Ulusal kültürün, ulusal düşüncenin ilerleme kaydetmesinde
yazın dilinin önemini anlayarak, o değerli silahı halka
kazandırma çabası Adige halkının duyarlı evlatlarını her zaman
kaygılandırmıştır. 19. yüzyılda Adige yazını birçok defa Arap
ve Rus alfabeleri ile başlamıştı. Ancak her defasında ayakları
üzerinde doğrulma fırsatı bulamadan yıkılmaya mahkum oluyordu.
Yazının ve yazın dilinin önemini vurgulayan ve Adige dilinin
bir gün bunu kazanacağından şüphe duymayan Hançeri elyazması
kitabı olan "Zapinski Wo Çerkes'i" de şöyle der: “Adigeler
yazının diline sahip olsalardı, onların dili çabucak gelişirdi
Ayrıca şiirleri de çok daha ilginç bir gelişme seyri ortaya
koyardı.” Eski Adige şarkılarının taşıdığı büyük anlamdan ve
onların sözlerinin oluş biçiminden haberdar olup bu görüşe
katılmamak olası değildir.
Birçok defa şu tür soruların sorulduğunu duydum. "Bu dil için
yazı veya alfabe çıkarmak mümkün olur mu?” Bu soruya hiç
korkmadan şu cevabı vermek gerekir. “Kesinlikle mümkündür, hem
de hiç zorluk çekilmeksizin.”
Bu inancı destekleyen Hançeri, Adige dili yazını hakkında
Şerel'ıkho Mıhamet Netakho oğlu Negume Şore Beçmize oğlu gibi
kişilerin kendi çalışmalarını aktarır.
İnsanlar geliştirdikleri düşünceleri ve ortaya koydukları
buluşları “dil” ve ürünleri aracılığıyla sonraki nesillere
ulaştırırlar. Bu şekilde insanlık bu yüzyılda ortaya çıkardığı
değerli buluşları diğer yüzyıla aktarır. Ve insanlık bilimi,
algılama yeteneğini ve zekâsını geliştirerek varlığını
sürdürür.
Adigeler çok eskilerden beri etkili ve güzel olan edebiyata
büyük değer verirlerdi. Zeki bir insana kahraman bir
savaşçıdan daha az saygı gösterilmezdi. Gençler bu tür
sanatsal değerlerle yetiştirilirdi. Bu yüzden bir kişide
zekilik ve kahramanlık özelliklerini birlikle görmek mümkündü.
Adigelerin edebiyata verdikleri önemi şu atasözü çok güzel
anlatır. “Kılıç yarası iyileşir, söz yarası iyileşmez”. Eski
Adige edebiyatının etkinliğini ve güzelliğini birçok şeyden
anlamak mümkündür. Ancak uluslar ne kadar güzel bir edebiyata
sahip olurlarsa olsunlar, halkın başına gelenler ve hayat
hakkında edindiği tecrübeler kaleme alınmadıkça sözle üretilen
düşünce ve tecrübeler fazlaca uzun ömürlü olmazlar. Söylenen
sözlerin en güzeli, en ünlüsü olsalar da sözlü edebi ürünler
onu bilenler azaldıkça unutulup gitmektedir.
Yazın dilinin olmaması Adige halkına yüzyılların biriktirdiği
bir çok edebi, sözlü edebi ürünü kaybettirmiştir.
Ancak bütün bu kayıplara rağmen elimizde eski çağlarda Adige
halkının yazın diline sahip olduğuna dair bulgular vardır. Bu
bulgulara göre Adige halkının eskiden yazı dilini başlatmış
olduklarını, ancak yaşadıkları birçok şanssız olay yüzünden bu
çok değerli varlıktan yoksun kaldıklarını anlayabiliriz.
Örneğin sülale ve aile armalarının bu düşünceyi kanıtladığını
söyleyenler var. Yazının başlangıcını oluşturan av ve diğer
işlerle ilgili resimleri gösteren değişik armalar 1983 yılında
Mekhoş dağı yakınlarında bulunmuştur. Yapılan bilimsel
incelemeler sonucunda bunların 12 bin yıl öncesine ait olduğu
anlaşılır. (“Adıgeyskaya Pravda” gazetesi 10 Ağustos 1983'te
bununla ilgili yayın yaptı.)
Aynı şekilde araştırmacı Çernigovski'nin Pşexe ırmağı
etrafında ve Woştene dağı yakınlarında bulduğu tabletlere
yontulan armaların da bunların bir benzeri olduğu
anlaşılmıştır. Batı Kafkasya’da avlanılması yasak ormanlarda
büyük taş yazıtlara kazınmış olan armalar da şüphesiz Adige
yazın dilinin birer halkasını oluşturmaktadır. Bu yazıtların
üzerinden 4 bin yıl geçmiştir. (“İzvestiya” gazetesi 24 Aralık
1969'da bu konuda yayın yaptı.) 196O'lı yıllarda Maykop'ta
bulunan “Maykop Tabletleri” adlı yazıtlar hakkında birçok
bilim adamı görüş bildirmiştir. Bazıları bu yazıtların 3200
yıllık bazıları da 2300 yıllık olduğunu söylüyorlar.
Araştırmalar ülkemizde bulunan en eski yazıtların bunlar
olduğunu ortaya koymuştur. Bu taş yazıtlar hakkında ülke,
eyalet ve yerel gazetelerde bir çok defa değişik görüşler
belirten yazılar çıkmıştır.
Her nasılsa da insanlık yazmaya başlayalı beri Adigeler 19.
yüzyıla kadar yazın diline sahip olamamışlardır.
Yazın dilimizi ilk başlatan Şerel'ıkho Mıhamet dir. Mıhamet'in
babası Netakho yaşlanıp elden ayaktan düşünceye kadar ardı
arkası kesilmeyen akınlara katılır. Bu konu hakkında sözlü
edebiyatımızda değişik öykü ve şarkılar yer almıştır. Netakho
kavgalar ve savaşlarda iki omurgasını kırdırıp, üstüne üstlük
tek gözünden de mahrum kaldıktan sonra günahlarını bağışlatmak
için yaşlı haliyle Kabe'ye gider. Küçük oğlu Mıhamet de
yanındadır. İkisi de “Hacı” unvanını kazanırlar ancak birlikte
dönemezler. Babasını kaybeden çocuk yaban ellerde sığınacak
bir yer bulamadan sokakta kalır. Sonunda tesadüfen
karşılaştığı iyi bir insanın yardımıyla Mekke'de bir medreseye
yerleştirilir. Orada beş yıl okur. Bir yığın zorluklar çekip
hayatın çetin dalgalanmalarından nasibini aldıktan sonra
birçok tecrübeler edinip Doğu kültürü hakkında iyi bir eğitime
ve bilgi hazinesine sahip olarak ülkesine döner. Köyü olan
Beğundır'e yerleşir. Bu arada yaşı da ilerlemiştir.
Mıhamet birçok arkadaşının uğraştığı akınlara katılma, düğüne
gitme, eğlenme gibi şeylerle ilgilenmez. Evden çıkmadan,
başını kitaplardan kaldırmadan sürekli okur. Bu yüzden onunla
alay edenler de olur. Ancak o bu türlü engellemelere kendini
kaptırmadan bir kez yakaladığı “kendini eğitmenin” verdiği
zevki daha da arttırmanın gerçek mücadelesini verir. Bunu da
sadece kendini düşündüğü için yapmazdı. İnsanın kendini
geliştirebilmesi için bilimin ve eğitimin derin anlamını fark
eden Mıhamet içinden çıktığı toplumun okumaya ve eğilime olan
uzaklığından dolayı derin üzüntü duyardı. Bu kutsal göreve
başlangıç yapma isteği onun zihnini her zaman meşgul eder.
Mıhamet bu işin büyük zorluğunu başlangıçta kavrayamadan
tavanı sazla örtülü küçük evini medrese olarak açar.
Öğrencileri ile birlikte durmak dinlenmek bilme¬den toprak
işler, hayvan bakıcılığı yapar. Öğrencilerin okuma-yazma-yı
öğrenmeleri Mıhamet'i çok memnun eder... Ancak çok geçmeden
öğrencilerin kulağa hoş gelmesi için süsleyerek okudukları
Arapça kelimelerden hiç bir şey anlamadıklarını görür. Bu
yüzden Mıhamet'in kafasında öğrencilerin bu kitaplardaki
bilgilerden kendi dilleriyle faydalanabilecekleri bir yöntemin
geliştirilmesi düşüncesi doğar. Bu düşüncelerini geliştirerek
kendini Adige tarihini öğrencilere öğretme sevdasına kaptırır.
Halk arasında ağızdan ağıza dolaşan ve savaşlarda yaşanan
olayları anlatan kahramanlık türkülerinin ajitatif ağıtların
ve hikâyelerin güçlü sesi Mıhamet'in düşüncelerini
yönlendirmekteydi. Bu düşüncelerin sonucu olarak Mıhamet
Arapça kitapları Çerkesce'ye çevirmeye, sözlü edebiyatın manzum
eserlerini yazmaya karar verir. Ancak bu eserleri yazı dili
olmayan bir dile nasıl çevirebilir, sözlü edebiyatın manzum
eserlerini nasıl derleyebilirdi?
Gerçekleştirmeye çalıştığı bu büyük amaca ulaşabilmesi için
ilk önce Adigece alfabe bulması gerekirdi. Mıhamet yüksek
dağlardan sıçrayıp şırıldayarak akan su ayaklarının uçurumdan
aşağı düştüğünde sazlıklarda, Pşıze kıyısında bulunan
bataklıkta kaybolması gibi, anadilinin en güzel sesleri olan
güçlü kahramanlık türküleri ve hikâyelerinin kaleme alınmaması
nedeniyle zamanın sisli bulutları arasında kaybolmasından
korktuğu için, anadilinin alfabesini çıkarma çalışmalarına
başlar. Kırlangıcın sabahki ötüşünden, kapısının önündeki
heybetli ağacın akşamki hışırtı sesinden ve bir gezginin
atının gece horlamasından ilham alarak gece gündüz aralıksız
çalışıp Arap alfabesinden alınmış harflerle, Adige alfabesini
düzenlemeye başlar. Hemen ardından bu alfabeyi okulundaki
çocuklara öğretir. Ancak bu eğitim imkanını dikenin ortasında
yaşayan küçük Beğundır köyünden diğer köylere ulaştıramaz. İş
bununla da kalmaz, Aynı köyde bu işin gerçekleştirilmesine
engel olmak isteyenlerde çıkar.
Egemen güçler Mıhamet'in bu çabalarının başarıya ulaşmasını
istemiyor, hayatın karşılarına çıkardığı bu yeniliği hiç mi
hiç sindiremiyorlardı. Bu yeniliğin gerçekleşmesine yardımcı
olmak şöyle dursun ona en çok zararı verebilmenin planlarını
yapıyorlardı.
Bu tür planlar sonunda altında açık bir tehdit yatan yalancı
bir tatlı dillilikle Mıhamet'i aldatarak kitaplarını
yaktırırlar. Böylece ilk defa 19. yüzyılın başlarında ortaya
çıkan Adige yazını ayakları üstüne basma fırsatı bulamadan yok
edilir.
Kısa bir süre sonra, bütün bilgi ve becerisini harcamasına
rağmen başarısı engellenen Mıhamet'in yarım bıraktığı bu işi,
Hançeri sürdürmeye karar verir. Aldığı eğitim doğrultusunda,
Rus alfabesinden de yararlanarak kendi alfabesini hazırlar.
Bu alfabeyle sözlü edebiyatın manzum eserlerini derlemeye
başlar. İçinde folklorik şiirlerin de bulunduğu elyazması
kitabın hazırlanması Hanceri'nin söylediğine göre uzun zaman
alır.
Yazar kendi alfabesinde yazdığı bilimsel tarihi, sanatsal
eserdeki yer adları ve söz söyleme tarzlarını açıklar.
Negume Şore'de Adige yazın dilinin ortaya çıkmasında büyük
çaba harcayanlardandır. Yazar Adigece alfabe hazırlayarak
bununla, sözlü sanatın muhtelif şiirlerini kaleme alır. Bu
şiirleri içeren elyazması kitaplar 17 tanedir. (Bunların
içinde 12 sayfalık, 20 sayfalık, 60 ve 95 sayfalık olanlar
vardır.) Şarkılar ve hikâyelerden oluşan “Çerkes Narodım yi
Xhebarijxer” (Çerkes halkının Destanları) ve “Adige Narodım Yi
Tarixhç'e” (Adige Halkının Tarihi) adlı kitapları yazmıştır.
Adigece'nin dilbilim temelini de ilk defa Negurme Şore
atmıştır: “Adığabzem Yi Gramettik” (Adigecenin Grameri) adlı
elyazması kitap bu konuda kaleme alınmış ilk eserdi.
Negume'nin halkın kendi dili ile okuyup yazması konusundaki
derin duyarlılığı bu sorunun çözümünde-dur-durak bilmeden
çalışmasına neden oldu. Kabardey ovasında anadil ile eğitim
yapan ilk okulu açtı.
Anadil ile eserler verilmesine büyük katkıları olan
yazarlardan biri de Bersey Vumar'dır. 1853 yılında çıkardığı
“Adığabzem Yi Bukvar” (Adigecenin Alfabesi) adlı kitabında 12
destan ile 1 şiir bulunmaktadır.
Kitabın kapağına Rusça “uydurma hikâyeler, palavralar”
anlamına gelen "Basni" kelimesi yazılıdır. Yazar tekstleri
yazarken “Hikâye l”, “Hikâye 2” diye numaralandırıp
hikayelerini nesir olarak yazar. Ancak, alt anlamı taşıyan bu
küçük hikâyelerin lirik yapısı ve hikâyelerde geçen olayların
kahramanı olan hayvanların sonunda insanlara bir ders vermesi
Bersey'in bu eserlerini daha çok "Basni" türüne yaklaştırır.
Bersey’in yazılarında Adige sözlü sanatından alınma eserler
olmakla birlikte, diğer halkların folklorundan alınma eserlere
de rastlanır. Yazarın bu hikayeleri "Basni" tarzını ölçüt
alarak yazmadığı açıktır. Bunları sadece okumaya bağlı olarak
alfabe ile yazılan ve belge olarak sonraki nesillere aktarılan
eserler olarak değerlendirmek gerekir. Ancak bu eserleri
sadece bu şekilde ele almak ta doğru değildir. Bu eserler aynı
zamanda ustalıkla yazılmış derin pedagojik anlam taşıyan
tekstlerdir. Bersey "Basni"lerinde sözlü sanat geleneğinin
bir gereği olarak, açgözlülük, çekemezlik, tembellik,
dolandırıcılık, kıskançlık ve zalimliği yermek suretiyle
kötüye engel olup, iyi olanı kayırmayı amaçlar. Bu arada sözlü
sanatta gelenekleşen hayvan karakterlerini de işlemeyi ihmal
etmez: Bersey’in hikayelerinde tilki kurnaz ve kıskanç, kurt
güçlü ve zalim, horoz kibirli, tavşan korkak ve ödlektir.
Berseyin hikâyelerindeki bu tarz, onların taşıdığı yüksek
eğitici değer 19. yüzyılda Adigelerde sanatsal kültürün
varlığını gösterir.
Ekim devriminden önce Adige alfabesini hazırlayarak bu
alfabeyle elyazması kitap yazanların da, bu kitapları bastırıp
okullarda okutmaya çalışanlarında, ulusu okuma-yazma yeteneği
olan insanlar yapmaya ve anadilleriyle kendi edebiyatını
oluşturmaya güçleri yetmedi. Bu özverili çabalara rağmen elde
edilen başarısızlığın, o dönemin sosyo-politik yapısından ve
egemen sınıfların, emekçi kesimin eğitim-öğretim görmesini
istememesinden kaynaklandığını kolayca anlayabiliriz.
Adigece eğitim-öğretim yapmanın ve yazın dili oluşturmanın
yolunu Ekim Sosyalist Devrimi ve Sovyet geleneği açmıştır.
Anadil ile okumak isteyen emekçi kesim için bu büyük bir
sevinç kaynağıydı. Bu sevinci o zamanlar yazılmış olan şu şiir
çok güzel ifade eder.
Dilsizler gibi yazıyı bilmeden yaşıyorduk
Az zaman önce okuma-yazma bilmeden uyuyorduk
Bu gelenek bizi uykuda yakaladı.
Geldi ve bizden olan insanları uyandırdı.
Dilimizi yazınca ödünç dil almaktan vazgeçtik
Başka insanların yolu yolumuz oldu
Özgün geleneğimizin yanında, özgün yazımızı bulduk.
Bu olay şairin dediği gibi “rüzgarı kırıp yeri çatlatan” o
çetin zamanda insan yaşamının yeniden yapılandığı o günlerde,
insanlara büyük cesaret verip, çözümlenmesi gereken sorunlarda
özveriyle çalışmasını sağlıyordu. Yetenekli insanlar böylesine
güzel bir devirde hünerlerini ortaya koyma imkanı
bulabiliyorlardı. Zamanın durumunu konu edinen şiirler
yazılmaya başlandı. Adigece basımevinin bulunmaması bu
eserlerin yayınlanmasını engelliyordu. Sovyet Yönetiminin ilk
yıllarında, okuma-yazma bilip ustaca söylenmiş sanatsal
sözleri sevenler, şiir yazma yeteneği olanlar, elyazması
kitaplar yazmaya başlarlar.
Bunlar gerçek kitap gibi hazırlanmış, kendi şiirlerinin yanı
sıra başkalarının şiirlerini de içeren ciltli kitaplardır.
Keçerıkho Hamid'in 1918–1928 yılları arasında yazdığı
elyazması kitap buna bir örnektir. Hamide Adigey'in ilk
öğretmenlerindendi. Büyük bir şairlik yeteneğine sahipti,
20'li yıllarda yaşı ilerlemiş öğretmenlerin çıkardığı "Adige
Psewuç" (Adige yaşam biçimi) ve “Kolhoz Birakh” (Kolhoz
Bayrağı) adlı gazetelerin sayfalarında bu şairin şiirlerine
rastlanır. Hamide’nin yazdığı bu elyazması kitapta kendi
şiirlerinin yanında başkalarının yazdığı şiirler ve folklordan
alınma şiirler de vardır.
Adigeler Özerk Yönetime sahip olduktan sonra sosyo-ekonomik ve
politik gelişmelere çabucak ayak uydurdular. Bu arada
kültürleri de büyük ilerlemeler kaydeder. Bununla birlikte
kitap yazma ve kitap bastırma işi de planlı ve düzenli bir
şekilde gelişme gösterir. 1923 yılında “Adigece Kitap Basma
Komisyonu” kuruldu ancak o zamanlar basımevi olmadığı için
Moskova’daki "Kuzeydoğu Basım evi"nde Arap harfleriyle
yayımlanmış ders kitapları Adigece'ye çevrilerek, ekonomik,
politik, edebi ve tarım bilimi ile ilgili kitaplar
çıkartılmaya başlanır. “Adige Kalendar" (Adige Takvimi),
“Adige Alıfba” (Adige Alfabesi), “Yinme Apoye Alıfba”
(Büyükler için Alfabe), “Nıbceğhu" (Arkadaş) adlı kitaplar
bunlar arasında sayılabilir. Aynı zamanda Rusça yazılıp
Adigece'ye çevrilen kitaplar da vardır. "Lenin'in Biyografisi",
"Lenin ve işçiler", "Tabiat", "Coğrafya" vb...
Sanatsal eserleri (sözlü edebiyatın ürünleri ve şairlerin
kendi şiirlerini) içeren “Adige Edebiyatı Derlemesi” (Bu kitap
aynı zamanda 125 atasözü ve 11 wored de (şarkı) içerir),
Hatkho Ahmed'in eserleri olan "Tthsahujj Pilıj" (Kızıl
Kahraman) Bu eser ilk defa "Adige Makh" (Adige Sesi) adlı
gazetede 1923 yılında yayımlanmıştı ve “Revolyutyem Yi Wored”
(Devrim Şarkısı) adlı kitapların yanı sıra yazarın
bilmediğimiz (Hapisteki Adamın Rüyası) adlı eserlerin
toplandığı bir derlemedir. 1924 yılında Moskova da
yayınlanmıştır.
Aynı yıl aynı yayınevinde "Psatlh" (Söz) adıyla
yazımsal-sanatsal bir kitap yayınlanır. Kitabın önsözünde
şöyle yazar: Bundan önce çıkan kitabın adı "Adige Litaraturem
Yiwğhoyığh" (Adige Edebiyatı Derlemesi) idi. Komisyon bu ismin
gerçek Adigece olan bir isimle değiştirilmesini uygun görerek
kitaba "Psatlhe" (Söz) demiştir. “Psatlhe” hazır olduğu zaman
(şimdilik tarihi belli değil) derginin eki olarak çıkacaktır.
“Psatlhe” sayıca çok çeşitli materyallerden oluşur. Siyasal,
politik, sosyo-ekonomik, kültürel, yazınsal, tıbbi (hekimsel)
konular içerir. Ancak kitapta en çok yeri kaplayan folklorik
eserler bölümü 198 atasözü, 4 xhoxhu, 44 wored ve hikayenin
yanında "Lenim Yi Pşınatlh" (Lenin Marşı) adlı şiiri de içine
alır.
Daha sonra Krasnodardo Adigece kitapların basılması için bir
basımevi kurulur. 1926 yılında yayınlanan "Psatlhe" (No 2)
adlı kitap bu basımevinin çıkardığı ilk kitaplardan biridir.
Bu kitabı oluşturan 8 bölüm yukarıda verilmişti
Böylece "Adige Edebiyatı Derlemeleri" adlı kitapla başlayıp "Psatlhe"
ile devam eden bu edebi sanatsal eserler Adigece kitap
yayınlamanın ilk adımını oluşturdular. Halen çıkmakta olan "Zekhoşnığh"
dergisinin kapağını çevirdiğiniz zaman ilk sayfada “1924
yılından beri yayınlanmaktadır” yazısını okursunuz. Tabii ki
bu derginin temeli o kitaplara dayanır. Ancak Adigece'nin
yüksek edebi değer kazanmasına paralel olarak, derginin çıkış
şeklinde zaman zaman farklılıklar gösterir. Belli bir yayın
periyoduna sahip olmayan bu kitaplardan sonra yayın hayatını
bu güne kadar sürdüren "Zekhoşnığh" periyodik olarak yılda 4
kez çıkan edebi-sanatsal bir dergi görünümü kazanır. "Zekhoşnığh"
sadece sayı ve konu olarak değil ideolojik, sanatsal değer
açıdan da büyük gelişmeler göstererek birçok değişik tarzdan
oluşan edebiyatın gözdesi olur.
Bugünkü Adige yazını ülkemizde bulunan birçok ulusun yazın
dili arasında büyük yer tutan ve sanatsal değer taşıyan zengin
Adige edebiyatının ürünü olan sayısız değişik kitap çıkarır.
Günümüz Adige yazını anadilini, anadil edebiyatını 1. sınıftan
başlayarak, okullarda eğilim Enstitülerin de, sosyal ve
siyasal bilimlerde ve bilimsel pedagojide kullanır.
|