Khuyekho Nalbıy
Stand-up >>>
Adigey Cumhuriyeti Tewıçüej Rayonu Khunçıkhohable köyünde doğdum.
Köyün adı, Bjedughların en büyük Pşılerinden
(Prens) olan Khunçıkho Pşımaf’den geliyor. Onların
Khunçıkholerin soyundan, Khuyekholerin gelini bir anne süt verdi
bana. Böylelikle belki de Khunçıkho pşıleri için yeni bir güç
olabilirdim ama Sovyet düzeni tez yetişti, bize ne getirdiği pek
bilinmez ama, pşılerin ocağına incir ağacı dikti. Khuyekho’lerden
birinin pşı soylu bir kadının kucağında büyüyüp yetişmesi, belki
daha iyi de olabilirdi…
Asıl mesleğim öğretmenlik. Bununla birlikte birçok iş değiştirdim
ama en uzun süre yaptığım iş gazetecilik oldu.
Küçüklüğünde resim yapardım, resim öğrenimi de görebilirdim ama
her şeyden çok ilgimi çeken şey sözdü, hep yazmak istedim. Bununla
birlikte yazmaya ancak Enstitü’yü bitirdikten sonra başlayabildim,
o zaman 23 yaşımı geride bırakmıştım. Yazdığım ilk şiir Adigey
diline ilişkindi, ilk yayımlanan şiirim ise Tanrı ve insana
dairdi, o zamanlar bizi Tanrının olmadığına inandırmaya
çalışıyorlardı. Bu yüzden olsa gerek; bu şiirimde Tanrı ile insanı
karşılaştırmış, insanı daha üstün göstermeye çalışmıştım. O günden
beri düşünmeye başladım: şayet Tanrı yoksa, onunla mücadele etmek
için bunca çaba niye, niçin bunca eziyet çekiyorlar? Aradan yıllar
geçti, Kur’anı kendim için çevirdim, Tanrı elçisi Muhammed
hakkında Adigece küçük bir kitap da yazdım.
Yazarın yazmaya niçin başladığını saptamak da, anlatmak da kolay
değil; bunun Tanrı işi olduğunu söylemek belki de en doğrusu. Genç
insan, taydaşları arasında sivrilmek, seçilmek, kendini göstermek
ister; tanınmak, ünlenmek ister. Peki bunun yolu yalnızca
yazmaktan mı geçer?! Hayır, ama, sözden daha değerlisi, daha
güçlüsü yok, dolayısıyla insanın onu sevmesi de,
Onunla yaşama, çalışma, onu kullanarak mücadele etme gücü de Tanrı
vergisi olsa gerek.
İlk öykündüğüm yazarlar Rus yazarlarıydı, ama işin içine biraz
daha girince Adigece yazılar, özellikle söylenceler bana rehberlik
etmeye başladı; bugün bile her yıl en az bir-iki kez dönüp onları
gözden geçiririm; bana göre onlar: yeryüzünde anlatılmış, yazılmış
şeylerin en ilginçleri, en bilgelik dolu, geleceğimize yönelik
ipuçları da içeren en şaşmaz rehberleri arasındadır ve bunda hiç
de yanılmadığımı düşünüyorum. Dünyada yaşamış ve yaşamakta olan en
ilginç yazarları, en büyük düşünürleri izlerim.
Şiir, düz yazı, dramaturgi, mizah ve çocuk yazıları. Her gün
aklıma gelenleri, gönlümden geçenleri hangi janra daha uygunsalar
o janrda yazıyorum, bu da bana büyük kolaylık sağlıyor, zira her
şeyi aynı janrda yazmak kolay değil.
“Daha çok ilgimi çekiyor” diyebileceğim belirli bir konu yok;
insanın başına gelecekleri bilememesi gibi bir şey bu; ileride
ilgisini çekecek, kafasına takılacak şeyleri insan önceden
bilebilir mi? Ama bu son yirmi yıl içinde daha çok; Adigey
halkının düşüncesi, dünya görüşü, tarihi ve bugünkü yaşamı gibi
konular üzerinde duruyorum. Bu, düz yazı türünde hazırlamakta
olduğum son çalışmamda daha net olarak görülecektir.
Yazdıklarımdan yalnızca birini Huşha Yabge’yi/Hırçın kaya’yı
kendim Rusça'ya çevirdim, diğerlerini hep Ruslar çevirdiler. Yani,
benim silahım da, araç-gerecim de yalnızca Adigece; bana göre
Adigece'nin kapsayamayacağı ne bir görüş ve düşünce, ne bir seziş
ve anlayış, ne de bir duygu ve duyum yoktur. Çevirmektense kendi
anadilimle yazmak bana hem daha kolay geliyor, hem de daha büyük
haz veriyor. Yalnızca iyi çevrilmeyebileceğinden endişe
duyduklarımı kendim çeviriyorum ama öylesi de pek fazla çıkmıyor.
İlginç bir edebiyatımız olmaya başladı, güçlü, genç yetenekler
katılıyor aramıza, ama birçoğu Rusça'ya yöneliyor. Bu üzücü
elbette ama, neylersin… Edebiyatımız daha iyi olacak, bundan hiç
kuşkum yok. Dilimiz güç bir dönemeçte. Öyle ya, tamamı yüz bini
geçmeyen bir halkın dilini koruması kolay mı? Her şeye karşın, çok
büyük bir engel çıkmadıkça bu halk dilini kaybetmeyecek. Yeni
başka ürünler verilmese dahi, bugüne değin Adigece olarak
anlatılmış olanlarla -Nart destanları, halk söylenceleri, ağıtlar,
kahramanlık şarkıları vb.‑ Tanrı'nın kendilerinden beklediklerini
başarmış sayılabilirler, kaldı ki ben O’nun bizi tümüyle terk
etmiş olduğuna inanmıyorum.
Adigey halkının beyni ve gönlüyle kararlı biçimde uzun yıllar
yeniden kendisini eğitmesi ve yetiştirmesi gerekiyor. Günümüz
dünyasında büyük ulusların eriştiği kabul edilen başarılar içinde,
geçmişte Adigey halkının ürettiklerinin de payı var elbette, ama
artık bunu bugün kim takdir edebilir, değerlendirebilir?! Bugün
artık her ulus, kendi yaşamını kendi kuruyor ve koruyor. Sayıca
çok az bir halkız; bu yüzden bilimde, sanatta, politikada, her
alanda başarabildiklerimiz de az, ulusal duygu, düşünce ve
anlayışların sönme tehlikesi de yok değil. Ama bence Adigey halkı,
pek çok şeyi başarabilecek, pek çok şeyin üstesinden gelebilecek
biçimde yaratılmış bir halktır. Kendisini pek çok güçlüğün,
zorluğun beklediğini bilmekle birlikte O’na güveniyorum ve umudumu
hiç yitirmiyorum.
Anayurduna dönebilecek durumda olanlar ilk fırsatta dönsünler, en
önemlisi ve en doğrusu budur. Bugün dönebilecek durumda olmayanlar
da, bulundukları yerlerde dillerini ve kültürlerini
koruyabilirlerse, ulusal kimliklerini unutmazlar ve bir gün onlar
da atayurtlarına kavuşabilirler…
Masal
Yanında birisi her daim, yalnızlığın
İmrenilecek gibi misin, güzelde görünmüyorsun!
Köyün gençleri yolunu gözlüyor, bakışları yalvarıyor
Uzun dilleriyle başlıyorlar, ninelerde duyuyor.
Yanında birisi her daim, söylemesi zor hepten
Güzel saçlarının kokusu yol açıyor gençlerin bağrında
Bir şey var anlamak güç, gençlerin işi zor.
Hepsi kendisine saklıyor, kimse kimseye açmıyor.
Delikanlılar geliyor evine konuşuyorlar ‘Ah zavallım!’
Ama kalıyor zamanı konmamış gerçek söz
Ama somuruyor dudağını söylenmemiş gerçek söz
Gençler oturuyor önünde usanmadan
Kimse gerçeği söylemiyor sana, gerçeği çıkarıp yüreğinden.
Senin benzerin, senin benzerin: Yeryüzünden ayrılırsa
Bön bön durur gökte güneş
Senin benzerin: Kiraz ağacını kucakladığında
Aydınlanır o ilk yazın, bembeyaz çiçekleriyle, çiğil çiğil.
Kuyekua Nalbiy
Yüreğin Aydınlığı Canın Sıcağı
Miyekuape 1989 |