İnsan yaşamında iç burkan anılar
da vardır.İç burkucu olup olmadığı zamanın, o upuzun gelen
yılların su gibi hızla geçip gittiğinin fark edilmesiyle
yalnızca sizin hangi gözle ve ne kadar dikkatli baktığınıza
bağlıdır biraz da.
Zira bu dünya kimse için cennetten
bir köşe değildir ve herkes kendi acısını yaşar, onun izini de bir
şekilde taşır. Sokaklar, işyerleri, televizyon, gazeteler,
baktığınız her yer iç burkan olaylarla doludur ya da sizin
burkulacak bir içiniz varsa onu burkacak şey çoktur aslında.
Örneğin; tam unuttum, hatırlamıyorum derken çoğu kimsenin adını
sanını bilmediği bir Abhaz olan Kujba Cezmi bir ses, bir koku
hatta anlık bir görüntü ile çıkıverir karşınıza ve size yarıda
bıraktıklarını, amaçlarını, umutlarını, yapamadıklarını ve
yaptıklarını,Abhazya'da Gürcü işgaline karşı savaştığını ama genç
denilecek yaşında anavatanında savaş sonrası bozulan toplumsal
psikolojinin kurbanı olup soydaş kurşunlarıyla vurularak toprağa
düştüğünü hatırlatarak olanca azmiyle bir kez daha yaralamayı
başarır.
Savaş sonrası,düzensizliğin hüküm sürdüğü,ülkede iç güvenliğin
henüz sağlanamadığı güçlü olanın kazandığı, ortama en iyi uyum
sağlayanların hayatta kaldığı kaos ortamında kalbimizi ağrıtarak,
içimizi sızlatarak gitmiş bir can. 'Ah be!' dedirten. Ölüm her
daim üzer ama genç yaşta ve beklenmedik bir ölüm çok üzer. Her
beklenmedik ölüm gibi ölümü iç burkmuş, yürek yakmıştır Cezmi
ağabeyin. Yakışmamıştır böyle gülen bir yüze ölüm, kim ne derse
desin..
İnternetin olmadığı dönemde mektupla iletişim yolunu kullanmış,
üzerinde kargacık burgacık el yazılarıyla isimleri yazılı olan
zarfların sevincini tatmış olanlar yine bilirler ki o zamanlar
anavatanla iletişimin ilk adımları ulaşıp ulaşmadığı bile
bilinmeyen davetiyeler,mektuplar ve yayın saatleri sınırlı
radyolardır.
Adapazarı'nda bir polis memuru olan Kujba Cezmi, işte o zamanlarda
Abhaz radyosunun diasporaya yönelik yayınlarının sadık bir
dinleyicisidir. Radyo yayınlarının sunucusu ve aynı zamanda
Abhazya'nın aydın genç kızlarından biri olan Alina'yla yazışarak
tanışmış ve vatana dönme arzusu güç kazanmıştır.
Duyguları sözcük karakterlerine yansıtan ve sonsuza kadar
saklanabilecek, kimi zaman tozlu bir kitabın arasından çıkartarak
okuyabileceğin mektupları yazmayı bilen biriydi o.
Kafka'nın "kadınların mektup yoluyla bağlanabileceği doğru mudur"
sorusunun yanıtı, kendisinin Milena'yı, Cezmi'nin de Alina'yı
mektuplarıyla etkilediğini bildikten sonra şüphesiz ki 'evet'tir..
Benim gibi daha pek çok sevenlerinin hayatında hem güzel hem
hüzünlü hem derin bir yer bırakmıştır Cezmi ağabey. Eşi Alina ve
oğulları Nart'la Gürcistan'ın Abhazya'yı işgalinden önce bir
Abhazya ziyaretimizde Sohum’un Mayak mahallesinde yaşarlarken
tanımıştım onları ve evlerinde misafir olmuştum. Bizlerin bol
betonlu hayatta çarpık kentleşmeyle neredeyse unuttuğumuz hep
içimizde ukde olarak kalmış bahçeli, tek katlı, mütevazı bir evde
mutlu, sakin bir yaşam sürüyorlardı. Yazılmış en şirin, en güzel
dizelere sahip olduğunu düşündüğüm "mavi gözlü dev" şiirindeki
"mini minnacık ev" gibi bir evde.
Savaştan hemen sonra Abhazya'ya yerleştiğimizde ilk aylar Sohum'da
yan yana iki evde yaşadık.
Şanslı bir insanım. Diaspora derneklerinde, toplantılarında,
dergilerinde boy göstermeyen ama bugüne kadar tanıdığım en
süzülmüş yurtseverlerden biri olan Kujba Cezmi'yi sağlığında kanlı
canlı,yakışıklı bir adamken tanıma, sohbet edebilme mutluluğuna
eriştiğim için.
"Hayat", demiş, Gabriel Garcia Marquez, "Ne yaşadığın değil, nasıl
hatırladığın ve neler hatırlattığındır... "Böyle başlar kişilerin
resmi tarihleri.
Cezmi ağabeyi ne zaman düşünsem ortak komşumuz sağır ve dilsiz
Migrelle konuşmaya çalışırkenki hali; uzun boylu, kıvırcık saçlı,
yeşil gözlü, görüntüsü gözümün önüne düşüveriyor. Bir de her daim
tiril tiril olan, asla halkının, dostlarının karşısına paldır
küldür çıkmayan bir adam olduğunu anımsıyorum. Anılar düşüyor
peşime...
İş yaparken bile Red Kit gibi dudağının ucundan düşürmediği
sigarası pek yakışırdı ona. Dumanı gözüne kaçınca yüzünü
buruşturur, hafiften tek gözünü kısar, işini yapmaya devam ederdi.
Bu hali işine çok özen gösteriyormuş, üzerinde düşünüp
taşınıyormuş imajı verirdi.
Gözlüğüm gözümdeyken kaybettim sanıp aramam gibi o da bazen
dudağında sigara varken yenisini yakmaya çalışırdı.
Üç dört yaşlarındaki oğluyla arasında benzerine az rastlanır
türden saf, katışıksız, koşulsuz ama aynı zamanda geleneksel ve de
duygusal bir baba-oğul paylaşımı vardı. Kucağına alıp 'oğlum' diye
haykırmaz, pederşahi ses tonuyla Abazaca adam, erkek kişi anlamına
gelen 'Akatsa!' diye çağırırdı.
Derin sevgisini tüm çıplaklığıyla göstermese de aslında üstüne
titrerdi. Üzüntüsü ile kahrolur, es kaza ağladığı bir zamana denk
gelirse ayağının altından zemin çekiliyormuş gibi rengi atar,
etrafındakilere kızardı.
O zamanlar Abhazya "Ölene tabut, kalana zabıt, maktul derdest,
katil firar, asayiş berkemal" deyişini aratmayacak, henüz devlet
otoritesi ve iç güvenlik sağlanamadığı için hukuk ve yasaların
işlemediği, can ve mal güvenliğinin olmadığı bir dönem
yaşıyordu. "Sara seybaşıveyt" yani ben savaştım diyen hiçbir kuralı
tanımıyor, kendini her konuda haklı sayıyor, soygun, adam kaçırma, kişisel
sebeplerle adam öldürme, gibi suçlar işleniyor, suçlular
bulunamıyordu. Gençler arasında narkotik bağımlıları vardı.
Cezmi ağabeyin en çok kızdığı söz de buydu işte. "Ben savaştım"
deyip kendini yasalardan üstün görmek, her şeye peşinen hakkı
olduğunu düşünmek.
"Savaş bitti ama daha yapacak çoook iş var, ben savaştım deyip
oturmamalıyız, çalışmalıyız" diyordu o hep. Çalışıyordu
da. Kardeşi Necmi'yle birlikte kafe inşa ediyordu. Çalışmaktan mutlu
olan,her koşulda hiç boş durmayan, kafasını dolu tutmayı çalışma
ile başararak hayatını geçiren bir adamdı. Herkesin henüz normal
bir yaşama geçmeyi erken bulduğu bir süreçte çalışkanlığı ve
girişkenliğiyle dikkat çekiyordu.
Abhazya‘nın bağımsızlık mücadelesine büyük emeği geçen bu yiğit
insandan yine kendisi gibi silah arkadaşlarından biri şöyle
bahsediyor "Oçamçıra çıkartmasında geri çekiliyorduk çünkü
elimizde yeterli silah ve cephane yoktu. Cezmi ağabey "Çocuklar ben
nasılsa sizden yaşlıyım bir şey olacaksa bana olsun siz arkama
geçin" deyip grubun önüne geçti."
Ülkenin her karış toprağına iz bırakan mücadelenin birçok zorlu
aşamasına yılmadan, hiçbir zaman geri adım atmadan, büyük bir
cesaret, istek ve çabayla kendini katanlardan biri olmakla
birlikte; mütevazı, emekçi, çalışkan, küçüklerine kol kanat geren, halka bağlılığın en güzel temsilini vatanına dönerek, vatanı için
savaşarak, kişiliğiyle, yaşamdaki tercihleriyle göstermiş biriydi
de aynı zamanda.
Abhazya'nın içinde bulunduğu kaostan zarar görmememiz için yan
yana
iki evde yaşadığımız sürece evimize birinin geldiğini bahçe
kapısının gürültüsünden bilir, gelen kişinin iyi niyetli mi kötü
niyetli mi olduğunu anlamak için balkondan balkona yine kendisinin
kurduğu köprüden sessizce geçerek birkaç dakika sonra içeri
girerdi mutlaka.
Bizi korumayı başardı ama kendini koruyamadı Cezmi ağabey. 1995
yılının bir Ocak sabahı yine kendisi gibi savaşa fiilen katılmış
kardeşi Necmi'yle birlikte kendi elleriyle emek emek inşa
ettikleri kafenin önünde acımasızca vurularak aramızdan ayrıldı. "Akatsa"nın
büyüdüğünü göremeden,ona hayatın kurallarını, beklentilerini,
kaçınılmazlıklarını istediği gibi öğretemeden.
Vurulduklarını duyduğum an 'öldüler' sözcüğünü duymak istememiş
içimden 'Onlar neler gördüler. Atlatırlar bu badireyi de' demiştim, hayata tutunma azimlerine ne çok güvenmiştim.
İnsanın kolunun kanadının kırılması da gerçek gibidir. Sanki
önceden omzunuzda bir çift kanat varmış ve sizi dik tutuyormuş ama
ne olduysa işte o iki kanat birden yok olmuş, siz de omuzlarınızda
o eksiklik boşluk hissiyle, artık uçamayacak bir kuş gibi
savunmasız-çaresiz kalakalmışsınız gibi hissedersiniz.
Hayat yaralı ve yorgun yüreğimize bir acıyı daha çiviliyor, hayat
bizi, hayatını Abhaz halkının haklı özgürlük kavgasına adamış bir
yiğit insanından, bir Abhazya kahramanı ve yurtseverlik ustasından
daha ayırıyordu.
Sevdiklerimiz tarafından hiç beklemediğimiz bir hareket, bir söz
karşısında yüreğimize taş oturur. Taş ağırdır, itelemesi
zahmetlidir, güçtür kısacası onu oradan kaldırmak. Hükmedilmez
kolay kolay o duyguya, gücümüze gider işte...
Atılgan yapısı, alçak gönüllü kişiliği, yurtseverliği,
çalışkanlığı ve yaratıcı özelliğiyle bütünleştirdiği kısa
yaşamından geriye hafızalarımızda bir resim kalıyor. Biz tanıklık
etmiş olanların yüreğimize ve belleğimize kazınmış ve on yılı
aşkın bir zamandır bizi acıtıp duran Abhazya var oldukça hep
hatırlanacak ve ibretle anılacak bir resim...
Savaşın,
yol açtığı doğrudan acılar yanında toplumların geleceğine ilişkin
olumsuzlukların habercisi olduğunun
ve savaşın ardında bıraktığı kaosun ilk imha ettiği şeyin
merhamet olduğunun,
sorunlarını dayatma, şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye
alışmış insanlar için insan hayatının önemsizleştiğinin,
bozulan psikolojilerin bir süre sonra vicdansız bir gözü
dönmüşlüğü beraberinde getirdiğinin,
toplum savaştayken ahlakın değiştiğinin,
kardeşin kardeşi acımasızca öldürebildiğinin resmi.
Bir gün sosyologlarımız anavatana dönenlerin yaşadıkları
travmaları, o tarihin içinde toplumda kalan izleri, oluşmuş
yaraları araştıracaktır mutlaka. Ülkenin kaderini, toplumların
psikolojisini etkileyen olaylar, kişiler aniden unutulabilse de
bazen bu ortak toplumsal hafızadan yine de toplumsal hafıza denen
şey çok uzak bir zamanda olmuş şeyleri capcanlı hatırlayan çok
yakın bir zamanda olanları unutuveren bazı olaylara ise ne
yapacağını merak ettiğimiz hatırlama biçimidir ama her halükarda
acıyla beslenir.
Borges'in öykülerinden birisinde hastalıktan muzdarip bir kişi
yaşadığı hiçbir şeyi unutmuyordu ve sürekli geçmişi düşünmek
zorunda kalıyordu, bu yüzden de aklına yeni düşünceler
gelemiyordu, garip bir yaratık olup çıkıyordu. Sanırım ben de onun
gibi olacağım kimse bu tür olayları ve kişileri hatırlamanın
gerekliliğini anlamasa ve anlatmasa da.
Hayata henüz verecekleri ve hayattan henüz alacakları olan Kujba
Cezmi ve Necmi, yitirilişlerinin üzerinden yılların su gibi hızla
geçip gitmesine rağmen zaman zaman özgün
kişilikleri, yiğitlikleri,gösterdikleri içten dostluk ve
kardeşlikleriyle seriliveriyorlar gözümün önüne. "Sevdiğim çiçek
adları gibi, sevdiğim sokak adları gibi, bütün sevdiklerimin adları
gibi, adınız geliyor aklıma."
Onlar; Abhazya'ya bir Cezmi yetmez, daha çok daha çok Cezmilere, Necmilere
ihtiyacımız var dediğimiz, ihtiyacımızın doruğa çıktığı bir zamanda
halklarının onlara en çok ihtiyaç duyduğu bir süreçte halklarından
ayrıldı ve miras olarak da ‘önce barış’ şiarını
bıraktılar. Anılarına selam olsun!
Bugün özgür ve onurlu bir hayatın sahibi olan Abhaz halkı ,savaşta
ve savaştan sonra yitirdiklerinden aldığı güçle
özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi kavgasını sürdürecektir.
"Ancha" Canlar Ülkesi Abhazya'ya çektiği acıları unuttursun ve bir
daha o kötü günleri göstermesin. |