...................
...................
ADİGE YAZINI HAKKINDA

ELHEP Hasan

Şair, yazar ve araştırmacı

                         
...................
 
...................

Adigey yazınının başlangıç tarihi olarak 1924 yılını almak son derece yanlış ve yanıltıcıdır.

Nasıl olur? Sovyet yönetimi Kabardey’de kurulduktan sonra bunca yıl bizim hiç okuma, yazma düşüncemiz ve kaygımız olmadan, yan gelip yatmış mıyız yani? Elbette bu gerçek değil.
Arap harfleri ile medrese tipi eğitim verildi diye bir dönemi yok saymanın ve gerçeği saklamanın da hiç bir anlamı yoktur. 1.Dünya Savaşı ve devrim sırasında Bolşeviklere katılan insanlar, 1920 yılında geri döner dönmez ilk işleri, eğitici kursları düzenleyerek eğitim hazırlıklarına başlamak oldu. 1921 yılından itibaren Sovyet yönetimlerin açtığı okullarda, Adigece eğitime başlandı.

Ancak o dönemde, elimizde TSAĞO Nuri’nin Arapça harflerle hazırladığı alfabeden başka hiçbir şey yoktu.

Bu alfabeye dayanarak ŞERELOUKE Talhosten'in yeniden düzenlediği, ŞOGEN Zawurbek'in tek başına binbir eziyetle basımını gerçekleştirdiği, Arapça harflerle hazırlanmış alfabe, okullarda iki yıl kullanıldı.

Aslında bu ilk alfabenin hazırlanmasında genellikle yalnız Nuri'den söz edilirse de DIM Adem'in de kitabın hazırlanmasında pek çok emeği geçmiştir; ancak nedense pek ondan söz edilmez.

Alfabenin kendi giriş sayfasında aynen şöyle yazar: Bastıran: DIM Hacı Gaffar. Hazırlayan: TSAĞO Nuri, DIM Adem (Gaffar’ın oğlu) Basıldığı yer: Kazan 1917.

Bu kitaptan yola çıkılarak hazırlanan Adigece eğitim kitabının basımını gerçekleştiren ŞOGEN Zawurbek bir kaç yıl önce öldü, ancak bu alfabe hala öğretmen olan çocukları tarafından korunuyor.

Kaynak alınan ilk alfabenin basımında Mollalar öylesine tepki gösterdiler ki, TSAĞO Nuri'yi, beni ve Tsağo’nun yanındaki herkesi ellerinden gelse diri diri toprağa gömeceklerdi.

Latin harflerini kullanmaya başlamamız ise 1924 değil, bu tarihten 1 yıl önce, yani 1923 yılında olmuştur.

O yıl öğretmenler kurslara çağrılarak Latin harfleri ile eğitildiler; ancak yokluk ve olanaksızlıklar eğitim koşullarını öylesine zorlaştırıyordu ki, eğitime katılanlara birer alfabe bile dağıtılamadı.

Denemenin de pek başarılı olduğu söylenemez. Kursiyerler harflerin yazılı olduğu birer kağıt sayfası ile dağılmak zorunda kaldılar.



Kabardey’de Öğretimin Başlangıcı

Ben burada dil tarihinin tümünü bir sıralama ile anlatacak değilim. Asıl söz edeceğim şey bu güne dek izinde yürüdüğümüz, kendimize temel aldığımız dil girişimleridir. Bu hareketin hemen sonrasında Osmanlı’daki Çerkes aydınları, İstanbul'da bir araya gelerek bir birlik oluşturdular (Çerkes Teavün Cemiyeti). TSAĞO Nuri işte bu derneğin ilk sekreteri ve aynı zamanda Arapça, Osmanlıca ve Adigece olmak üzere üç dilde birden yayına başlayan Ğuaze gazetesinin de sorumlu müdürüydü.

O yılarda şimdiki Kızburun köyünden HATSIUK Mejid, kız kardeşini getirmek üzere gittiği İstanbul’da bu derneği ziyaret eder. Bu ziyarette kendisine anavatana gelip Çerkesce eğitim başlatılmak istendiği, insanların kendi ana dili ile daha çabuk ve rahat eğitilebileceği, halkın kültürel gelişiminin ancak bu yolla sağlanabileceği anlatılır.


Çerkes aydınlarının bu isteği, Mejid tarafından geri dönüşte o günün ileri gelenlerine ulaştırılır, olumlu karşılanır ve kabul görür. Uzunca bir zaman sonra bu görevi üstlenen
TSAĞO Nuri geriye anavatana döner, yine uzunca bir ara ve pek çok çabalardan sonra okulun açılışı gerçekleşir (şimdiki Baksan Rayonu’nda). İlk zaman işler yolunda gider ancak Nuri yalnız Adigece değil, yanı sıra matematik, coğrafya ve benzeri pozitif bilimler ile ilgili eğitim de vermeye başlayınca, okulun yönetiminden sorumlu olan GUG Mahmud Hacı bu durumdan haberdar olur ve "çocuklarımızı gavur edecek" diyerek Nuri'yi okuldan kovar.
 

Bu arada 1914 yılına gelinmiş ve 1.Dünya Savaşı başlamıştır. İstanbul'a dönemeyen Nuri kendi köyüne dönerek tümüyle buraya yerleşir kendine birde ev yapar. Nuri evinin hemen arka tarafına yaptığı tek göz odayı sınıfa çevirmiş ve ulaşabildiği, razı edebildiği insanları burada okutmağa başlamıştı. Biz burasını "TSAĞO Nuri'nin Üniversitesi" diye adlandırmıştık.

Bu arada yine 1914 yılında yeni bir okul açılmış ve
TSAĞO Nuri kalan zamanında da burada eğitim vermeğe başlamıştı.

 

1916 yılında Baksan’daki ilköğretim okuluna beni de çağırdılar ve bir yıl da ben Arap harfleri ile Adigece eğitim verdim. O dönemde eğitim, açılabilen tek tük okullarda ve kişisel çabalarla işte böyle ağır aksak yürütülmeğe çalışıyordu; yani tümden yok değildi.

1918 yılında
TSAĞO Nuri ve DIM Adem kafa kafaya vererek Adem'in mülkünü satıp, bu para ile bir matbaa satın almaya ve gazete çıkarmağa soyundular.

Adem bir süre Mısır'da eğitim görmüş ve durumu kavrayabilen eğitimin önemini anlayabilen bir insandı ve bu işte pek çok emeği geçti. İkisi birlikte Kazan'a giderek bir matbaa satın aldılar ve "Adige Mak" gazetesini yayınlamaya başladılar.


Aynı yılın yaz aylarında Nuri, Baksan’da bir hazırlık sınıfı açtı. Hem eğitim işini hem gazete işini birlikte yürüttü o yıl. Bu şekilde düşe kalka 1920 yılına gelindi ve Bolşeviklerin geri dönmesi ile birlikte biraz daha düzenli ve organize bir şekilde ilk eğitim kursları başlatıldı. İşte böyle geçilen bir dönemden dolayı İlk Çerkesce eğitimin temelinde medrese eğitimi ve Arapça harflerle yapılan eğitim vardır.Üstelik birde Latin harfleri ile başlanan eğitim denemesi. Bunu saklamanın ve ilk eğitimin başlangıcını 1924 yılıymış gibi göstermenin hiç bir gereği ve anlamı yoktur.


Halkın Konuştuğu Dil, Edebi Dilin Kaynağıdır

Peki o zaman nedir bu ikisinin farkı?

Gorki bunu şöyle açıklar: Halkın kullandığı dil yaşamın içinden gelen daha kaba ancak daha gerçekçi bir yapı gösterir. Edebi dil ise bu yapının, üzerinde ustalarınca çalışılarak geliştirilmiş, güzelleştirilmiş şeklidir.

Yani bu ne anlama geliyor? "Halkın kullandığı dil üzerinde çalışmak" bunu nasıl anlamak gerekir dersiniz. Halkın binlerce yıllık gelişiminin içinden doğan sözcüğü kaldırıp, onun yerine size hoş gelen bir sözcüğü, başka bir dilin gramatik özelliklerini taşıyan sözcükleri alarak, dilini bunlar üzerine inşa etmek, bir başka dilin kendine özgü kurallarını kendi dil yapısına monte etmek mi gerekir, böyle mi anlamalı ?

Elbette inkar edilemez bir gerçektir ki, halklar dillerini, gelişmeleri sürecine paralel olarak kendileri doğurur; yoksa önce sağdan soldan sözcükleri toplayıp bununla dil yapısı inşa edilmez. Bütün diller doğal oluşumu sırasında kendi gramatik yapısını ve edebi dilini oluşturur. Yani o gramer yapısı, o dilin kendi içerisinden doğar.

Bütün diller aynı değildir elbette, kuruluş biçimi ile, anlatım biçimi ile her biri kendine özgü özellikler taşır bünyesinde. Peki hangi dilin gramer yapısı daha güzel? Elbette herkesin dili kendisine güzel gelecektir.

Dolayısıyla bir dile oradan buradan toplama sözcükler, gramer yapıları eklemekle, ne o bünye onu kabul eder, ne o dili konuşan halk. Bütün halkların, güncel dile paralel gelişmiş bir de yazın dilleri vardır.
 

Peki bu ikisini ayıran nedir?

Elbette yazın dili de halkın dilidir. Ancak bu demek değildir ki bütün sözcükler sokakta konuşulduğu biçimiyle edebiyata girsin. Çünkü halkın dilinde şive farkları vardır, yörelere göre değişen anlatım biçimleri vardır, yanlış telaffuzlar vardır. Yani halk anlatımında var olan uygunsuzlukları, farklılıkları ortadan kaldırarak bütün toplum tarafından anlaşılacak ve kabul görecek bir güzellik ve incelik kazandırmaktır edebiyat.

Yazın dili, halk dilinin bu şekilde rafine edilmiş durumudur.  Yoksa başta da söylediğimiz gibi, oradan buradan sözcük alıp dile eklemek değildir. Bana göre Gorki’nin anlatmak istediği de işte budur. Rus edebiyatının büyük ismi Puşkin kılık değiştirerek halkın arasına girer; pazarlarda, kalabalık yerlerde dolaşır ve halkın kullandığı dili inceler, bu sözcüklerden, dilbilgisi açısından doğru bulduğu, uygun gördüğü sözcükleri yapıtlarında kullanırmış.

Elin adamı İşte böyle oluşturmuş yazın dilini.Yoksa gidip bir yerlerden sözcük kopyalayarak, kendi altyapısına monte etmemiş.



Not

Yazarın sohbet havasında ancak bir çok tarihi gerçeğin kaynakları ve belgeleri gösterilerek anlatıldığı ANILAR isimli kitabından Çevirisi yapılmıştır.