...................
...................
ADİGE DİLİ VE EDEBİYATI     -4
HAPİ Cevdet Yıldız
                         
...................

...................
ADİGE DİLİNİN ÇEŞİTLİ ÜLKELERDEKİ  TEMSİL DURUMU

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, Shapsugh Adigece'si, Türkiye’de 1923 yılına değin, Kabardeyler dışında Osmanlı Adigeleri arasında bir yazı ve ibadet dili olarak kullanılıyordu.

1923'ten sonra, rejimin yasaklaması nedeniyle, Adigece bir yazı (basın) ve okul dili olmaktan çıkmış, sadece bir konuşma, gizli bir eğitim (köylerdeki hoca okullarında) ve ibadet dili olarak varlığını sürdürmüştür.

Adigece yayın 1960'ların sonlarında, kitapçık, kaset ve plaklar biçiminde yeniden belirmeye başlamıştı. Bu gelişme 12 Mart 1971 faşist darbesiyle bastırıldı. Ardından 12 Eylül 1980 faşist darbesi gelmiş, berbat bir ortam oluşmuş, daha sonra, özellikle Ecevit ve Erdoğan hükümetleri dönemlerinde, demokratikleşmeler çerçevesinde yeniden çalışmalar başlamıştır, örneğin CircassianCanada internet sitesi Adigece ve diğer Kafkas dillerinde yazılmış yazılara, birçok site de öykü, roman, müzik ve şarkılara yer vermektedir.

Ayrıca Türkiye’de Adigece sözlük, gramer, şarkı, öykü ve masal derlemeleri, vb yapılıp yayınlanmakta, göstermelik de olsa Kabardeyce Radyo-TV yayını da verilmektedir. (Perşembe günleri, saat 6. 30 Radyo-1; saat 7:30 TV-3) Ürdün’de Adigece NART-TV yayını başlamıştır, İsrail Adigelerinin zaten yayınları ve seçmeli ders düzeyinde anadilinde eğitimi bulunmaktadır. Kafkasya’da da sınırlı ölçekte bir RADYO-TV yayını vardır. Kabardey-Balkarya’dan uydudan test yayını başlatıldığı söylenmektedir. Ancak Yeltsin döneminden beri, terörizmle mücadele adı altında özgürlükler hayli kısılmıştır.

Adigece Rusya’da 1920 öncesinde okullarda isteğe bağlı olarak okutulan seçmeli bir ders idi. 1920 yılı ya da Sovyet iktidarının kurulması ile birlikte, diğer Sovyet halkları dilleri gibi, Adigece de (Adige/Kabardey, Adige/K’emguy ve Adige/Shapsugh lehçelerinde) eğitim müfredatına alınmış ve resmi dil (diller)  kapsamına alınmıştır. Adigece 1920-24 arasında Arap harflerini kullanmış, aynı yıl Kabardeyler, 1927'de de Adige ve Shapsughlar Latin alfabesine geçiş yapmışlardır. 1936'da Kabardeyler, 1937'de de Adige ve Shapsughlar halen kullanılan Kiril (Rus) alfabesini kullanmaya başlamışlardır.  (Bu arada bütün küçük Sovyet halklarının alfabeleri Kirile dönüştürülmüş, Shapsugh yazısı ise 1945 yılına değin sürmüştür. Bu konuda bir bilgi eksikliği vardır.)


SOVYETLER DÖNEMİNDE VE SONRASINDA  DİL VE EĞİTİM POLİTİKALARI

1977 Brejnev dönemi Sovyet Anayasa'na değin, ikiye düşürülmüş olan Adige yazı dilleri (Kabardey ve Adige/K’emguy), kağıt üzerinde de olsa birer resmi dil sayılıyorlardı. 1977 Brejnev dönemi Anayasası ise, resmi dil kavramına yer vermemiştir.

Kruşçev
döneminde, Stalin döneminden de berbat bir yol seçilmiş,
1958-1960 yıllarında hemen bütün küçük halkların, bu arada Adigelerin anadili eğitimi ya tamamen kaldırılmış ya da bazı köy okullarında tek derse (gramer-edebiyat dersi) düşürülmüştü. Ruslaştırma politikasına, kolonizasyon yoluyla da büyük bir destek sağlandı. Bu da “komünist” şefler olarak tanınan Kruşçev ve Brejnev gibi kişilerin aslında Rus milliyetçileri olduklarını göstermektedir.

Kruşçev’i izleyen Brejnev dönemi anayasasına göre,  “bütün Sovyet dilleri eşitti ya da eşit haklıydı. Yine de Sovyet dış propagandası gereği Maykop, Şerceskale (Çerkessk) ve Nalçik'te Adigece ve Kabardeyce birer gazete ve dergi yayınlanıyor, kitaplar basılıyor, ara sıra Radyo yayınları da veriliyordu. Vitrin süslenmişti, ama mağazanın içi, şimdilerde olduğu gibi boştu, her şey kılıfına uyduruluyor, dünya kandırılmaya çalışılıyordu. Örneğin dışarıdan gelen ziyaretçilere mükellef sofralar kuruluyor, dans, şarkı ve tiyatro temsilleri sunuluyor, bir programa göre öncesinden belirlenmiş yerler gezdiriliyordu. Bu gezilere katılan bir tanıdık, sorulan her yere “gittik” diyormuş, ”Peki, Oşhamaho’da ne gördün” gibisine sorulan her soruya, “Bir içtih, bir içtih” diye yanıtlar veriyormuş. Anlaşılan bu delikanlımız yiyip içmekten bir şey görememişti ve çok güzel de uyutulmuştu.

Okunsun okunmasın rejimi öven her kitap, gazete ve dergi için yazarlara para ödeniyor, susmaları sağlanıyordu.

Bir başka örnek: Yargılamanın bir cumhuriyet, özerk oblast ya da özerk okrug dilinde ya da o yerde konuşan dilde yapılacağı bir anayasa hükmüydü. Ancak Rusça dışında, sözgelişi özerk birimler dillerine bu hüküm uygulanmıyordu.

Günümüzde de yerel cumhuriyet parlamentolarda,  yerel dillerin kullanılması serbesttir, ama her nedense 17 yıldan beri hiçbir yerel parlamentoda tek bir üye olsun Adigece bir konuşmayı başarmış değildir. Kuşkusuz buna izin verilmiyor olmalı, yoksa gerisi gelebilir. Nasreddin Hoca’nın sakal örneğindeki gibi: Hoca ocak ateşi karşısında pöstekisine uzanmış yatıyormuş, bu sırada farenin biri sakalını yalayıp geçmiş. Hoca durmadan sakalını karıştırıp duruyormuş. Bunu gören karısı, “Hoca, kaygılanma, fare sakalında değil, gitti” demiş. Hoca da “Gitmesine gittiğini ben de biliyorum ama yol olmasından kaygılanıyorum” demiş.

Rus’un kaygısı da öyle bir şey olmalı.



DİL POLİTİKALARI


Sovyetler Birliği dönemindeki dil politikalarında karşılaşılan değişiklik ve uygulamaları, özetle şöyle sıralayabiliriz:

1) Lenin dönemi: 1917-1924 yılarını kapsayan, Büyük Rus ulus milliyetçiliğinin (yani Rus gericiliğinin) bastırıldığı, küçük topluluklara koruyucu ve destekleyici kararlarla yaklaşıldığı bu dönemde çok sayıda cumhuriyet, özerk oblast, ulusal okrug, ulusal rayon birimi, vb oluşturulmuştur. Bu çerçevede Adigeler için de 4 özerk yönetim birimi (Kabardey, Çerkesya, Adigey ve Shapsughya) ve 3 edebiyat dili oluşturulmuştu (Kabardey-Şerces, Adige ve Shapsugh). Adigece üzerindeki her türü ulusal ve sömürgeci baskı kaldırılmıştı. Lenin özetle şöyle diyordu: Küçük ulus ve halklara ve bunların dillerine büyüğün aleyhine olacak biçimde daha fazla haklar tanınmalı ve küçük dillerin kullanımı ciddi biçimde desteklenmelidir. Böylece küçükler aleyhine zaten var olan eşitsizlik bir ölçüde de olsa dengelenebilir ve bu yöntemle eşitlik sağlanabilir.

Lenin döneminde toplumda gelecek umudu ve demokratik bir atmosfer vardı, işçi, köylü ve aydınlar yerel meclisler (Sovyetler) yoluyla yönetimde etkili ve söz sahibi idiler, devrimi inançla ve silahla savunuyor ve üretime de var güçleriyle katılıyorlardı. Bu sayede Sovyetler onca iç ve dış düşmanın üstesinden gelmişlerdi. Ayrıca Türkiye’deki milliyetçi (Kemalist) hareketi de başarıya götürücü ölçekte desteklemişlerdi. Yerel birimlerde yerel dillerde basın, kamu yaşamı ve okul eğitimi bulunuyordu. Örneğin Karadeniz kıyısındaki küçücük Shapsugh rayonu’nda (1924-1945)  Shapsughca (Шапсыгъабзэ) gazete yayınlanıyor, anadilinde okul eğitimi sürdürülüyor ve radyo yayını yapılıyordu.

2) Stalin dönemi: 1924-1953 yılları arasındaki Stalin döneminde, işçi, köylü ve aydın kitlesi yönetimden dışlandı. Meclisler (Sovyetler) parti güdümünde onay makamlarına dönüştürüldüler. Şef (Stalin) ve adamları ne derse o oluyordu. Yetkiler bürokrasinin (polis, asker, yargı ve sivil bürokrasinin) elinde toplandı. Aynen Almanya (Hitler), İtalya (Musolini), Türkiye (İnönü), İspanya (Franko), Portekiz (Salazar) ve benzeri yerlerde olduğu gibi.

Ancak azınlıklar Rusça'yı bilmedikleri ve “devrimci görünme kaygısıyla”, yerel diller kullanılabiliyordu. O dönemde Türkiye’de Şef’in öncülüğünde Güneş-dil Teorisi türetilmişti, buna göre uygarlığın ve dillerin kökeni Türklere ve Türkçe'ye dayanıyordu. Yarışmada Stalin ise, Türk meslektaşlarından “farklı” bir yol tutturuyor, bütün dillerin günün birinde, Rusça değil de, Rusçadan ve birçok dilden yararlanacak daha üst  bir dünya dilinde birleşeceğini söylüyor, o güne değin de, bir alt geçiş dili olarak  Rusçanın Sovyetler çerçevesinde  birleştirici bir dil olması gerektiğini “benimsetmeye” çalışıyordu. Hitler ise sadece dile değil,  ırka da öncelik veriyor, Ari ırkı (Alman-Germen ırkı) için bin yıllık bir “gelecek” hazırlamaya çalışıyordu. Doğu’ya (Sovyetlere) doğru yayılmayı (yani savaşı) hedef olarak gösteriyor, aşağı ve pis ırklardan (Yahudi, Roman/Çingene, vb) yeryüzünü temizlemenin bir görev olduğunu açıklıyordu. Musolini de eski Roma İmparatorluğu’nu yeniden diriltme uğraşıları veriyor, zavallı Afrika ülkesi Etiyopya’ya  (Habeşistan’a) zehirli gaz attırıyordu. Garibim Arnavutluk’u istila ediyor, Yunanistan’dan ise beklenmedik bir tekme yiyordu.

Stalin döneminde din, dil ve geleneklere karşı amansız bir savaş açıldı ve hayli mesafe de alındı. Ulusal yapı büyük ölçüde yıkıma uğratıldı, içki belası yaygınlaştırıldı. Almanlarla savaşta (1941-1945) Adigey ve Shapsughya Adige erkek nüfusunun büyük çoğunluğu kırılmış (50 bin nüfusun 15 ya da 17 bini ya da nüfusun yaklaşık üçte biri), kadınlar dul, çocuklar babasız ve korunmasız kalmıştı. Bu da Adigeleri kolay bir av haline getirdi. Bu arada 10 Sovyet halkı toprağından toplu bir biçimde sürülmüş (etnik temizlik), Shapsughlar da aralarında olmak üzere 50 küçük Sovyet halkına zulüm uygulanmıştır.  Bu berbat duruma karşın, yine de savaş sonu yetişen Adige gençleri, bir ölçüde de olsa geleneklerine bağlı kalmayı başardılar. Bugünkü Adige, Şerces ve Kabardey bölgeleri Adige yazar ve sanatçılarının çoğu, o günlerde doğmuş olan savaş ve kıtlık döneminin acılı çocuklarıdır.

3) Kruşçev ve Brejnev dönemleri: 1953’ten 1964 yılına değin süren Kruşçev döneminde, bir öncekinin katı Stalinizm’i, düzmece yargı, siyasal infazları ve terör sona erdirildi, 5 halk üzerindeki sürgün cezası da kaldırıldı ve hakları iade edildi: Karaçay, Balkar, Çeçen, İnguş ve Kalmık. Ancak sürgünde olan ya da baskı uygulanan diğer 45 halkın (ve bu arada Shapsughların)  durumlarında bir değişiklik (iyileştirme) yapılmadı.

Bu kısmi yumuşamaya karşılık Rusluk (imparatorluk) hayalleri canlı tutuluyordu, çünkü Stalin’den beri Sovyetlerde Rus milliyetçiliği fiilen bir devlet ideolojisi getirilmişti: Ruslar büyük birader (ağabey ulus), diğerleri de küçük biraderler idiler. Herkes büyüğün (ağabeyin) sözünü dinlemeli ve onu örnek almalıydı. Bu anlayış çerçevesinde, devlet tarafından ulusal bölgelere, ”kalkındırma ve kalkınmaya destek amaçlı” Rus yerleşimciler götürülüp yerleştirildiler. Bunlar için konutlar yapıldı, milyarlarca Ruble para kolonizasyon uğruna harcandı.

Faşist ve sömürgeci Portekiz de Afrika Mozambik’te 1 milyon beyaz göçmenin yerleştirilmesi için büyük bir baraj inşa etmişti. Onun gibi bir şeydi Rusların yaptığı bu gibi şeyler de. Gerekçesi de çok “mükemmeldi”: Buralardaki boş arazi ve otlakların tarıma kazandırılması, böylece refah düzeyinin yükseltilmesi ve Sovyet ekonomisinin her alanda güçlendirilmesi idi. Kentlere yerleşen Ruslar ise, oralara “uygarlığı ve kent kültürünü” götüreceklerdi. Ulusal bölgelerin kentleri, giderek Rus kentlerine dönüşmeye başladı. Ancak tarımsal alanda tam bir ekonomik iflasla karşılaşılmış, dağ fare doğurmuş, milyarlarca Ruble ziyan edilmiş oldu. Kruşçev başarısız bulunarak, emekli edildi. Ancak tarımdaki bu iflas, Rus “geleneğine”  bağlı kalınarak kamuoyundan gizlendi. Ekonomik iflasa karşın, Rus olmayan bölgelerin ve bu arada Kuzey Kafkasya’nın çoğu yerlerinin Rus yerleşimcilerle doldurulması programı başarıyla tamamlandı. Birçok ulusal cumhuriyet ve ulusal bölgede (region), yerliler artık azınlık durumuna düşmüş, denetim Ruslara geçmişti: Kazakistan,  Kırgızistan, Yakut, Buryat, Başkırt, Hakas, Altay, Kuzey Osetya, Karaçay-Çerkesya, Adigey ve daha başka birçok yerde. Ancak yapılan onca iş ve dökülen onca para, Mozambik’te beyaz sömürgecilere kalmadığı gibi, buralarda da, kime niyet kime kısmet Ruslara kalmayacaktı. Birliği oluşturan ve Rus baskısı altında inleyen 14 cumhuriyet sonunda Rusya’dan kopacaktı. (1991)

1964-1982 yıllarını kapsayan Brejnev döneminde demokratik görünümlü yeni bir anayasa hazırlandı. (1977)  Ancak anayasa lastikli ifadelerle doluydu. Bu ifadelerin Ruslaştırma yönünde uygulamaya konmasıyla, yukarıda değinildiği gibi, anadilinde eğitim kent ve beldelerden kaldırıldı, bazı köylerde ise, tek ders (haftada bir ya da iki ders saati) biçiminde bırakıldı, buna anayasal gerek de vardı, ayrıca anadili çocuklara Rusça’nın öğretilmesinde bir yardımcı ders olma işlevi de görüyordu. Çünkü ulusal bölgelerde küçük çocuklar genellikle Rusça bilmiyorlardı, televizyon ve elektrik gibi şeyler henüz köylere tam ulaşmamıştı.

Bu arada stratejik önemdeki Adige müziği devre dışı bırakılmıştı. Müzik, okuldan atılmış ve kendi haline terk edilmiş biçimde, folklorik nitelikte ve sıradan bir dans müziği (sözsüz müzik) düzeyine düşürüldü ve danslar da Rus danslarına (Kazaska) benzetildi. Bunlar okul dışı düzenlemelerdi ve toplumun çoğunu kapsamıyordu.  Bütün bunlar Ruslaştırma programı kapsamında usta ellerce sahneye konuyordu. Okul kaynağı kurutulduğundan, 50 yıllık bir zaman dilimi içinde halk ulusal müziğinden kopartıldı ve ulusun ruhu çalındı. Şimdiki cılız sözlü müzik ise, daha çok Rus müziğinin bir kopyası biçimindedir ve bu nedenle diasporada tutulmamıştır. Alkışlama vardır ama bu bir Adige nezaketi gereğidir. Çepay Murat ve Aslan Derbe gibi yeteneklerin adı ve sanı kayıplara karışmıştır. Diasporaya kopyalar ve bağıranlar gönderilmektedir. Kafkasya’dan gelme ekip dansları da birbirinin kopyası ve bir elden çıktığı izlenimi veren Sovyetik danslardan başkası değildir. Amaç uyutma olduğundan, tekrarlarla yetinilmekte, bir geliştirme durumu yaşanmamaktadır.

Buna karşın M. Kemalpaşa ilçesinin Karaorman köyünde düzenlenen 2008 yılı Güney Marmara Kafkas Şöleni sırasında, özellikle Bandırma Jöğobzıy (Жъогъобзый) ekiplerinin çocuk oyunlarını canlandırdıkları ve Nart savaş danslarını sahnelemeyi başararak programı yaratıcı yönlerden katkılarıyla zenginleştirdikleri, Düzce, ayrıca Bursa, Blane grubu, Gönen ve diğer katılımcı ekiplerin de şahane oyunlar çıkarabildikleri görülmüştür. Bu başarının Kafkasya’daki benzerlerinden geri kalır yer yoktur. Şöleni akşam saat 20:00’den gece yarılarına değin 5 binin üzerinde her yaştan, çocuklar dahil bir kitlenin coşkuyla ve ilgiyle izlemiş olması da oluşan beğeniyi ve ulusal ruhun diriliğini ayrıca gözler önüne sermiştir. Bu, aynı zamanda halkın ruhunun henüz çalınamamış olduğunun da bir işaretidir. Ne yazık ki, bu tür folklor programlarında yerel müzik, şarkı ve danslara (tleperüş/лъэпэрышъу) çok az yer verilmektedir, bu çok hatalı durumun da acilen düzeltilmesi gerekir.

Son söz olarak, Brejnev dönemi de bir Ruslaştırma dönemi olmuştur.

4) Gorbaçov dönemi: Gorbaçov Kafkasyalı demokrat bir Rus’tur ve Kafkasyalı (Kabardey) dostu Andropov’un ardılıdır. 1985-1991 yılları arasını kapsayan Gorbaçov dönemi, özgürlüklerin çiçek açtığı  bir dönemdir. Bu dönemde müzik ve matematik dersleri de dahil ilkokul eğitimi (1-4 sınıflar) yeniden ve bütünüyle anadilinde verilmeye başlandı. Halklar üzerindeki prangalar kaldırıldı ya da gevşetildi, çok partili bir demokrasiye de geçildi.

5) Yeltsin dönemi: 1991 yılından 1999 yılı sonuna değin uzayan bu süreçte, Yeltsin vermiş olduğu sözleri bir bir çiğnedi. Gorbaçov öncesinin Ruslaştırma politikalarına dönüş yapıldı. Anadili eğitimi seçmeli tek bir ders düzeyine düşürüldü (okul ve sınıfına göre değişmek üzere haftada 1 ile 4 ders saati tutarında). Başlatılmış olan Adigece müzik eğitimi de kaldırıldı, yerine Rus müziği kondu. Böylece ulusun ruhu çalınması amaçlandı. Bu arada Adigey Cumhuriyeti (AC) topraklarına büyük bir Rus nüfusu  da (155 bin 400 kişi) getirilip yerleştirildi.

6) Putin dönemi: Bu dönemde petrol ve doğalgaz satışı gelirleriyle ekonomi canlanmıştır. Bu gelirler bölgelere ve halka çok az bir oranda yansıtılmış, para merkezde (Moskova’da) ve zenginlerin kasalarında biriktirilmiştir. Sonuç olarak Rusya’da varolan çifte standart iyice belirgin hale gelmiştir.

Şöyle ki; Türkiye’de çoğunluğu oluşturan yoksul kesim bir kentten ötekine, dahası bazıları çok yakınlarının cenazesine bile gidemiyor. Sayıca çok daha az olan orta halliler ise, taksitle ve banka kredisiyle ya da bir şeylerini (arsa, tarla gibi) satarak ev ve otomobil alabiliyor ya da tatile çıkabiliyor. Azınlıktaki zenginler ise ceplerinde pasaportları istedikleri an dünyayı turlayabiliyor ve çocuklarını seçkin İngiliz okullarında okutabiliyorlar.

Rusya’da ise orta halli kesim silinmiş, sadece iki kesim kalmıştır. Büyük çoğunluğu oluşturan emekçi kesimin hali bitiktir: Günlük ücretler 2 YTL, aylık gelirler de 60 YTL dolayındadır. (Ücret yönünden yoksul bir Afrika ve Asya/Bangladeş standardı.) Bu nedenle sadece Türk memuru değil, Rus memuru da işini bilmek durumundadır. Türk çalışanı, bir Rus’tan çok daha fazla kazanabilmektedir: Günde 25-50 YTL, ayda da 500-1.000 YTL ve üzeri. Rus yoksulları, tıpkı Türk benzerleri gibi, ülke içinde hapis durumundadır. Adigeler de öyledir. Taşlar Moskova’dan bağlanmıştır. Yerel yönetimler kımıldayamaz konumlara düşürülmüştür. Durum böyle olduğu halde, sıradan bir Rus ya da Türk, hala “dünyanın kendisine hayran olmasını” bekliyor, çünkü öyle koşullandırılmıştır. Çetin Altan’ın “Türk’e Türk propagandası” işe yarıyor anlaşılan. ”Türk’e Türk propagandasını” iplemeyen Rus zenginleri, ötekiler gibi ahmak değildir, dahası Türk benzerlerine taş çıkartıyorlar. Bunların Akdeniz sahillerinde (Türkiye, Fransa, vb) yazlıkları, turistik otel ve mağazaları var, çocuklarını da İngiliz okullarında okutabiliyorlar.

Tüm bu olumsuzluklara karşın Putin, ırkçılar tarafından Adigey Cumhuriyeti’nin yok edilmesi için açılmış olan kampanyaya destek vermeyerek ve 2002 sel felaketi üzerine Adigelere büyük bir yardım sağlayarak, diasporadaki Adigelerin de gönlünü kazanmayı başarmıştır. Ayrıca 2014 Kış Olimpiyatları'nın Ş’açe/Soçi’de yapılmasını da başarmıştır. Böylece terk edilmiş ve unutulmuş eski Adige topraklarını yeni bir yaşama kavuşturma doğrultusunda adımlar atmıştır.

Ancak Adigey’de Adigece’nin Adige kökenli öğrenciler için zorunlu bir eğitim dili olmasını sağlayan 2006 tarihli AC Eğitim Yasası’nın iptal edilmiş olması, Putin döneminin eksilerinden biridir. Hemen ardından, 2007-2008 eğitim-öğretim yılında Kabardey-Balkarya’da, 20 kadar okulun birinci sınıflarında derslerin Kabardey-Çerkes ve Karaçay-Balkar dillerinde okutulması doğrultusunda bir ön adım atıldığı, Adigey’de yeni bir dil politikası arayışlarının belirdiği görülmektedir.

Putin, ırk, din, dil ve milliyet ayrımı olmaksızın herkesin eşit olacağı bir Demokratik Rusya vaadinde bulunmaktadır. Bu vaat çağdaş normlara da uygundur. Ancak vaat (Ortak Evimiz Rusya Projesi) henüz gerçekleşmiş de değildir. (Rusya’da iktidar içinde demokrasiyi frenleyen bir muhalefetin bulunduğu anlaşılmaktadır.)

Yeni Devlet Başkanı Medvedev’in Putin’e tam destek vermesi durumunda demokratikleşme yolunda mesafe alınabilir.



ADİGECE’NİN ŞİMDİKİ DURUMU


Adigece Adigey’de, Kabardey-Çerkesce de Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya’da birer resmi dildir. Rusya Federasyonu (RF) Anayasası'na göre, RF bütününde geçerli olan resmi dil sadece Rusça'dır ve herkes bu dilde eğitim almaktadır. RF’na bağlı 21 cumhuriyet, 1 özerk oblast (Doğu Sibirya’daki Yahudi Özerk Oblastı) ve 10 özerk okrug’a ait diller de Rusça’nın yanında resmi dil sayılmışlardır. RF’nda ilkin 38 olan resmi dil sayısı, 2008 yılı ve öncesinde 6 özerk okrugun kaldırılmasıyla, şimdilerde 27’ye düşmüştür (Temmuz 2008). Bilindiği gibi bazı okrugların birden çok resmi dili vardı. Okrugların tasfiyesi süreci ise, henüz tamamlanmamıştır.

Adigece ve Kabardeyce, bugün okullarda haftada 1 ile 4 ders saati arasında değişmek üzere seçmeli ders olarak okutulabilmektedir. Ancak yaratılan olumsuz atmosfer nedeniyle Adigece’den Rusça’ya doğru bir kayış (yönelme) vardır. Kabardey-Balkarya’da anadili yanlısı girişimler söz konusu iken, Adigey ve Karaçay-Çerkesya’da henüz bir hareketlilik görülmemektedir.

Cumhuriyetlerde yazışma dili Rusça'dır. Rusya’da 1991 ve 1992 yıllarının özgürlük atmosferi kalmamıştır. Adigece’ye ve Kabardeyce’ye çok sayıda Rusça sözcük ve terim sokulmuştur ve sokulmaya da devam edilmektedir. Karşı önlemler vardır, bunlar yerel yönetimlerce engellenmemeli, aksine desteklenmelidir.

Adigece ve diğer yerel diller kağıt üzerinde geniş hak ve özgürlüklere sahiptirler. Örneğin cumhuriyetler kendi istekleriyle RF içinde yer almış “egemen” devletler olarak tanıtılmaktadır. Ancak yukarılarda da belirttiğimiz gibi, temel politika, yine de Ruslaştırmadır. Bu alanda hayli mesafe alınmıştır.

İşin burasında Rus yöneticilerin unuttuğu  şey, dünyanın artık demokrasiye doğru gitmekte, ırkçı ve gerici siyasetlerin aşılmakta olduğu gerçeğidir. Bir halkın daha zayıf olan bir başka halk üzerindeki  baskı politikaları artık dünyadan destek bulamamaktadır. Rus politikası Kosova’da iflas etmiştir. Geçmişte gerici politikaları sömürgeci Batı Avrupa ülkeleri (İngiltere, Fransa, vb)  ve ABD desteklemekteydi. ABD Başkanları Clinton ve izleyicisi Bush’un Rusya’ya sağladıkları destek sayesinde Ruslaştırma siyasetine yeniden dönülebilmiştir. ABD ve AB’ni karşısına alacak bir RF’nun yapabileceği pek bir şey yoktur. Afgan örneği de ortadadır, yani ABD ve AB’nin belirleyici üstünlüğü vardır ve RF’nun hareket alanı kısıtlıdır. RF, demokrasisini ilerletmediği takdirde, aynı desteği Barack Obama’nın olası başkanlığı döneminde de alabilecek midir? Kuşkulu…

Bu bakımdan bizim de dikkatli olmamız, dolduruşlara gelmememiz ama kötümser de olmamamız gerekmektedir. Bu arada diaspora, RF ve onun cumhuriyetlerine bağlı çizgilere takılı kalmamalı, kendi bağımsız çizgi ve lobilerini oluşturmalıdır. Ülkeler arası ilişkiler ise, işbirliği, karşılıklı güven ve eşitlikçi temeller üzerinde kurulmalı ve yürütülmelidir.

 
1.Bölüm      2.Bölüm      3.Bölüm      4.Bölüm      5.Bölüm      6.Bölüm
7.Bölüm      8.Bölüm      9.Bölüm      10.Bölüm      11.Bölüm      12.Bölüm