Adigey yazınının başlangıç tarihi olarak 1924 yılını
almak son derece yanlış ve yanıltıcıdır.
Nasıl olur? Sovyet yönetimi Kabardey’de kurulduktan
sonra bunca yıl bizim hiç okuma, yazma düşüncemiz ve
kaygımız olmadan, yan gelip yatmış mıyız yani? Elbette
bu gerçek değil.
Arap harfleri ile medrese tipi eğitim verildi diye bir
dönemi yok saymanın ve gerçeği saklamanın da hiç bir
anlamı yoktur. 1.Dünya Savaşı ve devrim sırasında
Bolşeviklere katılan insanlar, 1920 yılında geri döner
dönmez ilk işleri, eğitici kursları düzenleyerek eğitim
hazırlıklarına başlamak oldu. 1921 yılından itibaren
Sovyet yönetimlerin açtığı okullarda, Adigece eğitime
başlandı.
Ancak o dönemde, elimizde TSAĞO Nuri’nin Arapça
harflerle hazırladığı alfabeden başka hiçbir şey yoktu.
Bu alfabeye dayanarak ŞERELOUKE Talhosten'in yeniden
düzenlediği, ŞOGEN Zawurbek'in tek başına binbir
eziyetle basımını gerçekleştirdiği, Arapça harflerle
hazırlanmış alfabe, okullarda iki yıl kullanıldı.
Aslında bu ilk alfabenin hazırlanmasında genellikle
yalnız Nuri'den söz edilirse de DIM Adem'in de kitabın
hazırlanmasında pek çok emeği geçmiştir; ancak nedense
pek ondan söz edilmez.
Alfabenin kendi giriş sayfasında aynen şöyle yazar:
Bastıran: DIM Hacı Gaffar. Hazırlayan: TSAĞO Nuri, DIM
Adem (Gaffar’ın oğlu) Basıldığı yer: Kazan 1917.
Bu kitaptan yola çıkılarak hazırlanan Adigece eğitim
kitabının basımını gerçekleştiren ŞOGEN Zawurbek bir kaç
yıl önce öldü, ancak bu alfabe hala öğretmen olan
çocukları tarafından korunuyor.
Kaynak alınan ilk alfabenin basımında Mollalar öylesine
tepki gösterdiler ki, TSAĞO Nuri'yi, beni ve Tsağo’nun
yanındaki herkesi ellerinden gelse diri diri toprağa
gömeceklerdi.
Latin harflerini kullanmaya başlamamız ise 1924 değil,
bu tarihten 1 yıl önce, yani 1923 yılında olmuştur.
O yıl öğretmenler kurslara çağrılarak Latin harfleri ile
eğitildiler; ancak yokluk ve olanaksızlıklar eğitim
koşullarını öylesine zorlaştırıyordu ki, eğitime
katılanlara birer alfabe bile dağıtılamadı.
Denemenin de pek başarılı olduğu söylenemez. Kursiyerler
harflerin yazılı olduğu birer kağıt sayfası ile dağılmak
zorunda kaldılar.
Kabardey’de Öğretimin Başlangıcı
Ben burada dil tarihinin tümünü bir sıralama ile
anlatacak değilim. Asıl söz edeceğim şey bu güne dek
izinde yürüdüğümüz, kendimize temel aldığımız dil
girişimleridir. Bu hareketin hemen sonrasında
Osmanlı’daki Çerkes aydınları, İstanbul'da bir araya
gelerek bir birlik oluşturdular (Çerkes Teavün
Cemiyeti).
TSAĞO
Nuri işte bu derneğin ilk sekreteri ve
aynı zamanda Arapça, Osmanlıca ve Adigece olmak üzere üç
dilde birden yayına başlayan Ğuaze gazetesinin de
sorumlu müdürüydü.
O yılarda şimdiki Kızburun köyünden HATSIUK Mejid, kız
kardeşini getirmek üzere gittiği İstanbul’da bu derneği
ziyaret eder. Bu ziyarette kendisine anavatana gelip
Çerkesce eğitim başlatılmak istendiği, insanların kendi
ana dili ile daha çabuk ve rahat eğitilebileceği, halkın
kültürel gelişiminin ancak bu yolla sağlanabileceği
anlatılır.
Çerkes aydınlarının bu isteği, Mejid tarafından geri
dönüşte o günün ileri gelenlerine ulaştırılır, olumlu
karşılanır ve kabul görür. Uzunca bir zaman sonra bu
görevi üstlenen
TSAĞO
Nuri geriye anavatana döner, yine
uzunca bir ara ve pek çok çabalardan sonra okulun
açılışı gerçekleşir (şimdiki Baksan Rayonu’nda). İlk
zaman işler yolunda gider ancak Nuri yalnız Adigece
değil, yanı sıra matematik, coğrafya ve benzeri pozitif
bilimler ile ilgili eğitim de vermeye başlayınca, okulun
yönetiminden sorumlu olan GUG Mahmud Hacı bu durumdan
haberdar olur ve "çocuklarımızı gavur edecek" diyerek
Nuri'yi okuldan kovar.
Bu arada 1914 yılına gelinmiş ve 1.Dünya Savaşı
başlamıştır. İstanbul'a dönemeyen Nuri kendi köyüne
dönerek tümüyle buraya yerleşir kendine birde ev yapar.
Nuri evinin hemen arka tarafına yaptığı tek göz odayı
sınıfa çevirmiş ve ulaşabildiği, razı edebildiği
insanları burada okutmağa başlamıştı. Biz burasını "TSAĞO
Nuri'nin Üniversitesi" diye adlandırmıştık.
Bu arada yine 1914 yılında yeni bir okul açılmış ve
TSAĞO
Nuri kalan zamanında da burada eğitim vermeğe
başlamıştı.
1916 yılında Baksan’daki ilköğretim okuluna beni de
çağırdılar ve bir yıl da ben Arap harfleri ile Adigece
eğitim verdim. O dönemde eğitim, açılabilen tek tük
okullarda ve kişisel çabalarla işte böyle ağır aksak
yürütülmeğe çalışıyordu; yani tümden yok değildi.
1918 yılında
TSAĞO
Nuri ve DIM Adem kafa kafaya vererek
Adem'in mülkünü satıp, bu para ile bir matbaa satın
almaya ve gazete çıkarmağa soyundular.
Adem bir süre Mısır'da eğitim görmüş ve durumu
kavrayabilen eğitimin önemini anlayabilen bir insandı ve
bu işte pek çok emeği geçti. İkisi birlikte Kazan'a
giderek bir matbaa satın aldılar ve "Adige Mak"
gazetesini yayınlamaya başladılar.
Aynı yılın yaz aylarında Nuri, Baksan’da bir hazırlık
sınıfı açtı. Hem eğitim işini hem gazete işini birlikte
yürüttü o yıl. Bu şekilde düşe kalka 1920 yılına gelindi
ve Bolşeviklerin geri dönmesi ile birlikte biraz daha
düzenli ve organize bir şekilde ilk eğitim kursları
başlatıldı. İşte böyle geçilen bir dönemden dolayı İlk
Çerkesce eğitimin temelinde medrese eğitimi ve Arapça
harflerle yapılan eğitim vardır.Üstelik birde Latin
harfleri ile başlanan eğitim denemesi. Bunu saklamanın
ve ilk eğitimin başlangıcını 1924 yılıymış gibi
göstermenin hiç bir gereği ve anlamı yoktur.
Halkın Konuştuğu Dil, Edebi Dilin
Kaynağıdır
Peki o zaman nedir bu ikisinin farkı?
Gorki bunu şöyle açıklar: Halkın kullandığı dil yaşamın
içinden gelen daha kaba ancak daha gerçekçi bir yapı
gösterir. Edebi dil ise bu yapının, üzerinde ustalarınca
çalışılarak geliştirilmiş, güzelleştirilmiş şeklidir.
Yani bu ne anlama geliyor? "Halkın kullandığı dil
üzerinde çalışmak" bunu nasıl anlamak gerekir dersiniz.
Halkın binlerce yıllık gelişiminin içinden doğan sözcüğü
kaldırıp, onun yerine size hoş gelen bir sözcüğü, başka
bir dilin gramatik özelliklerini taşıyan sözcükleri
alarak, dilini bunlar üzerine inşa etmek, bir başka
dilin kendine özgü kurallarını kendi dil yapısına monte
etmek mi gerekir, böyle mi anlamalı ?
Elbette inkar edilemez bir gerçektir ki, halklar
dillerini, gelişmeleri sürecine paralel olarak kendileri
doğurur; yoksa önce sağdan soldan sözcükleri toplayıp
bununla dil yapısı inşa edilmez. Bütün diller doğal
oluşumu sırasında kendi gramatik yapısını ve edebi
dilini oluşturur. Yani o gramer yapısı, o dilin kendi
içerisinden doğar.
Bütün diller aynı değildir elbette, kuruluş biçimi ile,
anlatım biçimi ile her biri kendine özgü özellikler
taşır bünyesinde. Peki hangi dilin gramer yapısı daha
güzel? Elbette herkesin dili kendisine güzel gelecektir.
Dolayısıyla bir dile oradan buradan toplama sözcükler,
gramer yapıları eklemekle, ne o bünye onu kabul eder, ne
o dili konuşan halk. Bütün halkların, güncel dile
paralel gelişmiş bir de yazın dilleri vardır.
Peki bu ikisini ayıran nedir?
Elbette yazın dili de halkın dilidir. Ancak bu demek
değildir ki bütün sözcükler sokakta konuşulduğu
biçimiyle edebiyata girsin. Çünkü halkın dilinde şive
farkları vardır, yörelere göre değişen anlatım biçimleri
vardır, yanlış telaffuzlar vardır. Yani halk anlatımında
var olan uygunsuzlukları, farklılıkları ortadan
kaldırarak bütün toplum tarafından anlaşılacak ve kabul
görecek bir güzellik ve incelik kazandırmaktır edebiyat.
Yazın dili, halk dilinin bu şekilde rafine edilmiş
durumudur. Yoksa başta da söylediğimiz gibi, oradan
buradan sözcük alıp dile eklemek değildir. Bana göre
Gorki’nin anlatmak istediği de işte budur. Rus
edebiyatının büyük ismi Puşkin kılık değiştirerek halkın
arasına girer; pazarlarda, kalabalık yerlerde dolaşır ve
halkın kullandığı dili inceler, bu sözcüklerden,
dilbilgisi açısından doğru bulduğu, uygun gördüğü
sözcükleri yapıtlarında kullanırmış.
Elin adamı İşte böyle oluşturmuş yazın dilini.Yoksa
gidip bir yerlerden sözcük kopyalayarak, kendi
altyapısına monte etmemiş.
Not
Yazarın sohbet havasında ancak bir çok tarihi gerçeğin
kaynakları ve belgeleri gösterilerek anlatıldığı ANILAR
isimli kitabından Çevirisi yapılmıştır. |