Dil ulusun canıdır. Dil sayesinde
ulusun fertleri birbiriyle anlaşır, birbirlerine bağlanır ve
birlik olurlar. Ulusu başkalarından farklı kılan onun dilidir.
Ulusun dili geliştirilmezse uzun omurlu olabileceğini umut etmek
mümkün değildir. Bu durumda yokoluş kaçınılmaz olur.
Bu gerçeği
iyi kavrayan birçok devlet yöneticileri asırlar içerisinde
hükmetmek istedikleri halkların dillerini zorla
kaybettirmişlerdir. Günümüzde bu halkların izleri de tarihleri de
kaybolup gitmiş olup buna örnek gösterilecek çok halk vardır.
Aynı şekilde, Adige dili de hak etmediği birçok haksızlıklarla
karşılaşmıştır. Binlerce yıllık yaşı olan bu zengin dil
birilerinin sandığı gibi güçsüz olsaydı, önüne çıkan birçok engeli
aşamaz, bu kadar uzun tarihi yolu katedemez, kendini koruyamaz ve
günümüze de ulaşamazdı.
Her dilin gelişmeye ve ileri adımlar atmaya ihtiyacı vardır.
Adigece’nin katettiği tarihi yola gözattığımızda onun gelişimin
duraksadığı veya hızlandığı devreleri görürüz. Sosyalist Ekim
Devrimi’nden sonra yazıya kavuşması ile büyük gelişmeler
yapmıştır. Geçtiğimiz asrın 60. yıllarında ise Adigece okullarda
yabancı diller statüsünde okutulmaya başlanmıştır. Son yıllardaki
değişiklikler sayesinde anadilin anlam ve değeri de yükselmiş,
orta ve yüksek okullarda okuyan ve soydaşımız olmayan uluslardan
öğrenciler tarafından da kendi istekleri ile öğrenilmeye başlanmış
ve kısa zamanda önemli başarılar da elde edilmişti. Ancak nereden
geldiği belli olmayan, demokrasi ile de bağdaşmayan kara bulutlar
yine Adigece’nin üzerine çökmüştür. Her bahane ile okullarda ona
ayrılan saatler azaltılmaktadır. Yeni bir ders programı gündeme
geldiğinde ilk akla gelen Adigece’ye ayrılan saatler olmaktadır.
Son eğitim yılında ise Adigece ve Balkarca’ya haftada üç saat
verilir olmuştur.
Bunca haksızlıklara uğratılan Adigece ve Balkarca; Kabardey
Balkar Anayasası gereğince Rusça gibi devlet dilleridir.
İnsanlarımızın bu iki dili de yeterince öğrenmeleri ve devlet
hizmetlerinde kullanmaları gerekmektedir. Üzüntüyle belirtmek
gerek ki, bu iki dil anayasada yazılı olmanın ötesinde devlet dili
olarak kullanıldıkları bir alan görülmemektedir. Doğruyu söylemek
gerekirse Adigece ve Balkarca günden güne önemlerini
kaybetmektedir. Peki anayasaya bu maddeleri koyanlar bu iki dilin
devlet dili yükümlülüklerini yerine getiremeyeceğini, bunun için
büyük maddi kaynakların gerekli olduğunu bilmiyorlar mıydı? Bize
göre bu sorunu yeterince düşünmemişlerdir. Bununla ilgili gerekli
yasal düzenlemelerin yapılmamış olması, devlet dairelerinde her
iki dili de iyi bilen memurların bulunmaması nedeniyle eskiden
beri gelenek olduğu üzere devlet islerinin yürütüldüğü Rusça tek
devlet dili olarak devam etmektedir. Bu gerçeği herkes görmekte
ise de bu gidişattan dönüleceğine dair bir belirti de henüz mevcut
değildir. Salt anayasaya yazmakla bir dilin devlet dili
olamayacağı da böylelikle anlaşılmıştır.
Adigece ders saatlerinin azaltıldığına yukarıda değinmiştik. Bu
durumda ilk sınıflardan başlayıp son sınıflara kadar okuyan
çocuklarımızın ağızlarından anadillerini aldığımızda onların
gelecekleri ne olacaktır? Onlar ana dillerinde iyi konuşamayan,
okuyamayan ve yazamayan insanlar olacaklardır. Duygu ve
düşüncelerini anadilde ifade edememek büyük talihsizliktir.
Gençlerimizin Rusça’yı ve diğer yabancı dilleri iyi bilmeleri
gerektiğini kabul ediyorum. Aksi takdirde istedikleri meslekleri
edinmeleri güç olacaktır. Ancak bu durum anadili saf dışı bırakmayı
gerektirmez. Rusça için ayrılan ders saati kadar anadile de
ayrılmasını yerinde buluyoruz.
Günümüzde anadil konusunda sıkıntıya düşenler sadece ulusal
okullar olmayı, Kabardey Balkar televizyonunun başına gelenler de
iç açıcı değildir. Ulusal dillerde (Kabardeyce ve Balkarca)
yapılan yayınlar olabildiğince azaltılmıştır. Bu durum izleyici
sayısının azalmasına da neden olmuştur. Günde yedi sekiz kez
tekrarlanarak Rusça olarak verilen haberleri bu dili iyi bilmeyen
küçükler ve yaşlılar dinlemek istememektedir ancak onları anlayan
kimse yoktur.
Kabardey Balkar Cumhuriyeti, Rusya genelinde kendi mülkü ile
televizyon kuran ilk bölgelerden biri olmuş ve kısa zaman
içerisinde uzmanlaşmış kadrolara kavuşmuştu. Haberlerin yanı sıra
sanatsal filmler ve enteresan kısa televizyon programları
yapabilir duruma gelmişti. Her iki ulusal dilde yapılan yayınları
insanlar ilgi ile izliyorlardır. Yukarıdan gelen emirlerle bu
imkanlar yok edilmiştir.
Dilin ilerlemesi ve gelişmesi şüphe yoktur ki, o dili kullanan
edebiyatın gelişimine büyük ölçüde bağlıdır. Ulusal dili iyi bilen
ve kullanan yazarlar sayesinde edebiyat dili gelişebilmektedir. Bu
bakımdan da anadilin bugünkü durumu memnuniyet verici değildir.
Yayımlanan kitaplar da okurlarda günden güne azalmaktadır.
Devletin kitaba verdiği destek büyük ölçüde azalmış olup, bu
durumda yazar ve şairlerimiz kitaplarını kendi güçleri ile
yayımlayamamaktadırlar. Yayımlananlar da satışları ile
masraflarını karşılamamaktadır. Ulusal dildeki yayınlar azalmakla
kalmayıp basımevlerinde çalışan görevlilerde azalmaktadır. Örneğin
2003 yılında Elbrus basımevinden 17 kişi işten çıkarılmıştır.
Bunların çoğu da Adigece ve Balkarca kitapların basımında görevli
olanlardı. Geçen yıl Adigece kitaplar için iki redaktör
çalışıyordu. Bu sene bu sayı bire inmiştir. Bunları söylemekle
amacımız basımevlerini yönetmeye kalkışmak olmayıp, bu uygulamanın
ulusal dillerin gelişimine büyük darbe vurduğunu dile getirmektir.
Anadil ile ilgili dile getirmeye çalıştığımız sorunların hepsi
birbirine bağlıdır. Bu engellemeler nereden kaynaklanıyor sorusuna
verilen cevaplarda, her ne kadar üstü örtülmeye çalışılıyorsa da
problemin kaynağı yukarıdadır. Bu kararları alanların söyledikleri
ile yaptıklarının ayrı olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir
başka konudur.
Dilin tek başına kendini koruma ve geliştirme imkanı olmayıp
onu yapabilecek olanlar Tanrı’nın bu dili kendilerine verdiği
insanlardır. Bu durumda dilin sahibi olan ulusun büyüğü küçüğüyle
el ele vererek, büyük bir inatla dilini koruma sorumluluğu
bulunmaktadır.
Yiğitliği ile ünlü olan halkımızın bir kaç asır savaşma
nedeninin sadece atalardan kalma toprağın özgürlüğü için olduğunu,
bunda anadili, yaşam tarzını, ulusal onuru koruma bilincinin
payının bulunmadığını kim iddia edebilir?
Ulusal bilinçlenmenin yükseldiği çağımızda bir çok insan
anadilini koruma kaygısı ile yüz yüzedir. Başka ülkelerde kalmış
olan Ruslar günümüzde bu durumdadırlar. Baltık ülkelerinde kalan
Ruslar anadillerinde okumak ve onu korumak için Rusya
Federasyonu'nun yardımlarına ihtiyaç duymaktadırlar. Sorunlarını
açlık grevleri yaparak dile getirmekte ve seslerini Birleşmiş
Milletler’e kadar duyurmaktadırlar.
Peki neredeler Adigece için üzülenler, bu amaçla sokaklara
dökülenler, uykusuz ve aç kalanlar, dertlerini uluslararası
örgütlere iletenler?
Söylemeye dilim varmıyorsa da bugün Adigelerden başka dillerini
önemsemeyen toplum dünyada kalmamıştır. Anadilimizi önemsememizi
ilk farkedenlerden biri şair Socentsiku Aliy olmuştur. 60 yıl
kadar önce yazdığı bir şiirde anadilini önemsemeyen bir
yöneticiden söz etmektedir. Bu zavallı yönetici utanmadan ve
gizlemeden şairin deyimiyle şöyle söylemektedir: “Kem küm diye
konuşulan Adigece değil, bana Rusça lazımdır”. O zamanlar
ihtilalin dolduruşa getirdiği bir yönetici bu sözleri söylemiş
olabilir, ancak günümüzde anadiline yan gözle bakanların sayısı
artmıştır.
Anadilin değerinin günden güne düştüğünün bir kanıtı da bu
dilde basılan kitaplardaki tiraj düşüklüğüdür. İkinci Dünya Savaşı
öncesi anadilde yayımlanan roman, öykü ve şiir kitaplarının tirajı
üç binlerde iken günümüzde binlere düşmüştür. Nüfusumuzun 500 bin
olduğunu göz önüne alırsak 500 kişiye bir kitap düşmektedir.
Kabardey Balkar Cumhuriyeti’nde yayımlanan “Adige Psatle” ve
“Oshamaho” dergilerindeki yazılar kalite yönünden Rusça çıkan
emsallerinden daha iyi değilse kötü değildir. Ancak nüfusa oranla
okuyucu sayıları iyi değildir. Gazetenin abone sayısı 12 bin,
derginin ki 2 bindir.
Adigece gazete ve dergiye abone olmayanlar sürekli bir bahane
bulmaktadırlar. Ancak kendini Adige sayan her kişi bu yayınları
mutlaka evinde bulundurmalıdır. Bu yayınlar daha çokta sıradan
insanlar tarafından okunmaktadır. Okurları arasında yöneticiler ve
ulusal aydınlar azdır. ”Adige Psatle” ve “Oshamaho”nun bilim ve
sanatla ilgili kurumlara ve kütüphanelere gitmemesi de ilginç
değil midir?.
Hocanın bindiği dalı keserek ağaçtan düşmesi ile ilgili bir
öykü vardır. Günümüz Adigeleri de aynı şeyi yapıyorlar.
Yöneticilerimiz ve onlara bağlı görev yapan memurlarımız az
değilse de sorunlarımızı çözmek için üzerlerine düşen
sorumlulukları yerine getirdiklerini söylemek mümkün değildir.
Dilini kaybeden ulusun elinden devletinin de alınacağına, halk
önderlerinin yarattıkları güzel gelenek ve görenekler ile
sanatının da yok olacağına, bunun ardından ulusal yokoluşun
geleceğine şüphe yoktur. Ezilip büzülerek oturmakla sorunlarımız
çözümlenemeyecek, dilimiz korunamayacaktır.
Bir şair: “Dilimi kaybedersem, bende yaşamak istemem”
demiştir. Bu önemli ulusal sorunumuz üzerine söylediklerimizden
dilimizin hemen kaybolacağı ve bunun sonucunda da canımıza
kıymamız gerekeceği sonucu çıkarılmamalıdır. Tanrı’ya şükürler
olsun ki, işimiz bu duruma gelmiş değildir.
Söylemek istediğim şudur: Zor duruma düşmüş olan dilimiz,
kendisini korumamız için bize yalvarmaktadır. Bugün üzerimize
düşeni yapmazsak, yarın geç kalmış olacağımızı bize söylemektedir.
Bu nedenlerle, anadilimizin hak ettiği yeri bulabilmesi için şu
önlemlerin alınması gerektiğini düşünüyorum:
1) Adigece ve Balkarca’nın gelişimi için çalışan,
Cumhurbaşkanı’na bağlı bir komisyon oluşturulmalıdır.
2) 14 Mart günü, Adigey’de olduğu gibi Kabardey Balkar ve
Karaçay Çerkes Cumhuriyetlerinde de dil günü olarak kutlanmalıdır.
3) Bilim ve Eğitim Bakanlığı ve Parlamento’nun
girişimleriyle,anadilimizin sorunlarını görüşmek üzere büyük bir
kurultay toplanmalıdır.
4) İki devlet dili için önceki yıllarda konulmuş olan ders
saatleri gelecek eğitim yılında da aynen konulmalıdır.
5) Kabardey Balkar Cumhuriyeti Eğitim ve Bilim
Bakanlığı’nda, iki devlet dilinin sorunları ile uğraşmak üzere
eleman görevlendirilmelidir.
Günümüzde anadilimizin geleceği için kaygılanan insan çoktur.
Dilimizin geleceği, onun bugünkü sorunlarını çözme başarımıza
bağlı olacaktır. Adigece’nin karşı karşıya olduğu tehlikeleri
gören ve kendini Adige kabul eden her kişi üzerine düşen görevleri
yerine getirmelidir. Adigece’nin umudu bizler, yani onu konuşan ve
kullananlardır. |