu
herkes biliyor, ayrıca söylemeye bile gerek yok.
Durum böyle olmakla birlikte, Sovyet döneminde hep birbirimize
daha yakın olduğumuzdan, kardeşlikten, barıştan söz edip durduk.
Ne var ki konuşmaktan öte, yaşam koşullarımız bizi birbirimize
yaklaştırmada yeterli olamadı. Ancak ^unun başta gelen sorumlusu
biziz, başkası değil. Zira biz birbirimize yakın olmaya pek
uğraşmadık, çoğunlukla konuştuk kaldık. "Onu gerçekleştirmek için
gerekli faktörlerden, yapılardan söz-etmelisin" diyor bana kalbim.
Bir araya geldiğimizde, Kabardey-Balkar'dan ya da Karaçay-Çerkessk'ten
misafirler geldiğinde, Adigey'de benimsediğimiz "edebiyat dili"
ile onlara hitap ediyoruz. Fakat anlamadıklarını hissettiğimizde
Rusça’ya dönüyoruz. Adigey'de oturan Kabardeylerle Kabardey-Balkar
ve Karaçay-Çerkessk'ten gelenler bazen birbirlerini anlamıyorlar.
Böyle olması, Adigey'de yaşayan Kabardeylerin Adigey Adigece'sinin
etkisi altında kalmasındandır. Sözgelimi Adigey'deki Kabardeylerin
"terez" (=doğru, düzgün, uygun) dediği sözcüğü Kabardey-Balkar'dan
gelenler anlamazlar, onların anlayacağı "temam"(=tamam, uygun)
sözcüğüdür. Biz "temam"ın ne olduğunu anlamıyoruz veya biz
Adigey'de "nef" (aydınlık) dediğimizde bizim için onun anlamı
açıktır, fakat Kabardeyler onu "neşşu"(=kör) olarak anlarlar.
Bunun gibi sesleri birbirine uymayan sözcükleri öğrenmek için
çalışmıyoruz. Biz bir halkız, bundan kuşku duymak, sorup
soruşturmak gerekmez. Dilimiz, konuştuğumuz anadilimiz bir kökten
türemedir, yeniden üzerine konuşmak gerekmez. Fakat günümüzde
yaşamın zorunlu kıldığı görevleri herkesin bilmesi, herkesin
anlaması gerekiyor. Çözüm için herkesin elinden geldiği kadar
çalışması gerekiyor. Ama ne yazık ki bu konu bugün bile, ne
Kabardey-Balkar'da, ne Karaçay-Çerkessk'te, ne de Adigey'de
gündeme getirilmiş, layık olduğu şekilde köklü olarak ele alınmış
değil. Böyle söyleten çok neden var. Kabardey-Balkar'da ayrı bir
yazı ve konuşma dili geliştirilmeye çalışılıyor. Karaçay-Çerkessk'te
de öyle, Adigey'de de üzerinde durulan konu bu. Adigey'de iş daha
da zor. Çünkü Adigece'nin yazım kurallarının geliştirilmesi,
düzenlenmesi çalışmaları sonuçlanmış değil, sürüncemede kalmış
durumda. Rekabet iyidir, işin ilerlemesi için her zaman
gereklidir. Ancak birbirini anlamaya, anlaşmaya, akim yoluna
götürüyorsa faydası olur. Biri bir tarafa çekiyor, diğeri başka
bir tarafa çekiyor. Bu tür bir yarışma, benim kanaatime göre,
hemen her yerde yaşayan Adigelerin ihtiyacı olan, herkesin
anlayabileceği yazım kuralları ve bir Adige dili açısından pek
umut verici görülmüyor.
Bunu düşünerek, bunu ilk iş olarak ele alırsak, onun için
çalışırsak, bize engel olan yöresel yaklaşım farklılıklarından
kurtulabilir, ilerlemek için büyük olanaklara sahip olabiliriz.
1957 yılında Maykop'ta Adige Bilimler Araştırma Enstitüsü'nde
yapılan ilk bilimsel toplantıda bu konuyu ortaya attıklarını,
üzerinde konuştuklarını, harflerin nasıl yazılacağı üzerinde
durduklarını hatırlıyorum. Fakat ondan sonra bu konunun üzerinde
hiç durmadılar. Bugün bu konuyu tekrar ciddi olarak ele almak ve
geliştirmek gerekiyor. Anlaşabilmemiz, bir tek yazı diline sahip
olabilmemiz için şimdiden kendimize bir yol çizmezsek ileride
başımıza gelebilecekleri anlamak için fasulye falına bakmaya gerek
yok. Bütün Adigelerin anladığı bir dile ve yazıya yönelirsek
dilimizi geliştirebiliriz, koruyabiliriz. Bugün Adige dilinin
olanaklarını yeterince anlayamıyoruz. Niçin derseniz,
birbirimizden ayrı ve kopuk olarak yaşıyoruz. Sözgelimi "samolet"
(=uçak) sözcüğünü Rusçudan biz aldık kullanıyoruz. Kabardeyler ise
"Quhtlate"(=uçan gemi, uçak) diyorlar. "Dom" (=ev), "komnata"(=oda)
dediklerimize verdiğimiz isim tek "Wune"(=ev, oda) dir. Fakat
Kabardeyler bu ikisi için ayrı sözcük üretmişler. Ya da
Kabardeylerde olmayan sözcükler bizde var. Bu yönü de göz önünde
bulundurmak gerekir.
İlginç olan bir diğer nokta, yabancı ülkelerden gelen Adigeler
Kabardeyce'yi, Bjedughca'yı, Ç'emguyce'yi iyi anlıyorlar,
konuşuyorlar. Biz bu ülkede yaşadığımız, komşu olduğumuz halde bir
araya gelince birbirimizi anlayamıyoruz, dolayısıyla hemen
Rusça’ya sarılıyoruz.
Onun için dilimiz konusunda ihtiyaçlarımız çok. Bu ihtiyaçları
gidermek için ileride dilimizin ne durumda olacağı, Adigelerin hep
birlikte (Yurt dışında ve Ana yurtta yaşayanların)
kullanabileceği, yazı biçimini, konuşma biçimini bugün öncelikle
seçmeli, düzenlemeliyiz. Daha uzaklara bakmaya da bugün, daha
önceki dönemlerden çok daha fazla ihtiyacımız var.
Şahsen ben bu konuya ilişkin olarak, vakit geçirmeden şu tür
çalışmalara hemen başlamamız gerektiğini düşünüyorum.
İlk olarak; Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey'deki
dilbilimcilerin dış ülkelerde yaşayan, konuyla ilgili Adigelerle
birlikte Adige alfabesi, yazım kuralları ve Adige dili üzerinde
çalışmaları,
İkinci olarak; Adigece-Kabardeyce sözlük hazırlanması,
Üçüncü olarak; Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey'deki
Adige okullarında Adigece öğretim yöntemlerinin değiştirilmesi.
Buna neden ihtiyaç duyuluyor? Küçük Kabardey çocukları dillerini
öğrenirlerken, öğrendikleri sözcüklerin Adigey Adigece'sindeki
söyleniş biçimlerini de öğrenmeleri, Adigey okullarında da bunun
gibi yapmaları, Karaçay-Çerkessk için de aynı şekilde olmalı.
Dördüncü olarak; Gazete sayfalarında Adigece ve Kabardeyce'ye
ilişkin bölüm-er vermeleri. Radyo ve Televizyonda da buna benzer
yayınların yapılması.
Beşinci olarak; Okullarda edebiyatın öğretilmesi yöntemlerinin
değiştirilmesi, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkessk ve Adigey
yazarlarının yazdıklarının ayrı ayrı öğretilmemesi, ancak bütün
Adige yazarlarının yazdıklarının birlikte öğretilmesi. Bütün
kitaplarda Adige edebiyatı bu biçimde yer almalı. Yüksek okullar
da bu yönde düzenlenmeli.
Altıncı olarak; "Oşhamaxue" adlı dergi ile Adigey'de çıkan
"Almanak"ın daha yakın olması, birbirine bağlı olarak bir arada
planlama yapmaları, yayımlanan yazıların değişimi, çevrilmesi.
Bütün bu büyük işler için gerekli olan şeyleri bir makalede yazmak
mümkün değil. Fakat bu sözünü ettiğim şeylerin ilk adım olacağına
inanarak belirtiyorum. Okuyanlar beni desteklerlerse çok memnun
olacağım. Niçin derseniz, yukarıda sözünü ettiğim ihtiyaçları
gidermek için onların çalışacağına inanıyorum.
(1) Bu
yazı, Adigey Cumhuriyet olmadan önce yazıldığından dolayı eski adı
kullanılmıştır. (Çev.notu)
|